Kitabı oku: «Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri», sayfa 3
1.1.b. Dini Yolalar (Dinî Gelenekler)
Uraza (Oruç.)
Hikâyede köy işine alışkın güçlü fiziğe sahip erkekler, Ramazan ayında gerçekleşen ot biçme imecesinde tarlanın bir tarafından girip diğer tarafından çıkarlar. Hepsi kan ter içinde kalır ve susuzluktan dilleri damaklarına yapışır. Aralarında biri neredeyse baygınlık geçirir. Hikâyenin bu kısmında yaz mevsiminde tutulan orucun ne kadar zor olduğu gösterilmiştir. Hele Kazan Tatarları için. Bu Türk boyunun yaşadığı coğrafyada yazın güneş akşam saat 9-10 gibi batar ve gece saat 2’ye doğru artık doğmaya başlar. Bundan dolayı İslam dinini yaymaya gelen sahabeler de bayağı bir şikâyette bulunmuşlardır. Çünkü akşam namazı ile sabah namazı arası o kadar kısadır ki yatsı namazı için zaman neredeyse kalmıyor. İbn Fadlan da Bulgar şehrine gelişini anlatan Seyahatname’sinde bu durumdan bahsetmiştir.59 Fakat başka Türk boylarından daha erken dönemlerde ve ilk olarak İslam dinini kabul eden Tatar Türkleri, dinine çok düşkün bir toplum olarak bilinir ve hikâyeden de görüldüğü gibi XX. yüzyıl başında da bu durum değişmez: Gün ne kadar sıcak olursa olsun, ot biçenlerden kimse orucunu susuzluğunu gidererek bozmaya kalkmaz.
1.1.c. Tatar Xalkınıŋ İctimagıy Tormışı (Tatar Türklerinin Sosyal Hayatı)
Soldatka Alınu (Asker Olma).
Hikâyede Hafız, babası sağ olmadığı ve annesinin tek erkek çocuğu olduğu için askere alınmaz. Bu, XX. yy. başında Rusya’da uygulanan bir kuraldı. Sovyet döneminde de babası sağ olmayan ailelerde en küçük oğlan çocuğun askerlik yapma zorunluluğu yoktu.
1.1.ç. Tatar Xalık Edebiyatı Ürnekleré (Tatar Türklerinin Halk Edebiyatı Örnekleri)
Cır Cırlav (Mani Atışma).
Tatar Türkleri, sadece eğlenirken değil iş yaparken de türkü söylemeyi, mani atışması yapmayı çok seven bir toplumdur. Özellikle de avlak öy (oturma) ve öme (imece) gibi işlerin toplu yapıldığı ortamlarda hem erkekler hem kadınlar türkü yakar, mani atışması yapardı. Tatar Türkçesinde kıska cırlar (kısa türküler) olarak adlandırılan ve Tatar halk edebiyatının en yaygın türü olan maniler, Tatar bilim adamı İlbaris Nadirov’un da yazdığı gibi, “Tatarların yaşadığı her köyde, her şehirde – Orta İdil civarı ve Kama nehri boylarında, Ural yöresi ve uzak Sibirya enginlerinde – hayatın ta içinde olan bir tür olmuştur.”60 Halkın günlük hayatı çeşitli bayramlar, gelenekler, örf âdetler, oyunlar, eğlencelerle sıkı bir bağlantıda olduğundan dolayı, kıska cırlar köy sokaklarında da, şehirde de, avlak öyde de, köydeki eğlence mekânı olan kulüplerde de, iş sırasında da, akraba ve dostların bir araya geldiği sofra meclislerinde de söylenirdi. Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları) adlı hikâyede de sesi güzel olan gençler mani atışmaya başlayınca, kızlar da onlara eşlik eder. Böylece eğlence ile karışınca iş daha kolay yapılır:
“Aralarında sesi güzel olan, dilbaz şakacı gençler de var. Onlar, bir ucu kızlara, gelinlere dokunacak şekilde bayağı bir iyi mani söylemeye başlıyorlar; kızlar daha zehirli manilerle cevap veriyor; bazen bir arada dostça söylenen türküler de oluyor…” 61
Burada bütün Türk boylarına özgü olan mani atışması, gençlerin ve kızların gizli duygularını, birbirlerine olan münasebetlerini dışa vurmaya da yardım eder.
Hikâyede Akidil nehri boyunda ot biçmekte olan erkekler ise yaşadıkları yörede akan akarsuyla ilgili türkü söylerler:
Agıydélkey alkın, suvı salkın,
Dulkınnarı kaga sallarga…62
Akidil hey akar, suyu soğuk,
Dalgaları vurur sallara…
Mekaller Hem Eytémner (Atasözleri ve Deyimler).
Eserde Tatar halkının günlük hayatta sık kullandıkları atasözü ve deyimlerinden de ustaca faydalanılmıştır. Genel olarak söylemek gerekirse, A. İbrahimov yazdığı her eserinde halkın konuşma diline, deyim ve atasözlerine özen gösterir ve onları sık kullanır. Örneğin, bir kızın güzelliğini anlatmak için mevcut hikâyede “Şundıy sılu – bér kaşık suga sal da yot” (“Öylesine güzel, bir kaşık suya koy da yut”), “Alma kébék kızı bar” (“Elma gibi kızı var”) ve iki insanın birbirine nasip olduğunu bildiren “çeçleré beylengen” (“saçları bağlanmış”) gibi deyimlerin ve belli bir süreye dayanmaktan bahsederken “Bér yılga kuyan tirésé de tüze” (“bir yıla tavşan kürkü de dayanır”) ve sözde durmaktan söz ederken “Eytken süz, atkan uk” (“Söylenen söz, atılmış oktur”), “İr ike söylemes” (“Erkek iki kez konuşmaz”) gibi atasözlerin kullanılması görünmektedir.
Tabigat Balaları (Tabiat Çocukları)’nda zaman dilimi de “Bér samovar kaynap çıgarlık ta vakıt ütmegendér” (“bir semaverin kaynayacağı vakit bile geçmemiştir”), ekin tarlalarında buğdayların gür ve yüksek yetişmesi de “cigülé at kérse, dugası-nisé bélen yugalır” (“koşumlu at sürsen içine, içinde koşum yayı ile beraber kaybolacak”) gibi Tatar Türklerinin hayatına özgü detaylarla tanımlanmaktadır.
1.1.d. Tatar Xalkınıŋ Milli Kıymmetleré
(Tatar Türklerinin Kültürel Değerleri)
Kiyém-Salım (Giyim-Kuşam).
Eserde Hafız kendi atına binip imecenin olduğu tarlaya geldiğinde kızlar ve gelinler, çalışma elbiseleri üzerinden giydikleri güzel elbise ve şallarını çıkartıp çalışmaya hazırlanıyorlardı:
“Köyün gençleri hâlâ at arabası yanında şakalaşıyorlardı. Önce Ferhi yenge indi arabadan, onun peşinden yazmalarını arkaya doğru bağlayan, bembeyaz ciŋseler 63 giyen olgun kızlar, bir şeyler konuşarak, gülerek ve şakalaşarak ekinlerin biçileceği yere doğru gittiler.” 64
Hikâyenin bu parçasında, Tatar Türklerinin giyim-kuşamıyla ilgili bilgi verilmektedir. Eskiden köylerde tarla ve ev işlerinde giysinin kolu eskimesin, kirlenmesin diye her iki bileğe giymek için ciŋseler dedikleri ek yenler dikilirdi. Tatar Türklerinde giysinin bu parçanın adı, yen anlamına gelen ciŋ kelimesinden türemiştir. Kızlar, bembeyaz kumaştan dikilen bu ek yenleri nakışlarla da süslerdi.
Tatarlarda eskiden genç kız ve kadınlar, mutlaka başlarını Tatar Türkçesinde yavlık denilen yazma ile örterlerdi. Genç kızlar, beyaz yazmalarının uçlarını arkaya doğru bağlarlardı. Evlenen kadınlar ise yazmanın uçlarını çene altına bağlardı. Günümüzde saçlarını yazma ile artık yaşlanmaya başlayan teyzeler ve nineler ancak örterler.
Aşamlıklar, Rizıklar (Yemek Kültürü).
Hikâyede Tatar Türklerinin yeme-içme kültürüyle ilgili bazı bilgiler de mevcut. Eserde yalnız yaşayan yaşlı kadın, imeceye gençleri toplamak için bir kece berené (oğlak) kesip önce ziyafet verir. Çünkü imece sırasında çalışanların gönlünü görmek için mutlaka mal kesilir ve ziyafet verilirdi.65 Tatar Türkleri toynaklı hayvanlardan et için geniş aileli insanlar genelde tana (dana), sarık (koyun), az ya da tek nüfuslu ailede de kece berené (oğlak) beslerdiler. Hikâyede nine yalnız başına yaşadığı için küçükbaş hayvan olan kece berené (oğlak) besleyip keser.
Eserde Ramazan ayı haricinde imeceye gelen köylülere genelde sabah maylı koymak,66 öğleyin de siméz itlé öyre ikram edildiği de bildirilir. Öyre diye Tatarlar, genelde yarma ile pişirilen cıvık çorbaya derler.67
“İmece, imece diyorlar. Oruçta imece de kuru laftan başkası değil. Başka zaman olsaydı, sabah tereyağlı krep ile çay içirip uğurlarlar, öğleyin de semiz etin suyunda pişirilen öyre getirirler. Peki, oruç zamanında ne var?” 68 ;
“Çocuklar yine ‘Öyre geliyor, öyre geliyor!’ diye bağrışmaya başladılar. İşte bu bir gerçekti: Üzeri sofra örtüleriyle örtülü göbéler, 69 batmanlar 70 konulan, bunları kucağına alıp iki oğlan çocuk ve bir tane kadının oturduğu kocaman at arabası bizim tarlanın tam orta bir yerinde durdu. Önce kızlar, gelinler, onların peşinden biz, orakları kenara atıp yer ortasındaki söğütlerle çevrili göl boyunca şu arabaya doğru koştuk.” 71
Burada, Tatar Türklerinin eskiden ve günümüzde de severek sabah kahvaltıya çay yanına tereyağlı krep yapmaları da anılmaktadır. Ayrıca, öğle yemeğinde ikram edilen semiz etin suyunda pişirilen darı yarması çorbası öyre’den de söz edilir. Eski çağlardan beri tarımcılıkla uğraşan Tatar halkı imecelerde genelde bu tür çorbayı pişirmiş olmalı. Çünkü Tatar âlimi F. Bayazitova, Tatarların yaşadığı değişik coğrafyaya düzenlenen folklor araştırma kamplarında toplanan imece türkülerinde genelde hep öyre’den ve botka’dan72 bahsedildiğini yazar ve buna şöyle bir örnek de verir:
Öyrelerde miken aşığız,
Butkalarda miken aşığız.
Öyreler de bulsa aşığız,
Süségézné töymi taşlıybız.73
Öyreler mi ki yediğiniz,
Keşkekler mi ki yediğiniz.
Öyreler de olsa yediğiniz,
Lifinizi dövmeden bırakırız.
Savıt-Saba (Mutfak Eşyaları).
Hikâyede yiyeceklerle beraber Tatar Türklerinin mutfakta kullandıkları bazı eşyalardan da bahsedilmektedir. Örneğin, Tatar Türkçesinde göbé olarak bilinen ve kaymaktan yağ yapmak için kullanılan yayıktan ve batman denilen ve bal koymak için kullanılan yüksek ve dar kova anılır:
“Üzeri sofra örtüsüyle örtülü göbéler, batmannar konulan, onları kucağına alan iki çocuğun bulunduğu ve bir kadının oturduğu büyük at arabası bizim yerin ortasında durdu. Önce kızlar, gelinler, onların peşinden biz, orakları kenara atıp yer ortasındaki söğütlerle çevrili göl boyunca şu arabaya doğru koştuk.”74
1.2 Tatar Xatını Niler Kürmi
(Tatar Kadını Neler Görmez) Adlı Eser Örneğinde
XX. yy. başı Tatar edebiyatında aile, okul medrese sorunları ile beraber güncel ve merkezî konuların bir tanesi de kadınların toplum ve aile içindeki hakları oldu. Despotizme dayanan örf âdetlerin hukuksuz kurbanı olan kadınların kaderi, demokratik ruha sahip olan Tatar ediplerini en çok endişelendiren konulardan oldu. Tatar edebiyatı uzmanı, çağdaş bilim adamı Ferit Beşirov’un da belirttiği gibi, bir taraftan onlar bu meseleyi ayrı bir şahsın kaderi örneğinde izlemeyi amaç edindiler, diğer taraftan da mevcut içeriği daha geniş planda, Tatar milletinin bugünkü vaziyeti ve geleceği ile bağlı açma niyetinde idiler.75
A. İbrahimov da 1908 yılında Ural’da Miass fabrikasında çalıştığı dönemde yazdığı Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı eserinde Tatar köyünün zor, karmaşık hayatını, daha fazlası Tatar kadınlarının trajedisini Gülbanu adlı Tatar kadınının feci kaderi misalinde anlatır. Eserin bu yılda yazılan ilk sürümünde Tatar kadınının sosyal ezikliğe ve aile içindeki hukuksuzluğa olan protestosu çok değişik şekilde tasvir edilir: Gülbanu, eziyet gördüğü kocasının evinden erkek kıyafeti giyerek kaçar. Fakat bu eserin daha sonra yazdığı ikinci sürümünde A. İbrahimov Gülbanu karakterini gerçek hayat şartlarında gösterir. Eserde Tatar kadınının kaderi artık sadece Gülbanu karakterinin hayatı örneğinde değil, o dönemde onun gibi feci kaderi paylaşan başka birçok kadının -eşine yedinci eş olup gelen ve hayatınca ondan korkarak yaşayan annesi Fethiye Nine, ihtiyar Nuri’nin merhametsiz davrandığı önceki altı tane bahtsız eşi, çocuğu olmadığı için üzerine kuma getirilen ve artık kendi evinde hizmetçi vazifesinde kalan Gülbanu’nun güzel yengesi Meftuha, kızken eniştesi tarafından aldatılan ve çocuğunu aldırtmak zorunda kalan görümcesi Hayırnisa, kantun ihtiyar Şibay’a kim bilir kaçıncı eş olup gelen ve kötü huyundan dolayı kocasından sürekli dayak yiyen kaynanası Sabira, kendisi ve onun eziyetine dayanamayan kumaları- hayat hikâyeleri örneğinde de anlatılır. Eserde hangi kadının hayatına bakılırsa, hepsi kendi başına ayrı bir dram, ayrı bir trajedidir.
Öykünün ikinci sürümünde Ekim Devrimi öncesi Tatar köyünün hayatı, sosyal yapısı, halkın günlük hayatı, gelenekleri daha dolu ve daha bol boyalarla tasvir edilmiştir. Tatar bilim adamı M. Xesenov’un da dediği gibi, öykünün yeni sürümünde Tatar kadının kaderi artık aile içi ilişkilerin karakteri, Müslüman kadının toplumdaki durumu, İslam dini, şeriat kanunları gibi faktörlerle belirlenmektedir.76
Babası tarafından hiç tanımadığı ama varlıklı bir aile mensubu olan komşu köyün genciyle evlendirilen Gülbanu, kaynanasının eziyetlerine, kaynanasının kocasını kışkırtmalarına, kocası tarafından dövülmeye, yani kaynanası ve eşi tarafından gördüğü zulme ve evlât acısına dayanamayıp kendisini nehre atmasında çok derin felsefi anlam var: Yazar, toplumda köklü değişimler olmadığı sürece Tatar kadının özgür olmasının imkânsız olduğunu gösterir. Bu yüzden Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadının Neler Görmez) adlı öykünün kıymeti sadece Tatar edebiyatı ile sınırlı kalmadı. Bu konu, Sovyetler bünyesinde olan bütün Türk boyları için ortak ve güncel bir konu idi ve onu kaleme almayan Orta Asya, Kazakistan ve Kafkasya halklarından olan neredeyse tek bir yazar kalmadı.
Öykü, köydeki sosyal farklılığı, eski Tatar aile yapısını, Tatar Türklerinin aile içi –ayrıca düğün geleneğinin bütün safhalarını- ve mevsimlerle ilgili geleneklerini, yüzyıllarca süregelen örf âdetleri, aile içi ve akraba ilişkilerini, Tatarların hayat tarzını, hukuki ve dinî haklarını ve yeme-içme, giyim-kuşam gibi kültürel değerlerini, yani bir halkın soyut ve somut mirasını detaylı bir şekilde ortaya koyan eşi benzeri olmayan bir eserdir.
Eserin adından da görüldüğü gibi A. İbrahimov her şeyden önce Zölhebire, Satılgan Kız Beyété (Satılan Kız Beyti), Bexétséz Kilén (Bahtsız Gelin), Dertli Bibigayşe vb. Tatar halk türkülerinde ve beyitlerde asırlarca anlatılıp gelen Tatar kadınlarının çetrefilli, çoğu zaman feci hayatını kaleme alır. Bütün Türk boylarında olduğu gibi Tatar Türklerinde de kızların kayınbaba evindeki hayatı genelde zorluk, mutsuzluk ve sıkıntı içinde geçer ve bazen de feci bir şekilde sona ererdi.
A. İbrahimov, Tatar Xatını Niler Kürmi (Tatar Kadını Neler Görmez) adlı eserinde Tatar Türklerinin evlenme, doğum ve cenaze merasimleri gibi aile içi geleneklerine tek tek değinmiş durumdadır. Özellikle de yazar, düğün geleneğini bütün safhalarıyla adım adım tasvir eder. Daha fazlası, bir aile içinde yer alan karı-koca, baba-oğul, gelin-kaynana, enişte-baldız, dünürler arası ilişkiler ve kuma getirme, mal paylaşımı, büyük oğulların baba evinden kendi evlerine çıkması gibi örf-âdetler, medresede eğitim görme, para kazanmak için gurbete gitme, Çar ordusunda askerlik yapma, din ve mahkeme yoluyla hakkını arama gibi sosyal sorunlar, köylü bir insanın hayat tarzı, toprak kiralama, yevmiyelik çalışma, ırgatlık, bunlar hepsi yazar tarafından öyküde ustaca tasvir edilir.
1.2.a. Gaile Hem Könküréş Yolaları
(Aile İçi ve Mevsimlerle İlgili Gelenekler)
Gaile Yolaları (Aile İçi Gelenekler.)
A. İbrahimov’un mevcut eserinde aile içi geleneklerinin her üçü de –düğün, doğum, cenaze- yazar tarafından özenle tasvir edilir.
Eser, aile içi geleneklerin içinde yer alan düğün merasimi ile başlar. Bu merasimin birçok safhası detaylı olarak kaleme alınmış durumdadır.
Düğün geleneklerini ele almadan önce düğün merasimiyle doğrudan bağlantılı olan ve eserde yer alan kızı evlendirme yaşı, evlenecek erkekle ilgili ölçütler, Tatar toplumunda kız ile erkeğin evlenmeden önce bir araya gelip görüşmesi, kızın ahlak ve namusunun onu yetiştiren annesinden sorulması gibi birkaç detayla ilgili bilgi vermek doğru olur.
Kızı Evlendirme Yaşı.
Eskiden Tatar Türklerinde kız çocuğu en erken on altı yaşında evlendirilebilirdi. Yirmiye kadar evlenmeyen kız, genelde sazıgan (evde kalmış) sayılırdı. Öyküde Fethiye Nine, kızının tarafını tutmak, onu sevmediği birisiyle evlendirmemek için direnirken, eşine kızının henüz genç yaşta olduğunu hatırlatır:
“Babası, biraz sabretsek mi ne? Kızımızın yaşı geçmemiş ya! Eylülde yeni on altısı bitti, on yedi yaşından gün aldı…” 77
Tatar Türklerinde kızlar, bu konuda hukuk tarafından korunmaktaydı ve kız çocuğun daha erken evlendirilmesi kanunen yasaktı. Hikâyede nikâh kıyan bir mollanın bu konuda bir yanlış yaptığından dolayı işinden olduğu da anlatılır:
“İzzet’in bir hatasıyla ilgili şikâyette bulundu: ‘Yaşı dolmayan kıza nikâh kıydı.’ diye dilekçe verdi. Araştırınca, gerçekten de nikâh kıyıldığı zaman kızın iki ayı dolmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden imam görevinden alındı.” 78
Evlenecek Erkekle İlgili Ölçütler.
Kızını isteyen birisinden bir babanın ve annenin istediği ölçütler de olurdu. Bu ölçütlerin başında, her şeyden önce kızı isteyen adayın iyi ve varlıklı bir aileden olması gelirdi. İhtiyar Nuri de işte bu sebeple rızasını zengin ve saygın bir aile tarafından gönderilen görücüye verir. İhtiyar Şeveli bile bütün kuralları yıkıp kızını kendi istemeye gelen Şeyhel’e onu bol hayatta yaşatabilecek koşulları sorar:
“Sana, dedi, nasıl kız vereyim? Zengin dersen, malın yok, baban evinden attı. Çalışarak kazanır dersen, elinden gelen bir hünerin yok. Sana nasıl kız vereyim?’ dedi.” 79
Kızının Lütfi adlı bir gence gönül verdiğini öğrenen Fethiye Nine de gencin yakışıklı ve boylu poslu olduğunun yanında hemen onun durumunun iyi olduğunu da vurgular:
“Gencin kim olduğunu öğrenince o, biraz canlandı ve kendi kendine ‘Olmayacak birisi değil. Yakışıklı, boylu poslu, zenginliği de var.’ diye, takdirde varsa ve görücü gelirse kızını vermeye razı oldu.” 80
Lütfi’nin Gülbanu’nun yengesine konuştuğu parçada ise bütün Türk boyları için ortak olan bir örf âdetten bahsedilir: Bir genç (baba evinde kalmak zorunda olan en küçük oğlan değilse), evlenmek için önce ev yapmalıydı:
“İşte diyor, canım yengem diyor, amcam da bilir. Onlardan gizlim saklım yok, güze düğün yaparım, genç gelini getirmek için ayrı yeni bir evim olsun diye düşündüm, diyor.” 81
Zaten Türkçede “evlenmek” fiilinin “ev” kelimesinden türemiş olması da buna en iyi kanıttır. Devirler değişse de bu âdet günümüzde de önemini korumaktadır.
Saygınlık, yakışıklılık ve varlık yanında bir şart daha vardı kız verirken damadın askerliğini yapmış olması. Eserde buna örnek olarak Çelem Dede Şeveli’nin kızına söylediği sözler getirilebilir:
“Acele etmemek lazım kızım. Asker olacak daha. O gidince elinde çocukla kalırsan ne yaparsın?” 82
Tatar Toplumunda Kız ile Erkeğin Evlenmeden Önce Bir Araya Gelip Görüşmesi.
Gülbanu’nun Lütfi adlı bir gence gönül vermesi, onun daha önceden bu gençle bir araya gelip görüşmesine işaret eder. Tatar Türklerinde kız ile erkek, evlenmeden önce de görüşebilirdi. Bu, genelde tarla işleri ve mevsimlerle ilgili gelenekler –ot ve ekin biçme, avlagıy83– sırasında ve çeşme yolunda olurdu. İşte Gülbanu da Lütfi ile öyle yerlerde görüşür:
“Gerçi aralarında şu orman ağzında ot biçerken birden koşarak ağaç altından çıkıp kucaklayıp öpmekten başka hiçbir şey olmasa da, gerçi onların bütün yakınlıkları orak işi, ot biçme işi ve çeşmeye su almaya giderken arada bir görüşmekten ibaret olup göz kırpma, kaş oynatmadan daha fazlaya kaçmasa da, gerçi avlagıya gittiği evde eşikte bu oturmada bulunan başka gençlerden gizli saklı verilen sözden, iki kez sunulan hediyeden başka hiçbir şeyle onlar bağlanmış olmasa da, düğüne kadar Gülbanu kendisinin Lütfi’ye, Lütfi’nin de kendisine ait olduğunu düşünüyordu.” 84
Merhaba ile Şeyhel de birbirlerini tarla işleri ve oturma sırasında görüp tanırlar. Fakat Gülbanu ile Lütfi’den farklı olarak, onlar birbirlerini görmek ve tanımakla sınırlı kalır:
“O, ihtiyar Nuri’ye bazen yevmiyelik işe giderdi. Tarlayı gereksiz ottan temizlerken, ot biçerken, ekin biçerken, harmanda ekin döverken Şeyhel ile sık görüştüler.” 85
Tatar Türklerinde kızlar ile erkekler iş ve eğlence sırasında bir araya gelebilir ve başka Türk toplumlarından farklı olarak bu konuda daha serbesttiler. Böylece onlar hem iş yapar, hem kendilerine eş beğenirdi. Eserden görüldüğü gibi hatta eğlenceye -örneğin, düğüne-giderken de gençler bir arada kaynaşarak, birbirlerini beğenme derdine düşerdi:
“Her kız, sevdiği gencin önünde ve her gencin karşısında kimseden eksik görünmemek, gönül almak, kalplere aşk tohumları ekmek istedi. Mümkün olursa bir bakışı, fırsat olursa bir göz kırpmayı, kaş oynatmayı umut etti.
Kızışmış yürekli kızların dalgası, kendi büyüleyici gücüyle genç tasasız gençleri gizli iplerle kendi peşlerinden kendi gölgeleri gibi sürükleyiverdi. Kırma bürék 86 hazırlayamayan genç, güzel bir kelepüş 87 elde etti. Bu gibi günlere sakladığı bişmeti 88 varsa onu giydi, yoksa kamzolunu 89 silkeleyip düzeltti. Sevdiği kızın hediyesi olan kırmızı ya da yeşil mendili işlemeli tarafıyla cebinden dışa doğru sarkıtıp olduğu kadar ve gücünden geldiği kadar süslenen her genç, kendisini sokağın dalgasına attı. Canı istediği kızı görür, belki bir çift laf ederim, belki fırsat olursa, gizli görüşebilirsem ayazdan kızarmış yüzünün tam ortasından, alev alev tutuşan dudaklarından öperim, belki sözleşirim diye heyecanlandı. İşte bu heyecan onun vücuduna bir hafiflik verdi, ayaklarını hızlandırdı ve gözüne yüzüne gençlik nuru ekledi.” 90
Bu parçadan, sevdalanan genç ile kızın kendi aralarında söz kesme alameti olan işlemeli mendilin kız tarafından gence hediye edildiği de görünmektedir.
Tatarlarda bir kız çocuğu evlerine gelen erkekten gizlenmeyi de gerek bulmazdı. Sadece edebe uygun olarak ağzını yazmasının ucuyla örterdi:
“Evde Merhaba yalnız başınaydı. Yabancı bir genci görünce ne gizlendi ne de selam verdi. Ağzının bir köşesini yazmasının ucuyla örttü de arada bir konuğa gizlice göz gezdirdi.” 91
Kızın Ahlak ve Namusunun Annesinden Sorulması.
Kocasına anlattıklarında Gülbanu’nun annesi her ne kadar samimi olsa da bildiği bir şeyi -kızlarının başka bir gence sevdalı olmasını- kocasına yine de söyleyemez:
“Eğer kızının o genç ile çıktığını öğrenirse, her şeyden önce Fethiye Nine’nin üzerine gelirdi: ‘Bir anne olarak kızını böyle mi yetiştirdin?’ der ve karısını sakat bırakana dek döverdi. Sonra da kızını o gence vermemek için dişiyle tırnağıyla direnirdi.” 92
Eserin bu yerinde Tatar aile yapısında bir annenin kız çocuğu yetiştirirken onun namusundan ne derece sorumlu olduğu görülmektedir. Örneğin, Gülbanu’nun annesi, kızı boy alıp serpilince çeşitli imece ve bayramlara gönderirken, gözü hep arkada kalır, kızının bir yanlış yapmasından korkar, köyde adı dedikoduya karışır diye ödü patlardı. Kızı Gülbanu’nun görüştüğü bir gencin olduğunu duyunca da annesi hemen “Harap oldum!” diye endişelenir:
“Kız her ne kadar gizlese de annesinin içine doğuyordu, yavrusunun gönlünün kime doğru aktığını görmekteydi. O, buna önce şaşırdı, ‘aman kızım azmasın, kötü dillere düşmesin, dedikodu malzemesi olmasın Huda’m’ diye endişelendi. Gülbanu oturmaya gitmek için izin alırken seçici davrandı, gideceği eve göre gönderecek oldu. Baharda nehir kenarına çimlerin üzerinde kendir ağartmaya, akşamları nehir boyunda çamaşır topaçlamaya gittiğinde, kaz yolma imecesine, ekin biçme, ot biçme imecelerine çağrıldığında, yaz mevsiminde dağa, çayıra çıktığında, çeşmeye su almaya gittiğinde, Sabantuy bayramında anne yüreği hiç rahat olamadı. Kendi tanıdığı, çok güvendiği kızlarla ancak gönderirdi. ‘Beraber gidin beraber dönün, aman birbirinizden ayrılmayın!’ diye defalarca tembihlerdi.”93
Gülbanu’nun görümcesi Hayırnisa’nın hayat hikâyesi örneğinde de bir annenin kızını yetiştirmede ne kadar sorumlu olduğu görülmektedir:
“Oturmaya gittiği evlerde, güz mevsiminde kaz imecelerinde en çok eğlenen, en çok türkü söyleyen, en çok oynayan kız, Hayırnisa olurdu. Bir keresinde oturmaya gittiği evde kapıyı bilerek açık bıraktı ve eve akordeoncu genci aldı. Bir defasında çok arsız olmaya başlayınca genci üst rafa ayağından asıverdi ve el âleme maskara etti. Onun bu şakası, babası ihtiyar Şibay’a da duyuldu. O, ‘Kızlarını iyi yetiştirmiyorsun, kötü yerlere oturmaya gönderiyorsun!’ diye eşi Sabira’yı çok kötü dövdü.” 94
Düğün Merasimi.
Eserde düğün ile ilgili gelenek ve görenekler, nerede yaşadıklarına bakmaksızın Tatarlarda en eski dönemlerden beri yaşaya gelen geleneklerdir. Buna en güzel kanıt, bu geleneklerin birçoğunun XIX. yy. sonunda-XX. yy. başında Tatar aydını, yazar ve bilim adamı Kayyum Nasıyri’nin kaleme aldığı Tatar Etnografiyeasé Materialları adlı hizmetidir. Aşağıda anlatılacak geleneklerin çoğu bu hizmette yer almıştır.95
Düğün Öncesi.
Kız Sorarga Kilü (Kızı İstemeye Gelme).
Eser, durumu iyi olan Nuri adlı saygın bir köylünün kızı Gülbanu’yu bir hafta içinde iki görücünün istemeye gelmesiyle başlar. Gönlüne hoş gelmeyen ilk gelen görücüyü ihtiyar Nuri, bir bahane bulup geri yollar:
“Bir hafta içinde kızı isteymeye iki görücü geldi. İlkini ihtiyar Nuri beğenmedi, kolay bir bahaneyle geri çevirdi: ‘Çok meşakkatli zamanım.’ dedi. ‘İşte ev inşaatına başlamayı düşünüyorum, bu amaçla arazi ve ağaç tomrukları satın aldım. Bu yıl düğün yapmaya gücümüz yetmez gibi.’ dedi.” 96
Gelen diğer görücüye ihtiyar Nuri kızını vermeye razı olur:
“İkincisi, komşu Bikyar köyünden kantun 97 Şibay tarafından gönderilmişti. Bu görücü, gönlüne pek hoş geldi. İhtiyar, diyecek bir söz bulamadı. Bu durumu görücünün kendisinden de gizlemedi: ‘Kendin de saygın birisin, seni gönderen adam da… Doğrusunu söylemek gerekirse, ne diyeceğimi şaşırdım şimdi. Çünkü bu yıl öyle büyük işlere el atamayacağımızı düşünmüştük. Ama seni de geri yollamaya gücüm yetmiyor. Şimdilik kesin söz veremem, annesiyle konuşmam lazım. Kardeş-sülaleye de danışayım.’ dedi. Kendisi kızı vermek istediğini dolaylı yollarla anlatmaya çalıştı.” 98
Bu gibi durumda aile başı olan baba, nadiren de olsa eşine ve hatta kızına da danışırdı. Örneğin, eserde Çelem Dede Şeveli, kızını isteyen Şeyhel’e şöyle cevap verir:
“… Bu türlü işler benim eşimden sorulur! Kızım da karşı değilse, ben ne diyeyim? Evlen!” 99
Ama evlilik meselesinde annelere ve kızlara sorulduğu yine de çok nadir görülürdü. Evin reisi olan baba, kararı daha çok kendi verirdi. Bu durum, sadece Gülbanu ile değil, onun büyük görümcesi Minnisa için de aynı olmuştur:
“Bir hafta ya geçti ya geçmedi iyi bir yerden görücü geldi. Babası, kızından razı olup olmadığını sormadı. Fakat Minnisa insanlardan duyduklarına memnun olup içini ferah tuttu.” 100
Babası kıza bu evliliği isteyip istemediğini sorduğunda da kız, babasına ancak üçüncü kez sorulduktan sonra cevap verir, yine evlendirilecek erkeği beğendiğini ve onunla evlenmeye razı olduğunu açıkça bildirmez, böylece son sözü babasına bıraktığını imalı bir şekilde anlatmaya çalışırdı:
“Merhaba cevap vermedi. Bunlara yan oturup önlüğünün kenarını bir katladı bir düzeltti. İhtiyar bir kez daha sordu, kız yine ses vermedi. Üçüncü kez sorunca, önlüğünün kenarıyla oynayarak kızardı ve gözlerini ayağındaki çabataya 101 dikerek, yavaşça utangaç bir sesle ‘Bu ne demek şimdi baba! Ben bu işlerden ne anlarım?’ dedi. Gencin gönlünü bir sıcaklık sardı. O, Merhaba’nın cevabını ‘Ben karşı değilim, sen nasıl istersen.’ diye anladı.” 102
Eserde Tatar aile yapısında bir baba sözünün geçerli olması, kararı genelde onun yalnız başına alması, sonra da eşini ve kızını alınan karar ile yüz yüze bırakması gibi unsurlar da söz konusudur: “Fakat kimseye danışmadı. İki gün düşündü de üçüncü gün kahvaltıdan sonra eşi Fethiye’ye şöyle dedi: ‘Annesi, dünürler parayla gelirler. Yemek hazırlamak lazım.’ Annenin yüreği ağzına geldi, diz bağları çözüldü. Ödü patlayıp kocasının gözlerinin içine baktı ve ürkerek ‘Bu ne demek? Hangi dünürler?’ diye sordu. Nuri, konuyu tek cümleyle kapattı: ‘Gülbanu’yu veriyoruz. Saygıdeğer bir aileye katılıyoruz. Aman insanlara rezil olmayalım, yiyeceklerini güzel hazırla!’”103
Ama tabii, kız isteme olayı her zaman usulüne göre olmaya da bilirdi. Özellikle de kız ile gencin aileleri sosyal açıdan eşit olmadıkları zaman. Örneğin, eserde ihtiyar Nuri’nin büyük oğlu Şeyhel, kendilerinde ırgat olan fakir Çelem Dede Şeveli’nin kızını istemeye babasının gitmeyeceğini bildiği için yalnız başına gider:
“Babası ile kavga ettiği gün hemen, babasının evinde uzun yıllardır ırgat olan Çelem Dede ihtiyar Şeveli (Şahveli)’yi gördü ve şöyle dedi: ‘Sana diyeceğim var. Şöyle bir gel.’ Sonra ağaç tomruğu üzerine oturmaya davet etti ve doğrudan konuştu: ‘Şahveli Dede, sen kızın Merhaba’yı bana ver!’ dedi.”104
Başkoda (Görücü) Gönderme.
Eserde, bütün Türk topluluklarına ortak olan görücü usulüyle evlenme geleneği görülmektedir. Eskiden Tatarlarda görücü anlamına gelen dimçé, yavçı, başkoda adlarıyla anılan birisi olarak köyde en saygıdeğer, güvenilir, atak, ağzı söz yapan ve sır tutmasını bilen bir büyüğü gönderirlerdi. Hikâyede olaylar Başkurdistan’da bulunan bir Tatar köyünde gerçekleştiğinden dolayı görücü için Ural bölgesinde yaşayan Tatar Türklerinin dilinde yer alan başkoda kelimesi kullanılır.
Görücüyü, her ne kadar istenilen bir aile tarafından gönderilmiş olsa da ilk gelişinde “Kardeşlerime danışayım, sonra konuşuruz” gibi bahaneyle geri yollamak âdetten olmuştur.105
Görücü usulü evliliklerde kızlar genelde hiç tanımadıkları fakat ailelerinin uygun gördüğü bir erkekle evlendirilirdi. Eserde sadece Gülbanu değil, onun güzel yengesi Meftuha da eşiyle tanışmadan evlendirilmiştir:
“O, kocasını görmeden bilmeden evlendi.” 106
Bazen çok nadir de olsa bir erkek, görücü göndermeden kızın babasına kızı istemeye doğrudan kendisi giderdi. Eserde Şeyhel de Merhaba’nın babasına kızı istemeye kendisi gelir:
“Kızım, dedi, sana görücü getirdim. Görücü de kendisi, güvey de kendisi. Bak işte, dedi.” 107
Ama tabii burada genç, kızın daha fakir bir aileden olmasından cesaret alır. Yoksa varlıklı bir ailede baba, görücü gelmeden kızını asla vermezdi. Zaten eserde Merhaba’nın annesi de Şeyhel’e hatasını yüzüne vurur:
“Gencin nasıl böyle bir iş için geldiğini öğrenince, ‘Genç başınla geleneklerimizi bozuyorsun, birilerini görücü olarak göndersen ne olacaktı?’ diye, Şeyhel’e kızdı.” 108
Ama Şeyhel’in her ne kadar babasıyla kavga etmiş olsa da varlıklı ve saygın bir aileden olması, Merhaba’nın anne ve babasının geleneğin bozulmasına göz yummalarını sağlar.
Yabışıp Çıgu (Sevdiği Adama Kaçma).
Gülbanu’yu istemeye gelmeleri ve babasının bu evliliğe razı olması gün içinde köyde herkese duyulup akşama doğru kızın da kulağına gelir. Kız hemen içinden bir karar alır:
“Başka kimse ile evlenmeyeceğine, eğer babası zorlarsa gizlice Lütfi’ye kaçmaya gönlünden ant içmesi işte buna dayanmaktaydı.” 109
Kızın beğendiği erkeğe gizlice kaçma olayı, Tatar toplumunda pek yaygın olmasa da yine de yer alırdı. Kızın kaçmasına, yapışarak evlenmek anlamına gelen yabışıp çıgu ifadesi kullanılır. Böyle bir durum, anne ve babalar kızlarını başkasıyla evlendirmek istediği ya da gençlerin evlenmelerini bir türlü kabullenemedikleri zaman ortaya çıkardı. Bu tür evliliği, her iki tarafın büyükleri kınardı. Çünkü o, gençlerin büyüklere saygısızlığı olarak kabul edilirdi. Bu yüzden de bu tür evliliğe başvuran gençler, ilk başta gizlenmek zorunda kalırlar. Fakat artık kızlarını yeniden baba evine alma çaresi kalmadığından ve kızlarının rezil olduğunu da unutmayarak anne ve baba, çocuklarına nikâh kıydırmak zorunda kalırdı. Doğal olarak, bu olaydan sonra artık düğün yapılmazdı. Eskiden oğlan tarafı, belli bir miktarda başlık parası öder ve nikâhı da kendi evinde kıyardı. Bazen de kız evi, kendilerini küçük düşürülmüş sayarak kızlarıyla bir türlü görüşmek ve ona çeyizini de vermek istemezdi. Ancak zaman geçtikçe her iki taraf da yumuşar, bir araya gelirdi.110