Kitabı oku: «Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı», sayfa 4
11
HAZİNEDAR İBRAHİM
Hazinedar İbrahim ise paraları misafirhanenin, Ebu Müslim ile Halit’e ayrılan odadan uzak bir odaya götürmüştü. Odaya girince giysileri bırakıp çekilmelerini uşaklara emretti. Bu adamın pederi gerçek Musevi’ydi. Daha sonradan para kazanmak maksadıyla Müslüman olmuştu. Oğlu İbrahim de aynı ahlak ile belki de pederinden daha fazla açgözlü ve paraya taparak büyümüş. Sokulganlık yaparak Abbasilere mensup nakiplerin güvenini kazanmıştı. Kendisi pek iyi hesap bildiği için Ebu Müslim onu hazinedarlığa almıştı. İbrahim bu memuriyetten çokça para kazanıyordu fakat bu kazanç parayı eksik saymaktan veya hırsızlıktan ileri gelmiyordu. Çünkü bu şekilde doğrudan doğruya hırsızlığı nadiren yapabilirdi. O, en çok para değişiminden kazanırdı. O sıralarda basılan paraların bir kısmı vezince eksik bir kısmı tamdı. Bu gibi damgalanmış akçeler pek çok çeşidi vardı. Mesela Haccâc’ın 50 seneyi hicriyesine Irak’ta darbettiği madenî paralar vezince eksikti. Daha sonra Irak’a vali olan İbn Hübeyre o paralardan daha iyi madenî paralar bastırttı. Bunlardan sonra o bölge de valilik eden Halit Kuseyri kendi zamanında basılan paraların değerinin tam olmasına çok gayret göstermişti. Daha sonra vali olan Yusuf b. Ömer ise bastığı paraların tam olması hususunda büyük gayret göstermişti. Onun için bu son üç valiye mensup olan (Hübeyre – Halit – Yusuf) dönemlerinde basılan paralar, Emeviler dönemindeki paraların en iyisiydi. Haccâc tarafından eksik basılan paralara ise nukudu mekruha adı verilirdi. Bu isimle bilinir olmuştu.8
İşte İbrahim, İran beylerinden yahut Şia’nın diğer yardımcılarından paralar geldikçe adet sayısıyla defterlere geçirerek hangi cins paradan olduklarını bildirmezdi. Paraların içinde (Hübeyre – Halit – Yusuf) cinslerinden para bulunur ise nukudu mekruha ile değiştirirdi. Bu yüzden pek çok paralar kazanırdı. Yaptığı bu iş için kullanılmak üzere İbrahim’in özel sandığı nukudu mekruha ile dolu olur, bu torbaları taşımaktan hâli kalmazdı. İbrahim o gece yalnız kalınca odasının kapısını kapamış sakına sakına o paraları gizlice değişime koyulmuştu.
Dahhâk gerek bu İbrahim’i gerek daha evvel babasını da tanıyordu. Maşita tarafından o işe araştırmaya memur olunca pek hırslı bildiği İbrahim’i para kuvvetiyle çalıştırmaya karar verdi. İbrahim ise Dahhâk’ı hiç tanımaz, hâl ve tavırlarından emir altına alınmış şaklaban veya budala bir insan olduğunu tahmin ederdi.
Dahhâk, maşitadan ayrılınca ayın ışığı ile ışıltılı bir sema altında bahçede yavaş yavaş yürümeye başladı. Gözlerini gökyüzüne dikerek sanki yıldızları sayıyor yahut yüksekliği sonsuz olan yıldızların hikmetini okumaya çalışıyordu. Bu hâl ile yalın ayak İbrahim’in odası önüne vardı. Ahmak tavrını iyiden iyi takmış olduğu hâlde kapının önünde durarak içeriyi dinledi. Odanın içinde hafif bir şıkırtı işitiliyordu. Dahhâk bunun para sesi olduğunu derhâl anladı. O zamana kadar Ebu Müslim ile Halit uyumuşlardı. Uşaklar da birer tarafa gitmiş bahçede kimse kalmamıştı. Artık olay yeri dışında uzakta bulunan davarların yatıp kalkmalarından başka bir ses işitilmiyordu. Dahhâk, İbrahim’in para değişim meselesini bitirdiğini tahmin edinceye kadar oda kapısında durup bekledikten sonra yanında bulunan para kesesini kapının önünde bir taş üzerine düşürdü. Paranın düşüşü gecenin sessizliği içinde büyük bir şakırtı çıkardı.
