Kitabı oku: «Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay», sayfa 3
PETERSBURG’DA
Liseyi altın madalya ile tamamlayıp, hukuk fakültesine başvuru yapmak için Türkistan Vilayeti Eğitim Müfettişliği onayını alan Mustafa, 21 Haziran 1910 yılında İmparatorluk Petersburg Üniversitesi Rektörlüğü’ne dilekçe yazdı. Dilekçesi eğitim kurumunca 30 Haziran’da incelendi ve 6 Temmuz’da üniversiteye kabulü hakkında karar çıktı. Petersburg’dan bu güzel haberi içeren mektubu aldığı günkü mutluluğu sınırsızdı.
Bozkır Kazakları için hayal olan büyük çarın oturduğu imparatorluk başkentine Mustafa’yı bütün köy uğurladı. Konuğu hiç eksik olmayan evinde ziyafetler verildi. Dört bucaktan gelen kıymetli konuklar ona başarılar diliyorlar, dualar ediyorlardı. Ayrılık günü geldiğinde kalbi güm güm memleket topraklarından çarparak imparatorluk başkentine doğru yola çıktı.
Vaktiyle Şokan Valihanov’un çalıştığı o büyük şehirde yirminci asır başlarında Alihan Bökeyhanov, Bakıtcan Karatayev, Muhamedcan Tınışbayev, Cakıp Akpayev, Bakıtkerey Kulmanov, Sancar Asfendiyarov, Cahanşa Dosmuhambetov, Halil Dosmuhambetov, Rayımcan Marsekov gibi öncü Kazak aydınları, çeşitli alanlarda eğitim almış, siyaset sahnesindeki tecrübelerini geliştiriyorlardı. Ağabeylerinin izinden rüzgâr gibi koşan Mustafa, kısa zamanda uyum sağlayarak onların yanlarında yerini aldı.
Petersburg’daki siyasî, kültürel ve etnik çeşitlilik genç Mustafa’nın çok yönlü olarak gelişip yetişmesine yardımcı oldu. İmparatorluk başkentinde eğitiminin yanı sıra bilim ve siyasetle de ciddi anlamda ilgilendi. Lisede okuduğu yıllarda Türkiyat ve tarihe aşırı ilgi duymuştu; Petersburg’da bu alanların uzmanlarıyla tanışma imkânı buldu. Bunların ilk tanıştığı bilim adamı Profesör Samoyloviç oldu. Divayev’in yönlendirmesiyle gidip profesörle tanışan yağız Kazak delikanlısı, Türkistan’ın büyük bilgesini kıvrak zekâsıyla hemen kendine bağladı. İlerleyen günlerde Samoyloviç’in halk kültürü kaynaklarını toplamasına da yardım etmişti. Bir keresinde Mustafa’dan “Çarşıdan aldım bir bohça, ben bohça almasam kim bohça alır?” tekerlemesini duyup not alan Samoyloviç, bunu birden anlamamış, daha sonra ise katıla katıla gülmüştü. Aralarındaki dostluk gün geçtikçe güçlenmeye başladı. Türkistan halkının sözlü edebiyat ürünleri de derleyen bu bilim adamı, bir seferinde Mustafa’dan boş laflar ile ilgili bir örnek bulmasını istedi. Mustafa düşünmeden memleketinde Nafile Biy diye adlandırılan Dürimbet Kazıbekuloğlu’nun bir evi pireden arındırmak için doğaçlama söylediği şu mısraları okudu:
“Pire pireden cesur,
Pire yorganda olur.
Yorganı suya batır,
Öylece çaresiz kalır.
Üff çık!”
Bu dörtlüğü kaydeden ve Jivaya Starina adlı derleme kitabında yayımlayan Smayloviç, çok geçmeden Mustafa’yı ünlü şarkiyatçı ve Türkiyatçı Wilhelm Radloff’la tanıştırdı. Genç adamın doğuştan gelen kabiliyetini fark eden Radloff, Mustafa’ya birkaç kez Hukuk Fakültesini bırakıp Petersburg’daki Doğu Dilleri Fakültesine geçmesi teklifinde bulundu. İknaya yardımcı olur düşüncesiyle genç dostuna meşhur sözlüğünü bile hediye etti fakat Radloff’un dileği gerçekleşmedi. Mustafa, şarkiyatçılığı küçüklüğünden beri ülküsü olan hukuka tercih etmedi. Ünlü bilgininin etkisi altında kalmamak için bir zaman sonra kendini ondan uzak tutmaya çalıştı.
Mustafa, gerçekte Almanlardan başka hiçbir millete merhamet duymayan, güçlünün zayıfı yönetmesini bir kural olarak benimseyen Radloff’un kişiliğinde şarkiyatçı bilginlerin gerçek yüzünü görmüştü. Daha sonra yazdığı bir makalede bu şarkiyatçı bilim adamı hakkında şu çarpıcı tespitte bulunmuştu: “… Biyoloji uzmanı nasıl kelebekleri büyük bir çabayla toplayıp, koleksiyon yapıyorsa Radloff da bizi böyle bir araştırma nesnesi olarak görüyordu. Onun Türk halklarına olan sevdası ancak bu kadardı…” Gerçekten de Doğu’yu egzotik bir sergi, halk bilimi ve etnolojisi müzesi olarak gören isteyen şarkiyatçılar, bundan daha güzel bir şekilde tasvir edilemezdi. Bir yazısında“Bana bütün Kazak bozkırı sanki şarkı söylüyormuş gibi geliyor…” diyerek hayranlığını ifade eden bu bilim adamı aslında Doğu’nun diri ve iri olmasını, kendi kültür ve medeniyetini kendi yolunca geliştirip sürdürmesini hiç arzu etmiyordu. İmparatorluğun sömürgeci siyasetine hizmet eden bu şarkiyartçı “Zamanın akışına ayak uyduramamış, Doğu’nun cahil insanı kendi yolunu, gelişme yönünü tayin etmekten âcizdir. Bu yüzden onlar yalnızca Batı değerlerini eksiksiz kabul ettiklerinde gelişeceklerdir.” düşüncesindeydi.
Şarkiyatçı uzmanlarla mesafeli ve seviyeli ilişkiler kuran Mustafa, bütün mesaisini hukuk bilimine adadı. Bu sayede çok geçmeden fakültenin önde gelen, başarılı öğrencileri arasında yer aldı. Hukuk fakültesinde, imparatorluğun en iyi profesörleri ders veriyordu. Mustafa bu hocalardan Roma Hukuku Tarihi, Rus Hukuku Tarihi, Uluslararası Hukuk, Medeni Hukuk, Ticaret Hukuku, Siyasî İktisat, İstatistik, Felsefe Tarihi gibi dersler okudu. Bunlara daha sonra Uluslararası Hukuk profesörü F. F. Martens, Medenî Hukuk profesörü A. H. Gall yine Medeni Hukuk profesörü ve eski rektör V. İ. Sergeyeviç de katılmıştı. Vaktini boş eğlencelerle geçirmekten kaçınan Mustafa, dersleri pür dikkat dinliyordu; bu bozkır çocuğunun zekâsı ve öğrenme hevesi, fakülte profesörleri ile öğrencilerini hayran bırakıyordu.
Bilgisinden faydalanmak isteyen kötü niyetli bazı arkadaşları, imtihanda yardım etmesini hatta kendi yerlerine imtihana girmesi için Mustafa’ya yalvarıyorlardı. Samimi ve temiz yürekli biri olduğundan onların ricalarını reddedemiyordu. Bilgisi ve dürüstlüğüne güvenen profesörler ise onun yalan söylemeyeceğine inanmışlardı. Bir sınavda Profesör Petrojitski bunu fark edip;
– Siz sınavı vermemiş miydiniz? diye sordu.
Ne cevap vereceğini bilemeyen Mustafa, neden sonra kendisini toparlayıp sınavı yeniden vermek için istediğini söyledi. Yalan konuşmasına sebep olan bu olayın ardından bir daha böyle durumlara düşmemeye karar verdi.
Mustafa’nın adı çok geçmeden bütün Kazaklar arasında duyulmaya ve başlamıştı. 1912 yılında Aykap dergisinin on üçüncü sayısında Mustafa hakkında “Bugün Petersburg Üniversitesinde Perovski kazası Grodekovski bucağında yaşayan Saçlı Kıpçak uruğundan gelen Mustafa Çokayev isimli delikanlı eğitim almaktadır. Bu genç, yükseköğretim kurumunda okuyan Prevoskili ilk Kazak olmalıdır.” diye yazıyordu.
Mustafa, siyasî açıdan gazeteci Muhametcan Seralin’in başını çektiği Aykap dergisi ekibinden ziyade Alihan Bökeyhanov, Mircakıp Duvlatov ve Ahmet Baytursunov’un başında bulunduğu Kazak gazetesi ekibine daha yakındı. Bu ekibi tercih etmesinde Alihan Bökeyhanov’un etkisi büyük olmuştur. Bundan dolayı Mustafa Çokay, Kazak gazetesinin yayın hayatına başlmasını büyük bir sevinçle karşıladı. Nitekim Petersburg’daki bir öbek Kazak genciyle birlikte mektup yazarak gazetenin yayın kuruluna yolladılar. Gazetede neşredilen bu açık mektupta şunlar yazılıydı:
“Halkımızın bir gazeteye ihtiyacı olduğu şüphesiz herkesin malumudur. Onun için Orenburg’da Kazak adıyla bir gazete çıkarılacağı haberini duyunca Petersburg’da yaşayan Kazak toplumunun olağanüstü biçimde sevindiğini bildirirken bu mektup aracılığıyla -halkımızın geleneklerine uyarak-gazetenizin bu ilk adımının hayırlı uğurlu ve ömrünün uzun olmasını, yayının amacına ulaşmasını canıgönülden dilediğimizi belirtmek istiyoruz. Kazak halkı bilim ve sanatı çok gelişmemiş bir toplumdur. Bu yüzden dünya işlerinde gelişmiş uluslar gibi kendi yaşam biçimini tayin edememiş, güçlü milletlerin dediğini yapan, yönlendirdiği tarafa yürüyen köle konumuna düşmüştür.
Petersburg’da yaşayan altı yedi Kazak genci olarak her birimiz başka bölgelerden, her birimiz başka uruklardanız fakat kökümüz, kanımız bir olduğu için düşüncemiz ve amacımız da birdir. Birimizin sevinci de kaygısı da hepimizindir. Uygun vakit bulduğumuzda bir araya gelip bir birbirimizle görüşüp sohbet etmedikçe rahatlayamıyoruz. Kazak halkı sadece altı, yedi kişiden ibaret değildir, altı yedi milyon kişiden oluşmaktadır. Bu kadar insan yüz yüze görüşüp sohbet edemez. Dünyaya yeni gelen Kazak gazetesine herkes söz ve el birliği içinde destek verirse, henüz küçük demeden onu önder kabul ederse, baş sayarak herkes yürekten destekler ve gücünün yettiği ölçüde maddî manevî yardımda bulunursa dertli halkımızın dertlerini paylaşarak birbirimizden haberdar olma konusunda Kazak’ın katkısının da az olmayacağı kanaatindeyiz…”
Mustafa’nın öğrencilik hayatı sürekli hareketliydi. Bu yüzden üniversiteden aldığı sınırlı burs ihtiyaçlarını her zaman karşılamıyordu. Evinden para istemeyen Mustafa, zor durumlarda kaldığı zaman Türkistan Öğrencileri Vakfından11 yardım istiyordu. Türkistanlı öğrenciler, Ceditçiler ve varlıklı kişiler tarafından temeli atılan bu vakıf, umut vadeden genç bu delikanlıya her zaman yardım etti. Hatta vakfa üye yapılan Mustafa bir süte sonra vakıf sekreterliğine getirilmiştir. Durumunu çok iyi bilen hemşerileri maddî yardımlarını hiçbir zaman esirgemediler.
Mustafa eline geçen parayı olabildiğince tasarruflu kullanıyordu. Ancak memleketten gelen kişilere yardım ettiği için masrafı da çok oluyordu. Bu yüzden evini birkaç defa değiştirmek zorunda kaldı. İlk başta Tserkovnaya Sokağı’ndaki 4 numaralı apartmanın 42 numaralı dairesinde kalmış, daha sonra Proviantskaya Sokağı’ndaki 10 numaralı apartmanın 25 numaralı dairesine taşınmıştı.
Hukuk eğitimi alıp devlet işleri ve siyaset hakkında görüşleri olgunlaşırken Mustafa bir yandan da siyasî hareketlere de katılmaya başladı. Zaten o dönemde Petersburg’daki siyasî durum, öğrencileri içine çekmeye çok müsaitti. Özellikle, 1912’de patlak veren Osmanlı Devleti ile Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan arasındaki Balkan Savaşı, Petersburg’daki öğrenciler arasında heyecanı daha da arttırdı. Rus ırkçıların Osmanlı Türklerine karşı düzenlediği mitingler, “Ayasofya Camisi’nin kubbesine haç dikeceğiz!” sloganları, Petersburg’da okuyan Türkistanlı Müslüman gençlerin öfkelenmelerine sebep oluyordu. Polisin sıkı denetim ve sert müdahalesine rağmen Mustafa ve arkadaşları öfkelerini çeşitli miting ve hükûmet karşıtı yürüyüşlerle açığa vurmaktan çekinmediler. Önceleri kimi zaman Rus, kimi zaman da Leh gençlerle birlikte hareket ederken sonraları çıkar çatışmalarını ve görüş ayrılıklarını ileri sürerek ayrı ayrı eylem yapmaya başladılar.
Bir keresinde Mustafa, Petersburg’da yaşayan Akmescitli Avukat Serali Lapin’den bir ricada bulundu. Lapin hemşerisinin ricasını geri çevirmedi, genç öğrencilere evinin kapısını açtı. Böylece kendi aralarında görüşüp danışacak mekân da bulunmuştu. İlk görüşmede Tatarlardan İlyas Alkin, Necip Kurbanaliyev, Sultanbek Mamliyev; Azerbaycan Türklerinden Miryakub Mehdiyev ve Şeyhislamzade adlı öğrenciler de vardı. Toplantıya Türkistanlılar adına Mustafa Çokay ile birlikte Türkmen Kakacan Berdiyev katıldı. Birkaç defa yapılan toplantıların tek bir gündemi vardı: “Eğer Rusya, Balkan Savaşı’na girecek olursa Müslüman Türk öğrencilerinin tutumu hangi yönde olacak?” İşte bu konu üzerinde fikirlerini paylaşırlarken sohbetler uzuyor, tartışmalar gece yarılarına kadar devam ediyordu. Toplantıya katılanların hepsi kendi görüşlerini dile getiriyor, tezlerini delillerle kanıtlamaya çalışıyorlardı. Özellikle heyecanlı ve ateşli Kafkasyalılar, ellerini kollarını sallayarak, yüksek sesle konuşuyorlar, böyle durumlara kayıtsız kalmamak gerektiğini vurgulayarak bağırıp çağırıyorlardı. Tatar İlyas Alkin de tarafsız değildi. Mustafa ise sakin sakin konuşuyor, tartışmayı yumuşatıyor ve onlara sabırlı olmayı tavsiye ediyordu. Toplantılar bu şekilde birkaç gün devam etti. Nihayetinde ortak noktada buluşarak bir karara vardılar. Söz konusu karar şöyleydi:
“Türk öğrenciler okudukları eğitim kurumlarında hükûmete karşı düzenlenen mitinglere etkin katılacaklar, Slavlar için yardım toplayan kurumlara engel olacak etkinlikler düzenleyecekler, Türklere yardım amaçlı gizlice para toplama çalışmalarına var güçleriyle destek verecekler.”
Bunlardan başka bir karar da Rusya’nın Türklere karşı savaşa girmesi durumunda demiryolları, telgraf ağları ve köprüleri kullanılmaz hâle getirmek amacıyla Kafkaslara kadar gidileceği de açıkça belirtildi. Toplantının sonunda demiryolları ve telgraf ağlarını etkisiz hâle getirecek öğrencilerin listesi de belirlendi. Katılımcılar arasında hemen cepheye gitmeye hazır olduğunu bildirenler de vardı. Tabiatı gereği savaşa karşı olan ve sorunların barışçıl yoldan çözümünü savunan Mustafa ise Osmanlı Devleti için dua ediyordu ancak gerektiği zaman canını fedaya da hazırdı.
Mustafa çok geçmeden memleketine gitti. Orada çeşitli görüşmeler yaparak arkadaşlarıyla kabul ettikleri kararları anlattı. Konuşmaları etkisini göstermiş olmalı ki Petersburg’a döndükten sonra Ötegen Sadıkoğlu adlı arkadaşından bir telgraf aldı. Arkadaşı, acele olarak Petersburg’a geleceğini bildiriyordu. Arkadaşını garda karşıladı. Eve giderken Öte-gen yolda geliş sebebini açıkladı: “Bir miktar altın para getirdim, Türk büyükelçisine kendi ellerimle vermeliyim!” dedi, nefes nefese.
O zamanlarda Osmanlı Devleti’nin Petersburg Büyükelçisi Turhan Paşa idi. Elçiliğe doğrudan giderlerse göze batabilirdi. Tedbirli olmalıydılar. Ötegen’e bunu izah eden Mustafa, biraz beklemek gerektiğini söyledi. İki gün sonra akşamüzeri dışarıdaki kalabalık seyreldikten sonra beraberce Türk Büyükelçiliğine doğru yola çıktılar. Turhan Paşa, gençleri özel olarak kabul etti ve anlatılanları dikkatlice dinledi. Ötegen “Türk yaralıların tedavisi için uzaktaki Türkistanlı kandaşlarından az da olsa altın para getirdiğini” söylediği zaman Büyükelçi gözyaşlarına hâkim olamayarak ağladı. Bunu gören iki arkadaş da kendini tutamayıp birlikte ağladılar. Uzun bir sessizlik oldu. Sohbet sırasında anlaşıldığı kadarıyla Turhan Paşa, Kazaklar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Özellikle “Siz Müslüman mısınız, yoksa Hıristiyan mı?” sorusu Ötegen’i derin düşüncelere sevk etti. Bunun üzerine Mustafa, Büyükelçiye Türkistan’ı ve Türk halklarını anlattı.
Mustafa, bir yandan Rus başkentinde okuyan Çek, Leh, Fin gençleriyle sıkı irtibat kuruyor, diğer yandan Alihan Bökeyhanov, Alimardan Topçıbaşev, Sadri Maksudî, Salimgerey Cantörin gibi Türkistanlı aydınlarınca düzenlenen siyasî sohbetleri kaçırmamaya çalışıyordu. Rus demokratlarıyla müzakere ve münakaşalar yapıyordu. Taşkent’ten tanıdığı Aleksandr Kerenski’yle zevkli ve uzun sohbetlerde bulunuyordu. Manevî ağabeyi Alihan ve okul arkadaşı Aleksandr vasıtasıyla bazı Duma üyeleriyle tanışmış ve çok geçmeden Rus aristokratların da dikkatini çekmeye başlamıştı. Anne tarafı han sarayına dayandığından memleketten gelen konuklara tercümanlık etmek için birkaç kez imparatorluk sarayında da bulunmuştu. Çara yakın aristokratlar da genç delikanlının bilgi ve görgüsünü çoğu zaman Şokan ile mukayese ediyorlardı.
Siyaset sahnesinde edindiği tecrübelerle ustalaşan Mustafa, hukuk fakültesinin dördüncü sınıfına geçtiği yıl Birinci Dünya Savaşı başladı. Bütün dünyayı saran bu savaş ateşi, bilinçli Türkistanlıların yüreğinde özgürlük ateşini yakmasına rağmen bir endişeyi de beraberinde getirmişti. Bu dehşetli savaş, Türkistan’da millî ruhun uyanmasına yol açtı. Vatansever aydınlar, Çarlık Hükûmeti mağlûbiyete uğrarsa imparatorluk çöker ve Türkistan’ın bağımsızlığının yolu açılır diye düşünüyorlardı. Savaşın uzun süre devam etmesi, bir zaman sonra savaşa Osmanlı Devleti’nin de dâhil olması ve cephede yenilgiye uğrayan Çarlık Rusyası’nın savaşı bahane ederek Türkistanlılardan zorla ağır vergiler toplayark sömürücülüğünü daha da arttırması, milliyetçi aydınları ciddi endişelere sürükledi. Ağır ızdıraplar çekmiş bu büyük bozkır, ufacık bir kıvılcımla alev topun a dönüşmeye hazırdı.
Öyle de oldu. Toprakları talan edilen, sürekli baskı ve zulüm gören, Rusya’dan getirilen Rus köylüsü mujiklerce malına mülküne el konan yerli halkın içinde uzun zamandır kor hâlinde bulunan ateş nihayet coşarak öfke, hiddet ve intikam olarak dışarı çıktı. Ayaklanmanın bir anda başlamasında ve gittikçe de büyümesinde Çar’ın 25 Haziran 1916 tarihinde Türkistan ve duruma göre Sibirya’da yaşayan “Rus olmayan ulusların 19 ila 43 yaş arasındaki erkeklerinin cephe gerisinde istihdam edilmesi” konulu kararnamesi etkili oldu. Halkın kin ve öfkesini doğuran asıl mesele ise Çar’ın güvenmeyişi ve ellerine silah vermemesi, bu da yetmiyormuş gibi onları cephe gerisinde beden gücüyle yapılan işlere çağırmasıydı.
Temmuz ayının ortasında bütün Türkistan büyük bir felaketle karşı karşıya idi. Bir tarafta “Oğlumu işçi olarak cepheye göndermeyeceğim…” diye ayaklanan halk, diğer tarafta “İstesen de istemesen de ben alırım…” düşüncesiyle güç kullanmaya hazır devlet vardı. Torğay vilayeti vali yardımcısı “Hayatta hiçbir Kazak kalmasa dahi Çar’ın emri yerine getirilecek!” diyerek halkı tehdit ediyordu.
İlk isyan kıvılcımları Jetisuv/Yedisu topraklarında görülmeye başladı. Temmuz ve Ağustos aylarında Çar kararnamesine karşı çıkanlar ellerinde mızrak, kılıç, sopa, gürz ve avcı tüfekleri bulunan silahlı bir birlik kurdular. Bunu fark eden resmî makamlar, 17 Temmuz’da Türkistan bölgesinde savaş durumu ilan etti.
Temmuz ayında tutuşan isyan ateşi, Ağustos ayında daha da arttı ve çok geçmeden bütün Türkistan’a yayıldı. Yedisu bölgesinde başlayan ayaklanmayı bastırmak için Rus Çarlığı, 8750 tüfek, 3900 kılıç, 47 makineli tüfek ve 16 topla teçhiz edilmiş 119 birlik sevk etti. Kudurmuş askerler sivil halka âdeta soykırım uyguladı. Köyleri yıktı, evleri ateşe verdi, binlerce sivil insanı katletti. Yerinden yurdundan edilen insanlar her şeyini geride bırakarak başka bölgelere veya ülkeler kaçtı. Yedisu vilayeti halkının yaklaşık dörtte biri yani yaklaşık 300 bin kişi Doğu Türkistan’a göç etmek zorunda kaldı.
Mircakıp Duvlatoğlu, yaşanan trajediyi Kazak gazetesinde şöyle dile getirmişti: “Halk çaresiz ve endişeli. Gece uykusu yok, gündüz huzur yok. Sanki bugün yarın infaz edilecek ölüm cezasını bekleyen esirler gibiler…”
Alaş’ın12 önderi Alihan Bökeyhanov da bu günleri şöyle tasvir etmektedir: “Tanrı Dağı’ndan Tobıl’a, Astrahan’dan Altay’a ocağına ateş düşen Alaş evladı harekete geçti. Erkekler uyku nedir bilmeden gece günüz şehirlere ve kırlara sefere çıktılar…”
Alaş evladı “Cephe gerisinde işçi olarak boşu boşuna ölmektense canı vatana feda etmek yeğdir.” diyerek atlarını hazırladır. Kollarını çemreyen yiğitler ata bindiler. Kenesarı Han döneminden kalma gürzleri bellerine bağlayan orta yaş üstü erkekler “Ey atalar ruhu, bizi koru ve kolla!” deyip gençlerin önüne düştüler. Türkistan’ın her yerinden “Gençler öleceğine biz ölelim! Çocuklarımızı silahsız olarak diri diri ecelin kucağına göndermektense burada kendi toprağımızda, kendi yurdumuzda şehit oluruz!” naraları yükselmeye başladı. Altay, Atırav, Torğay, Semerkant, Arka, Andican, Yedisu ve Cizzak arasında yaşayan herkes silahlandı. Rus sömürgesi olalı beri Türkistan halkı ilk kez birlik içinde hareket ediyordu. Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak tek yürek oldu.
Ayaklananan halka hükûmetin tepkisi çok sert oldu. Çarlık zulmü, kuzey cephesi komutanı General Kuropatkin’in 21 Temmuz’da Türkistan bölgesine vali atandıktan sonra daha da arttı. Semerkant, Hocent ve Cizzak şehirlerinde kanlı çarpışmalar vuku buldu. Fergana Valisi Albay İvanov isyanı bastırmak amacıyla 3 Ağustos’ta tepeden tırnağa silahlanmış birliklerile sivil halka saldırdı, binlerce masum insanı katletti. Bundan çok memnun olan General Kuropatkin, vali Follbaum’a yolladığı telgrafta, Jetisu’daki Kazak ve Kırgız unsurunu yok etmek için gönderilen kuvvetleri “Çernyayev, Romanovski, Kaufman, Skobelev, Sırderya, Semerkant ve Fergana vilayetlerini çok az bir kuvvetle işgal ettiler.” diye övüyordu.
Kuropatkim bir taraftan yerli halkı zapturapt altına almak için her türlü insanlık dışı yöntemi uygularken diğer taraftan da nüfuzlu kişileri kullanarak durumunu sağlamlaştırmaya çalışıyordu. General Abdulaziz Devletşin’i vazifeye yanına getirten Kuropatkin, genç olmasına rağmen toplumca sevilip sayılan Mustafa Çokay’a da çağrıda bulundu fakat Mustafa bu eli kanlı katilin yanında olmayı asla kabul etmedi.
14 Haziran 1910’da Taşkent’teki Sırderya Valiliğinden Mustafa’ya,“Askerlik kanununun 42. maddesi uyarınca askere çağırılmayacağı” yazılı 250806 numarlı özel bir evrak gönderildi. Belgede ayrıca yükseköğretim kurumunda eğitim aldığı yazmaktaydı. Dolayısıyla kendisi için bir tehlike söz konusu değildi. Mustafa’yı çaresiz halkın içine düştüğü durum endişelendiriyordu. Cephe gerisindeki işler için askere alınan silahsız Türkistanlılar, açık hedef değil miydi? Buna karşı gelip cepheye gitmezlerse Çar’ın emrini karşı geldikleri için yine öleceklerdi. Ne yapılmalıydı? Bu konu üzerinde çok kafa yoran Mustafa, Kazak gazetesinin tutumunu destekledi. Boşu boşuna ölmektense cepheye gitmeleri doğruydu lakin hükûmet onları askere çağırdığı kişilere silah da vermeliydi. Böylece bu savaşçı halk, modern silahları tanıyarak kendi savaştan sonra kendi askerî birliklerini de oluşturma imkânı bulacaktı.
Aradan çok vakit geçmeden Kazak gazetesinde Alihan Bökeyhanov’un, Rusya Devlet Duması üyelerine katliam yapılan yerleri gezme çağrısı yayımlamdı. Bunun üzerine Türkistan’daki durumu yerinde incelemek üzere aralarında Devlet Duması Müslüman Grubu Başkanı Kutluğ Muhammed Tevkeleyev ve ünlü mebus Aleksandr Kerenski’ninde bulunduğu bir heyet yola çıktı. Türkistan bölgesine Ağustos ayında gelen heyete Mustafa; tercüman, sekreter ve uzman araştırmacı olarak katıldı.
Semerkant, Fergana ve Sırderya vilayetlerinde incelemelerde bulunan heyet üyeleri gördükleri karşısında şoke oldular. Özellikle yerle bir edilmiş, kan ve çürümüş insan eti kokan Cizzak şehrini görünce dehşete düştüler. Büyük bir mezarı andıran şehirde, ağzını burnunu sararark dolaşan Kerenski, Mustafa’ya şehir merkezine ne zaman varacaklarını sordu. Mustafa şu anda tam da şehrin merkezinde olduklarını söyleyince onun sözlerine inanıp inanmamak tereddüt eden Kerenski “Bu nasıl bir dehşet böyle! Nasıl bir vahşilik! Yeter artık, bu görüntülere bakmaya daha fazla dayanamayacağım! Geri dönelim!” diyerek arkasını dönüp gitti. Heyet iki gün sonra Andican’a geldi. Gençliği Türkistan’da geçen, babası bu bölgenin eğitim kurumunda yöneticilik yapan Kerenski, 22 Ağustos 1916’da Andican Camisinin bahçesinde Türkistanlılarla Rusların dostluk ve barışı için dua etti. Burada yaptığı konuşmada, Çarlık Hükûmetinin insanlık dışı siyaseti yüzünden Rus demokrasisine ve şahsına herhangi bir sorumluluk yüklenemeyeceğini, Rusya’da iktidarın doğrudan halkın eline geçmesi için mücadele verdiklerini söyleyerek Türkistanlıların Ruslarla eşit haklara sahip olması gerektiğini belirtti. Bu sözler orada halkın hoşuna gitti ve herkesi heyecanlandırdı.
Aradan bir hafta geçtikten sonra Taşkent’teki Regina Otelinde verilen yemekte konuşan Kerenski, ilk konuşmasındaki hızını kesmeden Türkistan halkının haklarını koruma konusunda demokratik sorumluluklarını yerine getiremeyen Rus demokratlarını suçladı.
Bundan sonra Türkistanlılar, Kerenski’ye fazlasıyla ümit bağlayarak itiraz ve şikâyetlerini onun adına göndermeye başladılar. Hatta Çarlık Hükûmetiyle arabuluculuk yapmasını isteyenler de oldu.
Mustafa, 1916 yılının Kasım ayında Torğay Kazakları temsilcileriyle birlikte Kerenski’yi evinde ziyaret etti. Türkistan’dan cephe gerisinde çalıştırılmak üzere alınacak işçilerin yerine on bin at vermek istediklerini belirten temsilcilere Kerenski dürüstçe şunları söyledi: “Rus Hükûmetine güvenilmez. Hem atınızı alır hem de erkeklerinizi çalıştırır.”
Artık ayaklanmada sivil halkı katliamdan kurtarmanın yolunu arayan şahıslarla birlikte hareket etme zamanı gelmişti. Mustafa bu amaçla sık sık Türkistan’a giderek yerli aydınlarla görüşüp çeşitli propaganda çalışmaları yürütmeye başladı. Türkistan Ceditçilerinin gönüllü temsilcilerinden Ubaydullah Hocayev’in önderliğinde kurulan Tüzem Komisyonu’na da üye olmuştu. Hükûmet kurumlarının usulsüz hareketlerine, Kozak askerleri ile Rus göçmenlerin istedikleri gibi davranmalarına devamlı karşı çıkıyordu. Böylece iktidarın kışkırtması ve yüz vermesiyle zıvanadan çıkan silahlı Rusların yerli halka yaptığı zulme karşı mücadele etti. İnsan haklarını savununan, hukuk dilini ve Rusçayı çok iyi bilen bu delikanlıyı karşılarında görünce kanun dışı davranmayı şiar edinmiş devlet memurları ne söyleyeceklerini bilemiyorlardı. Cephe gerisinde çalıştırılacak erkeklere başkanlık yapmak, onlara süreci anlatmak, listeleri hazırlayan resmî kurumların haksızlıksızlıklarına itiraz etmek gibi işlerle uğraşan Mustafa, çeşitli sosyal işlere de katılıyordu. Yıkılan köyleri yeniden inşası ve göçen halkın geri dönmesi için yardım kampanyaları düzenliyordu.
Milletinin var olma mücadelesi verdiği bu sıkıntılı dönemde kendi eğitimini düşünemeyeceğini iyi biliyordu. Ayrıca maddî durumu da oldukça kötüydü. Hasta olan babası da ona yardım edemiyordu. Bu yüzden 15 Eylül’de Hukuk Fakültesi dekanına dilekçe yazarak kaydını dondurdu. Talebi kabul edildi ve kendisine özel bir kimlik verildi.
Hukukçu Mustafa, Hükûmetle hukukî yoldan mücadele etmek için çok çaba harcıyordu. Bu amaçla Devlet Duması kürsüsünü de kullanmak istedi. Katliamı gerçekleştiren ve yardım eden resmî şahıslarının ve eli kanlı yağmacıların listesini yaptı. Kargaşa sırasında Türkistan’ın ne kadar zarara uğratıldığını kesin rakamlar ve delillerle belgeleyerek Kerenski’nin önüne koydu. Meseleyle alakalı olarak 13 Aralık günü Devlet Duması’nın gizli oturumunda bir konuşma yapan Kerenski, bu işin tek sorumlusunun Çarlık Hükûmeti olduğunu açıkça dile getirdi.
Mustafa’nın hukukî bir mücadele için cesurca girişimlerde bulunmasının diğer bir sebebi ise Devlet Duması Müslüman Grubu himayesindeki büroya vekil olarak kabul edilmesiydi. Bu büroya kabul edilmesinde Kazak gazetesi yöneticileri özellikle de Alihan Bökeyhanov çok etkili olmuştıu. Büroya alınması konusunda gazete yöneticilerince yazılan dilekçe, Müslüman Grubu Başkanı Muhammed Tevkeleyev tarafından kabul görmüştü. Türkistan seyahati sırasında kendine tercümanlık yapan Mustafa’nın eğitim ve bilgisini, sağduyusunu, ileri görüşlülüğünü, iki dile de eşit derecede hâkim oluşunu, halkı arasında itibarı bulunduğunu görünce memnun kalmıştı. O seyahatte Mustafa, Kerenski’nin dikkatini de çekmişti. Dolayısıyla onlar da Mustafa’nın büroya temsilci olarak girmesi için gerekli desteği verdiler. Bu konu hakkında çok geçmeden Kazak gazetesinin 1916 yılında çıkan 203. sayısında Büroya İkinci Kişinin Atanması başlıklı bir haber yayımlandı:
“Halk Müslüman Grubuna bağlı büroya Kazak asıllı bir kişinin alınmasına karar vererek bunun Bökeyhanov olmasını istemişti. İkinci bir kişinin alınması meslesinin de paraya bağlı olduğu belirtilmişti. Artık iki kişinin yıllık masraflarını karşılayacak kadar para bulunmuşsa da halk ikinci kişinin kim olacağını tayin etmiş değildi. Tam bu sırada büro yetkililerinden bir haber geldi. Haberde Bökeyhanov’un yanı sıra hizmet için ikinci bir kişiye çok ihtiyaç olduğunu belirtiliyordu. Sebep olarak da büroda 25 Haziran Kararnamesine bağlı olarak Kazaklarla ilgili meselelerinin artması ve ayrıca Dumanın hızlı bir şekilde açılması gösterilmektedir. Büro çalışanları söz konusu ikinci kişinin hukuk öğrencisi Mustafa Çokayev olmasını uygun görmüşlerdir. Mustafa Çokayev, Müslüman Komitesi kurulduğu andan itibaren gönüllü hizmet etmektedir. Bürodakiler Mustafa’nın bu göreve her bakımdan uygun olduğunu bildikleri için bu karara varmışlardır. Onların uygun görüp göreve getirdiği kişiyi biz de uygun buluyor, büroya alınacak ikinci kişinin Mustafa Çokayev olmasından da son derece mutluluk duyuyoruz.”
Çokay Biy’in yıldızı parlayan büyük oğlu böylece 1 Kasım günü Müslüman Komitesinin himayesinde açılan büroda çalışmalarına başladı lakin Devlet Dumasına bağlı bir büroda çalışmaya başlaması Petersburg’da birlikte okuduğu bazı arkadaşlarının tepkisini çekti. “Neden Mustafa? Bizim ne eksiğimiz var? Biz uygun değilsek bile Muhammedcan Tınışbayoğlu, Rayımcan Marsekoğlu gibi yurttaşlarımız vardı? Mustafa’nın ne emeği geçmiş bu işlere?” şeklinde olumsuz düşünceler ortaya koydular. Yedikleri ayrı gitmeyen bazı samimi arkadaşları bile Mustafa’nın yükselmesinden kıskançlık duydular.
Bu tartışmalar devam ederken Kazak gazetesinde Seyilbek Meyramoğlu’nun öncülüğünde bir grup öğrencinin imzasını taşıyan açık bir mektup yayımlandı. Petersburg’dan gönderilen mektubu kaleme alanlar, Devlet Dumasına bağlı büroya ikinci kişi olarak gazete yönetimi uygun gördüğü için Mustafa Çokayev’in atandığını gazetelerden okuduklarını yazıyorlardı. Konuyla ilgili düşüncelerini de şu şekilde dile getiriyorlardı:
“Bu iş birçok kişiden habersiz yapıldı. Kazak aydınları da büro işleri için para toplayanların birçoğu da kabul edilecek kişiyi bizim gibi Kazak’ın 203. sayısındaki haberden öğrendi. Mustafa Çokayoğlu büroda yararlı ya da yararsız olur demiyoruz ancak ama ulusu ilgilendiren meslelerin ele alındığı bir kuruma tepeden inme bir yöntemle kişi gönderilmesini doğru bulmuyoruz…”
Söz konusu mektubunun devamı Kazak gazetesi editörlüğünce verilen cevap içeriğinde özet olarak yayımlandı:
“Büroya ikinci bir şahsın atanması hakkında Seyilbek ve arkadaşlarının yukarıda yayımlanan mektubuna cevaptır: Mektupta özetle “Büroya atanan ikinci şahıs, çoğunluğun tensibiyle seçilmeliydi ama öyle olmamıştır. Büro yetkilileri ve Kazak gazetesi yönetimi kendi iradeleriyle Mustafa’yı görevlendirmiştir ve halk süreçten habersiz kalmıştır.” deniyor. Ayrıca geç de olsa gazete aracılığıyla halkın onayının alınmasının uygun olacağı savunuluyor. ‘Büroda görevlendirecek kişi halk tarafından seçilmeliydi…’ şeklindeki düşüncesini doğru buluyor ve öyle olması gerektiğini de biliyoruz lakin mektup yazarken içinde bulunduğumuz siyasî durumu dikkate alsalardı öyle düşünmezlerdi. Bu açıdan bir değerlendirme yapsalar bizi ‘gizli’ bir atama yaptık diye eleştirmezlerdi.
Siyaset bir yana… Muhbir ve şikâyetçi kardeşlerimiz! -Bunların kim olduklarını daha sonra duyuracağız-‘Kazak gazetesi bunu yapıyor, şunu yapıyor’ diyerek üst üste asılsız suçlamalarla şikâyetlerde bulunurken, bu iftiralardan dolayı 3 bin ruble para ceza almışlarken, ‘toplanan para’ … ‘halk seçimi’ … diyerek ispat istemenizi de anlayamıyoruz. ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” dedikleri işte bu olmalı. 25 Haziran Kararnamesiyle ilgili birçok iş ve olay açığa çıktı. Dumanın açılışından önce Müslüman Grubu ve bürosu namına, Kazak vilayetleri ve Türkistan vilayetinde yaşanan olaylarla ilgili belge toplanıp bunların düzenlenmesi ve yönetilmesine yardım etmesi amacıyla Kazaklar adına faydalı bir temsilci olarak Mustafa’nın uygun görüldüğünü büro çalışanları da belirttiler. Halka danışamamamızın esas sebebini yukarıda belirttik. Ayrıca Dumanın açılışı bu kadar yaklaşmışken, güvenilir büro çalışanları olur vermişken, hâlihazırda Petrograd’da bulunan Mustafa’yı tabir caizse ‘Kel taranıncaya kadar düğün dağılmasın!’ düşüncesiyle biz de uygun gördük. Petrograd’da yaşayan ve yukarıdaki mektubu yazanlardan birisi büro yetkililerince ‘Bunlarla çalışmıştık, görev için şu şahıs uygundur.’ deselerdi biz de onu uygun görürdük. Bunun yanı sıra Mustafa’yı uygun görmemizin diğer bir sebebi de şudur: Bu sene 10 Nisan’da Torğay ve Oral vilayetlerinin bazı aydınları kendi aralarında büro için kimi seçeceklerini istişare ederek şöyle bir karara varmışlardı: ‘Biri Alihan olsun. Eğer yeteri kadar para bulunup ikinci şahıs görevlendirilecek olursa o da diğer Kazak vilayetlerinden, hayat tarzı farklı bir Türkistanlı olsun.’ Sonrasında Türkistan Kazaklarından bazı okumuş ve önemli kişilerin fikrini de sormuştuk. Türkistan’dan büyük meblağda para yardımında bulunan kanaat önderlerinden Kocahmet Aksakal da ‘Türkistan’dan birini arıyor iseniz, Mustafa olsun.’ dedi. Yine mektubu kaleme alan beyler tarafından adı zikredilen Muhamedcan Tınışbayoğlu’nun kendisi de Türkistan’dan Mustafa’yı uygun görmüştür. Orada Mustafa’yı takdir eden başka kişiler de vardı. 25 Haziran Kararnamesi yüzünden yaşanan olayları Mustafa, Milletvekili Tevkeleyev’le birlikte Türkistan vilayetini gezerek bizzat görmüş ve konuyla ilgili bir hayli bilgi de toplamıştır. İşte bizim Mustafa’yı uygun görmemizdeki sebepler bunlardan ibarettir. Yoksa arkadaşımız olduğu için ve onu kendimize yakın gördüğümüz için bu yarışa sokmadık…”