Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay», sayfa 4

Yazı tipi:

Mustafa, Dumadaki görevine hızlı bir şekilde başladı. Müslüman Grubu üyeleri ve Dumadaki Müslüman milletvekilleri için çeşitli konularda sunum metinleri hazırlıyor, Rusçayı iyi bilmeyen bazı milletvekillerine yardımcı oluyor, onların işlerini kolaylaştırıyordu. Dumada milletvekili bulunmayan diğer Müslüman halkların temsilcileri de onu arayıp buluyordu. Göreve başladığı ilk günden itibaren cephe gerisinde ağır işlerde çalıştırılmak amacıyla askere çağırılan Türkistanlıların meseleleriyle de yakından ilgilendi. Alihan Bökeyhanov’la birlikte cepheye gönderilen yiğitlerin durumlarını yakından takip etti, çalışma şartlarının kolaylaştırılması için devlet kurumlarıyla anlaşmalar yaptı. Kerenski’nin desteğiyle Müslüman Grubu Başkurt Temsilcisi, aynı zamanda 1913 yılından beri tanıdığı yakın arkadaşı olan Zeki Velidî ile Türkistanlı işçilerin durumunu incelemek üzere cepheye de gitti.

Mustafa’nın siyasî bilgisini ve cesaretini fark etmiş bulunan Müslüman milletvekilleri çok geçmeden onu meslektaşları gibi görmeye başladılar. Dumaya üye olmasını destekleyenlerin sayısı da gün geçtikçe arttı hatta han soyundan gelen Salimgerey Cantörin, Ufa’daki arazisinin bir kısmını Mustafa’ya bağışlama kararı verdi. Büyük arazi sahibi olması onun Dumaya mebus seçilmesini kolayşatıracaktı fakat Şubat Devrimi bu yardımsever insanın planını akim bıraktı.

ÖZERKLİK HAYALİ

Mustafa, Şubat Devrimi’ni büyük umut ve heyecanla karşıladı. Çarlık rejiminin yıkılması özgürlük yolunu aydınlatan bir ışık gibiydi. Sömürge pençesinden ve esaretinden kurtulma imkânının doğduğu bu dönemde aynı fikirleri paylaşan arkadaşlarıyla bir araya gelerek Geçici Hükûmetin tanıdığı demokratik yoldan yürümeye çalıştı.

Çarın tahttan düştüğü gün Zeki Velidî ile birlikte Dumaya giderek Müslüman Grubu üyeleriyle görüşen Mustafa, aynı gün Alihan Bökeyhanov’dan bir telgraf aldı. Bökeyhanov yerine geçmesi için Mustafa’yı Minsk’e çağırmıştı fakat yollar kapalı olduğu için Petersburg’dan çıkamadı. Böylece tarihî devrimin yaşandığı başkentte birkaç gün beklemek zorunda kaldı çünkü kader ona başka yöne doğru bir yolculuk rotası çizmişti.

Çok geçmeden Taşkent’ten bir çağrı telgrafı aldı ve hemen yol hazırlıklarına başladı. Petersburg’dan ayrılmadan önce o dönemlerde Rusya genelinde önemli hizmetlerde bulunmuş, Petersburg İşçi ve Asker Milletvekilleri Konseyi Başkanı Nikolay Simyonoviç Çheidze’yle görüştü. Rus devrimci demokratlarının önde gelenlerinden biri olan Gürcü asıllı Çheidze, Çokay’ın Türkistan’da, Rusya bünyesinden ayrılmadan bir özerk cumhuriyet kurma fikrini “ayrılıkçı” bir düşünce olarak değerlendirdi. Çokay’ın düşüncesinden ürken Çheidze “Allah korusun, Çokay yoldaş! Memleketinizde hemşerileriniz arasında özerklik konusunu sakın açmayın. Evvela bu konu hakkında konuşmak için henüz çok erken. İkinci olarak Türkistan gibi bir bölgede özerklik demek hemen bağımsızlık ilan ederek bölünmek anlamına gelir.” dedi. Mustafa ona hemen özerklik ilan edilmediği ya da halkın özerk yönetim talebinde bulunmadığını, kurultayın toplanmasını beklediğini, gelecekte devleti ve halkı bu özerk devlet yapısına hazırlamak için uğraştığını anlatmaya çalıştı. Ne kadar izah etmeye çalıştıysa da demokrat düşünceli Çheidze bu fikre şiddetle karşı çıktı ve Rusya’dan ayrılan halkı zor ve acı dolu günlerin bekleyeceğini söyledi.

Millî bağımsızlığa giden yolda Rus demokrasisinin yardımı olmadan yürümek kolay değildi. Siyaset Türkistan’da hâlâ zayıftı ve güçler arasında fikir ve ülkü birliği yoktu. Siyasetçileri destekleyecek halk ise tecrübesiz, bilgisiz, maden ve menen perişandı. En kötüsü ise siyasî sahneye tehditkâr üçüncü bir güç olarak Bolşevikler çıkmaya başlamıştı. Mevcut siyasî durum, iktisadî darboğaz, savaşın getirdiği yıkım, 1916 faciasından sonra yaklaşık yarım milyon Çinli halkın güneye bölgelere göçü ve toprakların göçmenlerce işgali, on binlerce Türkistanlının Rus birlikleri tarafından katli, en az 300 bin Türkistanlı yiğidin siper kazmak için Rusya şehirlerine gönderilmesi, ağır savaş vergisi, bölgedeki isyancı hareketleri yürütebilecek erkeklerin savaş vergisi ödeyemedikleri için çeşitli işlerde çalıştırılması… İşte Türkistan halkının umumî durumu buydu.

İşte bu zor ahval ve şerait altında dâhi Mustafa, öz milletine hizmet etmenin yollarını aradı. Yurttaşlarının da desteğini alarak Kerenski’nin başkanlığını yürüttüğü Geçici Hükûmetin, Türkistan’ı yönetecek bir Özel Komite kurmasını da sağladı. Ülkedeki siyasî hareket ve faaliyetlere etkin bir şekilde katıldı ve millî önderlerden biri oldu.

Petersburg’a veda edip Orenburg’a doğru yola çıkan Mustafa, yolculuğu sırasında Penza, Sizran, Samara şehirlerinde askere çağrılmış ama henüz ülkelerine dönememiş Türkistanlılara rastladı. Dertlerini anlatacak kadar bile Rusça bilmeyen bu insanlar perişan durumdaydı. Son derece bitkin, aç, yarı çıplak bu Türkistanlılar arasında hastalıklar da yayılmaya başlamıştı. Çokay, yerli yöneticilerle irtibata geçerek bunların ülkelerine dönmelerini sağladı. Sonra vakit kaybetmeden Orenburg şehrine gitti.

Mustafa’nın katılımıyla, Orenburg şehrinde Büyük Kazak Kurultayı gerçekleştirildi. Açılış konuşmasını Alihan Bökeyhanov yaptı. Sadece uçsuz bucaksız Kazak bozkırı temsilcilerinin değil komşu ve akraba halkların da temsilcilerinin katıldığı Kurultay başarılı geçti. Özellikle,“Özbek kardeşlerinizin selamını getirdim.” diye söze başlayan Münevver Karî Abduraşidhanov’un konuşması herkesi çok etkiledi. Söz arasında sarf etttiği “Özbek, öz ağan.” demişler, sonuçta hepimiz akrabayız.” sözleri bazı katılımcıları duygulandırdı, gözlerini yaşarttı. Toplantıda İdil Tatarları adına bir kutlama konuşması yapan Fatih Karimov, delegelerin takdirini kazandı. Böylece Orenburg’da gerçekleşen Kazak Kurultayı, Türk halklarını birleştiren ve onların sarsılmaz birliğini ortaya koyan büyük bir şölene dönüştü. Mustafa da kurultaydan büyük ilham ve güç almıştı. Kökü, tarihi ve kaderi ortak kardeş halkların temsilcilerinin sözleri, gözleri dolan ihtiyarları onun, Büyük Türkistan için verdiği mücadele fikriyle örtüşüyordu.

Kurultay çalışmaları bitmek üzereyken 1916 yılında Torğay bölgesindeki halk ayaklanmasına önderlik eden Amangeldi ve bir grup katılımcı, Mustafa’nın yanına gelerek kurultay çalışmalarından memnun olmadıklarını belirttiler. Birçok konuya değinenen gayrimemnunlar sonunda lafı Kıpçak uruğunun Kurultay dışında bırakılması konusuna getirdiler. Soylarının onurundan bahsettiler. Ahmet Baytursunoğlu, Mircakıp Duvlatoğlu gibi Alaş aydınlarının Kurultay çalışmalarında öne çıkışını “Argın uruğunun öne çıkışı” şeklinde değerlendiriyorlardı. Mustafa’nın da Kıpçak uruğundan olduğunu hatırlatarak “Başkan Alihan Bökeyhanov’un kurduğu Argın Hükûmetine karşı mücadelede” kendilerine siyasî danışman olmasını teklif ettiler. Böyle basit, anlamsız, zararlı sözlerden tiksinen Mustafa, konuşmalarını bitirmesini beklemeden“Ağalar, siz ne diyorsunuz? Ortada bu kadar ciddi bir durum varken, milletimizin kaderinin belirlediğimiz bir anda, Türkistan’ın millî istiklali yolunda bütün çabamızla mücadele ettiğimiz bir sırada Kıpçak, Argın diye bölünmek bir yana Kazak, Özbek, Türkmen diye bölünmek bile ölüm demektir. Bunu nasıl anlamazsınız? Milletimizin ‘Ayrılanı ayı yer, bölüneni börü yer!’ demesi boşuna mıdır? Dolayısyla bu tür konuşmaları bir kenara bırakmalıyız. Bilakis birleşmeliyiz, tek millet olmanın yolunu araştırmalıyız.” diyerek kestirip attı. Muhalifler Mustafa’nın derin düşüncesini ve sözlerini anlayamamıştılar, başlarını ve alınmış gibi ellerini sallayarak geldikleri gibi gittiler.

Kurultay çalışmaları bittikten sonra Münevver Efendi, Abdusami Efendi, Sarıkul, Cüsipbek gibi fikir birliği ettiği arkadaşlarıyla Taşkent’e doğru yola giderken trende, Türkistan Birliği hakkında görüşlerini anlattı. Taşkent’ten gelen temsilciler de çalışmalardan memnun kalmışlardı. Artık farklı bir duygu ve düşünce ile memleketlerine dönüyorlardı. Düşünceleri aynı noktada buluşan arkadaşlar, yolculuk boyunca istikbaldeki Türkistan’da yapılması gereken işler hakkında konuştular, planlar yaptılar.

Mustafa, kendisini Taşkent’te yapılacak Bölge Yürütme Komitesi Kurultayına temsilci olarak seçen hemşerileriyle görüşüp sohbet etmek için Akmescit’te trenden indi. Akmescit’te bulunduğu iki gün içerisinde Rus İşçi ve Asker Milletvekilleri Kuruluyla istişareler yaptı ancak onlarla çalışmanın imkânsız olduğunun anladı. Şubat Devrimi’yle büyük bir hak elde edildiğini söyleyen Mustafa’nın sözleri, yerli Rus işçi ve askerlerinin pek hoşuna gitmedi. “Bize Petersburg avukatı lazım değil, hükûmet bizimdir ve o da askerlerin, işçilerin hükûmetidir!” diye bağırıp çağırmaya başladılar. Kışkırtıcıların hareketleriyle kanı kaynayan bazı kişiler de “Onu öldürmek lazım!” diye ortaya atıldılar. Bu şiddet yanlısı bilinçsiz kalabalığın içinde kalan Mustafa’nın ölmesi de muhtemeldi fakat o azgın insanların arasından sağ çıktı. Akmescit’te bu olaya benzer ikinci bir olay daha yaşandı. Akmescit’teki İşçi ve Asker Milletvekilleri Kurulu Başkanı Agapov’un kışkırtmasıyla gözü dönen kötü niyetli kişileri bu sefer atlı Kazak yiğitlerini şehre getirmekte olan akrabaları durdurdu. Bu dünyadaki nasibi henüz tüekenmemişti ve yagısında Türkistan’ın bağımsızlığı yolunda yorulmadan hizmet etmek vardı.

Mustafa, Taşkent’e gelince Türkistan Bölge İşçi ve Asker Milletvekilleri Kurulu’nun tertiplediği kurultaya katılmak için acele etti. Herkesi çok yakından tanıyordu ama şehir ona biraz sönük geldi. Bir an lisede okuduğu yılları hatırladı. Ne gamsız tasasız yıllardı!

Yoldayken kafasında plan yapmıştı. Durumu enine boyuna değerlendirmiş ve mücadelenin kolay olmayacağının farkına varmıştı. Gerçekten de öyle oldu. 10 Nisan’da düzenlenen kurultayda büyük bir tepkiyle karşılaştı. Özellikle her sözünü üstüne basa basa söyleyen Nekora’nın “Devrimi Rus devrimcileri, Rus işçi ve askerleri gerçekleştirdi. Bunun için Türkistan’ın yönetimi ve idaresi biz Rusların denetimindedir. Yerli halk bizim verdiklerimizle yetinmek zorundadır.” sözleri Mustafa’yı derinden etkiledi. Kurultayın gerçekleştirildiği eski genel valilik konağının sahipleri değişmişti ama yerli halka bakışta hiçbir değişiklik olmadığı anlaşılıyordu. Türkistan’ın idareyi eline geçiren alan İşçi ve Asker Milletvekilleri Kurulu aklına eseni yapıyordu. Yaptıkları zulümler kimi zaman eski Çarlık yardakçılarının yaptıklarında da ağırdı.

Bu durumun farkında olan Türkistanlı aydınlar, Münevver Karî Abduraşidhanov başkanlığında 16 Nisan günü Taşkent’te, Türkistan Müslümanları Kurultayını düzenlediler. Kurultaya yaklaşık 220 temsilci katıldı. Ubaydullah Hocayev ve Serali Lapin başkan yardımcılığına, Mustafa Çokay, Zeki Velidî, Taşbolatbek Narbotabekov ve Sadık Abdusattarov sekreterliğe seçildiler. Gündemde Rusya’nın yeni devlet yapısı ve Türkistan’ın kendi kenidini yönetme hakkına ilişkin meseleler tartışıldı. Muhamedcan Tınışbayoğlu’nun Türkistan’daki Siyasî Durum başlıklı sunumu, Geçici Hükûmet üyesi, İdil Tatarları temsilcisi aydın Sadri Maksudov’un konuşması, kurultaya katılan temsilcilerin takdirini kazandı ve onları düşünmeye sevk etti.

Kurultay sonunda temsilciler, Rusya’nın demokratik federal bir yapıya sahip olması fikrini destekleyen ortak karar almalarına rağmen, Türkistan’ın kendi kendini yönetme hakkının özerklikle mi yoksa tam bağımsızlık yoluyla mı gerçekleştirileceğine karar veremediler. O günleri Mustafa Çokay, şöyle anlatıyordu:

“Devrim bize hürriyet ve millî hareket yolu açmış gibiydi. Uzun yıllar karanlıkta kalan kişinin bir anda aydınlığa çıktığında gözleri nasıl kamaşırsa yıllardan beri Rusya’nın sömürgeci siyasetinin baskısıyla ezilen bizlerin de devrimle gelen özgürlüğün ışığına kavuşunca gözlerimiz kamaştı ve doğru yolu bulmakta zorlandık. Bilincimizin karanlığı, gözümüzü daha da kamaştırdı ve çok hata yaptık. Çaresizliğimiz kimilerimizi Rus devrimci demokrasisinin peşinden gitmeye zorladı… Çoğunluğumuz, siyasî başarıya dualarla ulaşacağımıza inanıyordu… Tabii bu ikisi de yanlıştı.”

Kurultayın ardından 24 Nisan günü Türkistan Müslümanları Bölge Merkez Kurulu oluşturuldu. Bunu Türkistanlılar, Türkistan Millî Merkezi olarak adlandırdı. Merkez Yürütme Kuruluna her vilayetten temsilciler alındı. Bölge Millî Kurul Başkanları, Merkez Kurulunun üyesi kabul edildi; Mustafa da kurulun başkanlığına getirildi. Kurul aşağıdaki kişilerden oluşuyordu: Serali Lapin, Ubaydullah Hocayev, Şahislam Şahiahmetov, Taşbolatbek Narbotabekov, Serik-bay Akayev. İleri seviyede Rusça bilen Zeki Velidî de kurul sekreteri olarak atandı. Taşkent’te çıkan Uluğ Türkistan gazetesinin yayın yöenetmeni Kebir Bekir, Türk Eli gazetesinin yayın yönetmeni Azerbaycanlı Efendizade, avukat Abdirahman Orazayev, ziraat uzmanı Hidayet Bek Yurguliyev de bu kurulun içinde yer aldı. Millî Merkezin vilayetlerde şubeleri açıldı, şubeler kendi içlerinde organize olmaya başladılar. Fergana vilayetinde Nasırhan Töre, Semerkant vilayetinde Mahmud Hoca Behbudî, Zakaspi vilayetinde Oraz Sardar, Sırderya vilayetinde Şahislam Şahiahmetov ve Jetisuv/Yedisu vilayetinde Muhamedcan Tınışbayoğlu başkanlığında organize olup çalışmaya başladılar.

Türkistan’da siyasî durumun karışmaması, diğer halklar ile siyasî kurumlar arasında gerginlik çıkmaması için Mustafa Çokay, Taşkent’teki teşkilatlarla irtibatını koparmamaya özen gösterdi. İşçi ve Asker Milletvekilleri Kurulunun niyetini iyi bildiğinden Rus çiftçileri ve diğer teşkilat temsilcileriyle ilişkilerini sürdürmeye çalıştı. Mesela 30 Ağustos 1917’de Taşkent’te Rus İktisat Kurulu ile Kazaklar Kurulu ortak toplatısında Kazak ve Rus İktisat Temsilcilerinin Türkistan Bölge Yürütme Kurulu kurulmuştu. Toplam 12 kişiden oluşan bu kurula Kazaklar adına Mustafa Çokay, Turar Rıskulov, Almuhambet Kötibarov ile birlikte üç kişi daha katıldı. Semerkant’ta bulunmasına rağmen eşbaşkanlardan biri olarak seçilen Mustafa, Taşkent’e geldikten sonra arkadaşlarıyla istişarede bulunarak görevi kabul etti. Yeni kurulan kurulda Çokay başkanlığında Türkistan’ın yerli halkı ve göçmenler arasındaki toprak meseleleri tartışıldı. Kurulun Müslüman üyeleri, göçmenlerden yerli halka karşı silahlı saldırılarını durdurmalarını talep etti. Kurul, oturumlarında Rusya’dan yeni göçmenlerin gelişini engellemenin yollarını ararken Kazaklarca yapılan teklifler, diğer üyeler tarafından ciddi destek görmediği için Mustafa’nın görevi bırakmasıyla kurul dağıldı.

O dönemde bağımsızlık mücadelesi yolunda Türkistan Müslümanları görüş olarak birbirine zıt iki cemiyet kurmuşlardı. Birincisi Akmescitli avukat Serali Lapin’in yönetiminde muhafazakâr Ulemâ Cemiyeti idi. İkinci cemiyet olan ilerici Şûrâ-yı İslâm cemiyetinin başında da kaderin garip bir cilvesi olarak yine Akmescitli bir hukukçu olan Mustafa Çokay vardı. Petersburg’da okurken Mustafa’nın fikren olgunlaşıp gelişmesinde Serali Lapin’in de etkisi olmuştu fakat Türkistan’ın bağımsızlığı yolundaki siyasî mücadelede yolları ayrılan bu iki dost, gün geçtikçe birbirinden daha da uzaklaşır oldular.

Şûrâ-yı İslâm cemiyeti 12 Mart 1917 yılında kurulmuştu. Kurucuları arasında Türkistan Ceditçilik hareketi gönüllüsü Münnevver Karî Abduraşidhanov, Mahmud Hoca Behbudî, Abdurrauf Fıtrat, Abdulvahid Efendi, Adbullah Avlani, Taşbolatbek Narbotabekov, Ubaydullah Hocayev gibi aydınlar bulunmaktaydı. Cemiyetin kuruluş amaçları Türkistan Müslümanlarının siyasî, ilmî ve içtimai açıdan günün şartlarına uygun gelişmesini sağlayacak reformlar yapmak, Türkistan’ın bütünlüğünü korumak ve bu uğurda kurulan cemiyetleri tek çatı altında birleştirmekti. Amaçlar arasına büyük bir siyasî güç olarak siyasî iktidarı belirlemede halkın daha fazla katılımını sağlamak, gelecekte kurulacak bağımsız devletin istikametini belirlemek de yer aldı. Mustafa, Taşkent’e gelir gelmez cemiyete üye oldu. 22 Haziran 1917’da Şûrâ-yı İslâm Cemiyeti Merkez Kurulu toplandı ve yapılan gizli oylama sonucu Mustafa oy birliği ile başkan seçildi. Başkan yardımcıları ise Münnevver Karî Abduraşidhanov ve Taşbolatbek Narbotabekov oldu.

Kısa bir süre sonra Taşkent’te Serali Lapin başkanlığında Ulemâ Cemiyeti de toplandı Şûrâ-yı İslâm’a karşı faaliyetler yürütmeye başladı. Esas olarak bünyesine Türkistan bölgesindeki din adamlarını, kadıları ve aksakalları toplayan bu cemiyet, kısa zaman içerisinde büyük bir siyasî güce dönüştü. Taşkent, Fergana, Semerkant, Buhara gibi önemli şehirlerde söz sahibi olan din adamları -cemiyetin programını benimseyerek- gençlerden ve yenilikçilerden oluşan Şûrâ-yı İslâm cemiyeti hakkında olumsuz propaganda yapmaya başladılar.

Bir Hukukçu olarak “İki kadının olduğu yerde mesele dörde çıkar.” atasözünü çok iyi bilen Mustafa Çokay’ın iki cemiyeti uzlaştırmak için yaptığı çabalar sonuçsuz kaldı. İki büyük topluluk arasındaki fikir ayrılığı özellikle Taşkent şehir meclisi seçimleri sırasında daha da derinleşti.

1917 yılının Temmuz ayında Taşkent’te şehir meclisi seçimleri yapıldı. Ağustos başında sonuçları açıklanan bu seçimde yerli halka baskı uygulayarak muhalifleri bastıran Kadimciler,13 şehir meclisinde üstünlüğü ele geçirdi. Ancak Ulemâ Cemiyeti tarafından belediye başkanlığına teklif edilen kişi monarşist Markov’du. Şehrin yönetimini Müslüman gençlerden birine vermek istemeyen Ulemâ Cemiyeti 1916 yılında devrim sırasında Müslümanlara zulmeden eli kanlı bir katile Taşkent şehrinin anahtarını teslim etti.

Seçimler sırasında Mustafa, Taşkent’te değildi. Temmuz ayının sonlarına doğru henüz seçim sonuçları ilan edilmeden Petersburg ve Moskova şehirlerine giderek Bölge Yürütme Komitelerinin toplantılarına katıldı. Petersburg’da Geçici Hükûmetin yöneticileriyle, özellikle de Hükûmet Başkanı Kerenski’yle görüştü ve çeşitli anlaşmalar yaptı. Sohbet sırasında eski bir tanışı olan Geçici Hükûmetin başkanına Türkistan’ın umumi durumu hakkında bilgi verdi. Dostluğunu kullanarak Türkistan’ın yetkili kurumlarının onayı alınmadan Türkistan ile ilgili herhangi bir reform kararı verilmemesi yönünde Kerenski’den söz aldı. Görüşme sırasında Türkistan’ın önemini vurgulayarak Petersburg’da Türkistan Meseleleri Özel Komiserliği kurulması gerektiğini gündeme getiren Kerenski, bu iş için Mustafa’nın başkentte kalmasını istiyordu. Memleketinde daha yararlı olacağını düşündüğünden Geçici Hükûmet başkanının teklif ettiği vazifeyi reddetti, arkadaşına teşekkürlerini sunup Türkistan’a döndü.

Taşkent’e geldikten sonra seçimler sırasında vuku bulan olaylardan haberdar olunca Ulemâ Cemiyeti yöneticileriyle görüşüp meseleleri açık şekile konuşmaya karar verdi. Yanına Ubaydullah Hocayev’i alarak Kadimcilerle görüşmeye gitti. Şeyhantahur Camisi’nin bahçesinde gerçekleşen görüşmede Kadimciler, Şûrâ-yı İslâm örgütü hakkında asılsız iddialar öne sürmeye başlayınca öfklenen Ubaydullah Hocayev “Rus monarşisti Taşkent şehrinin belediye başkanı yapan siz Ulemâ Cemiyeti üyeleri hiç utanmıyor musunuz?” diye bağırdı. O anda Ulemâ Cemiyeti’nin sekreterliğini yürüten kişi de Ubaydullah Hocayev’e dönerek: “Rus monarşist Markov, Ceditçi Ubaydullah Hocayev’den çok daha iyidir.” diye karşılık verdi. Kalabalık da bağırıp çağırarak bu söze destek verdi. Çokay, kendisini ümmetçi, İslam’ın birliği ve dirliğini düşünen kişi olarak tanıtan o şahıstan bu sözleri duyduğunda ne diyeceğini bilemedi. Abay’ın “İyi bir yabancı gördüğünde ‘saygın’ diyerek dalkavukluk edip öven, kendi halkı içinde ondan daha iyisi de bulunsa görmezlikten gelmek ne demek?” şeklindeki sözlerini hatırlayarak bu derdin bütün Türkistan’a özgü bir hastalık olduğunu anladı. “Toplumun başına kadı olan bu küçük mahlûklar bunu nasıl anlasınlar? Ah benim bahtsız halkım, sen uyanıp birleşinceye kadar bu cahiller yüzünden kendi topraklarında tepene çıkan aptalların yemi olacaksın!” diye geçirdi içinden.

Bu görüşmeden sonra Kadimci âlimler ve Millî Merkez Kurulu arasındaki ilişkiler daha da gerildi. Serali Lapin, kendisi de üye olmasına rağmen Mustafa’nın başkanlığındaki Merkez Kurulunu ağır şekilde eleştirmeye başladı. Türkistanlı Ceditçilerin yayınladığı Uluğ Türkistan gazetesinde, Ulemâ Cemiyeti Başkanı Serali Lapin’in Merkez Kurulu üyelerini “Sahtekârlar!” diye suçladığı yazısı yayımlandı. İftira ve hakaretlere dayanamayan Mustafa, hemen bir açık mektup yazarak Uluğ Türkistan gazetesinde yayımlattı:

“Serali Lapin Bey, söylediklerinin doğru olmadığını kendisi de biliyor olmalıdır çünkü Merkez Kurulu bu yılın Nisan ayında kurulmuş olup, Birinci Müslüman Kurultayı’nda Serali Bey’in de katılımıyla Merkez Kurulu’na üyeler seçildi. Seçilen üyeler aşağıdaki kişiler idi: Serali Lapin, Şahislam Şahiahmedov, Narbotabekov, Akayev ve ben.

Kurultay kararları doğrultusunda Merkez Kurulu’na vilayetlerden de temsilciler seçildi. Bunların arasında tarım uzmanı Hidayet Bek Ağayev, avukat Orazayev ve gazeteci Mehmet Ali Efendizade de vardı. Daha sonra Merkez Kurulu tarafından düzenlenen iki toplantıda da -ikisi de Eylül ayında gerçekleştirildi- bütün üyeler güvenoyu aldı.

Serali Lapin Bey, Merkez Kurulu üyesi olmasına rağmen önceleri Ulemâ Cemiyeti tarafından düzenlenen Kurultaylarda öncelikle Merkez Kurulu üyelerini yeniden seçme meselesini gündeme getirmişti. Öyle anlaşılıyor ki Merkez Kurulu ile mücadele etmek için Merkez Kurulu üyelerini ‘sahtekârlar’ olarak suçlamaktan başka bir yol bulamamış. Serali Bey’e hatırlatırım ki kendi parti içi ‘entrikalarını’ hayata geçirmek için Merkez Kurulu’nun adını kullandığında Kurul’un diğer üyeleri gibi kendisinin de ‘sahtekâr’ olduğunu unutmamalıdır. O sırada ‘sahtekâr’ olarak adlandırılmaktan utanmak bir yana bilakis Kurul üyeleri yokken onların bilgisi dışında kendi için gerekli kararları çıkarmış, 4 Mayıs günü İşçi ve Asker Milletvekilleri Bölge Konseyi’ne yanlış bilgi vererek orayı da karıştırmıştı.

Sırası gelmişken şunu da hatırlatalım ki Merkez Kurulu’nun adını kullanmasıyla ilgili olarak Kurul tarafından 9 Mayıs’ta çağırıldığı toplantıda çıkan kararı Serali Lapin Bey, ‘Geçici Başkan’ sıfatıyla imzalamıştı.”

Hemşerisi bu açık mektuba cevap vermedi fakat aralarındaki siyasî gerginlik ve anlaşmazlık daha da arttı. Mesela Sırderya Vilayeti kurultayında Bütün Rusya Kurucu Meclisine temsilci olarak seçilen Mustafa’yı onaylamadığını bildiren Ulemâ Cemiyeti, temsilciliğe Serali Lapin’i aday olarak sundu.

Çeşitli anlaşmazlıklara rağmen Türkistan’ı özerkliğe kavuşturma düşüncesi gün geçtikçe arttı. Özerklik ilanı fikrinin yaygınlaşmasında Türkistanlı aydınların yanı sıra Azerbaycanlı ve İdil-Ural bölgesinden gelen aydınlarının da büyük etkisi oldu. Sözgelimi Türkistan’ın Özerkliği mücadelesinde Tatar Kebir Bekir’in yönetiminde yayımlanan Uluğ Türkistan gazetesinin rolü büyüktür. “Yaşasın Milletlerin Özerkliği!” gibi sloganlarla yayımlanan bu gazetenin bir sayısında “Halkının % 98’i Müslüman olan Türkistan’da yönetimin yabancı asker ve işçilerin denetiminde olmasına Türkistanlılar razı değil!” şeklinde bir ifade yer aldı. Yine bu gazetede Nuşirivan Yakuşev ismiyle yayımlanan bir yazıda şu fikirlere yer verilmiştir:

“Rusya’da Türk halklarına mensup milyonlarca kişi yaşamaktadır. Bunlar ırkı, milleti, dili ve dünya görüşü açısından tek atanın çocukları ve bir ağacın dalları gibidir. Türkistan ise Türklerin ana yurdudur. Bunun için Türkistan’a özerklik tanındığında Rusya’daki bütün Türk halkları Türkistan’a yardım için birleşecektir. Bu bağlamda hiçbir Türk evladı Türkistan’ın kendi vatanı olduğunu unutmaz kanaatindeyim. Yeni Geçici Hükûmet, Rusya’da yaşayan tüm milletleri özerklik verileceği konusunda ümitlendirdi. Özerklikten sonra bir de yönetim konusu gündeme gelecektir. Dolayısıyla maddî ve manevî birliğe, eğitim ve sanata, silah ve paraya ihtiyacımız vardır. Bunların hiçbirisi ise bizde yok diye telaşa kapılanlar var ama bugünden itibaren çalışmaya başlarsak bunların hepsi bizde de olacaktır! Bundan sonra bizim siyasî, sosyal ve kültürel bakımdan güçlenmemiz, gelişmemiz için büyük imkânlar doğacak. Kendi kendimizi yönetmeyi de öğreneceğiz. Hayatımızı ve hürriyetimizi korumak için Avrupa kültürünü ve sanatını öğrenmemiz gerektir. Geçmişi özleyerek bağımsızlık hayali kuranlar bugünden itibaren hiç gecikmeden Türkistan’ın özerkliğini düşünmelidirler! Ne kadar bilgisiz ve eğitimsiz olursa olsun, Türkistan halkı eskisi gibi parasız, değersiz ve cahil değildir.” Yazının müeelifi örnek alınacak kişi olarak da Kaşkar Devleti’nin kurucusu Yakub Bek’i gösteriyordu.

Türkistan Ceditçileri önde gelenlerinden Mahmud Hoca Behbudî de anılan yayın organının Haziran sayısında şunları yazmıştı.

“Şunu iyice anlamalıyız ki hak verilmez alınır! Milletler ve devletler dinî ve siyasî haklarını elde etmek için harekete geçerler ancak kendi aralarında anlaşırlarsa sonuç alabilirler. Dünya mücadele alanı olmasına rağmen biz Müslümanlar özellikle de Türkistanlı Müslümanlar hiç kimsenin bizim dinimiz ve milletimiz için bir tehdit oluşturmasını istemediğimiz gibi başkalarına karşı da tehdit olmayı istemiyoruz.

Aslında dinimiz de bunu yasaklıyor. Buna Türkistan Yahudilerinin 1300 yıllık durumunu örnek gösterebiliriz! Bütün Rusya Müslümanları özerklik esasına göre yönetilsin! Bunun gerçekleşmesi için biz Rusya Müslümanlarının, özellikle de Türkistan Müslümanlarının gelenekçiler (Kadimciler) ve yenilikçiler (Ceditçiler) diye bölünmeden, çekişmeden, kavga etmeden ortak bir noktada buluşmaları gerektir. Biz Türkistan Müslümanları olarak -Rus, Yahudi gibi birçok etnik ve dinî grubu barındıran- Rusya’nın bir parçası kabul edilen Türkistan’ın kendi parlamentosu olmasını istiyoruz! Yapılması gereken çok iş var. Diğer milletler büyük başarılara imza atıyorlar.

Tekrar belirtmek isterim ki, gencimiz de yaşlımız da birleşip ortak hareket etmeliyiz. Öyle yapmazsak bize ne özgürlük ne de özerklik veren olur!”

Türkistan özerkçilerinin görüşleri şöyle idi: Türkistan’ın kendi anayasası, yasama, yürütme ve yargı organları olmalıydı. Türkistan’daki eğitim ve kamu yönetimi meselelerinin hepsini özerk hükûmet bağımsız şekilde çözebilmeliydi. Dış siyaset ile malî ve askerî işler, Federasyon Hükûmetinin uhdesinde olmalıydı.

Özerklikle ilgili çalışmalar arasında Türkistan Müslümanları İkinci ve Üçüncü Kurultaylarının çalışmalarını gösterebiliriz.

Taşkent’te, 8-11 Eylül 1917 tarihinde düzenlenen Türkistan Müslümanları İkinci Kurultayı’na yüzden fazla delege katılmıştır. Şûrâ-yı İslâm Cemiyeti tarafından düzenlenen bu kurultayda Mustafa, Meclis Başkan Yardımcısı seçildi. Mustafa Çokay, kurultaydan kısa süre önce Geçici Hükûmet’in resmî davetiyle Petersburg’da Hükûmet Başkanı Kerenski ve İçişler Bakanıyla görüşmüş ve temsilcilere ülkedeki siyasî durum hakkında bilgiyi vermişti.

Türkistan Müslümanları Üçüncü Kurultayı ise 20 Eylül 1917 tarihinde gerçekleşti. Esas olarak Ulemâ Cemiyeti girişimiyle düzenlenen kurultaya tanınmış imamlar, saygın öğretmenler, kanaat önderleri ve çeşitli kurumlarda çalışan tanınmış kişilerden oluşan 500’den fazla delege katıldı. Türkistan vilayetinin hemen hemen bütün bölgelerinden katılım sağlanan kurultay çalışmalarına Ural-Torğay vilayetlerinden de temsilciler geldi. Kur’an-ı Kerim okunmasından sonra açılış duasıyla başlayan kurultayda alınan kararlar arasında en önemli olanı şüphesiz millî özerklik ilgili olanı idi. Kurultay delegelerinin Federal Demokratik Rusya Bünyesinde Özerklik İlanı kararı almaları önemli gelişme idi. Bu, imamlar ve medrese hocalarının, din adamlarının özerklik taraftarı olduklarının açık bir göstergesiydi. Özellikle Muhammed Hoca İşan ve Sıddık Hoca İşan’ın konuşmaları temsilciler üzerinde son derece etkili oldu. Türkistan’ın özerkliğini bir an önce ilan etme teklifi de gündeme geldi. Anlık coşkunun bir tezahürü olduğu için söz konusu teklif üzerinde fazla durulmadı. Kurultayın son gününde bütün Türkistan Müslümanlarını tek çatı altında birleştirecek bir parti kurulması, adının ise İttifak el-Müslimîn olması konusu gündeme getirildi. Ceditçi düşünceyi savunan Şûrâ-yı İslâm ve Turan Cemiyetlerinin mahalli şubelerinin kapatılarak yerlerine söz konusu partinin vilayet şubelerinin açılmasına karar verildi ancak bu mesele de tartışma sahfasında kaldı.

Türkistan’da bu olaylar oluyor, Müslümanlar arasındaki gerginlik artıyor, hiç kimse diğerini kabullenmek istemiyor, herkes kendi kurultayını düzenleyip mesleleri kendi arasında tartışıyordu. Diğer taraftan siyaset sahnesinde yeni bir güç yükselişe geçmişti. Bunlar Bolşeviklerdi. Eylül ayı başlarında Taşkent’te isyan organize ederek, bütün yönetimin Sovyetlere devredilmesi talebinde bulunan Sosyal Demokratlar ve Bolşevikler, Devrim Komitesi kurarak Türkistan Komitesini tanımadıklarını açıkça ilan ettiler ancak isyanları uzun sürmedi. İsyan haberi Petersburg’a ulaşınca Kerenski Hükûmeti yerli komitenin Türkistan’a asker göndermesi yazılı talebini kabul etti. Kerenski, Mustafa’ya verdiği sözü tutarak Türkistan’a bir komiser atadı. Kazan Bölgesi Komutanı General Korovniçenko’nun Türkistan Başkomiseri olarak atandığını ve tam teçhizatlı bir askerî birlikle yola çıktığını öğrenen Bolşevikler düşüncelerinden vazgeçmiş gibi göründü. Ümitler tekrar yeşerdi. Artık bu imkânı kaçırmamak gerekiyordu. Mustafa hemen yola çıkarak General’i Türkistan Komitesi üyesi sıfatıyla Aktöbe istasyonunda karşıladı.

Kısa süre sonra Geçici Hükûmet’i deviren Bolşevikler Partisi, hükûmetin başına geldi. İktidarını güçlendirmek için Doğu halklarının desteğine güvenen Bolşevikler, çarın baskısı altındaki tüm milletlere “Rusya’da yaşayan bütün milletlerin kendini yönetme hakkını gerçekten vereceklerini…” ilan ettiler.

Rusya’da şovenizmin yayıldığı bu dönemlerde sömürge milletlerin kaderini Bolşevikler kadar önemsiyor gibi görünen hiç kimse yoktu. Bolşeviklerin lideri V. İ. Lenin, 1913 yılında Prosveşeniye dergisinde yayımlanan Milletler Meselesine Dair Eleştirel Notlar adlı meşhur makalesinde“Kişi milletlerin ve dillerin eşit haklara sahip olduğunu kabullenmelidir. Bunu kabullenmeyen, millîyet baskısına ve haksızlıklara karşı mücadele etmeyen kişi Marksist değildir hatta demokrat bile değildir.” diye yazmıştı. Proletarya Başkanı, 1914 yılında yayımlanan Milletlerin Kendi Kendilerini Tayin Hakkı Konusu adlı makalesinde kendisini esir milletlerin gerçek hâmisi olarak göstermeye çalıştı. 1896 yılında Londra’da gerçekleşen Sosyalist İşçi Partisi ve Uluslararası Sendikalar Kongresi kararlarına destek verdiğini bildirdi. Söz konusu makalede milletlerin kendi kendini yönetme ve özerk cumhuriyet kurmalarına taraftar olduğunu belirten V. İ. Lenin “Biz proleterler, her şeyden önce kendimizi Velikorus ayrımcılığının düşmanı olarak ilan ediyoruz.” demişti. Doğrusu bu tutum, Bolşevikler iktidara geldikten sonra ilk yıllarda de aynen korundu.

13.Kadimciler: Ceditçilerin aksine eski usul medrese eğitimini savunan kişilerdir.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.