Odanın içinde paraları değiştirmekle uğraşırken kendisinin kımıldamasından yahut paraların birbirine dokunması sırasında ses çıkmasın diye nefes almaktan bile sakınan İbrahim, her tarafın sessizlik içinde bulunduğu bir zamanda kapı önünde oluşan şakırtıdan pek fena ürktü. Bir süre bulunduğu yerde mıhlanmış gibi kaldı. Şakırtıyı hemen ardından başka bir ses, bir hareket işitilir diye bekledi. Ortalığı iyice dinledi öyle bir ses gelince kapıya doğru gelerek kanadı yavaş yavaş araladı. Başını çıkarıp etrafa baktı. O sırada Dahhâk üç beş adım ötede ellerini kalçasına dayamış, belini arkaya doğru bükmüş bir vaziyette gözlerini yukarıya dikerek aya doğru koşuşan hafif iki üç bulut parçalarına dalgın dalgın bakıyordu. İbrahim şakırtının geldiği yere bakınca renkli, ipekli kumaştan bir kese gördü. Hemen uzanıp bunu almak istediyse de Dahhâk’a görünürüm diye korkuyordu. Fakat Dahhâk’ın ahmak, aptal bir insan olduğunu, aklı başında bir adam olsa kesesini düşürmeyeceğini hatıra getirdiğinden bu kısmeti elden kaçırmamak fikriyle usulcacık biraz ilerledi. Keseyi alarak hemen odaya dönmek istedi. Ancak o sırada Dahhâk büyük bir kahkaha kopararak gecenin o ulu sessizliğini bozdu.
İbrahim birdenbire kahkahadan titremeye başladı. Az kaldı telaştan keseyi elinden düşürecekti. Fakat çok geçmeden kendini toplamaya mecbur oldu. Sanki başka bir maksat için odadan çıkmış gibi göründü. Büyük büyük adımlar ile yanına yaklaşan Dahhâk ile biraz şakalaşmak istedi:
“Geceleyin burada ne yaparsın? Yeri mi ölçüyorsun, yoksa yıldızları mı sayıyorsun?” dedi.
Dahhâk semaya baktığı hâlde cevap verdi:
“Kaybettiğim paraları arıyorum. Yanımda bir kese vardı. (Ayı göstererek.) Buraya düşürdüm zannederim.”
İbrahim gülmeye başladı. Karşısında duran adamın sersemliğine büsbütün inanarak nasıl olursa olsun keseyi hiç etmeye çalıştı. “İhtimal oraya düşürmüşsündür.” diyerek odanın içine girmek istedi. Fakat Dahhâk hemen boynuna sarıldı. İterek odaya soktu. İbrahim kısa boylu pek korkak bir adamdı. Dahhâk ona nispetle o derece güçlü, kuvvetli, boylu boslu idi ki istese onu tuttuğu gibi bir tarafa fırlatırdı. Bununla beraber İbrahim, cesur kuvvetli bir adam olsaydı bile âleme rezil olmak korkusuyla susmaktan başka bir şey yapamayacaktı. Çünkü bağıracak olsa uyuyanları belki de kendilerinden pek çok korktuğu Ebu Müslim’i ve Halit’i uyandıracaktı. Yalnızca ne yaptığı anlaşılacak, rezil olacaktı çünkü odada hâlâ para keseleri, paralar açık saçık duruyordu. Fazladan kabahatli olmak aslında insanı aşağılık eder. İbrahim para sesini işitmemiş olsaydı asla o saatte odasının kapısını açmazdı. Bir kere kapıyı açıp keseyi yerde görünce onu çabucak cebine atıp çekilebileceğini ümit etmişti. Dahhâk’ın ansızın odaya gireceğini kendisine musallat olacağını hiç hesap etmemişti. Kendi ettiği kabahat yüzünden başına bu hâl gelince susmaya mecbur oldu. Artık şaka yoluna saparak, “İşte senin kesen semadan düştü.” al diyerek keseyi ona uzattı.
12
ÇARE
Dahhâk keseye parmaklarının ucuyla tuttuktan sonra yine bırakıyordu. Kese yere düştü. Bir şangırtı daha koptu. En ufak bir patırtıdan korkan İbrahim telaşla keseyi yerden alarak:
“A canım! Bu senin kesen değil mi?” dedi.
Dahhâk gülerek cevap verdi:
“Oda aydınlık olmadığı için farkına varmıyorum. Rica ederim, ışık yakınız.”
“Aydınlık istiyorsunuz, haydi mehtaba çıkalım, orada keseyi tanırsınız.”
İbrahim bu sözleri söyledikten sonra Dahhâk’ın elinden tutarak dışarı çıkarmak istedi. Fakat Dahhâk sabit bir ağaç gibi yerinde dikili kaldı. İbrahim başına bela kesilen bu adam ile işi tatlıya bağlamak lüzumunu hissederek:
“Paranı eksilmiş zannediyorsan daha fazla veririm.” dedi.
