Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Yabancı», sayfa 3

Yazı tipi:

Üçüncü Bölüm

Yüzşişme (Yüzpınar) köyü buralarda en büyük köylerden sayılır. O, üç yüze yakın evi barkı Aknögöş suyu boyuna toplamış. Bunun için tek başlarına bir kolhoz olarak göğüslerini gere gere yaşıyorlar. Tabi, Tavlıkay ilçesinde böyle büyük başka bir köy de yok gibi. Eskiden beri Yüzşişme, ilçenin gururu sayılır. Çünkü ilçe esasen ormancılık, arıcılık ve hayvancılık ile uğraşıyor. Sadece Yüzşişme köyü, yani Nurihanov ismindeki kolhoz, bir de tek elin parmaklarını geçmeyecek kadar çiftlik tarımla geçiniyor. İlçeyi onlar doyuruyor desen de doğru. Burada ilk sıralarda yer alan bir orman işletme çiftliği de kurulmuş. Bundan dolayı diğer köyler otuz kırk evden oluşan mezraları hatırlatıyor.

İlçenin Tavlıkay olarak adlandırılması da boşuna değil. Bu tarafta yayılmış ovaları, tarlaları görmezsin. Dağlı, taşlı, yer yer de üstüne ağır kayalar düşecek gibi görünen bir yöredir burası. Ama Tavlıkay ilçesi cumhuriyette kendi tabiatının güzelliği, göllerinin, ırmaklarının, pınarlarının çokluğuyla bilinir. Nereye baksan orada su, şırıldayıp akan bir pınar. Onların içinde de daha çok bu Nurihanov ismindeki kolhoz zengin. Bu köy Yüzşişme olarak adlandırılmış. Birisinin gözünü bağlayıp, birkaç adım atmasını söylesen hiç şüphesiz o, bir pınar gözüne basacak. İşte böyle bir taraf Tavlıkay.

İlçenin isminin cismine uygun olması elbette onun yaşayışını da belirliyor. Burada yığın yığın ot yetişiyor. Bunun için hayvan yetiştirmek kolay. İlçe çoğunlukla et, süt temin ediyor, hayvancılıkla ilgili tüm ürünlerin planını gerçekleştiriyor. Ormancılıkta ise şöyle: Kış boyu orman işletme çiftliğinde ağaç kesiyorlar. Yazın Aknögöş’ten Ağizil’e kütükler akıtıyor. E, ağaçlardan, artık gemiler için yelken direkleri yapılacak ağaçlar bile yetişiyor: Kibrit gibi çamlar, kara çamlar. Gerekirse meşesi de akçaağacı da yetişir. Akağaçlık bakımından da zengin Tavlıkay ilçesi meyvelerden de. Burada yaşayan halk reçine kaynatmakla, ot yığmakla, eczaneler için pek çok çilek ve ilaç bitkileri hazırlamakla uğraşıyor. Avcılıkla da tabi. Ama ilçenin diğer bir geçim kaynağı da arıcılık. Ihlamur ile ilçenin üçte ikisi kaplanmış. Bunlar çiçek açmaya başlasa cennet gerekmiyor. Hoş kokulu havayla sarhoş oluyorsun. Bu zamanlarda kovanlar altına denk olan ıhlamur balıyla doluyor.

Tavlıkaylıları bir tek şey yoruyor. Bu da yolsuzluk. Ufa’ya gidip dönmek gerekse, bu bir dert. Başkente götüren tek bir havaalanı var, oraya da asfalt atılmamış. Çoğunlukla da hava şartları bozulunca boş duruyor. İnsanlar bu havaalanı dedikleri yerin küçücük evinde iki üç gün boşu boşuna ömür geçiriyorlar. Böyle zamanlarda, kendi söyledikleri gibi, Ufa’sına da uçağına tükürüp geri köylerine dönüp geliyorlar. Özet olarak söylediğimizde, ilçeden çıkmak yabancı bir ülkeye yolculuğa çıkmakla aynı. Meşakkatli. Üniversiteye giren gençler de şaşkın şaşkın durmuyor. Birisinin atına, arabasına binip ilçeyle sınırdaş bölgelere çıkıyorlar ve bozkır tarafından geri giderek trene biniyor ve Moskova’ya Paris üzerinden gider gibi dolaşa dolaşa cumhuriyetin tamamen başka bir yerinden Ufa’ya gidiyorlar.

Tavlıkaylılar yolun olmamasını dert etmiyorlar. Evde kendi köylerinde durup yaşıyorlar sadece. Ataları da böyle yaşamış. Çoğunluğu işleriyle uğraşıp, hastalanmadan doksana yüze kadar yaşayıp dünyadan göçmüşler. Onun için, hükümet şimdi gayretli, zengin. İlçe merkezine İşembay tarafından çok güzel bir yol yapacaklar diye bir haber çıkmış, eğer doğruysa. Böyle şose yoldan uvazik marka arabalarıyla Sterle’ye hatta Ufa’ya gidip dönüyor, bir ıh da demiyor.

