Kitabı oku: «Entelektüelin kutsal kitabı – biyografiler», sayfa 11
Hadrian
Hadrian (76-138) Antik Roma tarihindeki en başarılı imparatorlardan biridir. Yirmi bir yıllık iktidarı döneminde büyük askeri başarılar kazandı ve Roma İmparatorluğu’nun sınırları alabildiğine genişledi. Onun dönemi göreli bir barış ve refah dönemiydi. Hadrian sanatçılara büyük bir destek verdi. Mimari tarihte bugün için dahi bir dönüm noktası olarak görülen Roma Pantheonu’nun inşasında önemli katkıları oldu.
O zamanlar bir Roma eyaleti olan İspanya’da doğan Hadrian bir senatörün oğluydu. Babası 85 yılında, Hadrian 10 yaşındayken öldü. Hadrian geleceğin imparatoru Trajan (53-117) tarafından yetiştirildi. Çeşitli imparatorluk görevlerinde bulundu. Almanya, Suriye ve günümüz Romanyası’nda bulunan Dacia’da savaşlara katıldı. Trajan tarafından varis ilan edildi.
Hadrian eyaletlerdeki savaşları sırasında imparatorluğun zayıflığını kendi gözleriyle görme şansı elde etti. İmparator olur olmaz savunulamaz olarak gördüğü bölgelerden çekilmeye ve kalan yerlerin savunmasını güçlendirmeye karar verdi. Bu amaçla şehir duvarları güçlendirildi. Taştan yapılmış bir savunma duvarı olan Hadrian Duvarı, Kuzey İngiltere boyunca uzanmaktadır. Günümüzde dahi büyük ölçüde sağlam durumdadır. Bu duvar onun en önemli projeleri arasında kabul edilmektedir.
Roma’da ise daha önce yangından hasar gören eski bir tapınağın yerine Roma tanrılarına adanmış büyük ve kubbeli bir tapınak olan Pantheon’un yeniden inşasına katkı sağladı. Bu bina pek çok başka mimari eserin yanı sıra Washington’daki Jefforson Anıtı’na da mimari açıdan ilham vermiştir. Hadrian aynı zamanda imparatorluk sınırlarında yaşayan Romalı olmayan halklarla ilgilenmiş ve onlara hoşgörü göstermiştir. Yunan kültürünün büyük bir taraftarıdır.
Hadrian’ın dönemi büyük ölçüde barış içinde geçti. Diğer taraftan 135 yılında Yahudi isyanını bastıran büyük bir tiran olarak da anımsanmaktadır. İsyanın bastırılması için yüz binlerce yahudi öldürülmüştür. Tarihçi Edward Gibbon (1737-1794) onun dönemini karakterize eden şiddet ve refah dengesini şöyle anlatır: “Roma ordularının dehşeti imparatorların ılımlılığına ağırlık ve asalet eklemiştir.”
Hadrian 138 yılında öldü ve yerine evlatlık oğlu Antoninus Pius (86-161) geçti.
Ek Bilgiler
1- Hadrian Duvarı günümüz İngiltere-İskoçya sınırından birkaç km uzaklıktadır.
2- Hadrian imparatorluğun en ünlü zirveleri olan Sicilya’daki Etna Dağı ve Suriye’deki Jabal Agra Dağı’na tırmanmış olan bir dağcıydı.
3- İmparator çocukken ebeveynleri kendisine Yunan edebiyatına düşkünlüğünden ötürü Graeculus (Küçük Yunanlı) lakabını takmışlardır.
Boethius
40 yaşına vardığı sırada Severinus Boethius (480-524) İtalya’nın en saygın ve en güçlü insanları arasında yer alıyordu. Pek çok Antik Yunan filozofunun eserlerini Latince’ye çevirmişti. Kendisine güvenen Kral Theodoric’in (454-526) himayesinde olması ona çok büyük bir yarar sağlamıştı.
523 yılında filozofun hayatı ani bir şekilde değişti. İhanetle suçlanarak tutuklandı. Yargılanmaksızın ölüme mahkum edildi. Kuzey İtalya’da bir hücreye atıldı ve ölümü beklemeye başladı.
Zindanda idamı beklerken yazdığı De Consolatione Philosophiae (Felsefenin Tesellisi) kitabının en önemli temalarından biri, insanın kaderinin aniden ve acımasızca değişmesidir. Kitap tanrı, kader ve erdemle ilgili temel bir felsefi eser olarak ilk bin yılın en önemli eserleri arasında yerini almıştır.
Boethius, Roma İmparatorluğu’nun 476 yılında çöküşünden kısa bir süre sonra Roma’da dünyaya geldi. Erken yaşlarda yetim kaldı. Yine de Yunan klasikleri ile ilgili iyi bir eğitim alabildi. İmparatorluğu yıkıp İtalya’nın kontrolünü ele geçiren bir Alman kabilesi olan Ostrogotların himayesi altına girdi.
Tutuklanmasından önce Boethius’un yaptığı en önemli çalışma, Platon (MÖ 429-347) ve Aristo’nun (MÖ 384-322) eserlerini tercüme etmek oldu. Boethius klasik felsefeye kendini adadığı için “Son Romalı” olarak anılıyordu. İmparatorluğun çöküşü ile birlikte felsefe, Avrupa’da hızla gözden düşmeye başlamıştı. Hıristiyanlığın yükselişi bu durumun bir diğer nedeniydi. Boethius aynı zamanda müzik teorisi, teoloji ve matematik üzerine de yazılar yazmıştı.
Boethius, kralın güvenini kazanınca Theodoric onu mülkiye sınıfının başına getirdi. Bu, o dönem için çok önemli bir mevkiydi. Ancak bir süre sonra Boethius’un onu devirmek için komplo hazırladığına rakipleri tarafından ikna edilen kral, onu tutuklattı.
Felsefenin Tesellisi’ndeki en önemli kavramlardan biri de Boethius’un “çarkıfelek” konseptidir. Buna göre tüm insanlar kaderin cilvesine tabidir. Yazar bunu dönen bir tekerlekle karşılaştırır. Kimilerinin payına servet ve mutluluk, kimilerine ise felaket düşer. Boethius’un idamının ardından kitabı, Hıristiyan dünyasında en çok okunan seküler metin haline gelecektir. Nesiller boyu Avrupalılar üzerinde büyük bir etkisi olacaktır.
Ek Bilgiler
1- Televizyon programı Çarkıfelek adını 6. yy filozofunun kaderle ilgili metaforundan almaktadır.
2- Boethius, Platon ve Aristo’nun tüm çalışmalarını çevirmeyi planlıyordu. Tutuklanması ile birlikte bu projesi yarım kaldı.
3- Yaptığı Aristo çevirileri 12. yy’a kadar filozofun batıdaki yegane Latince çevirileri olarak kaldılar. Bu tarihten sonra Avrupalılar Antik Yunan yazarlarını yeniden keşfetmeye başlayacaklardı.
Galen
157 yılının sonbaharında genç bir doktor, günümüzde Türkiye sınırları içerisinde yer alan Roma yerleşimi Pergamum’da prestijli bir işe alınmıştı. Şehrin gladyatörleri için hekimlik yapacaktı. Roma İmparatorluğu’ndaki gladyatör savaşları çok kanlı geçerdi. Bu nedenle görevi sayesinde doktor, insan anatomisi üzerine çalışmak için eşsiz bir olanak bulmuştu.
Galen isimli bu doktorun (129-216) arenadaki ürkütücü deneyimleri, ileride yazacağı insan vücudu ile ilgili yüzlerce kitaba kaynaklık edecekti. Yaşadığı dönemde ve ölümünden bin yıl sonra bile Galen, Batı dünyasında tıp ve anatomi alanında önemli bir otorite olarak kabul edilecekti.
Nicon adlı zengin bir mimarının oğluydu. Galen on beş yaşındayken tıp okuluna gitmeye başladı. Zira babası bir rüya görmüş, rüyasında Yunan tanrısı Asclepius ona oğlunu bir doktor olarak yetiştirmesini öğütlemişti.
Genç bir hekim olan Galen, Roma coğrafyasının Yunanca konuşulan eyaletlerini dolaşmaya başladı. Daha sonra Pergamum’a dönüp gladyatörler için doktorluk yapmaya başladı. Asıl yaşamak istediği kent olan Roma’ya gitmeden önce Pergamum’da yaklaşık dört yıl kalacaktı.
Galen’in ilk Roma seyahati tam bir hayal kırıklığı oldu. 166 yılında Pergamum’a geri döndü. Üç yıl sonra bir veba salgınının baş göstermesi üzerine yeniden Roma’ya çağrıldı. Hayatının bundan sonraki bölümünü orada geçirecekti. Çeşitli imparatorlar için doktorluk yaptı. Onlara İtalya’da yürüttükleri askeri faaliyetleri sırasında eşlik etti.
İnsan vücudunu daha iyi anlayabilmek için maymun ve domuzlar üzerinde çalıştı. İnsan bedeni üzerinde otopsi yapması yasaklanmıştı. Bu kısıtlama onu insan bedeni üzerinde akıllıca tahminler yapmaya zorluyordu. Rönesans bilim adamları onun teorilerinin yanlışlığını kanıtlayana dek, Galen’in çalışmaları insan bedeni ile ilgili en önemli değerlendirmeler olarak kabul edildi.
Ek Bilgiler
1- Galen’in yaşamı boyunca üç yüz kitap yazdığı tahmin edilmektedir. İlk kitabı olan “Three Commentaries on the Syllogistic Works of Chrysippus” (Chrysippus’ın Karşılaştırmalı Çalışmaları Üzerine Üç Yorum) henüz on üç yaşındayken tamamlanmıştır.
2- 191 yılında Roma’daki Barış Tapınağı’nda meydana gelen yangın Galen’in kütüphanesinin önemli bir bölümünün yok olmasına neden oldu. Bu durumu fazla dert etmemişti: “Hiç bir kayıp beni kederlendirecek kadar büyük değildir.”
3- Galen üç Roma imparatoru için hekimlik yaptı: Marcus Aurelius (121-180), oğlu Commodus (161-192) (cinnet geçirdikten sonra suikaste uğradı) ve Commodus’un halefi Septimius Severus (146-211).
Attila
Attila (406-453) Roma İmparatorluğu’na büyük korku vermiş olan bir kraldır. Öyle ki Romalılar onu Flagellum Dei (Tanrının Kırbacı) lakabıyla anmışlardır. Atlıları Orta Asya ve Avrupa’nın dört bir yanına dağılmış ve ancak Fransa’yı işgal etmeye yöneldiklerinde durdurulabilmişlerdir.
Attila, zayıflamaya başladığı 4. ve 5. yy’larda Roma İmparatorluğu’na saldıran birkaç kabile şefinden biriydi. 476 yılında, Attila’nın ölümünden sadece birkaç on yıl sonra Batı Roma İmparatorluğu çökecek, Doğu Roma İmparatorluğu ise daha uzun ömürlü olacak ve sonraki bin yılda da varlığını sürdürecekti.
Attila ve kardeşi Bleda, Orta Avrupa’da doğdular. Hun Krallığı’nı amcalarından 434 yılında devraldılar. Attila 445 yılında Bleda’yı öldürene dek kardeşler krallığı ortaklaşa yönettiler. Attila’nın başkenti büyük ihtimalle bugün Romanya’nın olduğu bölgedeydi.
Attila’nın başa geçtiği dönemde Hun İmparatorluğu, Hazar Denizi’nden Baltık Denizi’ne kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Attila, Doğu Roma’dan oldukça yüksek miktarda haraç alıyordu. Romalıların ödeme yapmayı durdurması üzerine aralarında Belgrad ve Sofya’nın da bulunduğu birçok şehri yağmaladı.
451 yılında batıya ilerlemeye başladı. Batı Roma İmparatorluğu’nun Galya eyaletini istila etti. Katalan Düzlükleri’ndeki savaşta Romalılar’la karşı karşıya geldi. Bu, onun ilk ve tek yenilgisi olacaktı. Daha sonra ordusu İtalya’yı işgal etti. Aralarında Milan, Verona ve Padua’nın da bulunduğu şehirleri yağmaladı.
Attila 453 yılında evlendi ve bir efsaneye göre sonraki gece öldü. Söylendiğine göre ölüm nedeni burun kanamasıydı. Liderliğinden yoksun kalan Hun İmparatorluğu kısa süre sonra çöktü.
Ek Bilgiler
1- Attila, barış karşılığında Doğu Roma İmparatorluğu’ndan her yıl 952 kg ağırlığında altın istemişti.
2- Attila’nın mezarını kazan ve defin işlemini gerçekleştiren işçilerin mezarın yerini açıklamamaları için öldürüldüğü söylenmektedir.
3- I. Dünya Savaşı sırasında Müttefikler, propaganda amacıyla Almanları zaman zaman Hunlar olarak tanımlamıştır. Buna karşılık modern Almanya ile Hunlar arasında hiçbir tarihi bağlantı bulunmamaktadır.
Ömer Hayyam
Rubaiyat’ın yazarı olan Ömer Hayyam (1048-1131) bir Fars şairidir. Aynı zamanda matematikçi ve astronomdur. Yaşarken genellikle bilimsel çalışmalarıyla tanınmış olan Hayyam’ın edebi başyapıtı 19. yy’da yeniden keşfedilmiştir. Günümüzde bu çalışma, Ortaçağ İslam edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Rubiayat beş yüzden fazla dörtlükten oluşur. Dörtlüklerde din, doğa ve aşk temaları işlenmektedir. Kederli ve zaman zaman ağıt havasına bürünen derlemenin genel mesajı şu dizelerde gizlidir: “Madem ki yaşıyorsun, iç öyleyse. Ölüm gelip seni bulduğunda, buna fırsatın olmayacak.”
Hayyam, bir Fars şehri olan Nişabur’da doğmuştur. Bu şehir günümüzde kuzeydoğu İran’da yer almaktadır. Hayyam, çadır imalatçısı anlamına gelmektedir. Söylendiğine göre bu ismi ailesinin mesleğinden ötürü almıştır. Hayyam bir dönem felsefe çalışmış, aynı zamanda ünlü bir matematikçi olmuştur. 1070 yılında son derece önemli olan kitabı Cebir Problemlerinin Kanıtlanması Üzerine’yi yazmıştır. Sultan tarafından saray astronomu olarak atanmış ve kendisine yılın uzunluğunu hesaplama ya da Fars takvimini reforme ederek yeniden düzenleme gibi görevler verilmiştir.
Rubaiyat bir İngiliz yazar olan Edward FitzGerald (1809-1883) tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir. İngilizce’ye çevrilmesinden kısa bir süre sonra Batı dünyasında ünlü bir eser haline geldi. Eserde yer alan pek çok şiir iyi bir hayatın nasıl olması gerektiği, ölüme rağmen hayattan nasıl zevk alınabileceği ve ölüm gerçeği ile barışmanın önemi gibi konulara odaklanır. Hayyam, iki ünlü pasajında, dolu dolu bir hayat yaşamayı ve ölüm geldiğinde ona hazırlıklı olmayı, ancak aynı zamanda kendimizi dünyanın merkezine koymayarak alçakgönüllülüğü korumamız gerektiğini söyler.
Geldiğinde o kara melek
Seni nehrin ağzında bulacak,
Kadehini sunacak sana, ruhunu davet edecek
Kana kana iç onu, çekinme.
Sen ve ben unutulup gideceğiz,
Elbet dünyanın da sonu gelecek bir gün
Hiç koca deniz çakıl taşlarını sayar mı?
Gelmişiz, göçmüşüz; kime ne!
İnançlı bir Müslüman olarak yetiştirilmesine rağmen Hayyam, çağdaşları tarafından inançsız olmakla suçlanmıştır. Dörtlüklerinden birinde bu durumu anlatarak dertlenir. 83 yaşında Nişabur’da hayatını kaybetmiştir.
Ek Bilgiler
1- ABD eski başkanı Bill Clinton (1946-), Monica Lewinsky (1973-) skandalıyla ilgili kamuoyundan özür dilediği konuşmalarından birinde Rubaiyyat’tan bir dörlük alıntılamıştır: “Kalem yazdı, hüküm kesin / Yürü git şimdi ne aklın ne de dinin / Fayda etmez bir satırını bile silmeye / Boşunadır akan gözyaşların”.
2- 1957 yapımı “Ömer Hayyam” filminde Cornel Wilde (1915-1989) başrolü oynamıştır. Aynı filmde daha sonra ünlü bir şarkıcı olacak olan Yma Sumac da (1922-2008) küçük bir rol almıştır.
3- Hayyam, İsfahan’da astronom olarak çalışırken yılın uzunluğunu 365.24219858156 gün olarak hesaplamıştır. Bu o döneme kadar yapılmış en doğru tahmindi.
William Wallace
Cesur Yürek (1995) filmine ilham veren William Wallace (1270-1305) İngiltere karşıtı bir isyana liderlik eden ünlü İskoç şövalyesidir. Yakalanmasından önce Stirling Köprüsü Savaşı’nda büyük bir zafer elde etmiştir. Bu başarısı ile İskoçya’da hâlâ bir ulusal kahraman olarak anımsanmaktadır.
Bir kahraman olarak görülmesine rağmen William Wallace’ın hayatı ile ilgili pek az şey bilinmektedir. Bu boşluğu yüzyıllar boyunca mitler ve spekülasyonlar doldurmuştur. Mel Gibson’un (1956-) Wallace’ı konu alan ünlü filmi esas olarak epik bir şiir üzerine temellendirilmiştir. Şiir Wallace’ın ölümünden yüzlerce yıl sonra yazıldığından kesin bir kaynak olarak kabul edilmemektedir. Gerçek Wallace 13. yy’da, nispeten zengin ve toprak sahibi bir ailede dünyaya gelmiştir. Her ikisi de İskoç bağımsızlık hareketine katılacak olan iki kardeşi vardır.
İngiltere ile olan çatışmanın kökleri İskoç Kralı 3. Alexandar’ın (1241-1286) ölümüne kadar dayanmaktadır. Yaşayan hiçbir çocuğu olmadığı için Alexandar’ın yerine dört yaşındaki Norveç Prensesi Margaret geçmiştir. Margaret deniz yoluyla İskoçya’ya gelirken ölünce İngiltere kralı 1. Edward (1239-1307) ortaya çıkan otorite boşluğundan komşusunu kontrol altına almak için faydalanmıştır.
Ancak İngilizlerin İskoçya’yı egemenlikleri altına alması 50 yıldan fazla sürecektir. Bir efsaneye göre Wallace’ın İngilizlere olan düşmanlığı işgalci askerlerin yakaladığı bir balığı çalmak istemesinden kaynaklanmaktadır.
Kini nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, Wallace İngiltere’ye direnişin popüler bir figürü haline gelmiştir. 1297 yılında bir ordu kurmuş ve Eylül ayında kendisininkinden çok daha büyük bir orduya karşı Stirling Köprüsü Savaşı’nı kazanmıştır. İngilizleri dar bir köprüye çekmiş ve onlar karşıdan karşıya geçerken saldırmıştır. Zaferden sonra şövalye ilan edilmiş ve Wallace’a “İskoçya’nın Koruyucusu” unvanı verilmiştir.
Büyük zafer ve Wallace’ın Kuzey İngiltere’ye dönük saldırıları Edward’ı çileden çıkarmıştır. Sonraki yıl kral, Wallace’a karşı kurulan orduyu bizzat kendi yönetmiş ve Falkirk Savaşı’nda büyük bir zafer kazanmıştır. Yenilgiye uğrayan Wallace orduyu yönetmeyi bırakmış ve diplomat olarak Fransa’ya gönderilmiştir. 1303 yılında geri dönmüş ve İngilizler tarafından 1305 yılında yakalanmasının ardından idam edilmiştir. 1357 yılında İngilizlerin kontrolü ele geçirmesine rağmen 1707 yılında Birleşik Krallık kurulana kadar İngiltere ve İskoçya resmen birleşmemiştir.
Ek Bilgiler
1- Cesur Yürek filmindeki karakterin aksine gerçek Wallace, İskoç eteği giymezdi. Bu giysi Orta Çağ İskoçyası ile özdeşleştirilse de İskoç etekleri 19. yy’a kadar popüler olmamıştır.
2- Wallace’ın büyük düşmanı İngiltere Kralı 1. Edward, zaferini mezartaşına Latince olan şu sözleri yazdırarak kutlamıştır:“Scottorum malleus” (İskoç Çekici).
3- 19. yy’da Stirling Köprüsü Savaşı’nın yaşandığı alanın yakınlarına Wallace onuruna devasa bir anıt yaptırılmıştır. Anıtta İskoç savaşçı tarafından taşındığı ileri sürülen bir kılıç da sergilenmektedir. Kılıcın gerçek olup olmadığı tartışmalıdır.
Augustine
Katolik bir anneden ve pagan bir babadan doğan Hippolu Saint Augustine (354-430) en sonunda otuzlu yaşlarının başında Hıristiyanlığı kabul edene kadar dini bir arayış içerisinde olmuştur. Hıristiyanlığa geçisinin ardından Augustine bir piskopos olarak görev yapmış ve kilise tarihindeki en etkili teologlardan biri olmuştur.
Augustine’in ünlü otobiyografisi Confessions’a (İtiraflar) göre varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Tagaste şehrinde doğdu. Bu şehir günümüzde Cezayir sınırları içerisinde kalan Kuzey Afrika’daki bir Roma eyaletindeydi. Henüz genç bir delikanlıyken Kartaca’ya gitti ve karşılaştığı renkli hayatın cazibesine dayanamayıp kısa zamanda bu hayatın bir parçası oldu. Confessions’da yazdığına göre seks, alkol ve hırsızlık gibi büyük günahlara ve “cinsel kirliliğe” tanık olmuştu.
Augustine’in keşfettiği şehvet ve ahlaksızlıklar onun hayatın anlamını bulamamaktan ileri gelen açlığını doyurmaya yetmedi. Önce Mani dinini benimsedi. Ne var ki kısa sürede düş kırıklığına uğradı. Hıristiyanlık onda merak uyandırmaya başlamıştı. Bir İtalyan şehri olan Milan’da retorik öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Burada Katolik düşünürlerle diyalog kurma fırsatını bulacaktı.
Augustine’in tam olarak Hıristiyanlığı kabul etmesi ve geçmişini geride bırakması uzun yıllar aldı. “Tanrı bana erdem bahşetsin,” diye dua ediyordu, “ama şimdi değil.” Sonunda 386 yılında Hıristiyan oldu.
Afrika’ya dönünce Akdeniz sahilindeki bir şehir olan Hippo Regius’a piskopos oldu. Burada en önemli kitaplarını yazdı. Bunların arasında Confessions ve temel Hıristiyan prensipleri hakkında bir eser olan The City of God (Tanrı Şehri) da yer almaktadır.
Augustine’in yazıları Katolik doktrininin vaftiz, ilk günah, ve meşru savaş gibi konularda netleşmesine katkı sundu. Platon (MÖ 429-347) ve Aristo (MÖ 384-322) ile İncil’i uzlaştırmaya çalışarak antik çağ felsefesi ile Hıristiyanlık arasında bir köprü kurmaya çalıştı. Gençliğindeki seks maceralarına rağmen, Augustine sonraki hayatında kadınlar ve seks konusunda son derece katı bir muhafazakar oldu.
Tarihsel açıdan Augustine’in yazıları Hıristiyan düşüncesinin giderek daha sofistike bir hale geliş sürecini yansıtmaktadır. Bir zamanların yeraltı dini şimdi Roma’nın resmi dini olmuştur. İlginç bir biçimde Augustine’in kaderi Roma’nın çöküşünde yaşananlarla da paraleldir: 430 yılında Hippo kuşatması sırasında ölmüş, kent kısa süre sonra Vandallar tarafından ele geçirilmiştir.
Ek Bilgiler
1- Augustine, Hıristiyan olmadan önceki hovarda yaşamı nedeniyle bira üreticilerinin koruyucu azizi olarak kabul edilmiştir.
2- Augustine’in memleketi olan Hippo Regius günümüzde Annaba adıyla bilinmektedir. Cezayir’in Akdeniz sahilinde büyük bir şehirdir.
3- Augustine Vatikan tarafından tanınan otuz üç kilise doktorundan biridir.
Constantine
İmparator Constantine (272-337) Hıristiyanlığı Roma’da yasallaştıran hükümdardır. Böylece yılların baskısı son bulmuş ve yasak bir inancın Avrupa’nın en büyük dini haline gelmesinin önü açılmıştır. Constantine aynı zamanda imparatorluğun bin yıllık başkentini Roma’dan doğudaki Constantinople’a (İstanbul) taşımıştır.
Constantine o zamanlar Naiussus adıyla bilinen bir Roma eyaleti olan Sırbistan’da doğmuştur. İmparator Diocletian (245-316) zamanında imparatorluğun yönetim işlerinden dört kişi sorumluydu. Bunlardan biri Constantine’in babası olan Constantius Chlorus’tu (250-306). Constantius İskoçya’da savaşırken ölünce yerine oğlu Constantine geçti.
Dört yönetici arasındaki gerilim çeşitli savaş ve isyanlara neden oldu. Bu olaylar Diocletian’ın görevi bıraktığı 305 yılından Constantine’in rakiplerini yenilgiye uğratıp tüm Roma İmparatorluğu’nun kontrolünü eline geçirdiği 325 yılına kadar sürdü. Constantine 330 yılında imparatorluk başkentini Constantinople adını verdiği Byzantium’a taşıdı.
Constantine’in 313 yılında yayınladığı “Milan Buyruğu” Hıristiyanlar’a dinlerini özgürce yaşama ve mülk edinme hakkı veriyordu. İmparatorun kendisi de bir yıl önce Hıristiyan olmuştu. Milvian Köprüsü Savaşı’ndan önce gökyüzünde bir haç gördüğünü söylüyordu. Bu muharebe, iç savaşta zafer kazanmasını sağlayan önemli bir dönüm noktası olmuştu. Buyruk, Roma siyasetinde çok ani bir değişikliğin habercisiydi. Zira Hıristiyanlar’ı hedef alan saldırılar sadece birkaç yıl önce son bulmuştu.
Constantine gerçekte acımasız bir liderdi. 326 yılında yaşanan bir olayda oğlunu zehirleyerek, karısını ise buharlı banyoya kilitleyerek öldürmüştü (onları neden öldürdüğü halen kesin olarak bilinmemektedir). İmparator 337 yılında öldü. Yaptığı hukuksal değişimler Roma’nın Hıristiyan bir devlete dönüşmesinin önünü açtı.
Ek Bilgiler
1- Constantine’in büyük bir zafer kazandığı ve gökyüzünde bir haç gördüğü Milvian Köprüsü bugün hâlâ kuzey Roma’da bulunmaktadır. MÖ 1. yy’da yapılan taş köprü türünün en eski örnekleri arasında yer almaktadır.
2- Constantinople adı 1453 yılında Bizans İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra yaygın kullanımını kaybetmiştir. Şehir 1930 yılında resmen İstanbul adını almıştır. Türkiye, 1923 yılında cumhuriyet ilan edilince başkenti Ankara’ya taşımış ve böylece 1500 yıldır çeşitli dünya imparatorluklarına ev sahipliği yapan İstanbul başkent olmaktan çıkmıştır.
3- Hıristiyanlık yasallaştıktan sonra yayılmaya devam etmiş ve Roma’nın hakim dini olmuştur. 380 yılında resmi din olarak kabul edilmiş, takipçilerinin zulüm görmelerinin üzerinden bir asırdan az bir zaman geçmiş olmasına rağmen 392 yılında resmen izin verilen tek din haline gelmiştir.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.