Dahhâk teşekkür makamında başını eğerek cevap verdi:
“Fakat nukudu Yusufiye’den isterim. Başka para almam. Haberin olsun ha!”
İbrahim bu sözler üzerine meraklı meraklı düşünmeye başladı. Acaba bu aptal adam kendisinin para değişimi ile uğraştığını biliyor mu? İbrahim bunu uzak ihtimal görüyordu. Fakat bu adamı her ne suretle olursa olsun defetmek istiyordu.
“Evet, nukudu Yusufiye vereceğim. Merak etme.” dedi.
Dahhâk gülerek:
“Demek daha değiştirmedin.”
İbrahim Dahhâk’in öyle görüldüğü gibi ahmak, budala bir herif değil kendisinin bütün sırlarını bilen bir adam olduğunu anlıyor. Hatta başkaları tarafından bir entrika ile geldiği hâlde görünüşte aptal tavrı takındığını ihtimal vererek korku ve telaşa düşüyordu. Bu ihtimali bertaraf etmek için onu odadan çıkarıp defetmeye çalıştı. Fakat buna bir türlü başaramıyordu. Odadan çıkaramayınca utanır çıkar ümidiyle Dahhâk’a “Buyurunuz oturunuz.” dedi. Dahhâk bu daveti çoktan beklermiş gibi derhâl yere oturmakla beraber İbrahim’in elinden çekerek onu da yanına oturttu. İbrahim artık ne yapacağını bilmiyor, sonuca bakarak Dahhâk’a elinde olmayarak boyun eğiyordu. Oda büsbütün karanlık değildi. Mehtap kapıdan giriyor açık duran paralar en küçük bir bakış ile göze çarpıyordu. Dahhâk paraya doğru bakarak dedi ki:
“Paraları toplamak için size yardım edeyim mi? Üzerlerindeki Yusufiye damgasını kaldırıp yerine Haccâciye yazayım mı? Bu teklifi kabul etmek herhâlde hıyanetin ortaya çıkmasından iyidir, zannederim.”
Pek açık söylenen bu sözler üzerine korkudan tüyleri ürpermeye başlayan İbrahim yalvaran bir tavır takınarak:
“Artık! Allah aşkına olsun kim olduğunuzu ne maksat ile yanıma geldiğinizi doğru söyleyiniz. Göstermek istediğiniz gibi ahmak, budala bir adam değilsiniz, kimsiniz?”
Dahhâk cevap verdi.
“Benim ismim Dahhâk, çok gülen demektir. Beni tanımıyorsanız işte sarığım, cübbem, ayakkabılarım hep dediğimi ispat eder daha başka delil ister misin?”
“Rica ederim, şaka ile beni aldatmaya uğraşmayınız. Bana doğruyu söyleyiniz benden ne isterseniz veririm.”
“Öyle ise size doğruyu söyleyeyim. Bana ağlatıcı Dahhâk derler fakat bu büyük muazzam askeriyenin hazinedarı olan sizin gibi bir değerli insanın ağlamasını arzu etmediği temin ederim.”
“Tekrar rica ederim. Ne iseniz açıktan açığa söyleyiniz. Her istediğinizi yapmaya hazırım.”
“Dostum ne olduğumun size hiçbir ilişkisi yoktur. Merak etmeyiniz. Kabahatinizi bir kimseye söylemem. Buna emin olunuz. Yalnız sizden bir hizmet isteyeceğim. Bu hizmeti bizim için yapar mısınız?”
İbrahim bu soru karşısında kalben bir ferahlık duyarak düştüğü beladan sağ salim kurtulabileceğini ümit etmeye başladı.
“Teklif edeceğiniz hizmet ne ise söyleyiniz. İstediğiniz yapmaya hazırım.”
“İlkin şunu söyleyiniz, Ebu Müslim’in nezdinde hatırı sayılır bir yeriniz var mıdır?”
İbrahim bu soru üzerine gözlerini yere dikti. Büyük bir tereddüt içinde kaldığı hâlinden anlaşılıyordu.
“Ebu Müslim kimseye yetki veren adamlardan değildir ki nezdinde öyle bir mevkim olsun. Bu zat öyle sıradan bir insan değil. Gayet şiddetli gayet hiddetli pek nadir güler pek az söz söyler, sanki çelikten yaratılmış bir adamdır. Bütün arkadaşları, tanıdıkları kendisinden tir tir titrerler. Çünkü en küçük bir şüphe üzerine hiç acımaksızın adam öldürür. Efendiniz, Merv beyine bu akşam okuduğu imamın emrini dinlediniz, zannederim. İmam, Ebu Müslim’e her kimden şüphe edersen katletmesi emrini veriyor. Fikri, ahlakı, emeli bu yolda olan adamın nezdinde güçlü bir mevki sahibi olmak mümkün müdür? Bununla beraber kendisinden ricanız varsa yerine getirmek için bütün servetimi harcamaya hazırım.”