İlçe merkezi Tavlıkay’a yakın yüksek bir dağ başında, havaalanının tam yanında denilebilecek bir yere, bir televizyon vericisi kurdular. Bu, savaştan sonraki yılların en büyük olayı oldu desek hata olmaz. Ancak burada mavi ekranlar her evde çalışmadı. Mesela, Yüzşişme köyünde pek çok evde. İşte bu zamanlarda türlü yollardan alınan televizyonlar hiç kullanılmadan toz içinde kalıyor sadece. Yüzşişme köyü bu yüzden mutsuz hâle geldi.

Nurihanov adındaki kolhoz da ayrı bir dünya. Onun dört tarafını da yüksek yüksek dağlar çevirmiş, onların sırtında da ip gibi dizilen mağrur kayalar, rüzgâr yağmur geçirmeden duruyor. Ufa’dan gelen âlimlerin açıkladığına göre bu dağlar, televizyon dalgalarını geçirmiyormuş Yüzşişme’ye.

Bu tam bir bela oldu. Hatta birkaç kişi köyden televizyonun gösterdiği diğer tarafa tamamen göçüp gitti. Şimdi Yüzşişme’de, kolhoz başkanının söylediği gibi sadece kendi insanları kaldı. Yani gerçek vatanseverler. Onlarla dağı taşı aktarmak mümkün…

Nurihanov ismindeki kolhozun başkanı Nurihanov Gilman Semirhanoviç, şu anda yeşil uvazik arabasında ilçe merkezine, öncü çalışanlar toplantısına giderken nedense bunları hatırladı. Tüm özellikleri daima övülen Gilman’ın içine işledi bu televizyon meselesi, hatta çok da utandı galiba. Yüzşişme köyü yamacına tekrar bir verici koyalım diye ilçe yolunu çok katetti. Hatta Ufa’ya da gidip döndü birkaç kez. Televizyon ve radyo için devlet komitesine de gitmişti önce. Fakat bu işle, cumhuriyetin işletme teknik başkanlığı ilgileniyormuş. Orada da Nurihanov’un hevesini kırdılar.

– Bu mümkün değil, – deyip sakince anlattı idare başkanı gülümseyerek, – biz her köye verici takamıyoruz. Hâlâ Ufa televizyonunun programlarından mahrum olan ilçeler var. Buna misal, cumhuriyetin kuzeydoğusu.

– Onları bilmiyorum, ama Yüzşişme tamamen farklı bir köy, diye inandırmaya gayret etti, kendi sözlerinin doğruluğuna tam inanan genç başkan. Bu köyden ilçenin gururu olan Vatan Savaşı kahramanı çıkmış! Kahraman!… Nurihanov’un doğduğu köy…

– Öyleyse öyledir de o teçhizat çok kıymetli. Başkurdistan’da Sovyetler Birliği kahramanlarının doğduğu köyler pek çok. Onlara bizim hürmetimiz fazladır. – İdare müdürü anlayış göstererek anlattı. – Yüceltmek için başka yollar düşünüp bulmak gerek. Mesela heykel dikmek, okula ismini vermek… Onun gibi yani, efendim, milyon hum37lar gerek. Ondan sonra Devlet Planlama Teşkilatının incelemesi lazım…

Kısacası Nurihanov’un morali bozuldu. Hayalinin boş olduğuna kendi de inanmıştı o zaman. İlçe idarecileri önünde ne kadar nüfuzu olursa olsun kesinlikle bu meseleyi halletmek mümkün değil. Kim sana bir köy için yeni televizyon vericisi yapsın? Yani, Tavlıkay sırtındakiler de işte böyle güç bir hâlde on yıl yaşadılar. Bu düşünceden tamamen vazgeçti Nurihanov. Onun için, ikinci bir şey de kolhoz başkanını rahat bırakmıyor; iyiyken, çiftliğin direksiyonu kendi elindeyken, hiç şüphesiz cephede kalan kahraman ataya Yüzşişme’de bir heykel dikmek.

Bu düşünceden memnun kalıp arabasının sık sık zıplamasını da önemsemeden yumuşak koltuğa kaykılarak uzandı ve onu sınamak için şoförüne laf attı.

– Zöfer, Yüzşişme’de heykel diksek, sen nasıl değerlendirirsin? –Gilman yeni bir iş öncesi hep böyle yapar. Çünkü Zöfer, tanıdık, burnu çilli, dinamik bir yiğit, köyde çok dolaşıyor, halktan haberdar olup onları da eksiksiz patronuna ulaştırabilen yiğit. İkna oldu o, şoföründen pek ikna oldu. Aslında, biraz densiz, terslikleri de yok değil. Onun için, hile yaptığında onun önüne çıkayım deme. İşte, şimdi Gilman istemiş oldu, Zöfer bu haberi yarın halk arasında yayıp sezdirmeden bilgi toplayacak ve başkana iletecek.

Bu sefer düşünüp durmadı.

– Çok iyi olur, – dedi kahverengi kirpi saçını her zamanki gibi düzeltip, zaten kısık olan gözlerini iyice kısarak süzmeye başladı. – Gilman Ağabey, sizin için değildir ya?

“Ne kurnaz, ne kurnaz bu Zöfer, – diye düşündü Nurihanov. – Ta nerden işin aslını seziyor. Memnunum, memnunum şoförümden. Pek çok sakıncalı iş onun önünde işleniyor, şoförden gizlemek olmaz şimdi, ama dışarıya çıkarmıyor…”

– Kendim için de olur… – Nurihanov şoförüne katılarak, kahkahayla güldü. Bunların ikisi için de rahattı tabi. – Ancak şimdiki, Sovyetler Birliği Kahramanına idi…

– Sizin yaşlı babanıza değil mi? – Zöfer araştırmanın tam sırası olduğunu düşündü.

