Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı», sayfa 7

Yazı tipi:

20
ARACI KOYMAK

Gülnar, bu hâlde birkaç saat geçirdikten sonra maşita oda kapısını çaldı. İçeri girdi. Gülnar, maşitayı görünce yatakta oturarak yüzündeki ifadeyi anlamak üzere ona dikkatli dikkatli bakmaya başladı. Maşitayı mutlu görerek kalben bir ferahlık duydu. Yaptığını sormaktan kendini alamadı. Maşita cevap verdi:

“Hediyeyi gönderdik, pek güzel bir hediye…”

“Dahhâk daha dönmedi mi?”

“Hayır, daha dönmedi. Fakat canınız yemek istemiyor mu?”

“Yemek ihtiyacı hissetmiyorum. Yemeği şimdi bırak işi nasıl görüyorsun onu bana söyle.”

“Hayırdır inşallah fakat…”

Maşita bu sözleri söyledikten sonra konuşmadı.

Gülnar meraka düştü:

“Fakat… Bu nedir?”

“Bey pederiniz tarafından bir konu için geliyorum.”

Gülnar bu sözler üzerine birdenbire kıpkırmızı kesilerek yüreği çarpmaya başladı. Elinde olmayarak sordu:

“Bu husus nasıl şeydir?”

“Hanımcığım! Merak etmeyiniz. Sizin için canımı bile esirgemem. Bana güveniniz. Bugün sabahleyin erkenden bey pederiniz beni çağırdı. Yine birtakım gizli sözler söyledi. Bunları size söylemememi tavsiye etti. Fakat ben sözünü tutmayacağım. Her şeyi size söyleyeceğim. Bey babanız huzurunda durduğum zaman bana bahşiş olarak bir yüzük verdi. (Firuze taşlı bir altın yüzük göstererek) İşte bu yüzük, yüzüğü verince elini öptüm sonra bey pederiniz sizi çok sevdiğinden, rahat ve sadakatinizi pek ziyade düşündüğünden bahsetti. Kirmani’nin oğlunu istememenizi, bey garip görüyor. Nihayet bahsi bana çevirdi. Sizin bana güvendiğinizi biliyor. Bu işe aracı olmamı, sizi kandırmamı tavsiye etti. Çünkü Kirmani, emir oğlu emirmiş… Emir ve ferman… Onunmuş…”

Gülnar, maşitanın sözünü kesti:

“Peki, sen kendisine ne cevap verirdin?”

“Konuşmanın başında dediklerini hep beğenerek, onayladım. Çünkü başka türlü davranmak mümkün değildi. Pederiniz sözlerime inanmaya başladığını hisseder etmez diğer bir yola döndüm. Acele edilmemesini, bugün baskı ve zorlamaya muhtaç olan bir işin yarın arzu ve memnuniyet ile yapılabileceğini, birkaç gün sonra sizi inandırmak için gelinceye kadar bu meseleyi size açmamasını söyledim. Uygun buldu. (Gülnar’ın çekmekte olduğu kederi hafifletmek maksadıyla gülerek) Bakalım misafirimizden ne haber gelecek işte ben bu maksat ile bey pederinize ağır davranmasını tavsiye ettim.”

Gülnar, acı acı tebessüm etti. Maşitanın kurduğu tedbiri beğeniyordu. Reyhane söze devam etti:

“Bey pederinize her ne söylediyse cümlesini uygundur, doğrudur gibi göründüm. Şimdi beni kendisiyle âdeta hemfikir kabul ediyor. Hanımcığım ben size hizmet edeyim diye böyle yaptım. Bununla beraber bey pederiniz bunun aksine haber ve şiddet göstermek istese ona karşı kim durabilir? Her şey onun emri altında değil mi? Bugün size Kirmani’nin yanına gideceksiniz dese istediği yere gitmekten başka bir şey yapabilir misiniz?”

“Evet, bir şey yapamam, giderim fakat…”

“Hanımcığım ister istemez gideceksiniz çünkü terbiyeniz, asilliğiniz pederinize karşı durmanıza engeldir. Bununla beraber gitmek istemeyecek olursanız pederiniz sizi zorla da gönderebilir.”

