Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri», sayfa 4

Yazı tipi:

Yabışıp çıgu durumunda kız ile sevdiği arasında haber ve mektup taşıyan insana –o, genelde kızın yengesi olurdu- ara bulucu anlamına gelen araçı kelimesi kullanılırdı.111 Onun aracılığıyla kız sevdiği erkeğe haber verir ve evinden kaçardı. İşte Gülbanu da böyle bir durumda ne yapacağına şaşırıp doğru komşuda yaşayan yengesine koşar:

“Bu haberi duyunca onun içine ateş düştü, nereye gideceğini ne yapacağını bilemedi. Eve girdi, orada kendisine yer bulamayınca yine dışarıya çıktı. Böyle kendisini nereye atacağını bilemediği bir an evde suyun bittiğini fark etti. Bu, iyi bir bahaneydi. Annesinden izin alıp çabucak giyindi, kaşını gözünü düzeltti. Yüzüne al, dudaklarına ruj sürdü, gözlerine azcık sürme çekti. Daha sonra kalın şalını örtünerek, çıngıraklı terazi ile kovaları alıp komşuda yaşayan yengesi Meftuha’ya gitti.” 112

Gönül verdiği başka bir genç olduğundan dolayı gözyaşlarına boğulan Gülbanu, babasının kararına razı olmaz ve yengesini sevdiğiyle görüşmesi ve Gülbanu’nun ona kaçmaya razı olduğunu anlatması için ikna eder:

“Canım yengem, hemen bugün git gör onu. Ne pahasına olsa da gör. Bizimkiler uyuyunca bahçe yolundan kar yığınları tarafından sağdaki pencereye gelsin. Ben onu pencerede bekleyeceğim.’ dedi. Kendisi içinden: ‘Öldürmeyecekler ya! Rencide olurlar, beddua ederler de durulur.’ diye düşünerek sevdiği genç Lütfi’ye kaçma kararı aldı. İşte bu kesin düşünceyle su ile dolu kovalarını kaldırıp artık düğünü için hazırlık yapılmaya başlanan evine döndü.” 113

Sevdiği adama kaçma kararı alan ve yengesiyle haber gönderen bir kızın işi, annesi ile babası uyuyunca kaçmaya hazırlanması olurdu:

“Kışın kısa gecesi kıza çok uzun göründü. Hava kararıp saat geç oldu, babası ile annesinin çay faslı da çok uzamış gibi geldi. Sekiden fincanları toplayınca, Fethiye Nine yine havlular, sofra örtüleri hakkında söz açtı ve kızının kafasını iyice karıştırdı. Bütün bunlardan kurtulur kurtulmaz babalarının diğer odaya geçip uyumasını bekledi. Daha sonra Gülbanu pencereye, perdenin sokağa bakan tarafında görünecek şekilde ince kızıl tasma astı. Sonra işlemeye başladığı mendili eline alıp yalnız başına pencere önünde el işi yapmaya başladı.” 114

Eserde Gülbanu’nun yakında babası tarafından başka birisi ile evlendirileceği hakkında sevdiğine haber vermek için el işi alıp pencere önüne geçmesi ve gencin kızı kaçırmak için pencereye gelip haber vermesini beklemesi olayına gelince, eskiden Tatar kızları sevdiği gençle akşamüstü, anne babası uyuduğu ya da görmediği zamanlar pencereden konuşurlardı. Bu gibi olay, Tatar Türklerine ait birçok manide de yer almaktadır. Örneğin, manilerin birinde kız, sevdiği gence şöyle seslenir:

 
İrte de kil, kiç te kil,
Terezeme çirte kil;
Kiç digeç te bik kiç kilme,
Kiçké segat bişte kil.115
 
 
Sabah da gel, akşam da gel,
Pencereme tıkla gel;
Akşam denince pek geç gelme,
Akşam saat beşte gel.
 

Fakat öyküde kızın sevdiği adama kaçma olayı gerçekleşemez: Güze doğru Gülbanu ile evlenebilmek için kıştan hazırlığa başlayan Lütfi, yeni evi için ormanda ağaç keserken yere düşmekte olan bir ağacın altında kalır ve sakatlanır. Böylece Gülbanu, babasının ayarladığı gençle evlenmek zorunda kalır.

Yereşü, Kiŋeş, Meher (Söz Kesme, Düğün Günü Belirleme, Mehr, Başlık Parası).

Tatar Türklerinde erkek tarafı danışmak, düğün günü belirlemek, düğüne alınacak çiftlerin sayısını konuşmak için düğünden 4-5 gün öncesi kız evine çağrılır. Tatar Türklerinde “Kiŋeşlé eş tarkalmas” (“Danışıp yapılan iş dağılmaz”) diye bir atasözü de vardır. Nikâh ve düğün kız tarafında yapılır. Sovyet döneminden itibaren artık alınmayan başlık parası da eskiden nikâh öncesi konuşulurdu.116

Eserde ihtiyar Nuri kızını vermeye razı olduktan ve söz kestikten sonra iki taraf bir araya gelir ve Tatar Türklerinde meher ya da kalın, kalım diye adlandırılan başlık parası konuşulur (yarısı verilir bile) ve cumartesi gününe düğün belirlenir:

“Para alındı, mehr konuşuldu, cumartesi düğüne gelinecek diye erkek evine insanlar gönderildi. Düğüne kaç kızak, kaç kişi geleceği belirlendi. Ahun Şerip’ten cumartesi günü kıyılacak nikâh için söz alındı.” 117

Nikâhtan iki gün öncesi getirilen meher, nikâh zamanında damat tarafından kız için meher sandığına koyulup genç geline ve onun akrabalarına hediye olarak gönderilen giyim-kuşam ve ayrı bir kızağa yüklenen yiyecekler ve paradan ibaret olurdu. 118 Hikâyede Gülbanu’ya gönderilen meher, yengeleri tarafından bakılır ve çok eksik ve rezil bulunur:

“Merhaba, erkekler sofradayken bir ara zaman bulup kadınlar tarafına geçti ve yere sererek meher olarak gelen elbiseleri, şalları, çizmeleri, paltoları karıştırmaya başladı. Ona kızgın gelin Merfuga da katıldı. Merhaba’nın ürkerek söylediği bazı eleştiri sözlerini iyice abartarak o, içini dökmeye başladı: “Diyeceğin var mı? İşte iki şal konuştular. Bir tanesi yumuşacık keçi pamuğundan olur dediler. Al, al işte, getirdiklerine bak: Keçi pamuğu böyle mi olur? Sahte ipten bu! Milletten de utanmıyorlar, Allah’tan da korkmuyorlar!’ dedi. Yine karıştırmaya devam etti. Bu sefer sıra elbiselere geldi. ‘Bak işte, altı elbisenin bir tanesi yünden, bir tanesi de değerli ipek dokumadan olur demişlerdi. Getirdiklerine bir bak, orak işi yapan bir kadına ancak verilen en kötü bez bu! Bir de kendilerini bir şey sanıyorlar, burunları havada, bir şey olduklarını sanıyorlar…” 119

Eni Bélen Etinéŋ Küŋélén Yomşartırga Tırışu (Anne Babanın Gönlünü Yumuşatmaya Çalışma).

Sevdiği ve görüştüğü gençle tasarladığı kaçış planı gerçekleşemeyince kız, son bir hamle olarak annesinin ve babasının gönlünü yumuşatmaya çalışırdı. Eserde Gülbanu da çaresizlikten ağlayarak annesine sevmediği ve tanımadığı adamla evlendirmesinler diye yalvarır:

“Anneciğim, vermeyin beni ona…’ dedi de hüngür hüngür ağlayıp kendisini annesinin göğsüne attı. Annesinin içine doğmuştu böyle bir şey olacağı. Gülbanu’yu bir türlü avutamadı. Tersine, kendisi yumuşadı, gözlerinden yaş geldi: ‘Ciğerim, yavrum, ne yapabilirim ki? Baban işte! Ben kendim de habersiz kaldım. Ne yapabilirim ki yavrum!’ dedi de kızını bağrına bastı.” 120

Ama Tatarlarda eskiden bir kız çocuğu annesiyle rahat konuşup ona ağlayabilse de aynı durum babası için geçerli değildi:

“O arada dışarıdan ayak sesleri geldi. Gülbanu sıçrayarak ayağa kalktı. Kapıdan giren babasına gözyaşlarını az da olsa gizlemeden, ağlayan gözleriyle baktı da gözyaşlarını elbisesinin yeni ile silerek, mutfağa çıktı.” 121

Gülbanu’nun annesi kızının acısına dayanamaz, bütün cesaretini toplayıp kocasına bu konuyu açar. Fakat baba dedikleri, kızının gözyaşlarına hiç aldırmaz:

“Ne imiş, ağlıyor! Ağlamadan hangi kız kocaya varmış? Eskiden kalan âdettir. Sen kendin de evlenirken ağlamadın mı? Biz kimden eksik hayat yaşadık?” 122

Daha fazlası, ihtiyar Nuri kızını tanımadığı biri ile evlendirmede hiçbir sakınca görmediği gibi, birçok mutlu evliliğin böyle gözyaşıyla başlamasını vurgular ve eşine, aynen böyle ağlayarak evlenmesini ve kendilerinin yaşadığı hayatı, mutlu bir hayat örneği olarak gösterir:

“Allah’a şükürler olsun, nice mal biriktirdik, nice çocuk büyüttük! Nasip olursa şimdi de en küçüğümüzü evlendireceğiz… Böyle mutluluk herkese nasip olmaz.” 123

Kadim insanlar, baba evinden ağlayarak ayrılan kızın gelecek hayatının güzel geçeceğine inanmışlardır. Bu yüzden gelin olacak kızlar ağlayarak onları kayınbaba evinde bekleyen kötü ruhların şefkatini arardı. Birçok Türk boyunda olduğu gibi Tatar Türklerinde de yöresine göre Kız Ağlatma anlamına gelen Kız Yılatu, Sıktav, Taŋ Kuçat, Ecel İtép Cırlav vb. gibi adlarla bilinen türküler de korunmuştur. Severek evlendiği durumda bile kız, baba evinden ayrıldığı zaman ağlamak zorunda olurdu. Bu, mutlak bir şarttı ve atalardan kalan âdet sayılırdı. Tatarlarda bu durumla ilgili “Yılap barsaŋ, goméréŋ kölép uzar, kölép barsaŋ, goméréŋ yılap uzar” (“Ağlayarak evlenirsen, ömrün gülerek geçer. Gülerek evlenirsen, ömrün ağlayarak geçer.”) gibi bir atasözü, nasihat da vardır.124

Tuy Aldı Ezérlék (Düğüne Hazırlık).

Düğüne gelen misafirlerin ağırlanacağı ev, Tatar Türklerinde eskiden de günümüzde de özenle hazırlanır. A. İbrahimov’un eserinde de kızın annesi, misafirler gelmeden önce erkeklerin oturacağı misafir odasını süsler; gereksiz bulunan eşyaları –sekileri, vitrini- çıkartır. Evin yarısını alan tuğladan yapılan ocağa badana yaptırır, yerleri sildirir, kapıdan başköşeye doğru beyaz keçe döşetir, onun üzerine el işi yolluklar serdirir, duvar boyuna minderler koyar. Duvarlara kırmızı ve beyaz renkli el işi havlular ve çarşıdan yeni alınan iki şemail asılır:

“Eskiden de Mekke ile Medine resmi vardı. Eve güzellik katıyor diye çarşıdan yine iki tane büyük şemail aldırttı. Şemailin birinde Aya Sofya Camisi, ikincisinde de İstanbul köprüsü resimleri vardı. Duvara asınca, onlar eve bambaşka bir renk kattı.” 125

Hikâyede bu detayın, özel anlamı vardır. Tatar Türkleri, İstanbul şehrini İslam dininin merkezi olarak algılarlar ve İstanbul’a gidip gelmeyi hacca eşdeğer bulurlardı. XX. yüzyıl başında Kazan’dan İstanbul’a gidip eğitim gören veya ticaret yapan Tatarlar da az olmadı. Ayrıca, evi şemaille süsleme, başka Türk boylarında pek rastlanmayan, Tatar Türklerine özgü ve günümüzde de değerini kaybetmeyen bir âdettir. Bu konuda ünlü Tatar aydını, yazar ve bilim adamı Kayyum Nasıyri şöyle yazar: “Duvarı süsleyip şemail, güzel çerçeve içinde diğer dualar, “Ayatül-Kürsi” gibi ve Mekke, Medine suratı ya da gül resmini kağıda yapıp çok güzel süsleyip duvara asarlar.”126

Evi süsleme safhasında Gülbanu’nun babasının durumunun iyi olduğuna işaret eden bir detay daha var: Annesi misafir odasını süslerken başköşedeki duvara Gülbanu’ya çeyiz olarak alınan büyük ayna ile büyük duvar saati asar. Bu tür eşyalara XX. yüzyıl başında tabii ki her köylü sahip olamazdı.

Kadınların kalacağı oda da Fethiye Nine tarafından “pelin dilli” dünürü Sabira’ya yaranmak için aynen erkek tarafı kadar güzel süslenir. Burada misafirleri sofrada ağırlama sırasında eskiden Tatar Türklerinde şeriata uygun olarak evi erkeklerin oturduğu ve kadınların bulunduğu kısımlara bölme olayı da görünür.127

Düğün esnası.

Tuy Atları, Aş Çanası (Düğün Arabaları, Yiyecek Kızağı). Düğün başlamadan önce kız evine akraba ve komşular gelir, avluya çoluk çocuk toplanıp eğlenmeye başlar. Düğün kızaklarının gelme müjdesini her zaman çocuklar verir. Günümüzde de Tatar Türklerinde düğünde damat tarafını beklerken, haber vermeleri için kapıya çocukları görevlendirirler. Eserde de olaylar aynen böyle gelişir:

“Düğün geliyor, düğün! Düğün geliyor, düğün!’ diye bağrışmaya başladılar. Köyün aşağı ucundan çıngırak sesleri duyuldu. Bu ses gittikçe yaklaştı. Arabacı “Ha-a-ay!” diye bağırıp kamçısını patlattı. Nuri, bahçe kapısına yetişemedi, karı etrafa uçurarak önlü arkalı koşuşup ikişer üçer ve tek at koşulan dört-beş kızak avluya hızla giriverdi.” 128

Güvey tarafı, düğün kış mevsiminde yapıldığından dolayı atlı arabalarla değil, atlı kızaklarla gelirdi. Bu kızaklara koşulan atlar besili, kızaklar da bakımlı olmalıydı. Atların boynuna kara ruhları kovma niyetine çıngıraklar takılırdı.129

İlk kızakta güveyin babası ve annesi, ikinci kızakta kız kardeşi ile kayını, üçüncü kızakta hediyeler ve dördüncü kızakta yiyecekler gelirdi. Düğün için hediye yiyeceklerin konulduğu ve dünürlerin bindiği at arabasını (kızağını) takiben gelen at arabasına (kızağa) Tatarlarda, yiyecek kızağı anlamına gelen aş çanası, savım çanası, sandık arbası ifadeleri kullanılırdı.130 Aş çanası, eserde de yer alır:

“Dördüncü kızak, yiyecek kızağı idi. Orada tek başına bir genç oturuyordu. Uşaklardan biri ona yardımda bulundu. Diğer erkekler ve kadınlar, çeşitli hediye yiyeceklerle dolu bohçaları, sandıkları düzenli bir şekilde eve götürdüler.” 131

Ayrıca, erkek tarafı dünürler, kız tarafında yapılan nikâh düğününe özenle hazırlanıp gelirdi. Örneğin, eserdeki Kantun Şibay gibi:

“Düğüne gelirken o, atlarının, kızaklarının, giysilerinin ve hediyelerin millete rezil olmayacak kadar güzel olması için çabaladı. Çok değerli olduğu en iyi kazakisini 132 giydi, çizmesini düzeltti. Saatinin zinciri kopmuştu, gümüşçü güveyine onu tamir ettirdi. Şehirden yeni Kazan kelepüşü satın aldırdı. Nikâh hutbesinden sonra dağıtacağı sadakayı da bu düğün için bayağı bir borç almış olmasına rağmen çok iyi hazırladı.” 133

Öndevçé (Misafirleri Düğüne Çağıran Adam).

Damat, düğün günü kız evine sağdıçları ile en sonunda, ayrı kızak ile gelirdi. Burada, Tatarlarda misafirleri düğüne çağırmak için özel görevlendirilen ve öndevçé olarak adlandırılan şahıstan da söz edilir.134 Tatarlarda damat, nikâh kıyıldığı zaman kız evine gelmez, bu öndevçé evinde kalırdı:

“Âdete uygun bir şekilde damat, misafirleri düğüne çağıran öndevçé Çokır Habib’in evine geldi. İyi bir at koşup sağdıçla ikisi aynı kızakta geldiler. Nikâh kıyılana kadar şu düğüne çağıran şahsın evinde kalacak, ondan sonra kız yanına gelecekti.” 135

Çey Östelé (Çay sofrası).

Eserde misafirlerle beraber eve kışın soğuk havası dolar ve üşümüş misafirlere nikâh başlamadan önce hemen çay sofrası hazırlanır. Yemek yemeden önce çay içmek, Tatarlara özgü bir alışkanlıktır. Çay sofrasına eskiden de günümüzde de Tatar Türkleri beléş136, peremeç137, koş télé138, bavırsak139, koymak140 gibi hamur işi millî yiyecekler ve tereyağı, bal, reçel koyarlar.

Hikâyede de çay sofrasına çayla birlikte koymak, peremeç ve may (tereyağı) ikram edilir.

Nikâh.

Ünlü Tatar aydını, yazarı ve bilim adamı Kayyum Nasıyri’nin de belirttiği gibi, Tatarlarda nikâh ve büyük nikâh meclisi kızın babasının evinde olur.141 Tatarlarda düğün her zaman şeriat kanunlarına uygun olarak özel duaların okunması, yani imam nikâhı ile başlar. Tatarlar bu olaya nikâh meclésé derler.142 Nikâh meclésé, kız evinde yapılır. Nikâha köyün en saygıdeğer din adamları – imam ve müezzin – çağırılır:

“Önce sarığı, asası, fakir kürkü, hamam böceğinin yıprattığı çizmesi ile müezzin Feyzulla geldi. O, içeriye geçip dünürlerle görüşüp hal ahval sordu ve ona ayrılan yere oturarak dua etmeye yetişemedi, aynı zamanda selam vererek ve selam alarak eve dört köylü girdi. Onların peşinden kendisiyle beraber başka bir meclisten yeni çıkan sayısı ona yakın adamı yanına alıp imam ahun Şerip’in cüsseli sağlam gövdesi, Buhara geleneğine uygun olarak kalın bir şekilde sarılan büyük beyaz sarığı, şal yakalı kürkün içinden parlayan yeni yeşil çapanı pencereden göründü.” 143

İmamın geldiği duyulur duyulmaz evin sahibi onu karşılamak için avluya çıkar, gençler ise imam daha eve girmeden ayağa kalkarlar. Oturmak için de imama başköşede yer ayırırlar. Burada köylülerin din adamlarına ve din büyüklerine olan sonsuz saygısı da görülmektedir.

Kıznıŋ Rizalıgın Alu (Kızın Rızasını Alma).

Nikâhın şartı, taraflar veya veli yahut vekilleri; iki tarafın evlenmek hususunda birbirine uygun irade beyanları ve bunun iki şahit huzurunda ve aynı mecliste yapılmış olmasıdır.

Nikâh sırasında kız, Tatar Türklerinde başka bir odada ya da evin farklı kısmında bulunur ve onun bu nikâha razı olup olmadığını öğrenmek için yanına iki şahit gönderilir. Eserde Gülbanu, kendi isteğiyle evlenmediğinden dolayı babası, kızının olay çıkarmasından korkarak, şahitleri kızın yanına göndermiş gibi gösterir, fakat şahitler kızın rızasını sormadan geri döner ve onun rızası olduğunu söylerler. Kızın razı olduğunu imama bu şekilde iletmek, eskiden çok yaygın olmuştur. Eserde buna dair şöyle denilmekte:

“Her düğünde her nikâhta böylesine bilerek, kızın rızasını yanına giderek almadıklarını bile bile iki tane yalancı şahidin ‘Razıdır.’ Demesine göre hareket ettiğini düşündü. Ama bunun üzerinde fazla durmadı.” 144

Meher Alu (Mehr Alma).

İslam dininde mehr konuşmak, nikâhın şartı değildir. Konuşulmasa da nikâh sahih olur, kadın da emsallerinin aldığı mehre hak kazanır. Fakat Tatar Türklerinde mehrin konuşulması eskiden çok önemliydi. Mehr, aynı zaman başlık parası olarak da algılanırdı. Böylece Tatarlarda kızın rızasını duyduktan sonra imam, nikâhı nüfus defterine yazmadan ve nikâh hutbesi okumadan önce mehri açığa kavuşturur ve onu nikâh kıydığı zaman özel deftere kaydederdi. Gelin eşinden boşanmak istediği zaman o parayı kızın babası erkek tarafına geri ödemek zorunda olurdu.145 Bu olayın tasvirine eserde bayağı bir yer ayrılmıştır:

“Sözü mehre çevirdi. Kızın ve damadın veli ve vekillerinin dediklerinden anlaşılan şu idi: Mehr, altı yüz sum. 146 Bunun yarısı şimdi veriliyor. Seksen sumu nakit, kalanı eşya olarak. Altı yüzün üç yüzü borç olarak yazılıyor. Nurmuhammet de Şibay da buna razı. Şerip ahun önce evinin sahibine baktı: ‘Kızın Bibigülbanu’yu üç yüz sum mögaccel, üç yüz sum möeccel 147 hepsi altı yüz sum mehr karşılığında Muhammet Zakir bine Şehabettin’e razı olup verdin mi?’ İhtiyar ‘Razı olup verdim.’ diye cevapladı. İmam, misafir dünüre döndü: ‘Oğlunuz Muhammet Zakir’e üç yüz sum muaccel, üç yüz sum müeccel hepsi altı yüz sum mehr karşılığında Bibigülbanu binte Nurmuhammetin’i razı olup aldın mı?’ Kantun Şibay gür bir sesle bütün sofraya kükredi: ‘Bali, razı olup aldım.’ dedi. ‘Şahitler duydunuz mu?’ Hacımorat ile Velimorat ‘Duyduk, duyduk.’ dediler. Ahun, defterini açıp kaydetti ve defteri iki şahide de imza atmaları için uzattı.” 148

Daha sonra kızı Gülbanu’nun kayınbaba evinde eziyet çektiğini, kaynanası ve eşi tarafından dövülerek yaşadığını duysa da eşinin bütün yalvarmalarına rağmen ihtiyar Nuri’nin kızını geri kendi evine almamasının sebebi de bu mehrin erkek tarafına geri ödenmesi gerekeceğine ve bunu göze alamamasına bağlıydı:

“En zor olanı, koca boşamasa, kadın onun evinden gidemez. Eğer kendisi isyan eder ve giderse, onun bütün getirdiği eşyası kocasının elinde kalır. İşte ihtiyar Nuri’yi dizlerini kıran durum da bu idi. İhtiyar işin bu tarafına değindi: ‘Ne diyorsun sen hanım? Kadını boşayıp geri getirmek kolay mı sandın? Kocası boşar mı, yok mu? O boşamasa nasıl götürürsün? Çeyizini mehrini ne yaparsın? O üç yüz sum parayı oyun mu sandın?’” 149

Aslında verilen başlık parasının bir kısmını kız tarafı kızın kendisine ve erkek tarafına verilecek hediyelere, bir kısmını da çoğu zaman kendi yararına kullanır, evini ahırını düzeltirdi. Gülbanu’nun babası, kızlarını geri getirmek için yalvaran eşine cevap verirken, işte bütün bu detaylara da değinir:

“Ah karıcığım, dedi. Sana söylemesi kolay tabii. O çeyize az mı güç ve para harcandı? Çarşıya her gittiğimde ‘ip al, pamuk al, boya al, keten al’ diye kulağımın etini yiyen sen değil miydin? Peki, arkasından verilen canlı malı hiç mi hesaba katmıyorsun? Üç yüz sum başlık parasını nasıl o cadı Sabira’ya bırakıp gidelim? Diğer köylüler kız evlendirip evlerini düzeltiyorlar. Biz Gülbanu’nun başlık parasından tek bir kuruşunu, diyorum ya tek bir kuruşunu kendi ihtiyacımıza harcamadık. Hepsi kendisine, kılık kıyafetine, hediyelerine gitti.” 150

Bazen kız isteme sırasında kız tarafının istediği yüklü mehr, erkek tarafının kızdan vazgeçmesine de neden olabilirdi. Hikâyede kantun Şibay, oğluna eşinin gösterdiği kızı almak isterken işte böyle bir durum ortaya çıkar:

“Kız evi hepsi sekiz yüz mehr parası istemişti. Dört yüzü düğün anında verilip bitecekti. Bunun iki yüzü söz kesilince para ile olur dediler. Şibay buna razı olmadı. ‘Oğluma zengin kızı alacağım diye, fakirleşecek değilim, böyle bir mehre gücüm yetmez. Hepsi altı yüz, üç yüzü nikâhta verilir, bunun seksen sumu konuşulduğu gibi.’ dedi, başka da bir şey demedi.” 151

Eserin başka bir yerinde, mehrin kız tarafından alınmadığı gibi durumdan da bahsedilir. Çelem Dede Şeveli, hem görücü hem güvey kendisi olan Şeyhel’e kızını verirken, evine nikâh kıymaya imamı çağırmadan önce kız için ödeyecek başlık parası olmayan güvey ile şöyle anlaşır:

“İmam sormazsa öylesine kalır. Deftere kaydetmemiz lazım derse şöyle de: ‘Mehr yüz sum dersin. Hepsini verdim dersin. Ben de aldım derim, damga koyarım. Hem imama ne, aldım mı yok mu?” 152

Nikâh Xötbesé (Nikâh Hutbesi).

Meher alınıp kız verilince imam nikâh hutbesine başlar. Hazret-i Peygamber (a.s.), nikâh kıymadan evvel hutbe okumuş, yani Allah’a hamd ve Resulüne salavat söylemiş; nikâhtan sonra da evlenenler hakkında dua etmiştir. Zaten İslâm geleneğinde konuşmaya ve yazmaya başlamadan evvel kısa bir hutbe söyleme âdeti vardır. Eserde de bu âdet yerine getirilir. Mehri konuşup kızın nikâha razı olduğunu öğrenince imam hemen nikâh hutbesine başlar:

“Molla, sarığı düzeltti, yumuşak yorgana diz çöküp oturdu da yavaş bir sesle ‘Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah-il lezi, en-nikâhı sünnetti…’ diye nikâh hutbesine başladı.” 153

Nikâh hutbesi sonrası herkes dua eder ve güzel dileklerde bulunarak, düğün meclisinin sofra kısmına geçerler. Nikâhta bütün diğer yiyeceklerin yanında tatlı veya şerbet ikramı da müstehap olurdu. Bu yüzden Gülbanu’nun nikâh sofrasında da şerbet, mutlak içecek olarak ikram edilir:

“En sonunda nikâh şerbeti geldi.” 154

Mullaga Birélgen Sedaka (İmama Ödenen Sadaka).

Nikâh hutbesi okunduktan sonra Tatarlarda imama gelin ve güvey babaları tarafından sadaka verilir. A. İbrahimov, mevcut eserinde o dönemde Tatar hayatında sık rastlanan sadaka ile geçinen din adamlarıyla hatta dalga geçer. Müezzin, düğünde eline geçen ve kendisine daha haftanın başka günlerinde de sıra ile olacak nikâhlarda, düğünlerde, cenazede verileceği sadakalara neler alacağını düşünür. Ayrıca, eserde de görüldüğü gibi kızı ve oğlu evlenmekte olan babalar, sadakanın miktarını din adamlarına derecelerine göre vermekteydiler.

Fakir ırgat Çelem Dede Şeveli ile babası tarafından evinden atılan Şeyhel de bütün yoksulluklarına rağmen geleneğe uygun olarak nikâh okuyan imama sadaka verirler:

“Nikâh için imama her iki taraf elli kuruş para bulup verecek oldular.” 155

Tuy Meclésé (Düğün Sofrası).

Ebu Hanife mezhebinde olan Tatar Türkleri, sünnet olan düğün meclisini her zaman geleneğe uygun bir şekilde yapmaya çalışırlar. Tatar geleneğine göre düğün sırasında aş çanası (yiyecek kızağı) ile gönderilen yiyecekler özenle sofraya çıkarılır, önce misafirlere tek tek gösterilir sonra ikrama sunulur. Bu yiyecekler mutlaka ekmek, çift kaz, beléşler, bavırsak, bal, tereyağı ve çay gibi yiyeceklerden ibaret olurdu. Ekmek, her iki ailenin yakınlaşması, artık akraba olması belirtisi olarak getirilirdi.156 Hikâyede yazar, bu yiyecekleri sırasıyla tasvir eder:

“Çıkarılan yiyecekler meclise gelen milletin önünde dağ olup yığıldı. Arada en iyisi tabii Şibay’ın getirdikleri idi. Onun getirdiği yağları dolgun olan iki semiz kaz ve iki semiz hindi, üzerine pastiller, yemişler serpilerek pişirilen dört büyük lavaş ekmeği, küçük bir dörtgen tepe şeklinde yapılan ve kenarları şekerle süslü iki ballı bavırsak, 157 daha birçok ustaca hazırlanan hediye yiyecekler meclisin gözlerini oynattı. Bunların yanında bir batman 158 ak petekli bal, bir put 159 tereyağı, katmerli semiz bildeme, 160 kadaklı 161 kaliteli çay gibi hediyeler artık sönük kaldı.” 162

Düğüne kaz, gençlerin bundan sonraki hayata bir çift olarak devam etmeleri göz önünde bulundurularak mutlaka çift getirilir. Kazı bölmek için bir insan belirlenir ve o, kaz bozuçı, kaz turavçı –kazı bozan, kazı doğrayan- olarak adlandırılır. Sonbaharın sonuna doğru kar düşünce kaz imecelerinde kesilen kazlar, bütün meclislerin, bütün misafirliklerin vazgeçilmez yiyeceği olur:

“Annen ‘Kızak yolu açılır açılmaz karşılıklı misafir dönemi başlar. Kazlarım da çok oldu bu sene, pek de semirttim. Et için bir at da besleyip keseceğiz’ dedi.” 163

Günümüz Tataristan’ın güneyinde ve Başkurdistan’da bavırsak olarak adlandırılan fakat daha yaygın diğer adı çekçek olan millî tatlı da düğün sofrasının vazgeçilmezidir. Tatarlarda beléş diye adlandırdıkları içine sebze, meyve ya da patatesle et konulan hamur dolmaları da düğün sofrasında mutlaka pişirilmesi gereken yiyeceklerdendir. Her nereye giderse gitsin – hele düğüne- Tatarlar mutlaka ellerinde hediye yiyecek beléş ile giderlerdi. Beléş, yumurtaya yoğrulan hamurdan yapılır, içine sebzeler ya da meyveler koyulur, üstü de hamurla kapatılıp üzerine arada bir tereyağı sürülerek, fırında pişirilir.164

Nikâh düğününde yemek sonrası özenle hazırlanan şerbet, yeni çifte tatlı hayat dileğiyle sunulur.165 Geleneğe göre şerbet içilip bitince, herkes sofraya serilen örtüye durumuna göre bakır ve gümüş paralar atardı. Daha sonra bu paralar toplanır ve genç geline verilirdi.166 Eserde bu gelenek aynen yerine getirilir:

“Şerbet sofradan alınınca her iki tarafa da örtü serildi. Herkes, durumuna göre, bakır ve irili ufaklı gümüş paralar attılar.” 167

Eserde, misafirler artık gitmek isterlerse de onlar zorla çay sofrasına alınır:

“Kaynayan büyük beyaz semaveri orta bir yere koydular. Müezzin Feyzulla ile Hacımorat, fincanları, bal ile tereyağını, tavadan yeni düşen koymakları, lavaşları, küçük beléşleri, bavırsakları tabaklara koyarak misafirlerin önüne dağıtıp çay koymaya başladılar.” 168

Tatarların koymak ve bélén diye adlandırdıkları krepler, hem günlük sofrada –özellikle kahvaltıda- hem düğün sofralarında çay yanına koyulan mutlak bir yiyecektir.

Nikâh düğünü sonrası güvey tarafını uğurlarken yine özenle sofra hazırlanır:

“Akşama doğru güvey tarafını uğurlama amaçlı hazırlanan yemek sofrasına oturdular. Yağlı şulpa ile tokmaç 169 , kocaman parçalarla getirilen soğuk kaz eti, iç yağında yüzerek pişen büyük beléş, bugünkü yiyecekler bundan ibaretti. Fakat bunlardan sonra Fethiye Nine’nin gösterişe düşkün dünürleri için çok övülen yemiş suyu verildi de sofraya fokur fokur kaynayan kocaman gümüş semaver getirildi. Çay sofrasına tereyağı, petekli beyaz ıhlamur balı, dövülerek yağla karıştırılan şomırt 170 , vak beléş, 171 sıcak koymak ile kaymak koyuldu. Bunlara başka bir şey de eklenmedi.” 172

Örnekten de görüldüğü gibi, Tatarlarda çay sofrasına kaymak, tereyağı, petekli bal gibi köy hayatında az çok varlıklı her evde bulunan yiyecekler de koyulur. Genelde arıların ıhlamur ağacından topladığı bal tutulur. Eserde tasvir edilen sofraya bütün yiyecekler geleneğe uygun olan sıraya göre çıkarılır.173

Gençlere nikâh kıyıldıktan sonra küçük de olsa düğün sofrası hazırlamak, İslam dini tarafından vacip sayılır. Örneğin, hadislerin birinde “Hiç yoksa bir koyun ile de olsa düğün yap.” denir.174 Bu yüzden eserde yoksul Çelem Babay Şeveli, kızını Şeyhel’e verdikten sonra, eşine tavukla da olsa düğün sofrası hazırlatır:

“Ninenin üç tavuğu vardı. Bir tanesi iyice semirdi ve neredeyse yumurtlamıyordu. Kızına bu tavuğu yakalatıp kocasına kestirdi de kendisi iyice temizleyip kazan astı.” 175

Eskiden Tatar Türklerinde düğün sofrasında alkol bulunmazdı. Nikâh meclisi dinî kurallara uygun yapıldığı için içkili düğün yasaktı. Fakat XIX. yy. sonunda XX. yy. başında Tatarlar, Rusların etkisi altında alkol kullanmaya başlar ve düğünlerde büyüklerden gizli de olsa gençler ara sıra alkol alırdı. Eserde bu hususla da ilgili bilgi verilmekte:

“Şeyhel biraz endişelendi: Bikyar dünürlerden Şibay’ın büyük oğlu Altınbay ile güveyi Eftah da, Nuri’nin büyük oğlu Töhfet ile üçüncü oğlu Şeygerden de hepsi içkiliydi. Şeyhel kendi kendisine ‘Fazla içmişler galiba. Büyükler görmezse iyi.’ dedi. İhtiyar Nuri ömründe bir kez olsun içkiyi ağzına almadı. Oğullarını da bu şekilde yetiştirmeye çalıştı. Önceleri az çok hissetse de iyice döverdi. Fakat gençleri zapt edemedi. Onlar her fırsatta -imecede, şehre gittiklerinde- az çok içki alır oldular. Nuri ‘Tek benimkiler değil, diğer gençler de aynı.’ diye dişini sıktı ve bu duruma yavaşça alıştı. Ama aynı zamanda iyice içip evdeki malı, ekinleri harap etmesinler diye, millete rezil olmamaları için de elinden geleni yaptı.”176

Burada alkolü komşu Rus köyüne gidip karşılığında bir köylü için hiç de az olmayan ücret -sekiz put çavdar- vererek aldıklarından da bahsedilmektedir.

Eserde gençler düğün günü gizli olarak alkol alırken büyükler yine de uyanık olur ve onlara engel olmaya çalışırlar:

“Kadın dünürler içmeden sarhoş olmak isterken, erkekler biraz alkol almak istedi. Fakat her iki tarafın büyükleri albastı 177 gibi onların üzerine çöktü, oyun oynamalarına da ne izin verdiler, ne de zaman bıraktılar. Sevincin çoğu dalgalanıp dışarıya vuramayınca, kalplerde kaldı, nurlanan gözlerde, kendi kendisine gülümseyen dudaklarda oynadı.” 178

Ak Kélet (Ak Kiler, Ak Otağ).

Tatar Türklerinde nikâh ve zöfaf –zifaf- olarak adlandırılan gerdek gecesi, kız evinde yapılır. Gerdeğe girilecek oda genelde kilerde ya da ayrı bir evde hazırlanır. Bu yüzden bu odaya Tatar Türklerinde ak kélet (ak kiler, ak otağ) denir.

Eserde yemek yenildikten sonra yengeleri gelini gerdeğe hazırlamaya başlar. Tatar Türklerinde görümcesini gerdeğe hazırlayan, gerdeğe gireceği odayı süsleyen, gerdek gecesi kız ile güveye çay sofrası ve gerdek gecesinin ertesi gün hamam hazırlayan insan, hep yengesi olurdu.179 Eserde de Gülbanu’nun yengeleri biri kızı diğeri kızın güveyle kalacağı odayı süsler. Gülbanu’yu hazırlamak için gönderilen yengesine şöyle denir:

“Giyecek elbisesini iyi seç. Alı mı gül desenlisi mi hangisi yakışırsa onu seç. Saçını kendin tara, iyice ör, belik uçlarına çulpıları 180 kendin tak. Yüzüklerini, bileziklerini, küpelerini kendin takıştır. Altını mı var, gümüşü mü kendin bakarsın. Yüzüne pudrayı ve dudaklarına ruju da kendin sür, sürmeyi de kendin çek. Oysa o, şimdi heyecandan ne yapacağına şaşırır. Aman ağlamasın, gülünç şeyler anlat.” 181

Birne, Öşençék (Çeyiz).

Gerdeğe girilecek odayı süslemek için Tatar Türklerinin birne dedikleri kızın çeyizinden rengârenk ipek iplerle işlenmiş en güzel havlular, seccadeler, perdeler, nevresim ve yatak örtüsü çıkarılırdı. Kızın birne dedikleri çeyizi kalay sandık diye adlandırılan ak pirinç sandığa toplanır ve baba evinden bu sandıkla götürülürdü:

“Büyük evde misafirlere yer az kalıyor diye kızın birne’leri, öşençék’leri ile dolu kocaman iki ak pirinç sandığı buraya, güvey odasının kapısına getirmişlerdi.” 182

Tatar Türklerinin bir grubu olan Mişerler ve Ural bölgesinde yaşayan Tatarlar, evlenme çağına gelen kızın kendi elleriyle hazırladığı çeyize öşençék derler.183 Eskiden her kız kendi çeyizini kendirden kumaş yapma ve çuha doldurma işleri yaparak, birçok imecelere katılarak, çeşitli oturmalara giderek kendi emeğiyle hazırlardı:

“Gülbanu, ön dört yaşından beri her baharda birkaç ay kendir biçti, kendisine ve müstakbel eşine havlular, sofra örtüleri, elbiseler, gömlekler, perdeler, cibinlikler hazırladı. Kaynanaya, görümceye, kayınlarına hediyeler işledi. Toprak açılıp çimler kuruyunca bütün bu hazırladıklarını kendisi gibi kızlarla nehir kenarında yeşil çimlerin üzerinde güneşte kurutarak ağarttı. Sonra yaz akşamları arkadaşlarıyla birlikte topaçladılar. Güz ve kış gelince dikişe, el işine oturdular. Pamuk atkılar, şallar ördü. İşte böylece on yedi yaşından gün aldığında kızın çok zengin çeyizi hazır oldu.” 184

111.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s.24-25.
112.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 439.
113.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 439.
114.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 439-440.
115.Tatar Xalık İcatı. Kıska Cırlar (Dürtyullıklar). Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1976, s. 313.
116.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s.20, 28.
117.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 447.
118.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 102, 158-159.
119.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 491-492.
120.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 444.
121.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 444.
122.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 445.
123.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 445.
124.Nadirov, İ. Tatar Xalkınıŋ Yola Poéziyesé, Uyın Cırları, Biyu Takmakları. Tatar Xalık İcatı. Yola Hem Uyın Cırları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1980, s. 12.
125.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 460.
126.Nasıyri, Kayum. Saylanma eserler. Dürt Tomda. 3 Tom. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 2005, s. 232.
127.Galevétdin, İdris. Dini Mecléslernéŋ Törleré. Çallı, 2003, s.25.
128.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 459.
129.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 52-54.
130.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s.158.
131.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 460.
132.Kazaki: Dikilişiyle uzun kamzulu andıran fakat yenli ve küçük oturtma yakası olan bir çeşit üst giysi.
133.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 467.
134.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s.41.
135.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 460.
136.Beléş: Tepsiye yayılmış hamurun arasına patates, soğan ve et konularak yapılan bir çeşit börek.
137.Peremeç: Hamurun içerisine et ve pirinç koyularak yağda kızartılan bir çeşit yiyecek.
138.Koş télé: Hamuru küçük parçalara ayırıp yufka haline getirdikten sonra kenarlarına dil şekli verilen ve yağda kızartılan şeritlerden ibaret bir çeşit Tatar tatlısı.
139.Bavırsak: Hamur parçalarının yağda kızartılmasından ibaret birçok Kıpçak Türkleri için ortak olan ve çay sofrasına koyulan bir çeşit Tatar tatlısı.
140.Koymak: Mayalı ya da mayasız hamurdan yapılan krep.
141.Nasıyri, Kayum. Saylanma eserler. Dürt Tomda. 3 Tom. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 2005, s. 245.
142.Galevétdin, İdris. Dini Mecléslernéŋ Törleré. Çallı, 2003, s.4.
143.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 461.
144.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 465.
145.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 100-101.
146.Sum: Tatar ve diğer Kıpçak Boylarında günümüzde de kullanımda olan para birimi.
147.Üç yüz sum muaccel, üç yüz sum müeccel: Üç yüz sumu düğünden önce, üç yüz sum’u borç olarak verilen mehr.
148.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 465.
149.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 594.
150.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 594-595.
151.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 495-496.
152.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 455.
153.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 465.
154.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 469.
155.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 454.
156.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 130-131, 121.
157.Bavırsak: Hamuru küçük parçalara ayırarak yuvarlak bir şekil verilip hazırlanan ve hazırlandıktan sonra kızgın yağda kızartılarak bir tabağa konulup üzerine bal dökülerek yapılan bir çeşit Tatar tatlısı. Ural bölgesinde yaşayan Tatarlar tarafından bu adla anılırken, Kazan Tatarlarında daha çok çek çek denir.
158.Batman: Bal koymak için kullanılan yüksek dar kova.
159.Put: Ruslarda kullanılan yaklaşık olarak 16 kiloya tekabül eden ağırlık ölçüsü.
160.Bildeme: Kasaplık hayvanların belkemiklerinin iki tarafından çıkarılan etin pişirilmiş hali.
161.Kadak: 409 gramlık ağırlık ölçüsü.
162.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 468.
163.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 581.
164.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 138-141.
165.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 1152-153.
166.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 149-157.
167.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 469.
168.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 470.
169.Şulpa ile tokmaç: Et suyunda pişen erişte çorbası.
170.Şomırt: Tatarların yaşadığı coğrafyada yetişen küçük siyah salkımlı meyveleri olan bir çeşit ağaç.
  kuşkirazı, kuş üzümü.
171.Vak beléş: Tepsiye yayılmış hamurun arasına patates, soğan ve et konularak yapılan bir çeşit küçük börek.
172.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 496-497.
173.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 156.
174.Galevétdin, İdris. Dini Mecléslernéŋ Törleré. Çallı, 2003, s. 9.
175.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 454.
176.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 497-498.
177.Albastı: Karabasan.
178.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 498.
179.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s. 45, 91.
180.Çulpı: Gümüş, altın vb. gibi madeni paralardan yapılan ve belik şeklinde örülmüş saç uçlarına takılan bir süs eşyası.
181.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 479-480.
182.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 480.
183.Bayazitova, F.S. Gomérnéŋ Öç Tuyı. Tatar Xalkınıŋ Gaile Yolaları. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1992, s.89.
184.İbrahimov, G. Saylanma Eserler. 3 Tomda. Kazan, Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1956, 3. Tom, s. 480.