– Evet. Sadece bana baba olduğu için değil, kahramanlığı için. İşte Ufa’da pek çok böyle taş heykeller duruyor. Ebedî onlar. Bizim Yüzşişme köyünün nesi eksik? Yani? – O yine güldü, keyiflenip Zöfer’e döndü. – Bilmek istersen, kardeşim, ben çoktan babanın yaşını geçtim.

– O kadar oldu mu ki?

– Oldu işte diyorum, on yaş da geçti. O otuz yaşında kahramanlık gösterip ölmüş. E, ben bu yıl kırk. Evet, çok geçmiş ömür. Akan su gibi, akıyor da akıyor…

Zöfer epeyce dik olan bir dağın ardına çıkana kadar ses çıkarmadan direksiyonu çevirdi ve ovaya çıkınca hızlıca patronuna baktı.

– Gilman Ağabey size şimdi kırk yaşında denmez.

Diğeri ses çıkarmadı. Araba içindeki aynaya gayriihtiyari baktı. Aynadan ona koyu kara kaşlı, keskin bakışlı, düz burunlu mülayim bir er baktı. Arkaya taranan sert kara saçları arasında seyrek meyrek ak saçlar da görünüyordu. Böyle bir yüzün, kıyafetinin kadınların kızların dikkatini çekeceğini iyi biliyor o. Şimdi güzel düşüncelere dalıp, gözünün önüne sekreter Nefise geldi. “Nu pryam (hadi ya)…” diyen sesi kulağı dibinde yankılandı. Sarı saçlı, mavi gözlü, havalı ama bir o kadar da genç bir kızı, yuvarlak kalçalarını sallattırarak, gönlünde canlandırdı. Hatta gözlerini de yumdu büyük bir keyifle.

– Tatlı… – diye seslice söylediğini kendi de fark etmedi. Zöfer ona bakıp gülümsedi.

– Ne tatlı, Gilman Ağabey?

– Hava, haziran havası…

– Şaka yapıyorsunuz…

Nurihanov şakayla Zöfer’e parmak salladı.

– Çok bilirsen çabuk yaşlanırsın… – Ondan sonra hemen sordu. – Kardeşim ne zaman evlenmeyi düşünüyorsun? Uzun saç bulamıyor musun yoksa?

Yiğidin yanakları biraz kızardı.

– Vakit yok ki, Gilman Ağabey, – deyip elini salladı. –Ayrıca daha vakit erken… Askerden döneli de iki yıl…

Gilman şoförünün tersliğini ve dediğim dedik olduğunu bildiği için onun bir gün küçük bir şeye kızarak şehre çıkıp gitmesinden de korkuyordu. Bundan dolayı da bütün dileği onu çabucak baş göz etmek.

– Gelin almak çalışmaya engel olmuyor.

– Dediğiniz gibidir de. Şey, iyi kız göze görünmez, merkezden gelen bize bakmaz… – Bu sözün Nefise’yi işaret ettiğini anladı Gilman; Gilman’a da dokundurmaya çalışıyor yiğit. Ancak, bilmesi daha iyi, ağzını açmaz.

Yiğit kurnazca baktı başkana, sınayarak bakması, patronunun ağzının içindeki baklayı çıkarmaya gayret göstermesinden elbette. Tamam, bu da kötü değil. Nefise’ye göz kulak olur. Ne desen genç kız şimdi, gönlünde ne yattığını kim bilir. Bir hayale kapılır da… Şoförü ona sadık, öldürsen de, onun yaptıklarına bundan sonra karşı çıkmayacak, başkalarına da engelletmeyecek. Buna, kendine inanır gibi inanıyor Nurihanov.

– Damga vurulmayanlar da var… – Onlar birbirlerini iyi anladılar. Görmek için alındaki gözler de gerek.

– Öyle de, Gilman Ağabey, bu arabadan inip, bir adım dışarı yürüdüğüm yok ki hiç. Kızlar çevresini söylüyorum…

– Orası öyle. Benim sensiz kolum kanadım kırık yani. Bunu hallederiz. Ya nasıl? O heykelle ilgili? – Nurihanov yiğide düşünmek için geniş bir vakit vermişti. Şimdi ilk önce onun düşüncesini öğrenmek istedi. Şimdiye dek bu düşüncesini de hiç kimseye açmış değil. Önce ilçe öncüleri toplantısında, yani bugün söylemeyi düşünüyor o.

– Heykel bize çok gerekli, Gilman Ağabey, – dedi Zöfer. – O halkı eğitmek için gerek. Başka da… şey… sizin makamınızı yüceltmek için… Kolhoz Nurihanov ismini taşıyor, çiftliğin başkanı da Nurihanov. Kim bilir, şimdilik köyde bir heykel olur sonra da…. – Şoför söyleyeceklerini bitirmedi, lakin Gilman’a yiğidin başka bir sözü gerekmiyordu. Gelecek meselesinde de doğru düşünüyor Zöfer. Bu sözler, köy halkının da ona hürmet ettiğini gösteriyor.