Dahhâk gülerek:
“Hakikaten doğru söylediniz. Bunun tersini söylemiş olsaydınız ben de sizden şüphe edecektim. O zaman hakkınızda imamın emrini yerine getirmeye hakkım olacaktı.” dedikten sonra sözüne devam etti:
“Şimdi sizden ikinci bir soru soracağım. Sır saklayabilir misiniz?”
“Size namusum üzerine söz veririm ne söylemek istiyorsanız korkmadan söyleyebilirsiniz.”
“Sizden hiç korkum yoktur. Çünkü canınız elimdedir. Ebu Müslim’in kalbinde hakkınızda şüphe uyandırmak kadar kolay ne var?”
Dahhâk bu sözleri söyledikten sonra birdenbire ayağa kalktı. Ayakkabılarını kuşağından çıkararak ayağına giydikten sonra bulunduğu yerde dik durdu. İbrahim, Dahhâk’ın bir daha deliliği tutarak o saatte kendisini komutana şikâyet etmeye kalkışabilmesinden hâlâ pek fazla korktuğu için onun o hâl ve tavrından yine telaşa düştü. O da ayağa kalktı. Dahhâk büyük bir önem verdiğini göstererek:
“Birader ne oldunuz? O sır ne ise söyleyiniz.” dedi.
Dahhâk yine şakaya vurdu:
“Sırrı evde unuttum. İşte onu getirmek için gidiyorum.” diyerek gülmeye başladı.
İbrahim, Dahhâk’ın bu bitmek tükenmek bilmeyen garip davranışlarından son derece acı içinde olduğu hâlde bir an ona uymak için o da güldü. Fakat Dahhâk’ın hâlâ kendini ahmak, budala gibi göstermeye çalışmasından ürküyor bunu ne yolda kandıracağını bilemiyordu. Yine yalvarır bir dille:
“A canım! Allah aşkına olsun artık şakayı bırakınız, ne istiyorsanız açık söyleyiniz. Hayatım elinizde olduğunu biliyorsunuz, dedim ya ne hizmet istiyorsanız yapmaya hazırım.”
Dahhâk cevap vermeyerek yürümeye başladı. İbrahim onun arkasında yürüdü. Odadan çıkıp mehtaba karşı durunca Dahhâk, İbrahim’e dönerek sordu,
“Ebu Müslim yola çıkınca ailesini beraber götürür mü?”
“Eğer ailesinden muradınız zevcesiyse… Hayır, onu beraber götürmez. Ebu Müslim zevcesini birçok bekçilerin koruması altında kendi hanesinde bırakır öylece yola çıkar. Namus noktasında çok şiddetlidir. Hatta o kadar kıskançtır ki ne bir zaman zevcesini hanesinden dışarı çıkarır ne de kendisinden başka bir erkeği evine koyar. Kadınların muhtaç oldukları eşya bacalardan içeri atılır. Hem bundan daha garibi var: İşittiğime göre Ebu Müslim zevcesiyle zifaf edeceği gün, onun bindiği beygiri boğazlattığı gibi eyeri de zevcesinden sonra ona bir erkek oturmasın diye ateşte yaktırmış.”
Dahhâk, İbrahim’in sözünü keserek sordu:
“Kadınların diyorsunuz, Ebu Müslim’in birkaç zevcesi mi var?”
“Hayır, Ebu Müslim aynı zamanda iki zevce sahibi olmuş bir adam değildir. Kendisi evlenmekten nefret eder. Evliliği âdeta bir cinnet kabul eder. Her vakit: ‘İzdivaç bir cinnettir. İnsanın senede yalnız bir defa belki evlenmek hatırına gelir.’ der, durur. Bu fikirde bulunan bir adam kadınla meşgul olur mu? ‘Kadınların’ dedikten maksadım kendisi gibi önde gelen devlet büyüklerinin malik olmaları alışkanlık hâline gelmiş olan hizmetçi ve uşak cümlesinden konağında bulunan cariye halayıklar vesaireden ibarettir.”
Dahhâk, bu sözler üzerine kendini toplamış gibi yere bakmaya başladı. İbrahim ise bu son sorunun boşuna sorulmadığını anlıyor, Dahhâk’ın durgunluğundan biraz cesaret alıyordu. Söze devam etti.
“Gerçekten bu adamın durumu gariptir. Böyle bir adam ne gördüm ne de göreceğim ihtimal, bütün inancını bu ahlak ile üzerine toplamış. Takip ettiği siyasi maksattan dolayı bu adamın gözünde dünyada hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Güldüğünü, latife ettiğini bir şey ile eğlendiğini kabul değil göremezsiniz.”
Dahhâk maksadını söylemek zamanı geldiğini hissetti.
“Şimdi size emanet edeceğim sırra gelelim. Beni dinleyiniz. Aldığım bilgiye göre Ebu Müslim bu gece bizim efendinin kızını görünce sevmiş. Onunla evlenmek ister gibi bir hâl göstermiş. Hâlbuki bu hanım diğer bir emire nişanlıdır. Eğer Ebu Müslim onu gerçekten seviyorsa ben o nişanı bozar ve kızı kendisine verdirebilirim. Fakat bu sır aramızda kalacak. Anladınız mı?”
“Birader! Benden çekinmeyiniz. Tehdide lüzum yok. Fakat Ebu Müslim’in kızı görerek sevmiş olmasına katiyen ihtimal veremem. Çünkü bu adam ırz için çok kıskançtır, iffeti gözetir bir adam olduğu için kadınlara gözünü kaldırıp asla bakmaz. İş başka türlü olmuşsa bana açıktan söyleyiniz.”
Dahhâk elini İbrahim’in üzerine koydu. Boyu kısa olan hazinedara bakmak için gözlerini aşağıya doğru dikmiş olduğu hâlde cevap verdi:
“Onu tam tersi hanım kız görmüş, beğenmiş onunla evlenmek arzu ediyor demek istiyorsunuz zannederim. Haydi, öyle farz ediniz. Bu iş için ne çare bulursunuz?”
İbrahim, Dahhâk’in yüzüne bakmak için gözlerini yukarıya kaldırarak cevap verdi.
“Buna çare Ebu Müslim’in arzu ve razılığını anlayıp öğrenmekdir. Bu iş kolay bir iş değil. Çünkü daha önce dediğim gibi Ebu Müslim evlilikten hoşlanmayan bir adamdır.”
“O hâlde bu işe razı geleceğine ümit etmiyor musunuz?”
“Hayır, bunu demek istemedim. Razı gelmesini ümit ederim. Fakat her hâlde buna çok dikkat etmek ve temkinle çalışmak lazımdır.”
İbrahim bu sözleri söyledikten sonra bir eli ile Dahhâk’ın kuşağını tutarak sözüne devam etti:
“Sen kendini maskara şaklaban gösteriyorsun ama benden daha ziyade kurmazsın, seni pek iyi anladım. Şimdi, beni dinle maksada ulaşmak için bir çare buldum, zannederim. Ebu Müslim’e gerçekten bu zamanlarda kimse izdivaç konusunu açmaz. Her hâlde işte mühim bir nokta bulmalı, onun nazarıdikkatini çekmeli, aklına koymalı. Bu noktada inkılapla alakalı olmalı. Mesela kendisine hanım kızın ehli Şia’ya fevkalade taraftar olduğu, onlar için pek fedakârane çalıştığını, düşmanlarına karşı zafer kazanıp başarı elde etmesi için her türlü hizmete hazır bulunduğunu söylemeli. Bu sözler mutlaka onun hoşuna gider. Ebu Müslim bunu anladıktan sonra hanım da bu yolda hakiki bir gayret görürse onu almaya belki razı olur. Ben buna en iyi çare görüyorum. İhtimal ki yanılıyorum.”
İbrahim bunu söyleyerek omuzlarını kaldırdı.
Dahhâk cevap verdi.
“Hakikaten iyi bir çare buldunuz. Fakat gerek görülürse hanımın siyasi görüşünün ne olduğunun Ebu Müslim’ce kesinlikle anlaşılması için ikisi arasında görüşme meydana gelmesine aracılık eder misiniz? Bunu ben kendimden söylüyorum. Belki hanım kız buna uygunluk göstermez.”
“Ölmeden her ne gelirse bu uğurda yapacağıma size kesinlikle söz veririm.”
Bu konuşma sırasında Dahhâk’n çehresi ciddi bir şekil alarak şaklabanlıktan hemen hemen eser kalmamıştı. Fakat İbrahim’in şu son sözlerini işitince eski maskaralığı yine ele aldı. Cübbesinin önünü kaldırarak İbrahim’e doladı. Kısalığı sebebiyle eteğine sarılı kalan İbrahim, Dahhâk’in bu hareketinden ürktü. Eteğin altından sıyrılıp çıkarken sarığını yere düşürdü. İbrahim bu şakaya pek fena kızdı ise de zorlama bir gülüş ile sarığı yerden alarak başına sardı. Dahhâk dedi ki:
“Koca bir serdarın hazinedarı olsanız da benim gibi şaklaban bir hizmetkârın bu kadar cefasını çekiyorsunuz. Bu gerçekten sizin pek nadir, pek mütevazı bir adam olduğunuzu gösterir.”
“Birader! Hâlâ beni aldatmaya çalışmayınız. Siz öyle zevzek, budala bir hizmetkâra benzemezsiniz. İç yüzünüz pek önemli olmalı. Şimdi kesenizi almayacak mısınız?”
“Kese benim değil ki alalım… Aydan düşmüş bir kese… Elinize geçti, sizindir. Verdiğiniz sözleri yerine getirirsiniz. Gizlice para değişiminden, şaklaban bir hizmetkârdan korkmadan sizi zengin kılacak bunun gibi daha pek çok keselere sahip olacağınıza şüpheniz olmasın. Sözümü iyi anladınız mı? Essalamü aleyküm.”
Dahhâk bu sözleri söyler söylemez ayakkabılarını ellerine alarak oradan çekildi. Maşitanın odasına doğru süratle yürümeye koyuldu. O vakte kadar hava bozulmuş, birdenbire gökyüzünü bulutlar kaplamış, şiddetli bir kış rüzgârı esmeye başlamıştı. Mevsim ilkbahar başlarıydı. Bu zamanlarda havaların o suretle birdenbire değişimi garip bir şey değildi.
13
İNTİZAR MERAKI 9
Gülnar, maşitanın üzerine aldığı görevden çıkacak sonucun önemini göz önüne getiriyor, kendi odasında büyük bir merak ile onun dönüşünü bekliyordu. En küçük bir hareket, bir patırtı kalbini heyecana düşürüyordu. Bir şey bulup eğlenmek yahut Reyhane veya Dahhâk’tan lazım olan teselliyi veya ümitli bir haber alabilmek inancıyla odadan dışarı çıkmak istiyordu. Bir süre bulunduğu yerde daldı, kaldı. Sonra köşkün diğer bir tarafında bir deve sesini işiterek kendini topladı. Çünkü bu deve sesi elbette sevdiğinin ordugâhından geliyordu. Derken deve patırtısı çoğaldı. Gülnar meraklı bekleyişten kurtulmak için dışarı çıkmaya gerek duydu. Fakat ayağa kalkıp kulak verince artık hiçbir ses işitilmemeye başladı. Gülnar tekrar yatağına döndü. Sessizlik yine her tarafı kapladı. Kendisi de etrafı dinlemeye meraklı meraklı düşünmekle başladı.
Birkaç dakika sonra kapısının önünde yalın ayak yürüşe benzeyen hafif bir ayak sesi işitildi. Gülnar kimin ayak sesidir diye meraka düştü. Fakat bu merak bir saniyeden fazla devam edemedi. Çünkü ayak sesini odanın kilidi üzerinde gayet yavaş bir parmak tıkırtısı takip etti. Gülnar şiddetli bir yürek çırpıntısıyla ayağa kalkarak kapıyı açtı. Gelen maşitaydı. Gülnar onu görünce kalben bir ferahlık duydu. Reyhane büyük pufla kuşu gibi ayaklarını sürçtüğü, yüzünde büyük bir telaş izi görüldüğü hâlde hızlıca içeri girdi. Gülnar hemen maşitasından “Ne oldu?” diye sordu. Maşita acele etmeyiniz manasında sağ elinin parmaklarının uçlarını bir araya getirip tutmak suretiyle bir işarette bulunduktan sonra nefesi kesilmiş bir hâlde etrafına bakınarak yavaş bir ses ile “Hanımcığım biraz sabrediniz.” dedi. Hane tarafına kulak dikti.
Gülnar, sessiz sakin duruyordu. O da, maşitası gibi etrafa doğru kulak dikmiş, fakat hiçbir ses işitmeyince maşitasına meraklı gözlerle ile baktı. Reyhane hemen hemen anlaşılmaz gayet yavaş bir ses ile:
“Dahhâk’ı bularak malum olan işe gönderdikten sonra bir süre odamda kaldım. Sonra kimseye sızdırmadan usulcacık yanınıza gelmek için odadan çıktım. Fakat köşkün yazlık kısmına gelince bana yakın bir yerde bey babanız öksürdüğünü işiterek ‘Acaba beni gördü mü?’ diye korktum. Bir müddet durup bir iki dakika bekledim. Yeni bir ses gelmediğini görünce ayakkabılarını çıkardım. Parmaklarım üzerinde yavaş yavaş yürüyerek buraya geldim. Bey arkamdan geliyor mu diye yüreğim hopluyordu. İhtimal korku hâli bana bu kadar telaş verdi.”
“Bu kadar telaş ve kuruntudan gelmiş zannederim. Çünkü bey babam, bu zamana kadar uyanık kalamaz. Seni görmüş olsa bile telaşa lüzum yoktu. Şimdi bana anlat. Dahhâk ile işi nasıl planladınız?”
Maşita, Dahhâk ile nasıl konuştuğunu nasıl hazırlıkta bulunduğunu özetle anlattıktan sonra:
“Ne yaptığını anlamak için şimdi Dahhâk’ın dönüşünü bekliyorum. Bu iş için iyi bir aracı bulduğumuza eminim. Çünkü bu adam şaklabanlık ve ahmaklığı ile beraber son derece mert ve gayretli bir adamdır. Ahmaklığı, şaklabanlığı bir eğlencedir zannederim.”
“Buna nasıl ihtimal veriyorsun? Ahmak, budala gibi görünmeye neden mecbur olsun? Kendisi Arap’tır. Devlet ise Arapların elindedir. Yaradılış olarak budala olmasa akıl, dirayet dediğin gibi mertlik, gayret sahibi olsa Arap olması bu devlette mühim bir mevkiye geçmesine kâfidir. Bize uşak olur muydu?”
Maşita başı ve gözüyle haklısınız manasına bir işaret yaptıktan sonra cevap verdi:
“Ahmak, budala her ne olursa olsun sadakat ve gayretinden eminim. Sonuçta siz de göreceksiniz. Şimdi mutlaka kendi odama gidip beklemeliyim. Çünkü orada buluşmaya söz verdik.”
“Ben de seninle beraber gelmek, orada kendisiyle görüşmek isterim. Çünkü buraya getirmektense orada görmeyi tedbir için uygun görüyorum.”
Maşita hanımının maksadını anlayarak fikrini uygun buldu. Gülnar yataktan kalktı. Yorganının üzerinde bulunan içi görklü dört tarafı boyanmış ipekli kırmızı bir kumaşa sarıldı. Başını ipek işlemeli süslü bir Keşmir şalıyla örttü. Yüzünün ön tarafından başka bütün vücudu örtülmüştü. Maşita önde yürüdüğü hâlde odadan çıktılar. Maşitanın odasına doğru yürüdüler. Köşkün yazlık kısmına vardıkları zaman havanın kış gibi serinlemiş olduğunu gördüler. Gülnar havanın bu hâlinden bilinmez bir sebeple kalbinde bir üzüntü, acı duyuyordu. Maşitasına bir şeyler söylemek istedi fakat kendini tuttu bu şekilde odaya vararak içeri girdiler. Maşita kapıyı kapadıktan sonra hanımının oturması için bir minder serdi. Gülnar yüzünü kandile doğru çevirmiş olduğu hâlde oturdu. Kandilin ışığı, dışarıdaki kasırga rüzgârından kapının aralığından giren hafif ve kırgın bir titreme ile dalgalanıyordu. Gülnar minder üzerinde oturunca şalı kaldırdı. Çehresine ısınmaktan bir kat daha güzellik ve renk gelmişti. Maşita hanımın pek cazibeli pek sevimli bir şekilde tecelli eden güzelliğine bakarak bu güzellik timsaline karşı hoş bir tebessümde bulunduktan sonra hanımının başını elleri arasına alarak öptü. Sonra onun önünde diz üstü oturarak şalının temasından bozulan saçlarını düzeltmeye çalıştığı hâlde:
“Fesüphanallah! İran-Türk memleketlerinde emsali bulunmayan bu sihirli güzelliğe karşı o Horasanlı nasıl vurgun olmaz? Bu kabul müdür?” dedi.
Gülnar güzelliğinin bu övgülerine karşı üzüntü ile içini çekti. Bir süre sessiz kaldıktan sonra oraya gelirken havanın bozulduğunu görmekten hatırına gelip maşitasına söyleyemediği hislerini aklına getirerek, dedi ki:
“Reyhane! Buraya gelirken sebebini anlayamadığım bir ferahlık bir yürek sevinci hisettim.”
Maşita tebessüm ile cevap verdi:
“İnşallah her vaktiniz ferahlık ve memnuniyet ile geçer hanımcığım!” Sonra ayağa kalktı.
“Ben de öyle bir ferahlık duydum, ikimizde ortaya çıkan bu hissin sebebi bir kuruntu olduğunu hissettim. Rüzgârların esmesinden yağmur yağacağı anlaşılınca insanın kalbine bir keder gelir bunu pek çok defa tecrübe ettim. Canımın sıkıldığı, mahzun kaldığım zamanlarda yağmur yağarsa kalbime bir ferahlık gelir, giderim ortadan kalkar.” dedi.
Maşita bir süre sebepsiz aynanın önünde durduktan sonra birdenbire hanımına doğru dönerek:
“Fakat bu rüzgârdan memnun olmanıza başka bir sebep vardır. Açıkça söyleyeyim mi?”
“Söyle.”
Maşita gülerek cevap verdi:
“Çünkü kasırgalardan şiddetli yağmurlar yağar, şiddetli yağmurlardan sonra çamur çoğalır, yollar kapanır, misafirlerimiz de bu yüzden bir veya birkaç gün yolculuğu ertelemeye mecbur olurlar. Bunun alt tarafı siz de… İyi keşfetmedim mi?”
Epeyce vakitten beri can sıkıntısı, merak geçiren Gülnar, maşita-nın bu sözleri üzerine tebessüm ederek söz söylemek istedi. Fakat o sırada dışarıdan öyle patırtılı bir gülüş işitildi ki kahkahası rüzgârın sesine üstün gelmişti. Şüphesiz Dahhâk’ın her zamanki gibi ahmak bir gülüşüydü. Fakat şimdi öyle gülüşün zamanı mıdır? Gayet gizli davranacak bir zaman… Ona emanet olunan hizmet de gayet gizli… Şimdi onun öyle kahkahasıyla, patırtısıyla gelmesine ne mâni vardı? Gülnar dostane şekilde maşitasına baktı. O da hanımı gibi Dahhâk’ın hareketine hayret ediyordu. Reyhane kendini kontrol edemedi. Yavaş bir sesle:
“Hakikaten hakkınız var. Şüphe kalmadı herif ahmak, budala bir adamdır.” dedi.
Kahkahadan sonra Dahhâk’ın yanlarına gelmesini bir müddet bekleyip durdular. Fakat bu defa da gülüşü yerine yine onun diğer bir gülüşü, gülüşten sonra yüksek bir sesle şu sözler işitildi:
“Bey hazretleri! Pek doğru… Havalar bozuldu. Biraz sonra yağmur yağacak, ilkbahar yağmurları şiddetli olur. Havaların öyle gittiği gecelerde uyku uyuyamıyorum.”
Gülnar ile maşitası, Dahhâk’ın bu sözlerinden beyin hâlâ uyumadığını anladılar. Maşita beyin kendisi ile hanımın hâlâ uyumadıklarını bu odada bulunduklarını anlayarak şüpheye düşmesinden korktuğu için kandilin yanına giderek ışığın kapı deliklerinden dışarıya çıkmasına meydan bırakmayacak bir şekilde kandili örttü. Fakat bunu yapar yapmaz ilk kahkahanın işitildiği yerden daha uzak bir yerden diğer bir kahkaha onun ardından Dahhâk’ın şu sözleri işitildi:
“Efendimizin odalarından geliyor zannettiği ışık, şimşeklerin yansımasından ortaya çıkmış bir şey olduğunu, bütün köşkte efendimiz ile benden başka bu zamanlarda uyumayan kimse bulunmadığını söylemedim mi? Bey efendimiz uyanık kalırsa bütün köşkün halkının uyuması garip görülmemeli… Yatağa girinceye kadar hizmetiniz de kaldıktan sonra ben de kendi yatağıma çekilip uyuyacağım. Çünkü diğer hizmetkârlar uyuyorlar. Bütün gece beni hizmetinizde bulundurmak isterseniz emrinize hazırım.”
Gülnar bu sözleri işitir işitmez pederinin Reyhane hakkında şüpheli davranacağını, odasından ışığın sebebini araştırdığını anlayarak yüreği çarpmaya başladı. Dahhâk’ın kendisini tehlikeden o tarzda kurtarmaya çalışmasından memnun oldu. Gülnar ile maşitası sözleri dinlemeye dikkat ederek konuşmadan hareketsiz kaldılar. En küçük bir hareketi işitebilmek için nefes almamaya bile gayret ediyorlardı. Bir müddet bu şekilde geçtiği hâlde hiçbir ses gelmeyince beyin yatmak üzere kendi odasına çekildiğine, Dahhâk’ın çok geçmeden gelip kendilerini bulacağına hükmettiler.
Gülnar büyülü hislerine karşı saadet veya felaketten birini getirecek olan Dahhâk’ın getireceği haberlerin iyiliğine ya da kötülüğüne kendini hazırlıyor, rüzgârın şiddetli esmesinden ağaçların hışıltısından gök gürültüsünden Dahhâk’ın gelişini biraz uzaktan hissettirecek bir ses işiteceğini ümit etmiyordu.