Kitabı oku: «Entelektüelin kutsal kitabı», sayfa 7
Madde-22
Joseph Heller’ın Madde-22’si (Catch-22), İngilizce’ye günlük konuşma dilinde şimdi yaygın olan bir biçim verdiği gibi, en güzel savaş romanlarından ve kara komedilerinden birini de verdi. 1961’de ilk kez basıldığında bu sıra dışı eser türlü eleştirilerle karşılaştı. Bazıları onu çok parlak, bazıları ise şok edici ve saldırgan buldu. Her durumda Madde-22, absürdün ve gerçeküstücülüğün Amerikan edebiyatına tanıtıldığı, dönüm noktası haline gelen muhalif bir romandı.
Madde-22’nin başkahramanı, II. Dünya Savaşı sırasında küçük bir İtalyan adası olan Pianosa’ya giden bir ABD Hava Kuvvetleri bombacısıdır. Hava filosu, havacılara bazı belirli görevleri tamamladıktan sonra evlerine gidebilecekleri sözünü veren –ama görevlerin sayısının artmaya devam etmesiyle kimsenin oradan ayrılamamasına sebep olan– komik derecede beceriksiz generaller tarafından idare edilir. Savaşın bürokratik saçmalıkları, Hava Kuvvetleri’nin romana adını veren basit ama sinsi yönetmeliğinde cisimleşir. Yirmi ikinci maddede, bir askerin ancak delice davrandığı takdirde savaş görevinden muaf tutulabileceği, ama kişi bu muafiyet için talepte bulunursa, bu durumun, uçacak kadar aklı başında oluşunu açıkça göstereceği belirtilir.
Roman, uygunsuz durumların ve acayipliklerin unutulmaz karakterleri ile doldurulmuştur. Hava filosu kumandanı Binbaşı Binbaşı Binbaşı Binbaşı (ismi böyle konmuştu çünkü babası komik olabileceğini düşünmüştü), kariyerinin ilk gününden itibaren, bir bilgisayar arızası sayesinde binbaşılığa giden tüm yolları atlayarak terfi ettirilmiştir. İşi karıştıran memur Milo Minderbinder, acımasız bir karaborsacıdır ve kâr uğruna kendi hava filosunu bombalaması için Almanlar’la bir sözleşme imzalamak da dahil, her şeyi yapar. Ve doktor Doc Daneeka, hatalı bir evrakta “öldürüldükten” sonra, aslında halen yaşadığına – en kötüsü hayat sigortası poliçesinden dolayı aylık ödemelerine minnettar olan kendi eşi de dahil – başkalarını ikna edemez.
Madde-22’nin öykülemeciliği, zaman için herhangi bir uyarı yapmaksızın sözün gelişine göre birkaç ipucu vererek, savaşın kargaşasını taklit ederek ve okuyucuyu tamamen başıboş bir halde bırakarak bir ileri bir geri atlar. Bu arada, hava filosunun eğlence evi soytarılıkları romanı kahkahadan kırıp geçirecek derecede komik yapar, ta ki bir şeylerin kötüleşmeye başladığı ana kadar. Kara mizah ustası Heller, olay örgüsünün detaylarını, başlangıçta çok gülünç görünen şeylerin, tüm gerçek bilindiği zaman aslında öldürücü derecede ciddi olduğu açıklığa kavuşana dek aşamalı olarak ve düşünmeden yapılmış gibi gözler önüne serer.
Heller, Madde-22’nin aslında özellikle II. Dünya Savaşı ile ilgili olmadığını, genel olarak modern dünyadaki bürokrasi ve otoritenin saçmalığı hakkında olduğunu söylemiştir. Bu mesaj, 1960’ların anti-kurumsal, karşı-kültür hareketleri arasında romanı bir kült haline getirmiştir.
EK BİLGİLER:
1. Madde-22’ye, başlangıçta Madde-18 adı verilmişti, ama Leon Uris’in romanı Mila 18’in 1961’de ondan hemen önce çıkarılmasından sonra Heller, romanının ismini son dakikada değiştirmeye karar vermiştir.
2. Heller, II. Dünya Savaşı sırasında İtalya ve Kuzey Afrika’daki Amerikan seferlerinde bombalama göreviyle bir düzine uçuş gerçekleştirmiştir.
Paris’in Notre Dame Katedrali
Notre Dame Gotik Katedrali, Paris’in ortasındaki Sen Nehri üzerinde bulunan Ile de la Cite adlı adacığın doğu kısmında konumlanmıştır.
Katedral, 528’de bir Hıristiyan kilisesinin yerini aldığı, Jüpiter’e adanan antik bir Roma tapınağı alanına inşa edilmiştir. Yakın zamanda (1144) restore edilmiş Saint Denis Abbey Kilisesi’nin azametinden ilham alan Piskopos Maurice de Sully, Paris’in eski kilisesini yıkmaya ve yerine daha büyüğünü inşa ettirmeye karar verdi. Yeni katedralin inşaatı 1163’te başladı ve on dördüncü yüzyılın başlarına kadar devam etti.
Çoğu Gotik katedralde olduğu gibi, Notre Dame’ın dış cephesi de üç katlıdır. Bunların üzerinde, yaratık şeklinde heykelciklerle –şeytani ruhları kiliseden uzakta tuttuğuna inanılan çirkin ve ürkütücü canavarların heykelleri– bezeli bir kemerle bağlanan iki kule yükselir. Kemerin altında, yüzlerce boyalı cam parçasının bir araya getirilmesiyle yapılan ve çapı dokuz metreden fazla olan gül şeklinde bir pencere vardır.
Daha aşağısında, başlangıçta Yahuda ve İsrail’in yirmi dokuz kralının heykellerini içeren Kral Kemeri vardı. Fransız Devrimi sırasında, figürlerin Fransız krallarının portreleri olduğunu sanan kızgın yağmacılar tarafından hepsinin başı koparıldı. Heykeller, 1845’te ünlü Fransız mimar Viollet-le-Duc tarafından yapılan yenileriyle değiştirildi.
Dış cephede, kiliseye üç ana giriş bulunur. Merkezî ve en geniş giriş kapısı, kıyamet günü gelecek olan İsa’ya adanmıştır. Solundaki kapı Meryem’in, sağındaki ise Meryem’in annesi Azize Anne’nin giriş kapısıdır.
Katedralin zengin bir geçmişi vardır. Burası, 1185’te Caesarealı (Kayseri) Heraklius’un Üçüncü Haçlı Seferi’ni ilan ettiği yerdi. 1431’de, VI. Henry’nin ve 1804’te de Napoleon Bonaparte’ın taç giyme törenine sahne oldu. Kilise, Fransız Devrimi sırasında ilk olarak “Akıl Tapınağı”, sonrasında da “Yüce Varlık Tapınağı” (Temple of the Supreme Being) adını aldı. 1970’te Charles de Gaulle’ün cenaze töreni için kullanıldı.
EK BİLGİLER:
1. Victor Hugo Notre Dame’ın Kamburu’nu (1831) yapının yıkılma tehlikesi altında olduğu sıralarda, Notre Dame’ın tarihine dair halkın bilincini ve hassasiyetini arttırmak için yazdı.
2. Fransız otoyollarında ölçülen tüm mesafeler için başlangıç noktası olarak işaretlenen sıfır kilometresi, katedralin önündeki meydanda konumlanmıştır.
Plasebo Etkisi
Plasebo etkisi, hiçbir tıbbî değeri olmayan bir tedavinin faydalı tesiridir. Kendisine tuzlu su enjekte edilen veya bir şeker hapı verilen hasta biri, çoğunlukla kendisini daha iyi hisseder. Bu sonuç, migren, sırt ağrısı ve depresyon gibi öznel olarak değerlendirilen bozukluklar için özellikle geçerlidir. Plasebo etkisi, ilaçla tedaviye yüklediğimiz iyileştirici değerin önemli bir kısmına tekabül eder.
Acının ilaçla tedavisinde plasebo etkisi, kısmen beyin kimyası ile açıklandı. Beyin acıyı yaşadığı zaman, endorfin –acıyı hafifletmek için doğal morfin gibi davranan kimyasallar– salgılar. Beyin görüntüleme çalışmaları, ilaç olduğu düşünülerek plasebo alındığında, endorfin salgılanmasının tetiklendiğini göstermiştir. Nörolojik olarak bakıldığında, kişi gerçekten de ilaç almış gibidir.
Bir de, daha az anlaşılmış, ama eşit derecede güçlü nosebo etkisi vardır. İnsanlara bir ilacın olumsuz yan etkilerini deneyimleyecekleri söylendiğinde bu, herhangi tıbbî bir neden olmamasına rağmen sıklıkla gerçekleşir. Bu etkiyi gözlemlemek üzere yapılan bir deneyde, insanlara birer şeker hapı verilir ve kusmaya sebep olacağı söylenir. Deney, grubun % 80’inin kusmasıyla sonuçlanır. Diğer bir deney de, kalp krizinden öleceklerine inanan kadınların, tamamen aynı tıbbî profile sahip ama risk altında olmadıklarını düşünen kadınlara kıyasla kalp krizinden ölme risklerinin dört kat daha fazla olduğunu göstermiştir. Hasta olduğunuzu düşünmek, sizi hasta eder.
Tıbbî tedavinin bazı alanlarında, plasebo etkisinin gittikçe daha büyük yer tuttuğu görünmektedir. Antidepresan deneylerinde, plasebolara verilen tepki oranı her on yılda % 7 artmaktadır. 1980’de plasebo verilen depresif insanların % 30’u, herhangi başka bir tedavi olmaksızın iyileşti. 2000 yılında bu oran % 44 oldu. Bu değişiklik, yaygınlaşan ilaç reklamlarına ve yükselen beklentilere bağlanabilir. İnsanların geneli psikiyatrik ilaçlara yirmi yıl öncesinde olduğundan daha fazla inanmaktadır, bu da plaseboları daha etkili kılmaktadır.
EK BİLGİLER:
1. Hapların renkleri de bazı hastalar üzerinde etkili olabilir. İtalyanlar’ın bir deneyinde, mavi plasebolar kadınlar için mükemmel uyku hapı etkisi yaptı, ama erkekler için sonuç aksi yöndeydi.
2. Acı veren enjeksiyonlar, daha az acıtanlara oranla daha fazla iyileştirici değere sahip olabilir.
Form
Klasik müzikte kullanıldığında form terimi, bir parçanın bestesine kılavuzluk eden yapıları, çok sayıda eserde ortak olan birtakım özellikleri ifade eder. Bestelerin hareketlere ve tematik bölümlere nasıl ayrıldığını belirleyen birçok önemli form vardır. Bunlar, her parça için bir taslak olarak iş görür.
İKİLİ FORM (A-B): Parçanın ilk kısmı (A) tonikten, yani parçanın tonal merkezinden başlar ve sonra modülasyonla dominant tona geçer. İkinci kısım (B) ise dominant tondan başlar ve yeni bir modülasyonla toniğe geri döner. Yani eğer parça La majörde yazılmışsa, A kısmı La majörden başlar, sonra Mi tonalitesine geçer. B kısmı Mi tonalitesinden başlar ve sonra La majöre geri döner. Eğer parça La minörde yazılmışsa, A kısmı o La minörden başlar ve Do majöre geçer ve B kısmı bu süreci tersine döndürür.
ÜÇLÜ FORM (A-B-A): A kısmı tonik, B kısmı dominant tondadır ve sonrasında ilk kısım tekrarlanarak parça nerede başladıysa orada, yani tonikte sonlandırılır.
BİRLEŞİK İKİLİ FORM: Aynı zamanda “sonat formu” da denir. Üçlü bir yapısı vardır. “Serim” denen ilk kısım, ana gamı kurar; ana temayı ve ekleri, sıklıkla birbiriyle zıtlaşan temaları sunar ve ana gamdan uzaklaşarak gerilim yaratır. “Gelişme” denen ikinci kısımda besteci, sıklıkla yaygın şekilde geçişler yaparak kombinasyonların ve biçimlerin çeşidi içinde tematik malzemeyi sunar. “Sonuç” denen üçüncü kısımsa başlangıç temalarını geri getirir ve başladığı aynı gamda parçayı bitirir.
RONDO FORMU: Üçlü formda bir değişkendir ve her bir harfin bir tematik kısmı temsil ettiği, A-B-A-C-A-D-A formunu alır. B-C-D parçalarının her biri, bir epizot (dilim) olarak adlandırılır ve başlangıç A temasının armonik ve melodik tamamlayıcıları olarak hareket eder.
TEMA VE ÇEŞİTLİLİK: Besteci, bir melodiyi sunar ve sonra o melodiyi süslemeyle, harmonide değişikliklerle, yapıda değişikliklerle, majörden minöre değişikliklerle ve diğer tekniklerle çeşitlendirir. Bu form, A-A’-A’’-A’’’ ve devamı harflerle temsil edilebilir.
EK BİLGİLER:
1. Sonat formunun belirtileri ilk kez Johann Sebastian Bach’ın (1685-1750) geç dönem barok parçalarında görüldü, ama formun kabulü, barok dönem ile klasik dönem arasında geçişi belirten en büyük biçimsel değişimlerden biridir. Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791), sonat formunun ustalarından biriydi.
2. Hem Bach (Goldberg Çeşitlemeleri) hem de Mozart (“Parla, Parla, Küçük Yıldız” Çeşitlemeleri) tema ve çeşitlemeyle ilgiliydiler.
Madde/Form Kuramı
Aristoteles’in madde ve form kuramı, felsefesinin en önemli ve en etkili yönlerinden biridir. Fakat incelikli bir öğreti olduğundan, genellikle iyi anlaşılmaz. Özü itibariyle bu kuram, modern bilimin ilerlemelerinden çok önce, doğal dünyayı açıklamaya yönelik bir girişimdi.
Aristo (MÖ 384-322), dünyanın ‘öz’lerle, yani bitki ve hayvanlar gibi somut bireysel şeylerle doldurulduğunu gördü. Özleri, kurduğumuz cümlelerin özneleri olabilecek türde şeyler gibi düşünebiliriz. Örneğin, Sokrates bir özdür çünkü “Sokrates solgundur.” diyebiliriz. Aristoteles, solgun olma niteliği gibi özlerin belli niteliklerini “ilinek” (araz) olarak adlandırdı. İlinekler, özler hakkında söylediğimiz şeylerdir; genelde cümle içinde sıfat olarak görev yaparlar.
Bu farklılığı kavramanın diğer yolu, Aristo’nun ilineksel değişiklik ve özsel değişiklik arasında yaptığı ayrımdan geçer. İlineksel değişikliğin bir örneği, Sokrates’in soluk olmaktan, güneşte biraz zaman geçirdikten sonra bronz rengine dönüşmesidir. Sokrates, yani öz, devam eder ve değişen sadece Sokrates’in ilinekleridir; solukluğu ve teni. Özsel değişme verilebilecek örnek ise Sokrates’in ölümüdür. Bu durumda, saf bir öz olan Sokrates varlığın dışına çıkar.
Bu özsel değişim fikri, Aristo’nun madde/form kuramına götürür. Sokrates ölse bile, cesedi var olmaya devam eder. Bir şeyler sürüp gider. Aristo, maddeyi ‘özsel değişim yoluyla sürüp giden’ olarak tanımlar. Ancak, bir zamanlar çeşitli girift biyolojik süreçler muhteva eden Sokrates’in maddesi, o süreçleri durdurmuştur. Şimdi ölüdür, maddesi geride kalır ama maddenin formu değişmiştir. Form, Sokrates’in pek çok parçasının birbiriyle nasıl etkileşeceğini belirleyen organizasyonun ve faaliyetin ilkesi olarak tanımlanır.
Aristo, bireysel özlerin madde ve formun birleşimleri olduğu sonucuna vardı. Doğa felsefesi üzerine olan eserlerinde, doğal olayların geniş çeşitliliğini açıklamak için madde/form kuramını kullandı.
EK BİLGİLER:
1. Aristo’nun madde ve form kuramı, hilomorfizm olarak adlandırılır.
2. Aristo’nun hilomorfizminin, onu metafiziğinin dayanaklarından biri yapan St. Thomas Aquinas yoluyla Batı Hıristiyanlığı üzerinde muazzam bir etkisi olmuştur.
3. Rene Descartes (1596-1650), on yedinci yüzyıl fiziğinde Aristocu özsel formların kullanımını sert bir şekilde eleştirdi.
Musa
Musa, genelde Yahudi tarihinde en önemli kutsal kitap şahsiyetlerinden biri olarak bilinir. Musa’nın hikâyesinin ana kısmı, Çıkış (Exodus) kitabında anlatılır.
İbrahim’in torunları olan İbranîler, bir kıtlık sırasında İsrail’i terk ederek Yakup’un oğullarından biri olan ve firavundan iltifat gören Yusuf’un yaşadığı yer olan Mısır’a yerleştiler. Zaman geçtikçe ve firavunun Yusuf ile olan dostluğu unutuldukça, İbranîler Mısırlılar’ın kölesi haline geldiler.
Musa, İbranî kölelerin çocuklarının öldürülmesini emreden acımasız bir firavun olan II. Ramses’in hükümdarlığı sırasında Mısır’da, İmran ve Yoşaved’in oğlu olarak doğdu. Yoşaved ilk başlarda Musa’yı saklamayı başarabildiyse de, bunu yapmak sonraları çok zorlaştı. Musa üç aylık olunca, annesi onu bir sepetin içine koydu ve merhametli birinin bulmasını umarak Nil Nehri’ne bıraktı. Musa’yı bir süre sonra firavunun kızı buldu ve ona kendi oğlu gibi baktı.
Musa büyüdü ve sonunda gerçek kökenlerini öğrendi. Bundan kısa bir süre sonra, bir Mısırlı’nın bir İsrailli’yi dövdüğüne şahit olduğunda, tepkisi Mısırlı’yı öldürmek oldu. Böylesi utanç verici bir suçu işlemiş olarak Musa, Mısır’dan kaçmaya ve kırk yıl Sina Yarımadası’nda yaşamaya zorlandı. Bir gün Musa, ateşler içinde olmasına rağmen yanmayan bir çalılık gördü. Yakından bakmak için çalılığa yaklaşınca, Tanrı ona Mısır’a geri dönmesini ve İsrailliler’i Mısır’dan dışarı çıkarmasını emretti.
Musa bunun üzerine Mısır’a döndü ve İbranîler’i serbest bırakması için firavunu ikna etmeye çalıştı. Firavun onu reddetti, bu da Tanrı’nın Mısırlılar’a on felaket göndermesine neden oldu. Onuncu felaket –tüm Mısırlı ailelerin ilk doğan oğlunun ölümü– kırılma noktası oldu ve firavun İsrailoğulları’nı serbest bıraktı. Ancak gitmelerine izin verdikten sonra, onları takip etti. İsrailoğulları Kızıl Deniz’in kıyısına geldiğinde, arkadan firavunun ordusu yetişti ve onları kıstırdı. Tanrı, İsrailoğulları’nı kurtarmak için Kızıl Deniz’i ortadan ikiye ayırarak bir yo açtı. Onların geçmesinin ardından hemen geri kapayarak Mısırlılar’ı suda boğdu. Denizi geçtikten sonra Musa İbranîler’i, zirvesine tek başına çıkıp Tanrı’dan doğrudan On Emir’i alacağı Sina Dağı’na giden çöl yolundan götürdü.
Gerçekten var olup olmadığı tarihsel açıdan tartışmalıysa da, lider ve kanun koyucu olarak Musa, Yahudi tarihinin en başta gelen sembolüdür.
EK BİLGİLER:
1. Bazı kuramlar, Musa’nın aslında İbranî olmadığını, daha ziyade kaçak ve fedakâr bir Mısırlı rahip olduğunu iddia ederler.
2. Yahudiler’in boynuzları olduğu nevinden Yahudi aleyhtârı klişeler, büyük ihtimalle Musa’nın Sina Dağı’ndan indikten sonraki hâline dair bir tasvirin yanlış bir çevirisinden kaynaklanmaktadır. Tanrı’ya bu kadar yakın olmak, iddialara göre, Musa’nın fizikî görüntüsünü değiştirmişti. Ama söylenen, “yüzünden ışıkların fışkırdığı”dır, bazılarının hatalı şekilde inandığı gibi “kafasından boynuzların fışkırdığı” değil.
Şarlman
Roma İmparatorluğu’nun 476 yılında çökmesiyle Avrupa, daha sonraları tarihçilerin Karanlık Çağ olarak adlandırdığı bir savaş ve anarşi dönemine girdi. Rakip kavimler, imparatorluğun geride bıraktığı kalıntıları için sürekli olarak savaşıyordu. Sanat ve bilimlerdeki ilerlemeler durdu. Roma tarafından sağlanan birliğin yokluğunda, kıtayı bir arada tutan çok az şey vardı.
Bugünkü Almanya’da kurulmuş bir krallığın lideri olan Şarlman (742-814), bir zamanlar Batı Roma İmparatorluğu’na ait olan toprakların çoğunu yeniden bir araya toplayabilen ilk kişi olarak, sekizinci yüzyılda büyük bir Avrupa imparatorluğu yarattı. 800 yılının Noel gününde Papa ona, tekrar dirilen Hıristiyanlık’ın lideri ve ilk Kutsal Roma İmparatoru olarak taç giydirdi.
Taç giyme töreni zamanında Şarlman’ın imparatorluğu bugünkü Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre’yi ve Almanya’nın büyük kısmını içine alıyordu. Şarlman, Franklar’ın ve komşularının çoğunu hakimiyeti altına alan bir Alman kavminin kralıydı.
800’de ilan edilen Kutsal Roma İmparatorluğu, gerçekte Avrupa’yı hiç birleştirmedi. On sekizinci yüzyılda Voltaire’in alaya aldığı gibi, ne “kutsal”dı ne “Romalı”ydı ne de bir “imparatorluk”tu. Sadece, içlerinden bazıları birkaç kilometrekareden büyük olmayan üç yüzden fazla yarı-bağımsız prensliğin bir aradalığından müteşekkildi. Yine de, gelecek yüzyıllar için Orta Avrupa’daki en büyük güçtü. Şarlman’ın kuvvetleri Hıristiyanlık’ı yaydı ve İspanya’da Müslüman halifenin elinde olan bölgeyi geri alabilmek için (başarısızlıkla) savaştı.
Şarlman’ın mirası, (kelimenin tam anlamıyla)Avrupa genelinde halen görülür. Genetik alanındaki son çalışmalar, Avrupalılar’ın büyük bir kısmının Frank kralından gelme olduğunu göstermektedir. Fransa ve Almanya’nın kurucu babalarından biri olarak dikkate alınır. Küçülmüş haliyle imparatorluğu, son Kutsal Roma İmparatoru’nun 1806’da yönetimden çekilmesine dek sürmüştür.
EK BİLGİLER:
1. Şarlman’ın savaşlarda taşıdığı kılıç, Joyeuse ismindeydi. Bu ünlü kılıç olduğu düşünülen bir silah şu anda Paris’teki Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır.
2. Popüler ortaçağ efsanesinde Şarlman, tarihin en önemli şövalyeleri olan “dokuz kıymetliler”den biriydi. Diğer kıymetliler arasında Kral Arthur ve Büyük İskender bulunmaktadır.
3. 778’de İspanya’daki bir savaş sırasında, Şarlman’ın asilzadelerinden biri olan Roland, Basklar tarafından öldürüldü. Roland’ın cesur ölümünün hikâyesi, ortaçağ edebiyatının en ünlü parçalarından biri olan “Roland’ın Şarkısı” için bir temel oldu.
Gabriel Garcia Marquez
Kolombiyalı Gabriel Garcia Marquez, 20. yüzyılda dünyanın dikkatini Latin Amerika edebiyatına çeken bir yazardı. Romanlarıyla kısa hikâyelerinde, kendi kıtasının tarihini ve insanlarını, gerçek olayları fantezi ve efsane ile birleştiren bir gözle inceledi.
1928’de Kuzey Kolombiya’nın Arataca kasabasında doğan Garcia Marquez, özellikle ailenin yaşlıları tarafından tekrar tekrar anlatılan aile hikâyeleriyle büyüdü. Kolej eğitiminden sonra çeşitli yabancı yayın ajanslarında gazetecilik yapıp Fransa’da, Venezuela’da, Birleşik Devletler’de ve Meksika’da yaşadı. 1950’lerin ortalarında kurgusal yazılar yazmaya başladı ve ilk büyük eseri olan kısa hikâye koleksiyonu Albaya Kimseden Mektup Yok, 1961’de basıldı.
Garcia Marquez’in başyapıtı, şüphesiz, kurgu kasaba Macondo’da altı nesle yayılan bir masal olan Yüzyıllık Yalnızlık (1967) romanıdır. Kasabanın ve kurucularının –Buendia ailesi– tarihi, tümüyle Latin Amerika’nın tarihî gidişatına ayna tutar: Macondo’nun dış dünya ile artan şekilde temasa geçmesiyle, bozulmamış pastoral soyutlanmadan iç savaşa, diktatörlüğe, işçi karışıklıklarına ve moderniteye geçişe eşlik eden diğer zorluklara çeşitli geçişler yapar. Romanda tarih, hem bireylerin hem de grupların aynı hataları tekrar ve tekrar yapışı gibi –Garcia Marquez’in Buendia ailesinin farklı nesillerindeki karakterlere aynı isimleri vererek vurguladığı bir gerçek– döngüsel olarak ilerler.
Garcia Marquez’in eserlerinin çoğu, büyülü gerçekçilik –oldukça gerçekçi yapılan betimlemelerin fantastik ve doğaüstünün belirgin unsurları ile bir birleşimi– olarak isimlendirilen bir türü örnekler. Yüzyıllık Yalnızlık’ta olan onca şey arasında Macondo, beş yıl süren şiddetli bir yağmur fırtınasını, bir karakterin ölümünün haberi üzerine gökten sarı çiçekler şelalesinin akmasını ve domuz kuyruklu bir bebeğin doğumunu görür. Büyülü gerçekçilik bağlamında bu olayların çoğu normal kabul edilir ve karakterler bunları yorum yapmadan veya endişelenmeden izlerler.
İki diğer önemli yayınından sonra (Başkan Babamızın Sonbaharı (1975) ve Kırmızı Pazartesi (1981) romanları) Garcia Marquez 1982’de edebiyat dalında Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Eserleri, orijinal dili İspanyolca’da ve diğer dillerde milyonlarca kişiye ulaştı, onu hem eleştirel hem de popüler başarıyı sürdüren pek az çağdaş romancının arasına soktu.
EK BİLGİ:
1. Garcia Marquez’in eserlerinin çoğu, aynı karakterlerden ve yerlerden bazılarının farklı hikâye ve romanlarda birden karşınıza çıkmasıyla, aynı kurgusal evrende yer alırlar.