Şoförü aniden, onun düşüncesini böldü:

– Niye, Gilman Ağabey, başka kişilerden fazlası olan biri hizmet kahramanı mı oluyor yani? Bizim kolhoz, ilçede en önde geleni. İdare edebiliyorsunuz. Kahramanlar sülalesi demek bu.

Haber Nurihanov’un gönlüne kaymak gibi sürüldü. Bunlar adaptan olsa da.

– Sen beni, kardeşim daha da büyütmektesin – diyerek sallandı, dışarıya, pencereden ufuktaki sıra dağlara göz gezdirdi. Biraz düşününce Zöfer’e söyledi. Benim bir erkek kardeşim de varmış… Kaybolmuşuz.

Şoför yiğit, şaşkınlığından arabasının hızını azalttı.

– Gerçekten mi Gilman Ağabey?

– Evet, gerçekten, azıcık hatırlıyorum kendisini. Savaşın son ağır yılı idi. Açlık, fakirlik çağları. Annem yolda öldü, ya hastalıktan ya açlıktan… Her bulduğunu bize vermiş demek ki merhume…

– E, küçük erkek kardeşiniz kaç yaşındaydı?

– Ben dört beş yaşındaysam, o daha küçük. Belki ikisi dolmuştur, belki üçü… Yürüdüğünü kesin hatırlıyorum. İşte ismini de unutmuşum. Geynulla idi galiba.

– Yani Gilman Ağabey, kardeşiniz yaşıyor mudur acaba? Şimdi nerdeymiş, bilinseydi?

– Araştırdım, ipucu bulamadım… Nurihanov isteksizce ofladı. Yol üstünde, annemin cenazesi yanında geceyi geçirdik. Kimse yok. Aklımda hâlâ… Sonra sabah olunca birileri geldi atla. Bizi alıp gittiler. Annemi gömdük müydü ki, onu da hatırlamıyorum…

– Acı, çok acı bir durum, Gilman Ağabey. İşte bu kardeşiniz bulunsa ne kadar sevinirdiniz, öyle değil mi?

– Elbette. Bu dünyada en azından iki olurduk. Yalnız, akrabasız yaşamak çok ağır kardeşim. Sen bunları anlamazsın… Hayır, tamam, ne kadar can sıkıcı düşüncelere dalıp gitmişiz…

Araba çok uzun bir yokuşu geçti. Buradan Tavlıkay kasabası da avuç içindeki gibi görünüyor. Çok geçmeden onlar ilçe merkezine ulaşacaklar. Toplantının başlamasına da çok az kaldı. Galiba, bu sefer de başkanlık masasında baş köşeye çağırıp oturturlar.

Gilman biraz daha dik oturdu, çantasından çıkarıp boynuna kravatını taktı.

– Bu şeyi takmazsan olmaz sanki – dedi kendisini savunarak Zöfer’e.

– Herkes takınca, bu da gerek şimdi dedi Zöfer bildik bir tavırla. Ne de olsa, siz Nurihanov ismindeki kolhozun başkanısınız!…

Bu sözlerden sonra Gilman omuzlarını silkip daha da kubararak oturdu.

“İlk önce ona söz verirler muhtemelen.” diye bir fikir geldi aklına. Kâğıda dökülmüş konuşmasını düşünerek geldi. Ama heykel hakkındakiler diline gelince, hafızasına inanmadı, çantasından Nefise’nin hatalı daktilo ettiği kâğıtlarını çekip çıkardı. Kendi sekreterciğini kötülememek için, içinden de “öğrenir” dedi.

Dördüncü Bölüm

Kaldırma vincinde çalışan yiğit çok yavaş çalışıyor gibi geldi Taştimir’e. Az gayret gösteriyor, şimdiye kadar makinesindeki dört beton kütlenin sadece ikisini yere indirdi. Sonra o sabredemedi.

– Niye yavaşladın, kaynanana misafirliğe mi geldin yoksa? – diye bağırdı şapkasını başına takarak.

Vinççi aldırış etmedi:

– Acele etme, dostum, yavaş giden insan çok gider, – o, Taştimir’e göz kırpmaya da yetişti. – Bilmek istersen, bu Yüzşişme köyünde kaynanalı olma imkânını bulamadın sen.

Güler yüzlü yiğidi, Taştimir önce beğenir gibi oldu, fakat çok geçmedi, onun bu düşünceleri paramparça oldu. O beton kütlelerin demir bağlarına çelik halat bağlanan kancaları indiren genç yiğide kaba bir şekilde söve söve, bağırmaya başladı.

– Sen niye, çişini tutamayan biri gibi, gözünü açmış duruyorsun? Çapraz bağlamışsın halatları falan! Değiştir yerlerini!…

Taştimir birden kızan vinççiye şaşkınlıkla baktı. Biraz önce ona gülümsüyor, onunla güler yüzle konuşuyordu iki yüzlü.

– Hey, delikanlı, senin adın ne? – Taştimir’i niye sorduğunu kendi de tam olarak bilmiyordu. O çabuk bozaran yüzünü çevirdi, öfkesi daha yatışmamıştı.

