Kitabı oku: «Entelektüelin kutsal kitabı – biyografiler», sayfa 9
Boudica
Keltlerin savaşçı kraliçesi Boudica’nın dış görünümü bile Romalıların korkması için yeterliydi. Dizlerine kadar uzanan kızıl saçları vardı. Boğumlu altın bir gerdanlık takıyordu. Romalı tarihçilere göre yanında her zaman korkunç bir kılıç taşıyordu ve “görünümü dehşet vericiydi.”
Romalıların gerçekten de Boudica’dan korkmak için haklı gerekçeleri vardı. 61 yılında Roma lejyonları ile kanlı, acımasız bir savaşa girişmişti. Romalı işgalcileri İngiltere’den atmak isteyen Boudica ve müttefikleri, Roma yerleşimlerini yakıp yağmaladılar. Londra’yı yerle bir ettiler ve binlerce Romalıyı öldürdüler.
Boudica için Romalılarla olan savaş hem Keltlerin onur mücadelesi hem de kişisel bir intikam davasıydı. Yirmi yıldan daha az bir süre önce Romalılar İngiltere’yi işgal etmişler ve pek çok Kelt kabilesini kontrol altına almışlardı. Bu durum Romalılara karşı yerlilerde yaygın bir kinin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Romalı askerler aynı zamanda Boudica’nın henüz genç kız olan iki kızına tecavüz ederek onları öldürmüşler ve bu Boudica’nın işgalcilere karşı kişisel bir kin beslemesine de sebep olmuşlardı.
Boudica’nın kabilesi Doğu Anglia’nın bir bölümüne yerleşmişti. Burası Londra’nın kuzeydoğusunda kalıyordu. Boudica tahtı, kocası Prasutagus’tan devralmıştı. Ne var ki Romalılar krallığın bir kadına geçmesini kabul etmediler ve tahtta hak iddia ettiler.
Savaş 61 yılında Roma’nın İngiltere valisi Galler’de bir takım askeri faaliyetler yürüttüğü sırada başladı. Valinin yokluğunu fırsat bilen Boudica, diğer Kelt savaşçıları ile birleşti. Roma’nın Britanya’daki başkenti olan Colchester’e saldırdılar. Pek çok şehri yakıp Londra’yı yağmaladılar. Kıyıma ilişkin muhtemelen taraflı olan Roma kayıtları, on binlerce Romalının öldürüldüğünü söylemektedir.
Keltlerin organize olmayan barbarlar olduğunu düşünen Romalılar savunmasız yakalanmışlardı. Valinin isyanı bastırmak için alelacele Londra’ya dönmesi gerekti. Boudica kaçmak zorunda kaldı. Daha sonra intihar ettiğine inanılmaktadır.
Ek Bilgiler
1- Boudica’nın mezarı bilinmemektedir. BBC’ye göre onun Londra’da gömülü olduğuna dair popüler bir mit ortaya çıkmıştır. Söylendiğine göre mezarı King’s Cross demiryolu istasyonundaki 9 numaralı platformun altında bulunmaktadır.
2- Boudica isyan ettiği sırada Camulodunum olarak bilinen Colchester, Roma’nın İngiltere’deki ana yönetim merkeziydi. Eski adı Londinium olan Londra ise 100 yılında başkent olmuştur.
3- Bazı İngiliz savaş gemilerine Kelt kraliçesinin adı verilmiştir. Bunlardan biri olan HMS Boedica, Almanlar tarafından 1944 yılında batırılan bir İngiliz destroyeridir.
Hz. İsa
İsa Mesih gerçekte kimdi? Onun öğretisi dünyanın en yaygın dinine ilham verdi. Ne var ki 1-33 yılları arasında yaşayan bu Yahudi marangozun hayatına ilişkin pek çok ayrıntı halen bilinmemektedir.
İncil’de anlatıldığına göre Hz. İsa Beytüllahim’de doğdu. Kızıl Deniz yakınlarındaki Celile bölgesinde bir köy olan Nasıra’da büyüdü. Tipik bir Yahudi evinde yetişmişti. Büyük ihtimalle Aramice konuşuyordu. O zamanlar Aramice, Orta Doğu’nun en çok konuşulan diliydi.
Hz. İsa’nın yaşadığı dönemde Yakın Doğu’daki Yahudiler arasında büyük bir karmaşa ve sosyal anlaşmazlık hüküm sürüyordu. Bir zamanlar bağımsız Yahudi krallıkları olan Judae ve Celile, MÖ 40 yılında Roma egemenliğine girmişti. Yahudi inancı çatışan mezheplere bölünmüştü. Bu mezheplerin en ünlüleri Farislik ve Sadukilik’ti.
Hz. İsa, bilinmeyen bir tarihte gezgin bir Yahudi vaizi olan Vaftizci Yahya ile tanıştı. Yahya’nın her iki mezheple de bir ilişkisi yoktu, ancak kıyametin yakında kopacağını iddia ettiği vaazları ile kendisine epeyce kalabalık bir takipçi grubu toplamıştı. Yahya Hz. İsa’yı vaftiz etti (İncil’e göre Ürdün Nehri’nde). Ne var ki Yahya kısa bir süre sonra sorun çıkardığı gerekçesiyle Roma otoriteleri tarafından idam edildi.
Yahya’nın yakalanmasının ardından Hz. İsa kendi vaazlarını vermeye başladı. Mucizeler gösterdi. Uzun yıllar Yahudiliğin merkezi olan Yahudiye’de (Judaea) dolaştı. Öğretisini yaydı ve cemaatini oluşturdu. Daha sonra mesajını yayacak olan havarilerini biraraya topladı. İncil’e göre diğer dini gruplara alaycı yaklaşıyor ve Farisiler gibi güçlü gruplara eleştiriler getiriyordu.
Hz. İsa, 33 yılının Hamursuz Bayramı öncesi Judaizmin merkezi olan tapınağın bulunduğu Kudüs’e geldi. Kısa zamanda Roma Valisi Pontius Pilate ile arası açıldı. Vali, Hz. İsa şehre vardıktan sadece birkaç gün sonra onun çarmıha gerilmesini emretti.
Hz. İsa’nın hayatı ile ilgili tarihi bilgiler son derece kısıtlıdır. Hayatı ve öğretisi ile ilgili geleneksel anlatılara ise ölümünden on yıllar sonra yazılan İncil kaynaklık etmektedir. Ancak çok geçmeden Hz. İsa’nın öğretisinden ilham alan takipçileri büyük bir hızla Roma dünyasının dört bir yanına yayıldılar.
Ek Bilgiler
1- Aramice halen Suriye, Lübnan ve İsrail’de konuşulmaktadır; ancak bu dili konuşanların sayısı giderek azalmaktadır.
2- Hz. İsa kendi öğretisini Yahudilikten ayrı bir din olarak görmemişti. Hıristiyanlığın ayrı bir din haline gelişi onun ölümünden on yıllar sonra gerçekleşmiştir.
3- Roma İmparatorluğu’nda yaygın bir idam yöntemi olan çarmıha germe genellikle adi suçlar için uygulanmaktaydı. İmparatorluk 4. yy’da Hıristiyanlığı kabul edince bu ceza uygulanmamaya başlandı.
Kleopatra
Mısır’ın son firavunu olan Kleopatra (MÖ 69-30) antik dünyanın en ünlü ve en güçlü kadınları arasında yer almaktadır. Roma iç savaşlarındaki rolü, Julius Sezar (MÖ 100-44) ve Mark Antony (MÖ 83-30) ile olan duygusul ilişkileri ve dehşet verici intiharı ile halen büyüleyici bir tarihsel figür olarak görülmektedir.
Kleopatra, Ptolemaic Hanedan’ın bir üyesi olarak doğdu. Yunanca konuşan bu hanedan, Büyük İskender’in (MÖ 356-323) Mısır’ı fethinden beri ülkeyi yönetmekteydi. 18 yaşındayken kardeşi 13. Batlamyus (MÖ 61-47) ile birlikte müştereken tahta geçmiştir.
Kardeşler tahta geçmelerinin ardından birbirleriyle evlendiler. (Bu tarz ensest birleşmeler Antik Mısır kraliyet ailesinde hiç de nadir değildi. Aslında Kleopatra’nın annesi de babasının yeğeniydi) Kardeşler gücü tek başlarına ele geçirebilmek için birbirlerinin ardından dolaplar çeviriyorlardı. Bu mücadele MÖ 50 yılında Kleopatra’nın sürgüne gönderilmesi ile son buldu.
MÖ 48 yılında Kleopatra’nın Sezar’la olan ilişkisi başlamıştır. Sezar, Batlamyus ile olan savaşında Kleopatra’nın safında yer aldı. Sevgilisinin yardımıyla Kleopatra yeniden tahta geçmiştir. Batlamyus ise savaşta ölmüş ve böylece Kleopatra tahtı küçük kardeşi 14. Batlamyus (MÖ 59-44) ile paylaşmaya başlamıştır. 14. Batlamyus daha sonra Romalılar’dan kaçarken Nil’e düştüğünde boğularak ölecektir. Kleopatra MÖ 47 yılında Sezar’dan bir erkek çocuk doğurur ve adını Sezarion (MÖ 47-30) koyar.
Kleopatra, oğlunun Sezar’ın varisi olmasını istemişti. Ne var ki diktatörün MÖ 44 yılında ölümünün ardından Sezar’ın evlatlığı olan Octavian (MÖ 63-MS 14), Antony ve bir başka generalle birlikte ülkeyi yönetmeye başladı. Antony ve Kleopatra bundan sonra sevgili olmuşlar Roma’ya tek başlarına hakim olabilmek için Octavian’a karşı komplolar kurmuşlardır.
Octavian, MÖ 31 yılında Antony ve Kleopatra ile savaşmaya başlamış ve Actium Savaşı’nda donanmalarını yenilgiye uğratmıştır. Kısa bir süre sonra sevgililer intihar etmişlerdir. Kleopatra’nın bir engerek yılanına göğsünü sokturduğu söylenmektedir. William Shakespeare (1564-1616) en meşhur trajedilerden biri olan Antonius ve Kleopatra’da (1609) bu ilişkiyi konu almıştır.
Kleopatra Mısır firavunlarının sonuncusuydu. 3 bin yıllık bir zincirin son halkasıydı. Bundan sonra Mısır, Aegyptus adıyla bir Roma eyaleti olacak ve 20. yy’a kadar tam bağımsız olamayacaktır.
Ek Bilgiler
1- Kleopatra aslında aynı adı taşıyan 7. Mısır kraliçesidir. 1. Kleopatra MÖ 180-176 yılları arasında hüküm sürmüştür.
2- Son Mısır kraliçesi “Cleopatra” (1963) filminde Elizabeth Taylor (1932-) tarafından canlandırılmıştır. Taylor’un filmde oynamak için aldığı 7 milyon dolar dönemin Hollywood rekorlarının arasına girmiştir.
3- Kleopatra’nın dört çocuğu vardı. Biri Sezar’dan diğer üçü ise Mark Antony’dendi. Sezarion, Octavian tarafından idam edilmiş ve diğer üçü de tutuklanmıştır. Çocuklar Octivian’ın zafer yürüşünde Roma sokaklarında gezdirilmişlerdir. Bu çocuklar daha sonra yanlarına verildikleri aileler tarafından yetiştirilmişlerdir.
Marcus Aurelius
Hem güçlü bir Roma imparatoru hem de bir filozof olan Marcus Aurelius (121-180) döneminin en önemli felsefi metinlerinden birini yazmıştır. İmparatorun Doğu Avrupa’daki savaşlar sırasında yazdığı Meditations kişisel erdem ve kadere boyun eğmenin önemini vurgulayan Stoa felsefesinin en bilinen metinleri arasında yer almaktadır.
Marcus Roma İmparatorluğu gücünün doruğundayken ülkeyi yöneten Beş İyi İmparator’un sonuncusu olarak tanınmaktadır. Pax-Romana ya da Roma Barışı olarak anılan bu dönemde sanat, felsefe ve ticaret alanlarında büyük gelişmeler yaşanmıştır. Filozof-imparator bu dönemi daha uzun bir süre devam ettirebilmek için mücadele vermiş, ancak ölümünden kısa bir süre sonra Roma Barışı son bulmuştur.
Tam adı Marcus Annius Verus olan filozof, İmparator Trajan’ın (53-117) uzak bir akrabasıydı. Babası bir devlet görevlisiydi. Marcus, babasının kendisine alçakgönüllü ve erkekçe bir kişilik kazandırdığını ifade etmiştir. On yedi yaşındayken babası ölür. Bunun üzerine Marcus 138 yılında imparator olan Antoninus Pius (86-161) tarafından evlat edinilmiştir. Antoninus, çocuğun yetiştirilmesi için Roma’nın en iyi öğretmenlerinden biri olan Marcus Cornelius Fronto’yu (100-170) tutar.
Antoninus’un ölümünün ardından Marcus, 40 yaşındayken tahta çıkar ve Aurelius adını alır. Üvey kardeşi Lucius Verus (130-169), 8 yıl boyunca ülkeyi onunla birlikte ortaklaşa yönetmiştir. Tahtta kaldığı sürenin büyük bölümünde Asya’daki Parthia İmparatorluğu ve Avrupa’daki Alman kabileleri ile yapılan savaşlarla meşgul olmuştur.
Marcus’un, Meditations’ı Alman kabilelerinden biri olan Quadi ile olan savaş sırasında yazdığı tahmin edilmektedir. Bu kitap on iki kitapçıktan oluşan bir derlemedir. Hem imparatorun otobiyografisi hem de Stoacılık üzerine yazılmış eserlerin en ünlüsüdür.
Stoacılara göre ölümden sonra hayat yoktur. Her erkek ve kadının kaderinde unutulmak vardır. “Doğanın tüm yaratıkları ölüme yazgılıdır,” diye yazar imparator.
Marcus insanların erdemli bir şekilde yaşaması gerektiğine inanır. İnsanlar doğaya uygun bir biçimde yaşamalıdırlar: “Eğer böyle yaparsan, hiçbir şey ummaz, hiçbir şeyden korkmaz, yaptığın her işten ve söylediğin her sözden hoşnut olursan, ancak öyle mutlu olabilirsin.”
Bugünkü Viyana’ya yaptığı bir ziyaret sırasında öldüğünde 58 yaşındaydı. Yerine oğlu Commodus (161-192) geçti.
Ek Bilgiler
1- Çocukluğundan itibaren çalışkanlığı ve zekası ile dikkat çeken Marcus, İmparator Hadrian (76-138) tarafından rahip yapıldığında sadece sekiz yaşındaydı.
2- Roma İmparatorluğu’nda tahta geçme hakkı sözde kalıtsal olmasına rağmen, Marcus selefinin biyolojik evladı olmadan ardarda tahta geçen beşinci Roma imparatorudur. Oğlu Commodus neredeyse son yüz yıl içerisinde tahtı babasından devralan ilk imparator olmuştur.
Zhang Heng
Çinli astronom, şair ve matematikçi Zhang Heng (78-139) dünyanın ilk sismografını icat ederek yaşadığı süre içinde büyük bir ün kazanmıştır. Bu alet, uzaktaki depremlerin bile tam yerinin tespit edilmesine imkan sağlıyordu. Depremlerin yaygın olduğu Çin’de, sismograf önemli bir ihtiyacı karşıladı. Bronz sismograf, yetkilileri yaşanan depremlerden haberdar ediyor ve böylece onlar da ihtiyaç duyulan bölgelere yardım gönderebiliyorlardı.
Ünlü bir hikayeye göre 138 yılının Şubat ayında sismograf bir sarsıntı algıladı. Ne var ki başkent Luoyang’ta kimse bir şey hissetmemişti. Zhang Heng’e şüpheci yaklaşanlar aletin uyarısının yanlış bir alarm olduğundan emindiler. Birkaç gün sonra 563 km uzaktan gelen haberciler yıkıcı bir deprem yaşandığını söylediler.
Zhang Heng yazdığı şiirlerle de tanınmaktadır. Bu şiirler günümüzde hâlâ Çin şiir antolojilerinde yer almaktadır. Zhang Heng aynı zamanda üç boyutlu bir evren modeli tasarlamış ve onun döneminde yaşayan hiçbir Çinli bilginin yapamadığı kadar isabetli bir şekilde pi sayısını hesaplamıştır.
Zhang Heng seçkin bir ailenin çocuğu olarak Orta Çin’deki Xi şehrinde dünyaya geldi. On yedi yaşındayken Çin’i gezmeye başladı. Bu seyahati sırasında yaptığı gözlemleri, en bilinen iki şiirinde dile getirdi. 103 yılında önemsiz bir memuriyete atandı. Bu sırada şiir yazıp matematik ve astronomi çalışmaya başladı.
İmparator An (94-125) 111 yılında Zhang Heng’i terfi ettirdi. Onu başkente çağırdı ve saray astronomu yaptı. Bu, imparatorluktaki en önemli görevlerden biriydi. Zhang Heng’in görevleri arasında hava ve deprem kayıtlarını tutmak, takvim derlemek, tutulma ve diğer sıra dışı olayları öngörmek vardı.
Sismografı icat ettiğini ilk olarak 132 yılında açıkladı. Bu, terfi ettirilmesini sağladı. Ancak sonraki birkaç yıl içerisinde saraydaki harem ağalarıyla sorunlar yaşadı. 136 yılında saraydan ayrıldı ve Hejian eyaletine vali oldu. 138 yılında emekli olmasının ardından bir yıl sonra öldü.
Ek Bilgiler
1- Zhang Heng’in sismografı (Houfeng Didong Yi, “rüzgarı ve yer sarsıntılarını ölçme aracı”), 2005 yılında bir Çin müzesi tarafından yeniden yapıldı. Alet sekiz ejder figürüne bağlı bir kap ve kabın içindeki sarkaçtan oluşuyordu. Her bir ejder farklı bir yönü gösteriyordu. Makina bir deprem algıladığında sarkaç bronz bir topu harekete geçiriyor ve top ejderlerden birinin ağzından alete bağlı olan metal bir kurbağanın ağzına giriyor, böylece depremin merkezinin hangi yönde olduğunu gösteriyordu.
2- 1986 yılında dünyaya çarpan bir meteorda Çinli bilim adamları tarafından bulunan minerale Zhang Heng’in onuruna “zhanghenite” adı verilmiştir.
3- Zhang Heng, pi sayısının değerini kendisinden önceki Çinli matematikçilere göre gerçeğe çok daha yakın bir biçimde tahmin etmiştir. Onun hesabına göre pi sayısının değeri 3,1724’tür. Günümüzde ise pi sayısının değeri 3,14159 olarak kabul edilmektedir.
Diocletian
İmparator Diocletian (245-316) Roma tarihinde Hıristiyanlar’ı hedef alan en son ve en büyük şiddet dalgasını başlatmıştır. 303 ve 304 yıllarında yayınladığı dört ayrı fermanın sonucunda on binlerce insan öldürülmüştür. Hıristiyanlar’a yönelik kanlı baskıları bir tarafa bırakılırsa, Diocletian’ın dönemi Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün geçici olarak durdurulduğu göreli barışçıl bir dönemdir.
Gaius Aurelius Valerius Diocletianus başarılı bir askerdi. 284 yılında kendi askerleri tarafından imparator ilan edildi. Kısa süren bir iç savaş sırasında hasmı Carinus’u yenilgiye uğrattı. 285 yılında imparatorluğun tartışmasız hakimi konumuna gelmişti.
Diocletian’ın gücü ele geçirdiği dönemde imparatorlukta çok ciddi karışıklıklar yaşanıyordu. 3. yy’da düzinelerce imparator başa geçmiş ve kimileri sadece birkaç ay hayatta kalabilmişlerdi. Çoğunun ömrü suikastlerle son bulmuştu.
İmparator olunca Diocletian yeniden düzeni sağlamaya çalıştı. Antik Roma askeri disiplinini canlandırmayı denedi. Özel mülkiyete ve geleneksel pagan tanrılara tapılmasına saygı gösterdi. Senatonun gücünü kısıtladı. Devlet hizmetlerinde reform yaptı. Vergi hukukunu gözden geçirdi. Mısır, Ermenistan ve Suriye’deki düşmanlarının üzerine yürüdü.
Romalı Hıristiyanlar Neron’un (37-68) döneminden beri dönem dönem baskılara uğruyorlardı. Diocletian’ın iktidarının ilk yirmi yılı nispeten hoşgörülü sayılabilirdi. Tarihçiler 303 yılında imparatorun aniden tavır değiştirmesinin nedenini anlamakta zorlanmaktadırlar. Bu tarihte Hıristiyanlara dönük ilk baskı emrini vermiştir. Muhtemelen Hıristiyanların imparatorluğun birliği için bir tehdit oluşturduklarını düşünmüştür.
Olaylar kiliselerin ateşe verilmesi ile başlamış ve daha önce eşi görülmemiş bir işkence ve katliam dalgası ortalığı kasıp kavurmuştur. Pagan tanrılarına adak vermeyi reddeden Hıristiyanlar canlı canlı haşlanmış, çarmıha gerilmiş ya da arenada aslanların önüne atılmışlardır. Pek çokları ise madenlerde çalıştırılmak için uzak bölgelere gönderilmiştir.
305 yılında Diocletian gönüllü olarak tahttan vazgeçen ilk Roma imparatoru oldu. Emekli olup Adriyatik’teki sarayına çekildi. Burada sebze yetiştirmeye başladı ve sağlık sorunları ile uğraştı. Diocletian 316 yılında öldü. Ölümünden üç yıl önce, varislerinden biri olan Constantine (272-337) Hıristiyanlık yasağını kaldırmış ve Hıristiyanlar üzerindeki baskılara son vermişti.
Ek Bilgiler
1- Diocletian ve Maximian’ın (250-310), Persler’e karşı kazandıkları zaferi kutlamak için yaptıkları zafer alayı (20 Kasım 303) Roma tarihinin son zafer kutlamasıdır.
2- Diocletian imparator olduğu süre içerisinde zamanının büyük bölümünü Roma dışında geçirmiştir. Daha ziyade Nicomedia (günümüzde İzmit, Türkiye) ve Antioch (günümüzde Antakya, Türkiye) bölgelerinde bulunmuştur. Emeklilik yıllarını geçirdiği Salonae’deki (günümüzde Split, Hırvatistan) saray hâlâ ayakta durmaktadır.
3- Baskılar sırasında Romalı Hıristiyanlar şehir duvarlarının dışındaki bağlantılı mağaralar olan yeraltı mezarlıklarında saklanmışlardır. Bunların büyük bölümü günümüzde halka açık bir biçimde sergilenmektedir.
Ovid
8 yılında Batı edebiyatının en büyük gizemlerinden birine kaynaklık eden bir olay yaşandı. Romalı şair Ovid (MÖ 43-MS 17) durup dururken şehri terk etmeye zorlandı. Karadeniz’de sürgüne gönderilen Ovid, kendisine neden bu cezanın verildiğini asla açıklamadı. Sadece cinayetten daha kötü bir suç işlediğini belirtti.
Sürgün edilmesinden önce Ovid, Antik Roma’nın önde gelen şairlerinden biriydi. Aşk, baştan çıkarma ve evlilikle ilgili yazdığı Latince şiirleri ile tanınıyordu. Ortada ciddi tarihi delillerin bulunmaması pek çok kişiye Ovid’in müstehçen eseri Ars Amatoria (Aşk Sanatı) yüzünden sürgüne gönderildiğini düşündürmüştür. MÖ 1 yılında yayınlanan kitabın imparatoru öfkelendirmiş olabileceği ileri sürülmektedir.
Asıl adı Publius Ovidius Naso olan Ovid, Roma’da eğitim aldı. Genç bir delikanlıyken imparatorluğun farklı bölgelerine seyahat etti. Babası onun bir avukat olmasını istiyordu. Bu isteğini yerine getirmeyerek babasına başkaldırdı. MÖ 19 yılında ilk aşk şiirleri derlemesi olan Amores’i yayınladı. Çok başarılı olan ve günümüzde hakkında birçok araştırma bulunan bu kitap, daha sonra İmparator Augustus’un (MÖ 63-MS 14) emriyle Roma kütüphanelerinden çıkarılacaktı. Otuz yaşına geldiği sırada üç kez evlenmiş ve iki kez boşanmıştı.
Sürgüne gönderilmesinden hemen önce Ovid, başyapıtı olarak kabul edilen çalışması Metamorphoses’ı yeni tamamlamıştı. On beş ciltten oluşan şiir, Yunan ve Roma mitolojisinden esinlenmiş hikayelerden oluşuyordu. Hepsi de görünümde ve şekillerde meydana gelen değişimi konu alıyorlardı. Bu şiir daha sonra Geofrey Chaucer (1343-1400) ve William Shakespeare’in (1564-1616) de aralarında bulunduğu pek çok başka yazara ilham verecekti.
Ovid ömrünün son on yılını Tomis’te geçirdi. Burası günümüzde Romanya sınırları içerisinde yer alan uzak bir sınır bölgesiydi. Ovid’in arkadaşlarının bütün ısrarlarına rağmen ne Augustus ne de onun varisi Tiberius (MÖ 42-MS 37) şairin Roma’ya dönmesine izin verdi. Sürgündeyken 60 yaşında öldü.
Ek Bilgiler
1- Shakespeare pek çok oyununda Ovid’e referans vermektedir. Belki de en çok Tempest’da (1611)… Tempest’daki bir bölüm doğrudan doğruya Metamorphoses’ın bir pasajından uyarlanmıştır.
2- Ovid’in sürgün edildiği Tomis şehri Romanya’daki Constanta şehrinin yakınlarında bulunmaktadır.
3- Augustus Ovid’i sürgün ettiği yıl rastgele cinsel ilişkileri ile bilinen torunu Julia’yı da sürgüne göndermiştir. Kimi tarihçiler Ovid’in kızın durumunun farkında olduğunu ve imparatoru bu konuda uyarmadığı için sürgün edildiğini söylemektedirler.
Simon Bar Kokhba
Simon Bar Kokhba 132 yılında Roma İmparatorluğu’na isyan eden bir Yahudi kumandandır. Romalılar Judaea’yı yeniden fethedene kadar üç yıl hüküm sürmüştür. 1800 yıl sonra İsrail kurulana kadar eşi benzeri görülmeyecek olan son Yahudi devletinin lideri olmuştur.
Bar Kokhba’nın isyanının bastırılmasından sonra, İmparator Hadrian (76-138) Yahudiliği ortadan kaldırmak amacıyla kanunlar çıkartarak ondan intikamını almıştır. Bu kapsamda Yahudilerin ülkelerinden çıkarılmasını emretmiş ve bu olay Yahudi diasporasının oluşmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
Bar Kokhba’nın isyandan önceki hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir. İsrail’in antik çağdaki kralı Davud’un soyundan geldiği söylenmektedir. Bu kan bağı nedeniyle, Bar Kokhba kimi Yahudiler tarafından Mesih olarak kabul edilmiştir.
İsyan Hadrian’ın geleneksel Yahudi adetlerini yasaklamaya kalkması üzerine başlamıştır. Hadrian barbarca bulduğu bebek sünnetini yasaklamak istemiştir. Kudüs Tapınağı’nın kalıntıları arasında bir Pagan tapınağı inşa etmek istemesi de Yahudiler arasında büyük bir infiale yol açmıştır.
Bar Kokhba’nın ayaklanmasına dört yüz bin asker katılmıştır. Asiler yüzlerce kasabanın kontrolünü ele geçirmişlerdir. Romalılar’ı kalelerinden çıkarmış, Yahudi kanunlarının uygulanmasını sağlamışlar ve kendi paralarını basmışlardır. Yaklaşık üç yıla yakın bir süre boyunca, Hadrian yeni bir ordu yollayana kadar Judaea fiilen bağımsız kalmıştır.
İsyanın bastırılması için toplam on iki Roma lejyonu gönderilmiştir. Bu, Roma Barışı olarak bilinen Pax-Romana döneminin en kanlı savaşlarından biri olmuştur. Asiler son olarak Kudüs yakınlarındaki Bethar’da ayaklanmışlarsa da 135 yılında Romalılar şehre girince Bar Kokhba ve takipçileri öldürülmüşlerdir. Savaşın ardından çok sayıda Yahudi katledilmiş, yerinden edilmiş ve köle olarak satılmıştır. Yahudilerin eski başkentleri olan Kudüs’e tekrar dönmeleri yüzyıllar alacaktır.
Ek Bilgiler
1- Bar Kokhba’nın ordusuna yeni üye yaptığı askerlerin, bir parmağını kestiği söylenmektedir.
2- İsyandan sonra Roma otoriteleri Kudüs’ün büyük bölümünü yok ettiler. Kısa süre içinde şehrin adını da “Aelia Capitolina” olarak değiştirdiler. Hadrian Judaea eyaletinin de adını “Syria Palaestina” olarak değiştirdi. Günümüzde kullanılan “Filistin” kelimesi “Palaestina” sözcüğünden türemiştir.
3- 20.yy’da faaliyet gösteren ve Siyonist gençlerden oluşan grup Betar, adını Bar Kokhba’nın isyan ettiği son bölgeden almaktadır.