Kitabı oku: «Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay», sayfa 2
İLK GEÇİT
Akmescit’te iki sene okuyan Mustafa’yı babası, Taşkent’teki Rus lisesine yazdırmaya karar verdi. Çokay, 24 Mart 1902 yılında Taşkent Erkek Lisesi müdürüne hitaben bir dilekçe yazdı. Lise idaresi, Biy’in yazdığı dilekçenin yanı sıra nüfus kâğıdı, sağlık raporu ve Akmescit’teki okuldan alınan belgeyi de inceleyerek komisyonunun Mustafa’yı okula kabul ettiği kararını mayıs ayında ilan etti. Kabul komisyonunun bu kararında şüphesiz Akmescit okulunun verdiği referansın da etkisi olmuştu. Ancak babasının şöhreti de bu kararda önemli rol oynamıştı. Sırderya vilayetinin güçlü kişilerden biri sayılan Biy’i Akmescit valisi ve memurları çok iyi tanırdı. Onların düşüncesi esasen şuydu: Böyle önemli bir kişinin oğlu Rus okulunda eğitim alması Çarlık hükûmetine samimi bir şekilde hizmet edecek dilmaçların sayısını artacaktır.”
Taşkent’e ağustos ayında geldiler. Bölgenin başkenti olan bu şehir daha önce gördüğü Akmescit’ten, yol boyunca gördüğü Yesi ve Çimkent’ten çok daha büyüktü. Yüksek katlı güzel binalar, çevresinde yemyeşil ağaçlar bulunan uzun ve geniş yollar, sürekli hareket hâlinde bir kalabalık…
Şehrin merkezine yaklaştıkça Kazak ve Özbeklerin sayısı yavaş yavaş azaldı, gösterişli memurlar ve güzel giyimli süslü kadınların sayısı artmaya başladı. Bu kadar gösterişli ve büyük bir şehirde okuyacağına sevinen Mustafa, yol boyunca çevreyi izledi. Bindikleri fayton Sobornıy, Voronsov, Kaufman sokaklarından geçerek ağaçlarla kaplı küçük Konstantinovskiy parkına geldi.
Lise, genel valinin şehir merkezindeki evi ile şehir tiyatrosu arasında, Regina Otelinin yanındaydı. Dört katlı binanın içine girdiler, uzun koridoru geçip müdürün bekleme odasına geldiler. Bu makama atanalı sadece bir yıl olan okul müdürü Evgeniy Voznesenskiy, onları güler yüzle karşıladı, okulun kurallarını anlattıktan sonra Mustafa’yı yurda yerleştirdi. İlk müşel8 yaşını dolduran oğlunu, -Rus okulunun olumsuz etkisinden korumak için- babası yakınlardaki dinî eğitim veren bir okula da kaydettirdi.
İlk başlarda az konuşan, sakin biri olarak görünen bu bozkır Kazak’ı, çok geçmeden lisedeki sınıf arkadaşlarıyla çabucak kaynaştı. Birinci sınıfta karnesinde üç ve dörtleri de bulunan Mustafa, ertesi yıl daha başarılı bir öğrenci oldu. O yıl derslerindeki başarısıyla öğretmenlerinin dikkatini çeken zeki çocuk, genel valinin özel bursunu kazandı. Artık burs olarak yüz ruble alıyordu. Bu meblağ elbette o dönem için çok büyük paraydı. Bundan dolayı ailesinden maddî yardım almadı, aksine ailesine yardım etmeye başladı. Sonraki yıllarda da notlarını yüksek tutup her dönemi sınıf birincisi olarak tamamladı. Bulunduğu sınıfta Rus çocuklarının çoğunlukta olması onu yalnızlığa itmişti. Üçüncü sınıfa geçtiği 1904 yılında, yalnızlık çeken Mustafa’nın sınıfına Taraz şehrinden Hamza Nurşanov adında bir Kazak çocuk geldi. Birlikte ders çalışan bu iki arkadaş, eğitim yılı sonunda takdir belgesini de birlikte almaya başlamışlardı.
Mustafa üçüncü sınıftayken bütün Türkistan halkını tedirgin eden bir olay yaşandı. İmparatorluk başkenti Petersburg’u sarsan 1905 devriminin etkisi Taşkent’te de hissedildi. Sadece göçmen Rus aydınları ve çeşitli sanayi kuruluşlarında çalışan işçiler değil aynı zamanda öğrenciler ve yerli ahali de devrimin etkilerini derinden yaşadı. Türkistanlı Ceditçiler, aydınlar, okumuş insanlar ve halkın çıkarını düşünen kanaat önderleri, Rusya’da buzların artık çözüldüğünü, imparatorluğun çökmeye başladığını anladılar. Buna ek olarak Rusya’nın, ufak tefek Japonlara yenilişi sömürge altındaki uluslarda millîyetçilik duygularının uyanmasına sağlamış, haysiyet ve şeref kavramlarını öne çıkarmış, onların geleceğe umutla bakmasına zemin hazırlamıştı. Dolayısıyla herkeste “Avuç içi kadar küçük bir adada yaşayan yoksul Japonlar, orman gibi sık bir halka diz çöktürürken, biz neden hürriyet yolunda savaşmıyoruz?” fikri hasıl olmuştu. Bu bağlamda Japonları örnek alıp bilgi silahıyla güçlenme yoluna giden Ceditçiler, çağdaş okullar açarak, basın ve yayına önem vererek, gizli teşkilatlar kurarak, çeşitli kültürel etkinlikler düzenleyerek halkı uyandırmaya çalışıyorlardı.
Müşel yaşını yeni tamamlamış bulunan Mustafa o zaman lise üçüncü sınıfa gidiyordu. Taşkent’teki bütün okullarda olduğu gibi onun okuduğu lisede de devrimden bahsediliyor, Petersburg’daki olaylar hakkında çeşitli düzeyde tartışmalar yapılıyordu. Bu durum karşısında bazıları açıkça fikirlerini beyan ederken bazıları da ağzını açmadan olup bitenin sonucunu bekliyordu. Mustafa ise tedbirli hareket ederek tartışmalara ve gizli toplantılara pek fazla katılmıyordu çünkü devrim sonrasında Çarlık hükûmeti tepki olarak okulları sıkı denetim ve baskı altında tutuyordu. Diğer yandan 1898 yılındaki Andican ayaklanmasının neticesinde hükûmetin yerli halka karşı güveni azalmış, dolayısıyla baskı daha da artmıştı. Her yer özellikle de okullar casus ve muhbir kaynıyordu. Bunlar konuşulan her şeyi anında güvenlik birimlerine yetiştiriyorlardı. Hükûmetin ise kendine karşı gelen Asyalılara acımayacağı çok açıktı. Bu şartlarda ufak bir şeyden dolayı okuldan atılacağının bilincinde olan Mustafa, içine kapanarak ihtiyatlı olmaya çalışıyordu.
Lise eğitimi sırasında tarihe, özellikle kendi tarihine ilgi duydu. Geçmişte Turan olarak adlandırılan büyük Türkistan’ın ve vaktiyle dünyanın yarısına hükmetmiş Kıpçakların tarihiyle alakalı ciddi bir araştırmalar yaptı. Söz konusu yıllarda tanınmış bilim adamı, Türkistan tarihi uzmanı V. V. Barthold’un öncülüğünde yürütülen Türkistan Bölgesi Kazı Bilimi Meraklıları Kulübünün etkinliklerine dinleyici olarak katılıyordu. Türkistan bölgesinin arkeolojisi ve etnografyası, tarihi ve kültürüne dair ilgi çekici konular üzerinde durulan kulüp çalışmalarına tanınmış şahıslar9 iştirak ederek bilimsel sunumlar yaparlardı. Taşkent’te eğitime başladığı yıl faaliyete başlayan Şarkiyat Topluluğu da Mustafa’nın çok sık uğradığı yerlerden biriydi. Tanınmış şarkiyatçı, etkinci misyoner, Taşkent Öğretmen Okulu müdürü Nikolay Ostroumov’un yönetiminde faaliyet gösteren bu topluluğun geleneksel toplantılarına S. Saidazimbayev, M. İsamuhamedov gibi Türkistanlı Ceditçi aydınları da etkin bir şekilde katılırlardı.
Mustafa’yı ilmi çalışmalara teşvik ve onun yeteneğini geliştiren şahıslardan biri de tanınmış Başkurt budun betim-ci Ebubekir Divayev’dir. Türkistan Kazı Bilimi Meraklıları Topluluğunun toplantılarına sürekli katılan Mustafa, Kazak tarihi ve kültürü ile ilgili birçok değerli çalışma yürüten Ebubekir Divayev’in dikkatini çekmişti. Tanışmalarının ardından Divayev, Mustafa’yı evine davet etti. Bilim adamlığının yanı sıra insanlığı, ileri görüşlülüğü ve derin düşünceleri ile de temayüz eden Divayev, evine gelen Mustafa ve arkadaşlarını çok iyi karşılıyor, onlarla bolca sohbet ediyordu. Bilime meraklı bu genç öğrenciler, Türk tarihi, edebiyatı ve kültürü hakkında, ayrıca Kazakların engin halk bilimine dair önemli bilgiler aktaran Ebubekir Divayev’in evine artık daha sık gelmeye başladılar. Divayev lisede okuyan Türkistanlı öğrencileri teşvik ediyor, ihtiyaç hasıl oldukça onlara destek veriyor hatta maddî yardımda bulunuyordu.
Bir seferinde Ebubekir“Abay Kunanbayoğlu adlı şairi duymuş muydun?” diye sordu. Olumsuz cevap üzerine Divayev gülümseyerek kitaplıktan bir kitap alarak Mustafa’ya uzattı. Petersburg’dan yeni getirmişti, kitap yepyeniydi. Mustafa kitabı usulca açıp okumaya başladı.
Bilim öğrenmeden övünme,
Yerini bulmadan gerinme,
Hiç de heveslenip sevinme,
Eğlenerek boşa gülmeye.
Şairin manidar dizeleri onu âdeta büyüledi. Önünde sanki daha önce görmediği yepyeni pencereler açılmıştı. Evvelce dinlediği, okuduğu şair ve ozanlara hiç benzemiyordu bu. Okumaya devam etti:
Yatılı okulda okuyor,
Nice nice Kazak uşağı.
Yeni nesiller, genç kuşaklar,
Sanki bir elin parmağı.
Oğlum kanun biliyor diye
Sevinir anne babaları,
Yazık ki hiç de fark etmezler,
Eksilir kendi pahaları.
Bu mısraları okurken ilgisi ve heyecanı daha da artmıştı.
Aklından geçmez hiçbirinin
Saltıkov ya da Tolstoy olmak,
Ya tercüman yahut avukat
Düşünceleri budur ancak.
Bu dörtlüğü okuyunca ise derin düşüncelere daldı. Hukukçu olmak istediğini iyi bilen Ebubekir, onun nerede durduğunu görünce;
– Bu mısralar senin için yazılmamıştır, bunlar köklerinden kopmuş, sadece kendini düşünen, nefsinin kölesi olmuş, makam için milletini satan, dilini bilse de edebiyat ve kültürünü tanımayan, kendini eğitim ve bilime adamayan cahillere hitaben yazılmış dörtlüklerdir dedi ve Abay’dan bahsetti.
Kazanlı bilgin Mercanî’nin izini takip eden Divayev, bir zaman sonra bu gayretli genci Ceditçilerin önde gelenleriyle tanıştırdı. Hareketin Türkistan’daki öncülerinden sayılan Mahmud Hoca Behbudî ve Münevver Karî Abduraşidhanov gibi aydınlarla tanışan Mustafa, Usul-i Cedid yani yani çağdaş sistemle eğitim veren okullardan haberdar oldu. Sohbetler sırasında Taşkent şehrinde açılan ilk Usul-i Cedid okulunun kurucusu Hafız Münevver Abduraşidhanov, eğitimcilik konusunu ele alırken Müftü Mahmud Hoca Behbudî, hürriyet yolunda siyasî mücadelenin yöntemleri hakkındaki düşüncelerini paylaşıyordu. Rus okullarında okuyan Türkistanlı talebelerin terbiyesine çok önem veren Behbudî, Türkistan’dan Rusya Devlet Duması’na Rusça bilen ve Hukuk Fakültesi mezunu yurttaşlarının gitmesi fikrini savunuyordu. Bunun için milliyetçi ve vatansever gençlerle görüştüğünde hep “Rusçayı iyi öğrenin, hukuku iyi bilin, bizim mücadelemiz kanunî çerçevede ilerlemelidir.” diyordu. Mustafa, babası Çokay Biy’in Rusça öğrenmesini ve hukuk okumasını neden bu kadar çok isteğini o zaman daha iyi anlamaya başladı. Kırım’da yayımlanan Tercüman; Taşkent’te çıkan Hurşid, Terakki, Şurrat ve Tüccar gibi Ceditçi gazeteler sayesinde fikir dünyası enikonu gelişmiş, düşünceleri şekillenip oturmuştu. Bu yayınlar sayesinde Şehabeddin Mercanî, İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve sömürge altındaki Müslüman Türk halklarının millî istiklal yolundaki mücadesi hakkında da bilgi sahibi oldu.
Mustafa’nın siyasete ilgisi de o dönemlerde başlamıştı. Taşkent’te Türkistan Ceditçilerinden ilk siyasî bilgileri aldıktan sonra Taşkent’teki aydınlarla sıkı ilişkiler içine girdi. Birlikte okuduğu Tatar arkadaşının babası, General Sakıpkerey Yanıkeyev’in evine sık sık gidiyor, Çar ordusunda hizmet edip en yüksek rütbeye kadar yükselmiş bulunan General de bu yiğit gençle bazen siyasî konular üzerinde konuşuyordu. Mustafa bir sohbet sırasında Petersburg Hukuk Fakültesinde okumak istediğini fakat Türkistanlılar için özel bir burs bulunmadığından bu hayalini gerçekleştiremediğini söylemişti. Bu istidatlı delikanlının çelik gibi güçlü azimli ve güçlü karakterine hayran olan General, burs alması için kendisine yardım edeceğini söyleyerek Mustafa’yı sevindirdi.
Lise son sınıfa geçtiğinde Mustafa’nın siyasî ve toplumluk faaliyetlere katılımı artmaya başladı. Mahkemelik olduğu için veya herhangi bir işi sebebiyle memleketinden gelen akrabaları hemen onu arayıp buluyordu. Taşkent’i ve Rusçayı çok iyi bildiği için gelenlere yardım edip işlerinin hızlı ve başarılı sonuçlanması için çabalıyordu. Memleketten gelen herkes onun resmî kurumlardaki kibirli memurlardan çekinmeden, onlarla aynı seviyede konuşup, çözümü zor meseleleri bile çabucak çözmesine şaşırarak memnun bir hâlde dönüyorlardı. Dolayısıyla Mustafa’nın halledemeyeceği iş yoktur diye düşünüyorlardı. Bu yüzden de “Delikanlıyı fazla rahatsız etmeyelim, boşuna zamanını harcamayalım, zor işler karşısında şevki kırılmasın, hayal kırıklığına uğramasın.” gibi düşünceleri de yoktu. Mustafa da buna gücenmiyor, bir yolunu bulup kendisine başvuran çaresiz insanlara yardım etmeye çabalıyordu. Takip ettiği işler sayesinde yürürlükte olan yasaların birçoğunu öğrenmiş, resmî temsilcilerine ve memurlara meseleleri nasıl sunacağını kavramış, devlet işlerine alışmıştı.
Böylece genç Mustafa’nın adı köyünde takdirle yâd edilir olmuştu. Resmî işlerle ondan ricada bulunanların sayısı gün geçtikçe artıyor, küçük sorunları bizzat kendisi çözüyor, gücünü aşanları ise genel valinin yardımlarıyla hallediyordu. Birkaç kez kabul ettiği bu zeki Kazak çocuğunun Rusçayı çok iyi bildiğini ve çok yetenekli olduğunu gören, “yarı çar” sayılan General Samsonov, lise öğrencisi Mustafa’ya bir seferinde onu takdir ettiğini açıkça söyleyerek kendisine tercümanlık yapması teklifinde bulundu. Yabancılara yüksekten bakmayı alışkanlık hâline getirmiş General bu teklifiyle bozkır Kazaklarına eşsiz bir ihsanda bulunduğunıu düşünmüştü fakat yanılmıştı. Mustafa kibarca teşekkür etti ve eğitimini sürdürmek istediğini söyledi. Bunu hazmedemeyen General sinirli bir şekilde;
– Eğitimine hangi alanda devam etmek istiyorsun? Herhâlde hukuk değildir diye düşünüyorum.
– İsabet buyurdunuz efendim, hukuk fakültesini istiyorum!
–Hukuk fakültesinde Türkistanlılara ayrılan kontenjan sadece Rus vatandaşlar içindir. Orada yabancılar için burs tahsis edilmemiştir.
– Kazan Tatarlarına ayrılan burstan yararlanma sözü aldım.
Henüz liseyi bile bitirmemiş bu yabancı gencin bu kadar rahat ve cesur konuşması General Samsonov’un sabrını tüketti. Öfkeli bakışlarıyla donakalan vali Mustafa’ya “gidebilirsin” anlamında kapıyı işaret etti.
Elbette General’in böyle öfkelenmesi sebepsiz değildi. Çünkü uyanık ve bilinçli yerli halk temsilcilerinin önemli devlet işlerinden mümkün olduğu kadar uzak tutulması, hukuk fakültesinde okutulmaması hakkında gizli bir emir vardı. Bu çocuk ise gelecek vadediyordu. Gözlerinde öyle bir kıvılcım vardı ki, korkmak ve çekinmek nedir bilmiyordu. Bunu bir şekilde durdurmak gerekiyordu. Kendisini Türkistan’ın sahibi olarak gören Samsonov bunları düşündükçe masasına vurmaya başladı.
Mustafa’nın, yarı çar sayılan sert mizaçlı genel valinin teklifini kabul etmemesinin üç temel sebebi vardı: Her şeyden önce eğitimine devam etmek istiyordu. Tahsilini tamamladıktan sonra da hukukçu kimliğiyle sömürülen ulusunun meselelerine çözüm aramaya karar vermişti. Babasının da dediği gibi, Kazaklara ve bütün Türkistan bölgesine faydalı bir vatandaş olmak istiyordu. İşsiz kalsa bile tercüman olmak istemiyordu çünkü tercümanların çoğu hıyanet içinde yaşıyor; vatanını ve milletini pazarlık konusu yapıyordu. Mustafa ise büyük vebal alan bu insanları aldıklarını görünce için için üzülüyordu. Tercümanlara yerli halk bile saygı duymuyordu. Her yere rahatça girip çıkan bu kötü niyetli tercümanlar iyi bilindiğinden halkın bunlara karşı itimadı kalmamıştı. Köyden gelen akraba ve yakınlarının çevrelerinde dolaşan menfaatçi tercümanlara değil de Mustafa’ya güvenmeleri işte bu sebeptendi. Lakin onu Samsonov’a “hayır” diye cevap vermeye iten sebeplerin başında valinin tam bir ırkçı olması geliyordu. “Rus köylüsünün kavgası bile herhangi bir Türkistanlıdan, hatta Türkistan’ın bir ermişinden daha değerlidir.” diyen Samsonov, daha da küstahlaşarak Evliya Ata Camiine, Çar’ın ve kendisinin portrelerini astırmıştı. Camiyi Allah’ın evi sayan Müslümanlar için bundan daha büyük bir aşağılama olamazdı. Bu yüzden de milletin nefret ettiği, yerli halk tarafından lanetlenen, bütün Türkistan’ı ayaklarının altına almak isteyen alçak General’in yanında olmayı istemezdi. Kibirli birinin hizmetkârı olarak dediklerini yapmayı, kölesi gibi yaşamayı halkına ihanet olarak gören Mustafa, kendini şan ve şöhrete, servet ve varlığa kavuşturabilecek bir vazifeyi bilinçli olarak reddetti.
Mustafa derslerinde başarılı bir öğrenci olmasının yanında okulun sosyal faaliyetlerine de etkin şekilde katılıyordu. Lisede çeşitli etkinlikler düzenleniyor, tiyatro oyunları sahneleniyordu. Bu tiyatro oyunları genellikle devlet işleriyle ilgili olduğundan Mustafa çoğu zaman, devlet ya da vilayet başkanı rolünü alırdı. Kendine verilen rolü başarıyla oynarken kabiliyetli bir yönetici ve bilge bir önder kimliğini çok bariz bir şekilde canlandırıyordu. Bir zaman sonra bu tiyatro oyunlarından devlet kurumlarının da haberi oldu ve tabiatıyla oyunlarla ilgili denetimler başladı. Bu durum lise yöneticilerini endişelendirdi. Sahnelenen oyunlarda devrimci bir niyetler arandı, dolayısıyla sorguya çekilenler bile oldu. Her şeyden önemlisi onları dehşete düşüren başka bir şey vardı: “Neden bu yüce ulusun yöneticisi rolünü bir yabancı oynuyordu. Bu büyük milletin temsilcilerine emir vermeye kim oluyordu o? Oyunda bile olsa yabancı asıllı biri Ruslara yöneticilik yapamazdı!”
Eğitim ve öğretim yılının sonu yaklaştı. Lise müdürü ve Türkistan Vilayeti Eğitim Müfettişliği, Mustafa’ya ödüllerin en büyüğü olan Altın Madalya verilmesini üst makamlara teklif etti fakat art niyetli vilayet valisi bir karar alarak Altın Madalya için bir Rus çocuğunun bulunmasını emretmişti. “Kendisini aşağılayan bu yabancı, onun elinden altın madalya alamazdı! Vahşi bir halkın çocuğu altın madalya alabilecek kadar zeki olamazdı! Koskoca lisede başka birisi yok muydu? Bu Kırgız’ı,10 bir yolunu bulup süründürmek gerekti! Onu sınavlara bile almamak lazımdı! İşte o zaman genel valiyle nasıl konuşması gerektiğini anlayacaktı.” Vali bu söylemleriyle bütün lise idaresini ayağa kaldırmıştı.
Lise müdürü E. A. Voznesenski çok dürüst kişiydi. Samsonov’un niyetini önceden anlamış, Mustafa’ya her şeyi anlatmış ve Sergey Mihayloviç Gramenitski’yle irtibata geçmişti. Başkentteki Petersburg Üniversitesi Fizik-Matematik Fakültesinden 1881 yılında mezun olduktan sonra çalışma hayatına Taşkent’teki bu lisede öğretmen olarak başlayan Sırderya Vilayeti Halk Okulları Yönetim Kurulu Başkanı Mihayloviç, ırkçı düşünceler beslemeyen, geçmişi temiz bir bilim adamıydı. Okullarda öğrencilerin millî kimliklerine bakılmaması, okuma yazmanın Uşinski yöntemiyle sesli olarak öğretilmesini gerektiğini savunarak İlminski’nin misyoner yönteminden vazgeçilmesi çağrısında bulunmuş hatta bu uğurda Hıristiyanlaştırma siyasetinin bölgedeki fikir babası Nikolay Ostroumov ile bile tartışmıştı. Bu yüzden konuyu yakın arkadaşı olan Halk Okulları Birinci Müfettişi Fyodor Mihayloviç Kerenski’ye açtı. Mihayloviç, Simbirsk’ten buraya tayin edilmişti. Meselenin her hâlükârda âdil çözümünden yana olduğunu bildirerek lise müdürüne, 17 Mayıs’ta Mustafa’nın üniversiteye girmesinin yolunu açacak bir referans mektubu da yazdı. Böylece iki arkadaş da Mihayiloviç’in hatırını kırmadılar, gelecek vadeden bu delikanlının önünü açılmış oldu.
Hiçbir şeyin farkında olmayan Mustafa, o dönem bütün derslerden sınava girerek yüksek notlar almaya devam ediyordu. Hukuk, Rusça, felsefe, tarih, coğrafya, matematik ve fizik’ten en yüksek not olan beş, Fransızca ve Almancadan da dört aldı. Gelecekte bu derslerden de hayat sayesinde beş alacağını Mustafa elbette daha o günlerde biliyordu. Aldığı dörtlere rağmen imtihanların genel sonuçlarına göre okulun en başarılı öğrenciydi ve herkes onu tebrik ediyordu.
Mezuniyet günü General Samsonov, en başarılı öğrenci olan Mustafa’ya gümüş madalya, ikinci sıradaki Aleksandr Georgiyeviç Zaprometov isimli mezuna ise altın madalya verilmesini emretti. Böyle bir haksızlığa dayanamayan Mustafa, gümüş madalyayı almaktan vazgeçti. Onun bu cesur hareketini lise müdürü ve sınıf arkadaşları da destekledi hatta Aleksandr da gerçek sahibinin arkadaşı olduğunu söyleyerek altın madalyayı almayacağını açıkladı. Böylece 2 Haziran 1910’da hayatının ilk zaferini kazanan Mustafa, 1035 numaralı özel diplomasıyla birlikte mutlu mesut memleketine döndü.
Allah’ın hikmetine bakın ki, Fyodor Mihayloviç de 1899 yılında Taşkent’teki bu liseden mezun olmuştu. Bu zat Petersburg’daki Dil ve Tarih Fakültesine giren, daha sonra çarı tahttan indirip Geçici Hükûmet’in başına geçen Aleksandr Kerenski’in öz babasıydı. 1887 yılında ağabeyi Aleksandr, çara isyan ettiği için ölüm cezasına çarptırılan ve bu yüzden altın madalyadan mahrum bırakılan Vladimir İliç Ulyanov’a da (Lenin) yardım etmişti. Güzel bir referans mektubu yazarak onun Kazan Üniversitesine geçmesini sağlamıştı. Şimdi yanı kişi Mustafa’nın da önünü açmış, ayrıca vazife yaptığı Taşkent’teki imzaladığı son resmî emri de bu olmuştu. Yaşı geldiği için emekliye ayrılan Fyodor Mihayloviç, çok geçmeden Petersburg’daki avukat oğlunun yanına taşındı. O zamanlar gurur duyduğu bu iki öğrencisinden biri Rusya’daki devrimin önderi, ikincisi ise Türkistan’ın siyasî lideri olmuştu. İmparatorluk yönetimini elinde tutan oğluna muhalif olacağından tabii ki habersizdi.
Gaipten haber alarak geleceğe şekil vermek mümkün olsaydı, Lenin ve Çokay adlı şahısların tarih sahnesinde hiç çıkmamaları da mümkün olabilirdi. Tabii bu Allah’ın yazgısıydı. Bildiğimiz şu ki sonradan Lenin diye meşhur olan Ulyanov, Fyodor Mihayloviç’in sevgili oğlunu sadece iktidardan değil, anavatanına da bir daha geri dönemeyecek şekilde uzaklaştırdı. Öğretmeninin oğlunu Geçici Hükûmet döneminde destekleyen Çokay, Avrupa’da göçmen olduğu yıllarda ise onun tam anlamıyla rakibi hâline dönüşmüştü.