– Saman şapka! – diye istihzalı gülümsedi onu kastederek. Ama yük arabasının şoförüyle dalga geçilmeyeceğini çabuk anladı. Onun bugün yoluna taş yağsa da, Tavlıkay’a gitmesi gerekti. E, başkanın verdiği iş de hâlâ tamamlanmamış. Bunun için bu şapkalı övüngecin de bir sefer yapması gerek ilçe merkezindeki beton fabrikasına. Ya nerden irtibat kurdular bu kolhozla. Betondan sebze deposu inşa edilmesi gerekiyormuş. Tabi başkanlar daha iyi bilir, onlar daha önceden görüyor. Aman yapsınlar. Bu başkanları cömert davranıyor… Böyle düşündü vinççi delikanlı da, çabucak yüzünü değiştirip:

– Niye, benim adımı sanımı bilmezsen, üzülecek misin, – diye şakaya çevirmeye çalıştı. Taştimir seslenmedi. – Baygildi, Baygildi diye kızmayı seviyor amirler…– diyerek hızlıca laf soktu araya.

Taştimir bu düşüncesiz, dar kafalı, dalkavuk delikanlıya daha önce bir iki kez rastlamıştı sanki arazide, ama bir insanı nereden tam olarak bilebilirsin ki. Bunun için de yine sinirlendi.

– Baksana Baygildi, bu yardımcı delikanlıyı öyle kötüleme! İşe kendi yanına aldıysan, güzelce, sakin sakin öğretmek gerek. Adın Baygildi olsa da buraya zengin olarak gelmemişsindir herhâlde?

Yaklaştığını gören yardımcı, Taştimir’e saygıyla baktı, ama başını eğip çalışmasına devam etti. Baygildi kızacak gibi oldu.

– Hey sen, dönüşlerde dikkatli ol, – dedi o tehdit ederek. – Ne söylesen tamam, benim yardımcım… O vincin üstte olan bölümünden zıplayıp indi, avuçlarını birbirine vurup, makinesinin kapısını açtı. Bir beze elini sildi ve bir sigara alıp yaktı ve kabinin kapısını şak diye kapattı. Renksiz gözlerini çevirip baktı ve yavaşça makinenin pedalına basıp onları gözetleyen Taştimir’e yakınlaştı. Vücudu heybetliydi yiğidin, yumrukları da suyın38 gibi iri görünüyor. Bunun dışında Taştimir’den daha uzun. Kısacası pek çok şeyi görmüş olmalı bu dünyada Baygildi. Sigara içmekten sararmış iri dişler, balta ile dikkatsizce yontularak yapılmış gibi alık bir yüz, yayvan bir dudak… En acayibi… onun su rengini andıran gözleri. Onlara bakıp bu yaşı otuza yaklaşan delikanlının ne düşündüğünü sezmek mümkün değil. Dudakları gülümsese de gözleri soğuk kalıyordu.

Baygildi’nin yaklaştığını sezip, Taştimir de yere zıpladı. Çok genç olmasına rağmen, gayretli de görünüyordu o, vinci yanında. Omuzları geniş, gövdesi de habantoy39da güreşen kişininkine benziyor.

– Sen ne yani, küçük bıyıklı; ağabeyine mi öğretmeye çalışıyorsun? – Çok cesur davranıp kubararak yaklaşan Baygildi’nin hevesi kaçsa da, düşündüğü sözü söylemesi gerektiğini hissetti.

Taştimir, her zamanki gibi, gülümsüyordu. Bak sen ona, bıyığına da takılıyor bu vinççi yiğit.

– Ağabeyler biraz bağdan kurtulduğunda düzeltilmesi zor değil, – dedi Taştimir, burnu altındaki bıyığını düzeltmeyi de unutmadı.

İkisi de birbirine sınayarak baktı. Sonra galiba, Baygildi şoför delikanlı ile işi ilerilere götürmemesinin hayırlı olacağını anladı. Bundan sonra:

– Niçin acele ettirdin? – dedi, kaba davranmaya çalışarak.

Taştimir onun gözlerine bakarak konuştu:

– Çok tembellik yapıyorsun, ben şimdi arabayı kontrol ettirmeliyim.

– Buraya bak. Kiminle ortak bu yer?

– Ortaklığa ortak değil de. Benim bir pınarın yanında radyatörün contalarını söküp değiştirmem gerek.

Tavlıkay’a gitmek için acele eden Baygildi birden öfkelendi.

– Bekle, bekle niye şimdi radyatörü sökeceksin? Şimdi yine bir sefer yapman gerek. Niye ben seni bekleyip de yarına kadar yatayım mı yani bu cehennemde?

Taştimir onun kendisini de rahatsız eden yerini fark edebildiğine sevindi. Bunun için dalga geçmek istedi.

– Sen, daha kaynanalı olmaya da yetişiriz, dedin!… – Vinç-çinin dişlenen, biraz da kabuklanmış dudaklarını görüp ekledi. – Şey, kaynanan ile öpüşmemişsin galiba? Ha-haa…!…

Baygildi kastı anladı. Yumruk salladı.

– Çok söylenme!

– Sen söylediğin için söylüyorum.

– Yani, dil bu… Tabi olsa da olur. Birazdan, bizim ekibi oraya taşımak gerek. Yukarıda şöyle bir haber dolaşıyor. İşletme başkanı söyleyip durdu diye, şef dün söyledi.

– Burada neyi kurutacak, pınarları mı yani? – Taştimir dayanamadı, kaşlarını çatıp, kahkahayla güldü. Baygildi bunu beğenmedi. Genç yaşında etrafını sarsıyor bir de.