Gülnar, sessizliğini koruduğu hâlde gözlerini yere dikmişti. Maşitadan, Dahhâk’ın ne yaptığını tekrar sormak istiyordu. Fakat utandığından soramadı. Maşita bunun farkına vardı. Ayağa kalktı:

“Haydi, yemeye hazırlanalım. Yemekten sonra bakalım ne haber gelecek?” dedi.

Hanımının elbisesini giydirmeye, kokular sürmeye, saçlarını örmeye başladı. Gülnar, denizler gibi derin düşüncelere dalmış olduğu hâlde itiraz etmeden maşitanın eline teslim olmuştu. Maşita, hanımını giydirip kuşattıktan sonra aynayı getirerek dedi ki:

“Hanımcığım bu güzel çehreye bak! Maşallah… Şahane güzellik buna derler.”

Gülnar kendi güzelliğini görmek istemiyor gibi aynaya dönüp bakmadı. Mahzun bir sesle:

“Beni boşuna aldatmaya çalışma, dediğin gibi güzel olsaydım beni böyle mahzun üzgün göremezdin.” dedi.

Maşita derhâl cevap verdi:

“Hanımcığım üzülmeyiniz. Kalbinizi biraz geniş tutunuz. Şimdi haydi yemeğe gidelim.”

Maşita bunu söyledikten sonra hanımını alıp odadan dışarı çıktı. Gülnar kapıdan çıkar çıkmaz Dahhâk’n dönüp dönmediğini anlamak üzere gözlerini bahçeye bitişik olan meydan yönüne çeviridi. Maşita dedi ki:

“Bey pederiniz şayet size Kirmani’den bahsederse istememezlik tavrını takınmamak gerekir. Öyle yapacaksınız, değil mi?”

Gülnar meydandan gözlerini ayırmadığı hâlde onay makamında başını salladı. Zavallı kızcağız kendi fikir ve hislerine o kadar yenilmişti ki köşkte çokça bulunan uşak ve cariyelerin hizmet için etrafında dolandıklarının farkında olamıyordu. Bu dalgınlıkla kimseyi görmeksizin yemek odasına giderek sofraya oturdu. Sofrada soğuk sıcak birçok yemek, meyve vardı. Gülnar söz söylemeksizin biraz yemek yedi. Dahhâk’ın ayak sesine benzer bir ses işittikçe kapıya doğru dönüp bakıyordu. Reyhane, hanımın bu hâl ve hareketine bakarak mahzun oluyor, onu meraktan kurtarmak için boş yere söze tutmaya çalışıyordu. Eline bir elma aldı:

“Hanımcığım! Bakınız bu elmanın rengi ne kadar güzel yanaklarınız gibi kıpkırmızı.” dedi.

Gülnar bu sözler kendisine değilmiş gibi davrandı. Elmayı maşitanın elinden alarak dalgın bir hâlde dişi ile ondan bir parça kopardı. Fakat tam o sırada kapının yavaşça açıldığı işitildi. Gülnar bütün dikkatini kapı tarafına yöneltti. Lokma çiğnenmeksizin ağzında kaldı. Maşita derhâl kapıya giderek açtı, gelen Dahhâk’tı. Gülüşünden belliydi. Fakat kendisi görünmüyordu. Gülnar, Dahhâk’ın çabucak içeri girmesinden biraz telaş etti. Onun yerine getirmekte olduğu memuriyeti hatıra getirerek yüzü yine kızardı. Hislerinin baskısıyla boğazı tıkanır gibi oldu. Bununla beraber kendini topladı. Ağzındaki elma parçasını çiğnemekle boğazına kadar gelen hissiyatı yenmeye çalıştı. Bu sırada Dahhâk terbiyeli bir yürüyüş ile içeri girdi. Maşita hemen sordu:

“Ne yaptın? İnşallah hayırlı hadisen var.”

Dahhâk zevzek bir tavırla bakarak güldüğü hâlde karşıda dikilip durdu. Maşita güzel bir sesle:

“Aa kuzum! Ne yaptın çabuk söyle.” diyerek acele cevabı bekledi. Fakat Dahhâk aldırmadı. Yine gülüyordu.

“A kızım, beni bırak. İstediğim gibi güleyim. Çünkü keyifliyim.” dedi.

Gülnar, hayırlı bir haber makamında anladığı bu hâllerden Dahhâk’ın bu sevincinden mutluluk duyarak masum masum tebessüm etmeye başladı. Sanki tavır ve hâli Dahhâk’a, “Şu getirdiğin güzel haberi söyle.” diyordu.

Dahhâk, Gülnar’a doğru yüzünü çevirerek:

“Hanımefendi! Dostumuz, Horasanlı hakkında siz hangi emeli besliyorsanız o da size karşı onun birkaç katı besliyor. (Yavaşça öksürerek) Bunu pek iyi anladım.” dedi

Gülnar sevincinden birdenbire gülmekten kendini alamadı. Fakat yaptığının bir hafifmeşrep bir hareket olduğunu derhâl anlayarak kendini topladı. Dahhâk’a, “Allah senden razı olsun. Mükâfatını unutmayacağız. Nasıl oldu, bize naklet.” dedi.

21
HUD’A 11

Dahhâk kimse işitmesin diye sağa sola baktıktan sonra nakletmeye başladı.

“Ebu Müslim’e hediye götürdüm. Sanki önceden haberi varmış gibi hemen aşırı memnun bir hâlde kabul etti. Arkadaşı, Bermek oğlunun önünde benim ile konuşmak istemedi. Onu savdıktan sonra yalnızca benimle görüştü. En evvel sizi sordu. Ne hâlde bulunduğunuzu anlamak istedi. Öyle cazibenize kapılmış bir meyil ile soruyordu ki sevincinden kendimi şaşıracaktım…”

Gülnar, Dahhâk’ın bu sözlerini işitince kalbi yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı. Sevincinden hemen hoplayacak, oynayacaktı. Fakat derhâl bir uşağın önünde bulunduğunu düşünerek kendini topladı. Maşitaya baktı. Sanki ona durma sor, ayrıntısını alalım demek istiyordu.

Reyhane, Dahhâk’a sordu:

“Ebu Müslim sana ne söyledi? Hanımımız hakkında özel bir meylini gördün mü?”

Dahhâk tereddütsüz cevap verdi:

“Deminden ne diyordum, anlamadın mı? Ebu Müslim kat kat fazla meylediyor, sevgi besliyor. Gerçekten zevkiselim sahibi bir adam çünkü bu güzelliği hakkıyla takdir ediyor demek.”

Dahhâk, bu sözleri söylerken sanki mahcup oluyormuş gibi yere bakıyordu. Gülnar da güzelliğinden bahsedilmesinden utandı. Getirdiği iyi haberler hatırı için Dahhâk’ın cesaretini affetti. Susuyordu, maşita sordu:

“Gizli kapaklı söyleme açık söyle, Ebu Müslim ne dedi?”

“Bana dedi ki… Dedi ki… Ne dediğini harfiyen hatırlamıyorum. Fakat her hâlde şunu anladım ki hanımımıza âşıktır. Aynı hislerin hanımefendide bulunmamasından korkuyordu. İşte bu sebepten dün salonda bulunduğu zaman hanımefendiye karşı bu hisle davranmıştı. Fakat hanımefendiyi sevdiğini pederi beye söylememeyi kesin bir suretle bana tembih etti. Beyefendinin işi anlamamasını istemesi bir sebebe dayanır. Bu sebebi son derece de gizli tutuyor. Hatta bana söyleyinceye kadar canımı çıkardı.”

Reyhane: “Acaba bu sır nedir?”

Dahhâk, bu sorudan sonra susar gibi oldu. Sanki söylediği sözlere pişman olmuş gibi yüzünü ekşiterek geriden geriye kapıya doğru gitmeye başladı.

Reyhane çabuk sordu: “Böyle nereye gidiyorsun? Yoksa yaptığın bu güzel hizmete pişman mı oldun?”

Dahhâk, bulunduğu yerde durarak sarığını düzeltmekle meşgul göründüğü hâlde yüzünü Gülnar’a doğru çevirdi. Kolunu gözleri ile maşita arasında engel şeklinde kaldırdı. Gözünü kırpmak, alt dudağını ısırmak suretiyle Gülnar’a bir işarette bulundu. Gülnar, bu işaretten Dahhâk’ın o sırrı maşitanın önünde söylemek istemediğini anlayarak Reyhane’ye:

“Israrda bulunma, bunu ben kendisinden gizlice anlayacağım.”

Maşita tekrar mindere oturarak sustu. Bir an üçü de sessizlikle vakit geçirdiler. Reyhane, odadan çıkmak lazım olduğunu anlayarak Gülnar ile Dahhâk’ı yalnız bırakarak dışarı çıktı.

Gülnar, Dahhâk ile yalnız kalınca yüzüne bir meraklı bakışlarla baktı. Dahhâk, Gülnar’a yaklaştı. Maşitanın çıktığını kontrol etmek üzere kapıya baktıktan sonra dedi ki:

“Size söylemek için Ebu Müslim’in bana verdiği sırrı arz edeceğim. Bunu kimseye söylemeyeceğinize söz verirseniz söyleyebilirim. O suretle bana tembih etti. Bana söz verebilir misiniz?”

Gülnar, gayet önemli ve gizlice bir şeyi öğrenmek için dikkatli bir şekilde boynunu Dahhâk’a doğru uzatarak:

“Evet, sana söz veririm.” cevabını verdi.

“Hanımefendi, Ebu Müslim sizi çok seviyor. Fakat takip ettiği maksadı, siyasi görevini bitirmeden bu uğurda zorunlu olduğu savaşlarda düşmanlarını yok etmeden, zaferi kazanmadan önce hanımlar ile bir münasebette bulunmamaya, vakit geçirmemeye yemin etmiş. Anladınız mı?”

Gülnar gözlerini yere dikerek Dahhâk’ın bu sözlerini düşünmeye başladı. Fakat maksadı tamamen anlayamıyordu.

“Açık söyle, ne demek istediğini tamamıyla anlayamadım.” dedi.

“Hanımefendi siz de biliyordunuz ki Ebu Müslim devlette bir inkılap vücuda getirmek gibi büyük bir vazife ile meşgul, pek çok da düşmanı vardır. En büyük düşmanları Kirmani ile Nasr b. Seyyar’dır. Bunların katletmeden önce Ebu Müslim için bir zafer düşünülemez. Kirmani’nin sizi kendi oğluna nişanladığı kendisine söylediğim zaman pek memnun oldu.”

Dahhâk bu son cümleyi söylerken sakalını kaşıyıp gülüyordu. Gülnar yere bakarak düşünmeye başladı. Gördüğü çelişki karşısında hayret ediyordu. Ebu Müslim kendisine âşık ise Kirmanizade ile nişanlanmasından nasıl memnun olur? Gülnar gözlerini yerden kaldırarak Dahhâk’a meraklı bir yüzle baktı. Hâl ve tavrında üzüntü belirtisi çok belli oluyordu. Dahhâk, Gülnar’ın şaşkınlığını anlayarak dedi ki:

“Hanımefendi, Kirmani’nin oğluyla evleneceksiniz diye memnun olmadı. Onun memnuniyeti kendisini sevdiğiniz, başarı ve zaferini arzu ettiğiniz hâlde Kirmani’nin yanına gideceğinizi anlamasından ileri gelir.”

Gülnar, Ebu Müslim’in kendisinden Kirmani’nin konağında bir hizmet ve yardım beklemekte olduğunu bu hizmetin de Kirmani’nin veya Nasr b. Seyyar’ın katline yardımdan başka bir şey olmadığını anlayarak teklif olunan vakayı pek dehşetli, pek cinayetkârane buldu. Çünkü bu cinayet Kirmani’ye gelin olduktan sonra ona karşı ancak gaddar ve hıyanet ile mümkün olabilecekti. Bu kötülük, cinayet doğrusunu söylemek gerekirse büyük bir suçtur. Gülnar hayatı boyunca böyle şeyleri görmek şöyle dursun hatır ve hayaline getirmemişti. Bu sebepten büyük bir korkuya ve hayrete düşerek sustu. Dahhâk’ın sözlerinden ne anladığını ona söylemeyi kibrine yakıştıramıyordu. Zavallı kızcağız iki taraftan da baskı altında idi. Bir taraftan Ebu Müslim’e olan muhabbet ve tutkusu hangi vesile ile olursa onun memnuniyet ve meylinin gerçekleşmesine sevk ediyordu. Diğer taraftansa terbiyesi, vicdanı onun kocası olacak bir adamın kendi hanesinde eşi sıfatıyla bulunurken katline iştirak etmekten menediyordu. Gülnar kendini gayet çaresiz bir mevkide gördü. İki şeyden birini tercih etmesi lazımdı. Ya Kirmani’nin katline ortak olarak Ebu Müslim’e kavuşmak ya da Kirmanizade ile evlenmeyi kabul etmek yahut bunu reddederek Ebu Müslim’ den mahrum kalmak.

Gülnar bir süre bu iki şey arasında tereddütte kalarak vakit geçirdi. İçinde bulunduğu durumdan yoruldu. Şiddetli bir baş ağrısı, bir can sıkıntısı hissederek birdenbire ayağa kalkmaktan kendini alamadı. Dahhâk ise Gülnar’ın hareketini dikkatle takip ediyor ondan bir cevap bekliyordu. O şekilde ayağa kalktığını görünce büyük bir tereddüt ve şaşkınlık içinde bulunduğunu anlayarak dedi ki:

“Hanımefendi, acele karar vermeyiniz. İyice düşününüz. Bu olay, teklif edilen şey pek ağırdır. Fakat Ebu Müslim’e kavuşmak için bundan başka bir yol yoktur. Çünkü bu adam kararlarında pek ziyade sabittir. Ondan bir türlü dönmüyor.”

Gülnar teklif olunan şeyi daha açık bir şekilde anlamak istiyordu, dedi ki:

“Maksadını tamamen anlayamadım, Ebu Müslim ne dedi ise onu harfiyen bana ne için söylemiyorsun?”

Dahhâk cevap verdi:

“Onun her dediğini harfiyen söylemek lazım gelse konu fazlasıyla uzar. Sözlerinden anlayabildiğim kadarıyla size arz ederim. Kendisi sizi seviyor. Fakat savaşları kazanmak, zaferleri elde etmeden, amacını kesin bir şekilde vücuda getirmeden önce evlenmemeye yemin etmiş. Zafer ise o iki adama karşı galip gelmeyle olacaktır. Üstün gelmek için ihtimal ki onların katli lazım gelir yahut ihtimal ki onların ölmeleri gerekir. Bunlardan birinin önünde bulunursanız Ebu Müslim’e bu hususta yardım edersiniz. Yoksa siz bilirsiniz. Meseleyi yavaş yavaş düşününüz. Ona göre karar veriniz.”

Gülnar, bu önemli mesele karşısında derhâl karar vermekten kendini âciz görerek gizli tutacağına dair verdiği söze rağmen maşita ile görüşünceye kadar kararı ertelemek istedi. Zaten insan bir mesele hakkında karar verememekte olduğunu görünce, kendisine yakın olanlara işi söyleyip fikirlerini almaya kendi nefsinde şiddetli bir meyil hisseder. Sırrı gizli tutmak hakkında verdiği söze önem vermez. Belki de sır tutmak için ortaya çıkan ısrar ve zorlama, o sırrın ifşasına insani teşvik ve arzu eder. Bu hususta kadınlar, ümitsiz oldukları hâlde ince ruhlarının etkisiyle hele muhabbet etmenin cazibesine ve ayrıntılı konularda sır saklamaya erkeklere göre daha başarısızdırlar. Kadınların sır ifşaları genellikle yine sır teslim etmek şeklinde olur. Bir kadına bir sır emanet edip, ifşa etmesini ona tavsiye ederseniz o sırrı bir arkadaşına yine sır olarak söyler. Arkadaşı diğer arkadaşına nakleder. Erkekler sır tutmakta daha fazla başarılı olmakla beraber onlar da bu gibi durumlardan arındırılmış değildir. Meşhur söze göre “İki kişiye geçen bir sır kulaktan kulağa yayılır.” gerçekten bir sır iki dudaktan öteye gitti mi ifşa edilmiş demektir.

Sır sahiplerinin sırlarını söylemekte takip ettikleri maksatları bir yana bırakalım. Bir mesele hakkında tereddüde düşerek bir hüküm vermekten âciz kalan bir insan, danışmak maksadıyla bir sırrı ifşa ederse belki affedilir. Nitekim Gülnar’ın başına öyle bir hâl geldi. Gülnar birkaç seneden beri maşitasıyla sırdaşlık kurmuştu. Onun sadakat ve doğruluğuna çok güveniyordu. Şimdi Ebu Müslim tarafından Dahhâk’a söylenen bu önemli meseleyi ona söylemek ister ise hoş görülmez mi?

Gülnar, bu mesele hakkında kesin bir karar veremeyeceğini anlayınca Dahhâk’ı savarak meseleyi etrafıyla düşünmek, hâline çare bulmak için yalnız kalmak üzere kendi odasına gitti. İçeri girince kapıyı kapatarak yatağa sarıldı. Gülnar yatak üzerinde bir saat kadar kendini hayallere kaptırdı. Zihninden geçenlere iyilik veremiyor fakat dolaşa dolaşa yine başladığı yere geliyordu. Son derece de acı içindeydi. Maşitanın huzuruna fevkalade bir ihtiyaç hissediyordu. Gelmesini büyük bir merak ile bekliyordu. Yatağında uzandı. Yorgunluk, merak onu hâlsiz bırakmıştı. Uykusu geldiğini, üşümekte olduğunu hissetti. Yorgana sarılarak uyudu. Kapıyı kapalı fakat sürmesiz bırakmıştı. Biraz sonra maşitası yoklamak için gelince kendisini uykuda görerek Dahhâk’ın söylediği gizli şeyleri anlamayı hanımdan ziyade merak ettiği hâlde kendi odasına çekildi. Reyhane, Gülnar’ın kendisinden hiçbir şey gizlemeyeceğini kesinlikle biliyordu.

Gülnar gün batımına kadar uyuduktan sonra hizmetkârların gürültüsü üzerine uyandı. Sabah vakti oluyor zannederek gözlerini açtı. Yatak üzerinde oturdu. Maşitası yanı başında oturuyordu. Gülnar elleriyle gözlerini ovuşturtuktan sonra etrafına baktı. Gün batmak zamanında olduğunu anladı. Yanı başında maşitayı görünce ona:

“Çok geç kaldım uyku beni bırakmadı. Uyumuşum…” dedi.

“Hanımcığım! Sırrı anlamak için sizi yalnız bıraktım. Sonra geldim o zaman uyuyordunuz.”

“Bir patırtı işitiyorum bu nedir?”

“Misafirler beyefendi ile salondadırlar. Uşaklar onların hizmetlerinde gidip geliyorlar.”

Gülnar bu sözleri işitince uyanır gibi oldu. Ebu Müslim’in yüzünü görmeye dayanılmaz bir istek hissetti. Maşita bunun farkına vararak dedi ki:

“Bey pederiniz sizi soruyordu. Uykudadır dedim. Salona gitmek istiyor musunuz?”

“Misafirler acaba orada ne yapıyorlar?”

“Galiba vedalaşmak için gelmişler. Çünkü yarın sabah yola çıkmak için hazırlanıyorlar.”

Gülnar, maşitayı beklemeksizin duvara asılı bulunan aynanın önünde durarak saçlarını düzetmek istedi. Reyhane hemen hanımına yaklaştı. Saçlarını çözüp ördü. Sonra koku şişesini getirdi. Gülnar güzel kokuyu sürdükten sonra gök renginde bir fistan giydi. İpek işlemeli bir şal örttü. Giyinip kuşanırken aşırılık tesirinden üzüntü duyuyor, aşk ve cazibenin verdiği heyecanla titrediği hâlde bu titremenin üşümekten ileri geldiğini göstermek istiyordu. Maşita, Gülnar’a tiftikten bir çarşaf getirdi. Gülnar, bu çarşafa esvabının büyük kısmını örtecek şekilde sarılarak maşitanın arkasında salona doğru yürüdü. Gizli kapıya varınca içeri girdi. Maşita bir tarafa çekildi. Gülnar, görünmeyecek bir mevkide durarak salondakilere bakmaya başladı. Pederi, salonun en yukarı tarafında bir minder üzerinde oturuyor, etrafın güzel kokması için önünde bir misktan, içinde bulunan misk ağacını parmaklarıyla ufaltıyordu. Pederinin yanında oturan Ebu Müslim dünkü yol giysisini değiştirmişti. Başına tiftikten siyah bir külah koymuş elbisesi üzerinde yine siyah bir aba giymişti. Gülnar siyah rengin ehlibeyit taraftarına özgü olduğunu derhâl hatırına getirdi. Halit de aynı elbiseyi giymiş, Ebu Müslim’in yakınında oturuyordu. Gerek Ebu Müslim’in gerek Halit’in altına serilmiş olan minderler, bu misafirlerin ev sahibi nezdinde pek büyük bir hürmet ve mevki sahibi olduklarına delil olarak iki kat yapılmıştı. Gülnar titreyerek bir müddet bulunduğu yerde durdu. Pederi onun geldiğinin farkına varmıştı. Kendisini çağırarak bir direğin yanında oturması için işaret etti. Gülnar hiçbir söz söylemeksizin oturdu. Dahhâk aracılığıyla aldığı haberden sonra Ebu Müslim’in kendisine karşı nasıl bir tavır ve hareket göstereceğini anlamak üzere bütün hâl ve hareketlerini ona karşı yapıyordu. Bu sefer, Ebu Müslim’den daha önce göremediği bir güzellik ve teveccüh gördü. Kalben pek memnun oldu. Salondakiler kendisi daha gelmeden önce söze başlamışlardı. Pederi onlara diyordu ki:

“Bizi pek çabuk terk etmek istiyorsunuz. Acaba burada rahat edemiyor musunuz?”

Ebu Müslim cevap verdi:

“Hayır, bey hazretleri! Tam tersine burada fazlasıyla rahat ettik. Hakkımızda gösterdiğiniz misafirperverliği asla unutmayacağız. Keşke bütün beyler bu konuda sizin gibi olsalar… O zaman hiç zahmet çekmeyiz.”

“Bütün bey biraderlerimiz tarafından fevkalade hürmet görüp saygıyla karşılanacaksınız. Takip ettiğiniz yüce maksada her türlü yardım ve desteği göreceğinize eminim çünkü siz onların şan ve şereflerinin mevkilerinin yükseltmek için çalışıyorsunuz. Kuracağınız devlette en büyük mevki Horasanlıların olacaktır. Bu sayede biz Emevilerin bütün baskılarından, devleti özellikle kendi nefislerine alet etmelerinden kurtulacağız. Arap Devleti’nden önce hâkimiyet, şan ve şevketi bizimdi. Emeviler bizimle pençeleşe pençeleşe nihayet üzerimize âdeta mutlak hâkim kesilirler. Bunların zamanında yeni bir vergi icat edilmeden bir gün geçtiğini görmüyoruz.”

Ebu Müslim: “İran beylerinden çoğunun Müslüman olmayarak hâlâ Zerdüştlük veya Mecusilikte kalmalarına sebep bu vergiler meselesi olsa gerek.”

“Evet, asıl sebep budur. Ben onlardan pek çok bey tanırım ki bu devletin zalim ve baskısı olmasaydı, Doğu, İslam ile müşerref olmakta bir an tereddüt etmeyeceklerdi. Hattı bazıları Müslüman olmak üzereyken bu sebepten vazgeçmişlerdi. Şüphesiz bu beyler devletten güzel hizmet, adaletle muammele görseler hiçbiri Müslüman olmaktan çekinmeyecek. İsterseniz ben bunu kanıtlarım.”

Halit: “Şimdilik sizden yalnız şu yolda bir yardım bekliyoruz. O da İran beylerinden olan dostlarınıza bize destek vermelerine dair tavsiyeler yazıp göndermekten ibarettir. Bununla bize büyük bir yardım etmiş olacaksınız.”

11.Hile-Düzen.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
420 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6865-33-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin PDF
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 5 на основе 9 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 5 на основе 1 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок