Kitabı oku: «Entelektüelin kutsal kitabı – biyografiler», sayfa 10
Tarsuslu Paul
Hz. İsa’nın 33 yılında ölümünün ardından gözüpek bir misyoner olan Tarsuslu Paul, Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun uzak eyaletlerine ulaşmasında çok önemli bir rol oynadı. Başlarda Hıristiyanlığa şüpheyle yaklaşmış olmasına rağmen Paul daha sonra yeni dinin en kararlı ve en cesur savunucusu oldu. Binlerce yeni inanan kazanıp dini, Yahudi olmayanlara da açarak onun yaşamasını garanti altına almış oldu.
Paul günümüz Türkiye’sinde yaşayan bir Yahudi ailenin çocuğuydu. Asıl ismi Saul’du. Roma vatandaşı olması, uzak eyaletlerde yaşayanların nadiren sahip olduğu bir ayrıcalıktı. Çadır imalatçısı olarak çalışıyordu.
Hz. İsa’nın ölümünden kısa süre sonra, Kudüs’te bir öğrenciyken Hıristiyanlığa muhalefet etti ve onlara yapılan baskıları destekledi. Ne var ki Şam gezisi sırasında dini bir deneyim yaşadı ve din değiştirdi.
Paul daha sonra Judaea’ya geri döndü ve orada yaşayan havarilerle ilişkiye geçti. Başlangıçta havariler geçmişteki davranışları nedeniyle ona şüpheyle yaklaştılar. Gerçekten çok şaşırmışlardı. İncil’de bu konuyla ilgili olarak “Geçmişte bize zulmeden kişi, şimdi bir zamanlar yok etmeye çalıştığı inancı vaaz ediyor” denilmektedir. Paul’un yüksek sosyal statüsü ve yeni dini yayma konusundaki kararlılığı, henüz çok genç olan Hıristiyan kilisesi için vazgeçilmez değerde olduğundan baştaki şüpheler hızla ortadan kalktı.
Paul, günümüzde Lübnan, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs olan topraklarda yaptığı seyahatleri sırasında karşılaştığı Yahudi gruplarına yeni dini anlattı. Diğer Hıristiyanlardan farklı olarak Yahudi olmayanların da dine kabul edilmesini destekledi. Bu, hem Hıristiyanlığın çok geniş bir alana yayılmasını hem de Yahudilikten ayrılarak bağımsız bir din haline gelmesini sağladı.
Paul, Yahudi olmayan birini Kudüs Tapınağı’na kabul ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Yargılanmak üzere Roma’ya gönderildi. Beraat etti ve imparatorluğun kalbinde bir kilise kurmak için Roma’da kalmaya karar verdi. Ne var ki burada çok uzun süre kalamayacaktı. 65 yılında Hıristiyanları hedef alan ilk saldırı dalgası sırasında başı kesilerek öldürüldü.
Ek Bilgiler
1- Paul’un Şam’a giderken din değiştirmesi, çok ünlü bir hikaye haline gelmiştir. Öyle ki bir insanın aniden fikir değiştirmesi bazen “Şam’a Giden Yol Değişimi” terimi ile ifade edilir.
2- 2006 yılında bir Roma basilikasının altında Paul’un kalıntılarını içerdiği sanılan bir lahit bulundu.
3- İncil’in yedi kitabının Paul’un elinden çıktığı sanılmaktadır: Romalılar, Korinthianlar 1 ve 2, Galatyalılar, Philippianlar, Selanikliler 1 ve Philemon. Diğer altı kitabın da onun tarafından yazılmış olması mümkündür.
Augustus
Roma İmparatorluğu’nun kurucusu olan Augustus (MÖ 63-MS 14) 500 yıl sürecek merkezi ve otoriter bir yönetim sistemi kurdu. Batı dünyasına daha önce eşi görülmemiş bir refah ve istikrar dönemi yaşattı.
Asıl adı Gaius Octavius olan ve hayatının ilk dönemlerinde kullandığı Octavian adıyla üne kavuşan Augustus, Julius Sezar’ın (MÖ 100-44) evlatlığıydı. Sezar’ın suikaste uğramasının ardından, 18 yaşındaki Octavian’a babasının dostları ve düşmanları da miras kalmış oldu. Sezar’ın ölümünün ardından başlayan iç savaşta, Octavian komplonun liderleri Brütüs ve Cassius’u MÖ 42 yılında Philippi’de yaşanan iki savaşın ardından yenilgiye uğrattı.
Sonraki on yıl boyunca Octavius gücünü iki generalle paylaştı: Mark Antony (MÖ 83-30) ve Marcus Aemilius Lepidus (MÖ 90-13). “İkinci Üçlü Erk Dönemi” olarak adlandırılan bu ittifak MÖ 36 yılında bozuldu. Lepidus tahttan inmeye zorlandı. Antony ise MÖ 31 yılında Octavian’a yenilince kendini öldürdü.
MÖ 27 yılında ülkenin kontrolünü tek başına ele geçiren Octavian’a Senato tarafından Augustus unvanı verildi. Bu kelime şanlı, şerefli anlamlarına geliyordu. Aynı zamanda kumandan anlamına gelen imparator namını da kazanmıştı. Bu aşamadan sonra Senato varlığını korudu ama cumhuriyet döneminde sahip olduğu yetkilerin önemli bir bölümünü imparatora devretti.
Augustus kırk yıldan uzun bir süre boyunca hüküm sürdü. Uzun iç savaş yıllarından sonra Roma’ya düzen ve istikrar getirdi. Orduda reformlar yaptı ve bir posta sistemi kurdu. Orta Avrupa ve Afrika’da büyük toprak parçalarını imparatorluğa dahil etti. Hakim olduğu alanlara yollar ve su kemerleri inşa etti.
Augustus ölümünün ardından Senato tarafından tanrı ilan edildi. Evlatlığı Tiberius (MÖ 42-MS 37) onun yerine tahta geçti.
Ek Bilgiler
1- Roma İmparatorları sık sık Augutus adını aldılar. Kimileri bu ismi kişisel adı olarak kullandı. 476 yılında görevden alınan son Roma İmparatoru Romulus Augustulus’tu.
2- Octavian’ın ölümünün ardından Senato “Sextilis” ayının adını değiştirip onun onuruna “Ağustos” (August) yaptı (July-Temmuz adı ise Julius Sezar’ı onurlandırmak için çoktan kullanılmaya başlanmıştı).
3- 1961 yılında Amerikalı şair Robert Frost (1874-1963), John F Kennedy’nin (1917-1963) göreve başlaması şerefine yazdığı bir şiirinde Augustus’a gönderme yapmıştır. Oldukça umutlu olan şiir yeni başkandan yeni bir “Augustian Çağı” açmasını beklemektedir.
Hypatia
Hurafeleri gerçek gibi öğretmek olabilecek en korkunç şeydir.
– Hypatia
Bir kaşif, matematikçi ve filozof olan Hypathia (370-415) antik dönemin en verimli yazarları arasında yer almaktadır. Hıristiyan bir grup tarafından öldürüldüğü sırada Mısır’daki İskenderiye’nin önde gelen sakinlerinden biri ve şehri en etkili öğretmenlerindendi.
Tanınmış bir matematik öğretmeni olan Theon’un (335-405) kızı olan Hypatia antik dünyanın en önemli entelektüel merkezlerinden birinde yetişti. Büyük İskenderiye Kütüphanesi’ne ev sahipliği yapan şehir, Yunanca konuşan Hıristiyanlara, Yahudilere ve pagan bilginlere kapısını açan bir kentti.
Hypatia akademik kariyerine babasının ortağı olarak başladı. Çeşitli matematik ve astronomi kitaplarını gözden geçirip yeniden yazıyordu. Kısa zamanda popüler bir bilim ve felsefe öğretmeni haline geldi. 400 yılında İskenderiye Felsefe Okulu’nun müdürü oldu. Kendisi pagan olsa da Hypatia’nın öğrencileri arasında Hıristiyanlar da vardı. Hatta bunların ikisi ileride piskopos olacaktı.
Pek az kadının yüksek öğrenim görebildiği bir çağda Hypatia son derece sıradışı bir figürdü. Kendi at arabasını kullanıyor, erkek bir öğretmen gibi giyiniyordu. Yunan dünyasının her yerinden bilginlerle haberleşiyordu. Kimi bilgilere göre çok sayıda bilimsel buluş yapmıştı. Yaptığı buluşların arasında usturlabın3 geliştirilmiş bir biçimi de bulunuyordu. İskenderiye valisinin güvenilir bir dostu olması nedeniyle dini çekişmelerin arttığı bir dönemde şehir politikası üzerinde de önemli bir etkisi oldu.
Şehirdeki dini tartışmalar Hypatia’nın hayatına mal olacaktı. Antik tarihçilere göre şehirdeki Hıristiyanlar vali ve piskopos arasındaki politik bir tartışmada Hypatia’nın karşı tarafı desteklediğini düşünmüşlerdi. Piskopos onun bir cadı olduğu dedikodusunu yaydı. Bir gün şehir sokaklarında arabasını sürerken bir grup Hıristiyan Hypatia’ya sarkıntılık etti. Çırılçıplak soyulduktan sonra vahşice öldürüldü ve bedeni parçalara ayrıldı.
Hypatia’nın öldürülmesi dünya düşünce tarihinde bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Antik Yunan felsefe geleneği artık son bulmaktadır. Pek çok bilgin aynı kaderi yaşamamak için şehri terk eder. Bundan sonrasını Bertrand Russell (1872-1970) şöyle özetler: “Filozoflar İskenderiye’yi bundan sonra umursamadılar.”
Ek Bilgiler
1- Bir feminist felsefe dergisi olan Hypatia, adını ünlü yazardan almaktadır.
2- Hypatia’nın katilleri asla cezalandırılmadılar. Hypatia’nın İskenderiye’deki en büyük hasmı olan Piskopos Cyril (378-444) daha sonra aziz ilan edildi.
3- Alejandro Amenabar’ın (1972-) yönettiği “Agora” filmi Hypatia’yı konu almaktadır. 2009 yapımı filmde kadın felsefeciyi Rachel Weisz (1970-) canlandırmaktadır.
Batlamyus
Yunan astronom, matematikçi ve coğrafyacı Batlamyus (Batlamyus 100-170) en çok yaptığı büyük yanlışla hatırlanmaktadır: Astronomi çalışması Almagest’te Güneş’in, yıldızların ve gezegenlerin Dünya’nın etrafında döndüğünü iddia etmiştir. Bu düşüncesi sonraki bin dört yüz yıl boyunca astronomlar tarafından doğru kabul edilecek ve ancak 16. yy’da çürütülebilecektir.
Nicolas Copernicus (1473-1543) dünyanın güneşin etrafında döndüğünü ispatlamadan önce, Batlamyus tarihin en büyük astronomu olarak kabul edilmekteydi. Eseri bu süreç boyunca Batı dünyasının evrenle ilgili en önemli başvuru kaynağı olarak değerlendirilmiştir.
Batlamyus Mısır’da doğmuş ve hayatının büyük bölümünü İskenderiye’de geçirmiştir. İskenderiye o dönemde Roma’nın Mısır eyaletinin başkentiydi ve Romalılar’dan önce Yunan egemenliği altında bulunmuştu. Batlamyus antik Yunanca konuşmakta ve yazmaktaydı. Aynı zamanda bir Roma vatandaşı olarak bölgedeki pek az kişiye nasip olan ayrıcalıklı bir statüye sahipti.
120 yılında Batlamyus astronomi gözlemlerini kayıt altına almaya başladı. Bunları Almagest’i yazarken kullanacaktı. Başta tutulmalar ve Güneş’in hareketleri üzerine çalışan Rodoslu bir astronom olan Hipparchus olmak üzere çeşitli antik çağ astronomlarının çalışmalarını da özetleyen kitabı Almagest, antik dünyanın sahip olduğu tüm astronomi bilgisinin derlenmesiyle ortaya çıkmıştır. 150 yılında tamanlanan metin yüzyıllar boyunca astronom ve astrologlar tarafından tutulmaların tahmin edilmesi ve horoskopların hazırlanılmasında kullanılmıştır.
Batlamyus aynı zamanda ünlü bir haritacıydı. Antik dünyanın en doğru haritalarını yapmıştır. Enlem ve boylamları yaygın bir biçimde kullanan ve dünyanın eğimini gösteren ilk haritaları o hazırlamıştır. Astronomi çalışmaları gibi Batlamyus’un coğrafyası da ölümünden sonraki yüzyıllar boyunca bilimsel bilginin doruk noktası olarak kabul edilmiştir.
Ek Bilgiler
1- Batlamyus bir dünya atlası ve harita hazırlama rehberi yazmayı amaçlıyordu. Son derece detaylı olan bu çalışma sayesinde herkes kendi haritasını yapabilecekti. Haritasının mümkün olduğunca ayrıntılı olabilmesi için antik dünyanın sekiz bin ayrı noktasının enlem ve boylamlarını listeledi. Bu eser antik dünyadaki şehir ve muhtelif mekanların en bütünlüklü tarihi kaydını teşkil etmektedir.
2- Pek çok diğer Yunan düşünürü gibi Batlamyus’un çalışmaları da Orta Çağ boyunca Arap bilginleri tarafından korundu. Batlamyus’un astronomi kitabının İngilizce’de en yaygın kullanılan başlığı olan Almagest, kitabın Arapça isminden türetilmiştir.
3- Batlamyus dünyayla birlikte sadece altı gezegen olduğuna inanıyordu. Bu görüş sonraki bin yedi yüz yıl boyunca yaygınlığını koruyacaktı. En dıştaki gezegenler olan Uranüs ve Neptün ancak 1781 ve 1846 yıllarında keşfedilebileceklerdi.
Alaric
Vizigot şefi Alaric (370-410) 410 yılında Roma’yı yağmaladı. Batı tarihinde çığır açan bu olay Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün habercisiydi. Yağma, antik çağdaki diğer örneklere kıyasla oldukça ılımlı bir biçimde gerçekleşmişti. Got istilası sadece altı gün sürmüş, en büyük binaların çoğuna dokunulmamıştı. Yine de yağma hareketi Roma İmparatorluğu’nun ne kadar güçsüz düştüğünü kanıtlamış oldu.
Gotlar 2. yy’da Roma sınırlarına akın etmeye başlayan bir Alman kabilesiydi. 4. yy’da Ostrogotlar (Doğu Gotları) ve Vizigotlar (Batı Gotları) olarak ikiye ayrıldılar. Bir dönem Roma için paralı askerlik yapan Alaric, 395 yılında Vizigotların şefi seçildi.
Alaric iktidarı ele geçirir geçirmez Piraeus, Corinth, Argos ve Sparta’nın da içinde bulunduğu Yunanistan’daki Roma şehirlerine saldırılar düzenlendi. Bu yağmalamalar sırasında Sparta yerle bir edilmişti. 397 yılında Doğu Roma İmparatoru barış yapmak için ona rüşvet vermeyi teklif etti. Bunun üzerine Alaric batıyı hedef almaya başladı.
401 yılında İtalya’yı işgal eden Alaric, Romalılar tarafından yenilgiye uğratıldı. Sonraki girişimi de başarısızlıkla sonuçlandı. Sonunda 408 yılında Roma’ya ulaşabildi. Şehri üç kez kuşattıktan sonra 24 Ağustos 410’da nihayet şehre girdi. 800 yıldan sonra ilk kez Roma’ya yabancı bir ordu ayak basıyordu.
Got zaferinin haberi hızla antik dünyaya yayıldı. Tarihçi Edward Gibbon’un (1737-1794) Roma İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküşü’nde yazdığı gibi “Bu korkunç felaket, saldırıdan dolayı şaşkınlığa uğramış imparatorluğu korku ve dehşetle doldurdu.” Yaşananlar kaçınılmaz sonun habercisiydi. Sadece elli küsür yıldan sonra Batı Roma İmparatorluğu tamamen yıkılacaktı.
Roma’yı yağmaladıktan sonra Alaric, askerleriyle kuzeye ilerledi. Kısa bir süre sonra İtalya’da öldü.
Ek Bilgiler
1- Alaric’in güçleri Roma’ya Porto Salaria’dan girdiler. Şehrin bu kapısı 1921 yılına kadar ayakta kalmıştır.
2- İmparatorluğun başkentinin yağmalanması pek çok Romalı için büyük bir şoktu. Afrika’da yaşayan Romalı bir yazar olan Hippolu Saint Augustine (354-430) “The City of God” (Tanrı Şehri) adlı kitabında politik sorunlar karşısında dine sığınmayı öneriyordu. Bu kitap Hıristiyan teoloji tarihinde önemli bir yere sahiptir.
3- Gibbon’a göre Gotlar, Alaric’in naaşını ölümünden sonra akış yönünü değiştirdikleri Busento Nehri’nin yatağına gömdüler. Daha sonra mezarın yerini gizlemek için nehir tekrar doğal yatağına alındı.
Murasaki Shikibu
Murasaki Shikibu (978-1014) bir Japon şairi, roman ve günlük yazarıydı. Genji’nin Masalı adlı kitabı tarihte yazılmış ilk romanlardan biridir. 1008 yılında yayınlandığı düşünülmektedir. 2008 yılında kitabın yazılmasının 1000. yıl dönümü kutlanırken dikkatler yeniden kitabın üzerinde toplanmıştır. Kitap hem dünya edebiyatı hem de Japon dili için bir dönüm noktası olarak görülmektedir.
Murasaki, Japon İmparatorluğu’nun başkenti olan Kyoto’da doğdu. Asil bir aileye mensuptu. İmparatoriçenin nedimesi olmuştu. Kıdemli bir imparatorluk görevlisi olan babasından kapsamlı bir eğitim aldı. Bu, o dönemde Japon kadınları için alışılmadık bir durumdu. Romanını, kocası Fujiwara Nobutaka’nın 1001 yılındaki ölümünün ardından yazmaya başladığı tahmin edilmektedir.
The Tale of Genji imparatorun, başından çok sayıda duygusal ilişki geçen oğlu Genji’nin hikayesini anlatır. Murasaki’nin eserinde yüzlerce karakter vardır. Roman boyunca Japonya’daki çeşitli yerlerin ismi anılır. Öykü onlarca yıla uzanan bir zaman dilimini içine alacak şekilde devam eder. Kitapta modern romanların pek çok özelliği bulunmamaktadır. Örneğin; kitabın sonunda olay örgüsü herhangi bir sonuca bağlanmamaktadır. Murasaki’nin kullandığı arkaik resmi Japonca dili nedeniyle günümüzde kitabın Japonlar için bile anlaşılması çok zordur. Romanı daha da karmaşık yapan, Murasaki’nin neredeyse hiç özel isim kullanmamasıdır. Zira dönemin Japonya’sında bir insanın ismiyle çağrılması hakaret olarak kabul edilmekteydi (yazarın da gerçek adı bilinmemektedir. Murasaki Shikibu onun lakabıdır).
The Tale of Genji’ye ek olarak Murasaki düzinelerce şiir yazmıştır. Ayrıca Heian Dönemi (794-1185) Japonyası’nın günlük hayatı ve geleneklerine ilişkin önemli kayıtlar içeren bir günlüğü bulunmaktadır. Günlük 1010 yılında son bulmaktadır. Murasaki bu tarihten dört yıl sonra ölmüştür.
Ek Bilgiler
1- Kitabın 1000. yılı vesilesiyle Kyoto Üniversitesi’nden araştırmacılar Murasaki’nin yazdıklarını okuyan bir robot geliştirmişlerdir.
2- Kitap İngilizce’ye ilk kez Arthur Waley (1889-1966) tarafından 1935 yılında çevrilmiştir.
3- Kitabında sekiz yüze yakın şiir bulunmaktadır.
Zenobia
Savaşta azametli ve kararlıydı,
Hiçbir erkek ondan daha cesur değildi.
– Chaucer
Roma İmparatorluğu en geniş sınırlarına 117 yılında ulaştı. Batıda Fas, doğuda ise Pers ülkesine kadar yayılmıştı. Pax Romana (Roma Barışı) imparatorlukta yaşayanlara göreli bir istikrar ve refah dönemi sağlamıştı.
Ne var ki 2. yy’dan sonra iç savaş ve isyanlar barışı tehdit etmeye başlamıştı. Bu isyanların en ünlüsüne Suriye’deki Palmyra eyaletinin kraliçesi Zenobia liderlik etmiştir. Zenobia 269 yılında ülkesinin bağımsızlığını ilan etti ve beş yıl boyunca Romalılar’la savaştı.
Zenobia’nın isyanı en sonunda İmparator Aurelian (215-275) tarafından yenilgiye uğratıldı. Altın zincirlere vurulmuş olan kraliçe, Roma sokaklarında gezdirildi. Ancak isyan bastırılmış olsa da Roma’nın imparatorluk üzerindeki gücünün giderek zayıfladığını açığa vurmuş oldu. 200 yıl içinde imparatorluk tamamen çökecekti.
Palmyra’da doğan Zenobia 258 yılında, şehrin kralı olan Septimius Odaenathus ile evlendi. 267 yılında Odaenathus bir suikaste kurban gidince tahta çıktı. Kocasının öldürülmesi olayına onun da karışmış olması mümkündür.
Yunan klasikleri konusunda iyi bir eğitim almış olan Zenobia üç dil biliyordu. Aynı zamanda hırslı bir avcıydı. Romalı yazarlar Zenobia’yı erkeksi bir kadın olarak tarif ederler. Savaş meydanında ata binmekte, askerleriyle birlikte çöllerde yürümektedir (İngiliz tarihçi Edward Gibbon’a [1737-1794] göre kocasının onu sevmesine asla izin vermemiştir.). 269 yılında Roma’nın Mısır eyaletini ele geçirmiş ve eyalet valisinin kafasını kesmiştir. Aurelian, Suriye ve Mısır’da yeniden egemenlik tesis etmek için uğraş vermiş ve 272 yılında Zenobia’ya saldırmıştır. En sonunda Zenobia’yı Emesa şehrinde sıkıştırmış ve bir devenin sırtında kaçmaya çalışırken yakalamıştır.
Her ne kadar taraftarları idam edilmiş olsa da Zenobia Roma’ya isyan edenlerin kaderinden kurtulabilmiştir. Cesaretinden etkilenen Aurelian ona Roma yakınlarındaki Tivoli’de bir ev vermiştir. Zenobia hayatının geri kalanını burada geçirmiştir.
Ek Bilgiler
1- Zenobia İngiliz yazar Geoffrey Chaucer’in (1343-1400) Canterbury Masalları’ndan biri olan “The Monk’s Prologue and Tale” (Keşişlerin Özdeyiş ve Hikayeleri) adlı çalışmasında karşımıza çıkar.
2- Antik dünyanın büyük şehirlerinden biri olan Palmyra, Zenobia’nın ayaklanmasının intikamını almak için Romalılar tarafından büyük ölçüde yok edilmiştir. 1089 yılındaki bir depremden sonra ise şehir tamamen terk edilmiştir. Palmyra harabeleri 1980 yılında UNESCO Dünya Mirası kapsamına alınmıştır.
3- Zenobia aynı zamanda ABD’nin güneydoğusunda yetişen beyaz çiçekli bir bitkinin bilimsel adıdır.
Arius
1553 yılında ünlü bir İspanyol doktor olan Michael Servetus (1509-1553) İsviçre’nin Cenova şehrinde sapkınlıkla suçlanmasının ardından kazığa bağlanarak yakıldı. Şehrin yetkililerine göre o bir Arianistti. Yani kutsal üçlemenin varlığını inkar ediyordu.
Mısırlı teolog Arius’un (250-336) ölümünden 1200 yıl sonra bile insanlar Arianist olmakla suçlanıp idam edilebiliyorlardı. Bu durum belki de muhalif rahibin düşüncelerinin gücünü ortaya koymaktadır. Yaşadığı süre boyunca Arius, Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu inancına saldırarak Hıristiyan dünyasında büyük bir krizin yaşanmasına neden oldu.
İskenderiyeli olan Arius bugün Türkiye sınırlarında yer alan Antioch’ta (Antakya) eğitim aldı. Daha sonra Hıristiyanlığın o dönemdeki entelektüel merkezi olan doğduğu şehre geri döndü. 306 yılında yardımcı papaz oldu. İlk olarak 311 yılında aforoz edilmesine rağmen birkaç yıl sonra kilise ile arasını düzeltti.
318 yılında Arius ve yerel bir piskopos, Hz. İsa ve Tanrı’nın ilişkisi ile ilgili bir tartışmaya girişince Ariancı muhalefet kendini göstermiş oldu. Piskopos pek çok Hıristiyan gibi Tanrı’nın üç biçimde ortaya çıktığına inanıyordu: Baba, oğul ve kutsal ruh. Arius ise söz konusu üçleme konseptine şüpheyle yaklaşıyordu.
Arius pek çok önemli ismi etkiledi. Özellikle Suriye’de cemaati ciddi bir kriz yaratabilecek kadar büyüdü. Bunun üzerine kilise 325 yılında Nicaea (İznik) Konsülü’nü topladı. Bu, Hıristiyanlık tarihinde yapılan bu tarzdaki ilk toplantıydı. Daha sonraları Constantinople (İstanbul) yakınlarındaki bir şehir olan Nicaea’da 381 yılında bir toplantı daha yapılacaktı. Toplantıda piskoposlar üçleme konseptini resmi olarak tasdiklediler ve “Nicene Amentüsü”nü yazdılar. Bu, dinin temellerini standartlaştırmak amacıyla yazılmış Hıristiyanlık öğretisinin temel metinlerinden biriydi: “Biz tek tanrıya inanıyoruz. Her şeye kadir baba. Yerin, göğün, görünen ve görünmeyen her şeyin yaratıcısı.” Yenilgiye uğrayan Arius ve taraftarları sürgüne gönderildiler. Kısa süre sonra ileride rakipleri tarafından zehirlenerek öldürüleceği İstanbul’a geri döndü.
Düşünceleri yüzlerce yıl baskı altında tutulmuş olmasına rağmen üçlemeye karşı geliştirdiği eleştiriler Hıristiyan dünyasında asla tam olarak unutulmadı. Modern zamanlarda Hz. İsa’yı Tanrı değil, sadece bir peygamber ve ahlak önderi olarak gören Birlikçi (Unitarian) Teoloji Arius’un düşüncelerinin günümüzdeki yansıması olarak ortaya çıkmıştır.
Ek Bilgiler
1- Kilise Arius’u resmi olarak yaygın inançlara aykırı görüşler ortaya atan bir sapkın olarak damgaladı.
2- Nicaea’daki toplantıda üç yüz delegeye karşı sadece iki Mısırlı piskopos Arius’u desteklemişti. Oylamadan sonra Arius ve iki piskopos Balkanlar’daki bir Roma eyaleti olan Illyria’ya sürgün edildiler.
3- 787 yılında bir başka tartışmanın çözümü için yeniden Nicaea Konsülü toplandı. Bu kez tartışma konusu Hıristiyan inancında dini ikonların oynadığı rol ile ilgiliydi. Konsül ikonların kiliseden çıkarılmasını öneren İconoclastlar’a karşı çıkarak bunların kullanımını onayladı.