– Niye ağzını ayırıyorsun?

Taştimir de gülmeyi kesti.

– Kendin söyledin ya şimdi, – o gülümsüyordu hâlâ.

– Sen bizde çoktandır mı çalışıyorsun? – Baygildi, ona doğru bir iki adım attı.

– Çoktandır. Önce daha büyük bir şirkette çalıştım. Şimdi burada makineli seyyar bölümde çalışıyorum. Yakında bir yıl olacak.

– Yıl? Ha-ha!… Çokmuş bu… Öyleyse neden ben seni daha önce görmedim?

– Ben seni görmüştüm.

– Dalga geçmek istiyorsun, sümüklü burun!

– Ya, söyle hadi, bizim PMK’nın merkezi nerede?

– İşimbay’da; dostum. Şubesi Tavlıkay’da.

– Biliyormuşsun! E, sen bu taraflardan mısın?

– Ne bu, sorguya mı çekiyorsun?

– Yok dostça; merak ediyorum.

– Öyleyse söylüyorum: Ben de bu İşimbay’danım.

Baygildi biraz sessiz durdu. Ondan sonra dile geldi.

– Hadi gerçekten mi, ismin ne?

– Taştimir.

– Gerçekten de Taştimir arkadaş, şimdi sen söyleyince düşündüm de bu dağ taş arasında niçin bataklığı kurutmamız gerekiyor ki? Yüzşişme etrafını ben iyi biliyorum, çok dolaştım. Pınarları sayısız elbette söylemeye gerek yok.

– Şey, gerçek bir haber mi veriyorsun yoksa?

Onlar sakin bir şekilde konuşmaya başladı..

– Şey yani, işyerinde böyle bir haber dolaşıyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz mı diyorlardı?

– Orası öyle. Sadece ben işitmedim. Bu ilçede işi yoluna koyup, dönmem gerekiyor çabucak. PMK’nın Tavlıkay’a şubeyi taşıması da bu ilçe merkezi yanındaki bataklığı kurutmak içindi tam olarak. Etrafta dağlar, işçi sitesini de büyütmek gerek. Ayrıca burası ilçe merkezinin yanında da işte niye bu büyük meydandan faydalanılmıyor? Üstüne üstlük masa üzeri gibi dümdüz o yer.

– Ha-hay, boşuna konuşuyorsun, – Baygildi çok görmüş kişiler gibi elini salladı. Merkezdeki işletmeden koparınca, hangi ilçe başkanlığı seni PMK yerindeki iş bitmeden geri gönderecek ki şimdi? Görmüyor musun, kolhoza pek çok faydamız dokunuyor: Çok güzel, sebze deposu inşa ediyoruz. Kendimiz kazıyoruz, kendimiz taşıyoruz parçalarını… Teknik yeterli, iş yapan eller de çok. Hangi aptal bu iş gücünden vazgeçsin.

Taştimir ciddileşti.

– Ancak bu hiç doğru değil. Bizim cumhuriyetimizde PMK yardımına muhtaç pek çok ilçe var. Tarım arazilerini su basan kolhozlar çok. E, biz ise burada sebze deposu yapıyoruz.

– Kızma yaşlı moruk. Baygildi şimdi dostane bir sese geçti. Sen doğru söylüyorsun elbette. Ama bu da kötü değil ki bizim için. İş yürüyor, çalışma listesi kapanıyor, para geliyor. Hatta çok geliyor. Çok geçmeden kolhozlarda yem çukuru da kazmaya başlayacağız. O zaman harika olacak!…

Taştimir sinirlenip ayağının altındaki tuğla keseğini tepip uçurdu.

– Adil değil bu!

– Adaleti gökte ara dostum! – Baygildi aniden yaklaştı ve Taştimir’in omzuna dokundu: – Baksana, sen de acele ediyorsun, ben de, dediğim gibi. Haydi, hızlıca boşaltalım öyleyse. Sen, pınar boyunda radyatörünle daha fazla uğraşma şimdi. Ben de bugün Tavlıkay’a, – Baygildi avucunun kemikleri ile boynunu kesip gösterdi. – Benim kesinlikle dönüp gitmem gerek. Ne yani… – O sesini alçalttı. Sen iyi bir yiğit gibi görünüyorsun, gizlemek olmaz şimdi. Bir başı örtülü bülbül ele geçirmeye çabalıyor. Konuşulmuştu. Bir yerden içki bulayım da… Güzel, gavur kızı!…

Baygildi şoförün cevabını beklemedi. Vinç kabinine girdi ve arabasının motorunu bağırta bağırta, işe koyuldu. Taştimir ona bir süre şaşkın şaşkın baktı, başını salladı: böyle kötü sözlü adama da bülbül düşüyormuş…

Yük boşaltımının bitmesiyle, Taştimir acele edip kabine oturdu. Ardından Baygildi bağırdı:

– Dostum, Taşti-mi-ir, geç kalmaa!…

Vinççi yiğidin haberi Taştimir’i endişelendirse de çok geçmeden konuşma unutuldu. İşimbay’a dönmek istiyordu o. Belki enstitüye girme işini de araştırırdı. Doğrusu hâlâ askere gitmemişti, oradan gelmeden hiçbir üniversiteye şimdi almıyorlar değil mi ya? Belki bırakırlar. Askerde şoförler bitmemiştir… Böyle düşündü o. Ama içten içe bu Tavlıkay taraflarına çekiliyor, buralara daha çok alışıyordu. Nedense, insanları güzel, güleç bu tarafların. Bu birinci sebep ise, ikincisi, İşimbay’da Taştimir’i kim bekliyor ki? Babası ta o çocukken bırakıp Sibirya tarafına çalışmaya gitmiş, annesi de yakında vefat etmiş. Dönse ablasının bir odalı dairesine gözünü dikecek. Ablasının iki çocuğu, eniştesi…

Taştimir can sıkıcı düşünceleri aklından atmak istedi. Niye bu dünyada beceriksiz biri oldu şimdi o. Kaderi onu güldürmedi. Malı mülkü olan akrabası yok, kendine hayatta bir yol açması lâzım.

Yük arabası, toz kaldırarak bu taraftaki Kiyevkaşı denilen sırtı dolaşıp, tek kişilik dar yoldan hızla gidiyordu. Yüzşişme köyü yakındı ona. Güzel köy. Pınar sularını içmek doyumsuz. Kış günlerinde tabiatı kötü görünse de, yazları burası cennet.

Taştimir her zaman durup, su içtiği Keleşküzi pınarı çevresine ulaşınca, hemen frene bastı. Burada arabasına bakacak o. Kenardaki gölge yere gidip bekledi ve arabanın iki kapısını iki tarafa açtı. Böyle daha serin idi.

İçinden şarkı söyleyip, aletlerin konulduğu bezi otların üzerine serdi. Arabasının kaputunu açtı. Motoru toz kaplamış, yaklaşılmayacak kadar tozlu. “Pınara inip, su getirip serpmek gerek, çabucak soğur, diye düşündü o. Hem de susamıştı.

Taştimir ağaçların arasında cıvıldaşan yüz çeşit kuşun sesine kulak vere vere pınar tarafına yöneldi. Lakin ırmak kenarına gitmedi, rahat rahat zıpladı zıpladı, ayağındaki ağır çizmelerini çıkarıp attı. Yumuşak kadife çimene basınca tabanları gıdıklanıp, rahatladı.

– Bunları niçin giyiyorum, – diye söylene söylene, çizmeleriyle dalga geçerek çizmelerini attı, ertesi gün ayağına hafif bir ayakkabı giymeye kendi kendine söz verip, lastik kovasını sallaya sallaya, dar patikanın sonuna koştu. Tam geldim dediğinde, birden:

– An-ne!… – diye beklenmedik bir ses işitip, alnını bir direğe çarpmış gibi aniden durdu. Gözleri kocaman açıldı, şangır şungur sesler çıkararak taşların üstüne kovalar düştü. Biri de tangır tungur geldi ve suya düştü.

Yiğit karşısında korkmuş bir kızın durduğunu fark etti ve hiç düşünmeden lastik kovasını bıraktı ve kovanın ardından koştu. Buradan Aknögöş’e doğru akıp gitmeyi çok sormaz kova. Su hızlı akıyor. Taştimir dikkatsizce sivri bir taşa bastı ve ayağı kayınca kendi de düştü. Ama kovayı da yakaladı. Pınar suyu soğuk, bacakları dondu. Yiğit kenara çıktığında şaşkındı. Şimdi de rengi kaçan kız kahkahayla gülüyordu.

– Ha-ha!… Ağabeyciğim neredeyse kaybolacaktınız.

Kızın sesi Aknögöş boyuna, dağlar üstüne, çalılıklara dağılarak çın çın çınlayıp geri dönüyor. O gülmesini durdursa da dağlar, gülüşü devam ettiriyordu. Bu görüntüyü acayip bulup, Taştimir de gülmeye başladı.

– Ha-ha-ha!!… Ben şimdi birisinin yüreği yarıldı da öldü demiştim, – dedi.

O anda Taştimir bu genç kızı tanıdı. Geçen gün kovasını ona veren kızdı işte! Diğeri de tanıdı delikanlıyı, bunun için korkusu çabuk geçti.

– Yüreğim ağzıma geldi, dedi o gülümseyip. E, e siz arabada değil misiniz? Saman şapkanız da yok…

Taştimir yalın ayak, ayrıca, suya düşmüş tavuk görüntüsüyle çok komik görünüyordu. Çekinerek kıza kovayı verdi.

– İyi misin, bacım! – dedi o. Ayağı ağrıyordu, oradaki çimene oturdu. O, kızın sorusuna cevap vermediğini hatırlayıp, konuşmaya başladı: E… Siz araba sesini işitmediniz mi ki?

– Yok…

Kız çok sevimliydi. Yuvarlakça, toplu, buğday benizli, güvenerek bakan iri kara gözleri ve yay gibi kaşları olan, dolgun dudaklı, küçücük ağızlı biri. Gülümsediğinde ya da güldüğünde yanakları çukurlaşıyor. Saçları uzun onun, tek örgülü, beline kadar da geliyor. Uzun boylu, bilekleri ve bacakları güneşte yanmış. Pırıl pırıl görünen dişleri Taştimir çok beğendi.

Kendi sırasında kız da delikanlıyı iyice gözden geçirdi. Bunu sezdirmeden yapmaya gayret etti o, ama onun çok ilgilendiğini sayısız kıvılcımlarla parlayan kara gözleri belli ediyordu.

– Çizme giyip gezince, içinde ayaklar pişti, – dedi Taştimir, kızın bakışlarını fark edip. Burada dinlenmek için yalın ayak geziyordum.

– Bir kez suya girip çıktınız da… – Güzel kız yine bir kez daha kahkahayla güldü. O artık tamamen alıştı delikanlıya, kendine yakın bulup, kendinden bahsetmeye başladı: – Ağılda inek sağmada çalışıyorum. Bizim öğle sağımından sonra vaktimiz boş. Akşama kadar. Anneme yardım olsun diye suya gelmiştim. Bu Keleşküzi’nin suyunu bir başka seviyor. Diğer pınardan getirip semavere koyduğumda, o zaman hemen, Keleşküzi’nin suyu değil bu çocuğum diyor. E, benim için hepsi aynı.

– Büyükler biliyor işte… Taştimir de söze karıştı. O anda o da her zamanki gibi dudaklarını yayıyordu.

İkisi de çoktan tanışıyorlarmış gibi, konuşmaya devam ettiler.

– Benim annem, ağabey, öyle yaşlı değil – dedi kız, yavaşça ayaklarını büküp, pınara yakın büyük beyaz bir taşa oturdu. Tam bir mermer heykel gibi şu anda o. Öyle geldi Taştimir’e.

– Suya gelemiyor mu?

– Onun beli ağrıyor, soğuk geçmiş, ağabey.

Delikanlı sınayarak bakıp:

– E, ben senin ağabeyin miyim ki? – dedi. Öbürü merakını yenemedi.

– Kaç yaşındasın ki?

– Yaş dediğin ne… Orta okulu tamamlayalı daha bir yıl oldu. Mektepte ehliyet sınavına girmiştim. Çalışıp duruyorum işte.

– Hım, öyleyse şey, – kız canlandı. Yüzünün uçları çukurlaştı, – ağabey demem yersiz oldu. Ben de okulu yeni bitirdim. – Kızın söyleyecek sözleri vardı. Taştimir bunu sezdi.

– Öyleyse bu yıl mı tamamladın? – Taştimir ‘sen’e geçtiğinin farkında değildi.

Diğeri utandı ve:

– Onuncu sınıfı tamamlayınca, geçen yıl işe başladım, – dedi, – anneme yardım etmek gerekti. Tabi bütün insanların okumuş olması gerekmiyor.

Taştimir konuşmadı. Düşünüp sessizce oturarak:

– Biz yaşıtmışız ya, dedi. – E… şimdi bacım demek olmaz, ne diye sesleneyim?

– Mevsile, Mevsile benim adım, diye güldü kız.

– E, ben Taştimir.

Onlar birbirine bakıp gülümsedi.

Taştimir, Mevsile yerinden kalkar kalkmaz onun kovalarını aldı, yardım edip su doldurup verdi. Kız kovalarını köyentesine taktı, köy tarafına bir iki adım attı ve yiğide döndü.

– Taştimir…e… sen… Mevsile hızlıca baktı ve “siz”e geçti. – Siz bizim köyde mi çalışıyorsunuz? İlçe merkezinden gelip sebze deposu inşa ediyorlar diyorlardı.

– Evet, oraya inşaat malzemesi taşıyorum. Ama şey, bana “sen” diye hitap et!

Mevsile bir şeyler sormaya yeltendi ama cesaret edemedi.

– Öyleyse hoşça kal, ağabey, şey Taştimir!… – El salladı. Delikanlı da ona uzun zaman baktı ve:

– Hoşça kal Mevsile… – dedi.

Birden bu kızın gitmesiyle etraf boş gibi göründü. Pek hüzünlü kaldı pınar boyu. Nedense üzülüverdi. Ne zaman geleceğini de sormadı Mevsile’nin. Bunu düşününce yüreği hızlıca çarptı. Bu çekici kız Taştimir’in gözünün önüne geldi kaldı, geldi kaldı. Bitmez tükenmez sırlar saklayan bir gece gibi kara gözleri, yiğidin gönlünün altını üstüne getirdi.

O anda Taştimir gülümsedi. – Mevsile’nin annesi başka pınarın suyunu içmiyor, yani Mevsile bu vakitlerde ağıl işinden çıkıyor, demek ki onunla yine burada, Keleşküzi yanında, yeniden karşılaşmak mümkün.

İşte vinççi Baygildi’nin sözleri, kulağının dibinde yankılandı:

“…Yüzşişme köyünde kaynanalı olmaya da gelmişsin sen…”

“Ahmak Baygildi”, diye düşündü Taştimir, ancak içi rahat idi bu sözlerinden. Şimdi o Mevsile’yi tekrar tekrar görmeyi hayal ediyordu. Biraz önce onu Yüzşişme’ye göndermeyi düşünen PMK grubunun şeflerine kızıyordu, şimdi ise, birden bunları hatırlayınca memnun oldu Taştimir.

37.Para birimi.
38.Dökme demirden yapılan kap.
39.İlkbaharda ekim işleri tamamlandıktan sonra yapılan millî bayram.
₺38,66

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
2 s. 4 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6981-92-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre