Kitabı oku: «Yabancı», sayfa 4
Dünya ilginç.
O pınarın biraz aşağısında dönerek su toplanan çukurdan lastik kovasına su doldurdu ve yukarı gitmeye başladı.
Baş ucunda güneş çok nazlı parlıyor, ışık saçıyordu.
Beşinci Bölüm
Nurihanov öncüler toplantısından nişan takarak çıktı. Nişanın da hangisi: Kızıl Bayrak Hizmet Nişanı! Kolhoz başkanları arasından tek ona verildi. Diğerleri ise hayvan bakıcıları, sağıcılar, ondan sonra biçerdöverciler, traktörcüler.
Genelde, böyle bir olay olduğunda, başkente çağırıp orada verirlerdi. Gilman bir sene, kendisi almasa da, birkaç sağıcısını götürmüştü, rahat rahat Ufa’yı görüp, serbestçe şehirde gezip, doya doya misafir olup, tiyatrolarına gidip, gönülleri rahatlayarak dönmüşlerdi. Bu yıl böyle organize etmemişler. Galiba, yol yürümenin ağır olduğunu düşündüler, ondan daha ziyade sağıcıları ağıldan ayırmak istemediler, partinin il komitesi sekreteri Hürmet Safiç Batırşin kendisi gelmiş. Mütevazi bir kişiymiş. Elini sıkarken:
– Yoldaş Nurihanov, bu üst hükümet nişanının sizin hayatınızda ve hizmet yolunuzda son olmayacağına inanıyoruz, dedi. Gelecekte Lenin Nişanı sahibi olmak da kısmet olsun size!
Bu sözlerden sonra ilçe komitesinin birinci sekreteri Ayıtkulov İlğuca Giniyetoviç, genelde gaddar, itici biridir; o bile alkışlamaya başladı. İl komite sekreteri de pek çok kez alkışlayıp durdu. E şimdi, bunu gören salondaki halk coştu, coştu. Belki, tam öyle olmamıştır da. Ama Nurihanov’a öyle geldi. Tabi böyle olmuş olsa da tuhaf değil. İlçede onun gibi kolhoz yöneticileri her yerde yok.
Bu durumda, Gilman’ın övünerek söyleyeceği sözler de var.
– E, nasıl, ben doyuruyorum ilçeyi. Ben doyuruyorum! Ekmeksiz yaşa da bak… – Gerçi, bu sözleri o bağırarak söylemedi, ama yerine gidip oturunca, içinden olsa da tekrarladı.
Tavlıkay ilçesinin kaderi ilginç. Bütün cumhuriyet, devlete terleyerek buğday teslim ederken, Tavlıkaylılar sessizce kendi bildiklerine göre yaşıyor. Ülke gazetesinde basılan tabloda da onların ilçesinin karşısında hep bir çizgi oluyor; yani ekin teslim etmeleri öngörülmedi demek bu. Tavlıkay ilçesinin vazifesi kendi halkını doyurup yaşatmak dışarıdan yardım almadan. Bundan da memnun başkentteki idareciler. Tabi, dağ taş üzerinde ne yetiştirsinler ki? Taştan ıhlamur kabuğu mu soysunlar yani? E, işte daha çok da… Böyle olunca da hayvan yemlerini bazen dışarıdan getirmek gerekiyor. Onun için; et, süt arttırma planını fazlasıyla gerçekleştiriyor Tavlıkay ilçesi.
Nurihanov, ilçede en çok ekin yetiştiren kolhoz başkanı olarak kendi değerini biliyor. Tabiatın verdiği şanstan ona da pay çıkıyor. Dahası onun soyadı kolhoza verilmiş. Atasının şanı yaşıyor. Buna şimdi de oğlununki eklenmeye başlanmalı. İlçe gazetesinde, bu durumu işaret eden bir yazı da çıkardılar. Ancak, ülke gazetesinden muhabirler seyrek gelir bu tarafa. Elbette, yolun kötülüğünden.
Maalesef, Nurihanov’un öncüler toplantısında konuşurken heykel meselesini açmaya fısatı olmadı. Onun kâğıtlarına göz atan İlğuca Giniyetoviç, bu yerleri kırmızı kalem ile çizdi. “Daha sonra.” diye işaret etti Gilman’a. Hatta kendinden bir iki söz eklemeyi de unutmadı: “Bugünkü yüksek hükümet nişanına cevaben şunu söyleyebilirim: Nurihanov adlı kolhozu tarımda daha da öne çıkarmanın bütün imkânları var. Gayret edip çalışacağız. Biz ilçe halkını doyurmakta da sıkıntı yaşamadan, yakın gelecekte dışarıdan yem ve karma yem almayı da bitirmeye söz veriyoruz…”
İşte daha çok böyle bir konuşma yapmak zorunda kaldı kolhoz idarecisi. Böyle önceden düşünülmüş olan işler hakkında konuştu. Tarımı öne çıkarma hakkındaki planlarının bazılarını İlğuca Giniyetoviç de biliyor. İşte bunları bildiği için üstüne yazdı ya.
Maalesef, ülke komite sekreteri Hürmet Safiç’in önünde, heykel meselesini açamadı. Çok yerinde ve kolay olacaktı…
Nurihanov, kolhozun parti komitesi sekreteri Kutlubayev ile birlikte çıktı.
Kutluyorum yüksek nişan için Gilman! – diyerek elini sıktı Keşfi Gellemoviç.
– Teşekkürler Keşfi! İçten sözlerin için sağ ol… – Gilman da ona içtenlikle cevap verdi.
Gilman şimdi kolhozda on iki yıldır başkan olarak çalışıyordu. Ziraat enstitüsünü tamamladıktan sonra üç yıla yakın başka bir yerde ziraat mühendisi olarak çalıştı. Ondan sonra terfi ettirerek doğduğu Yüzşişme’ye gönderdiler. Nurihanov adlı kolhozda başkanlar sık değişmiş. Dışarıdan getirmek işe yaramamış, nedense çalışmamışlar. Parti komitesi sekreteri de çok uzun kalamamış bir yerde. Gilman köye başkan olarak dönen, üniversiteli, kendilerinden olan tek kişiydi.
– Yabancılar bitti.
– Kendi yiğitlerimiz dönüyor!
– Şükür, şükür, Yüzşişme’de de düşüp kalanlar yaşamıyor!…
Böyle şeyler konuşulmuş o zamanlarda. Fakat Gilman’ı başkan yapacak olan genel kolhoz toplantısında şüphelenenler bulunmadı değil, bulundu.
– Çok genç, yürütebilir mi?
– Kolhoz büyük…
– Kendi köyümüz olunca, kavga etmek de olmaz tabi. Uygun olmaz… – dedi bazıları. Diğerleri daha farklı sebepler de buldu.
– Kolhozumuz Nurihanov ismini taşıyor. Bu çok önemli. Vatan Savaşı kahramanına bizim itibarımız çoktur. Sadece… Yani kardeşler, başkanımız da Nurihanov olursa saltanat gibi değerlendirmezler mi?
– Evet, evet cemaat, başımızı sıvazlamazlar!
Böyle tartıştı halk.
O yıllarda İlğuca Giniyetoviç partinin Tavlıkay ilçe komitesinde parti işlerinin organizasyon bölümü müdürüydü. Nurihanov adlı kolhozun faaliyet ve seçim toplantısına vekil olarak katılmıştı. Kolhozcular başkan adayları hakkında gürültü etmeye başlayınca söz aldı:
– Yoldaşlar, biz Nurihanov’u, bu Yüzşişme köyünün yiğidini, gençliğine yani daha yeni enstitü tamamlayıp döndüğüne bakmadan, boşu boşuna size başkan olarak takdim etmiyoruz. Onun adaylığı partinin ilçe komitesinde görüşüldü, büroda incelendi. O oy birliğiyle kabul edildi. Biyografisini siz de biliyorsunuz. Hayatın acısını tatlısını görüp büyümüş. Babası savaş kahramanı. Sizin gururunuz. Tabi, niye size bunları söyleyip duruyorum… İdeal aday… – diyerek yerine oturdu.
Kolhoz kültür merkezi yine gürültü yapmaya başladı. Aralarında birkaç da sinirlenen vardı. Onlar karıştırdı halkı. Bir âdet varmış o zamanlar: Kolhozun umumi rapor toplantısı yaklaşınca, her ev önce bal içkisi yapmaya başlıyordu. Her yerde olduğu gibi, Yüzşişme’de de kavga çıkaran, şüpheye düşüren kişiler bulunuyordu. İşte bunlar gibiler ilçe komitesi vekili önünde korkmamak için, bir de, gruplara bölünen kolhozcular öfkelerini eksiksiz söyleyiverme niyetiyle toplantıya içki içerek geliyorlardı. Arada bir, ilçe vekillerinin böyle toplantılara hatta polisle birlikte geldiği zamanlar da oluyordu. Düzeni sağlamak için yani. Yüzşişme halkı diğerlerinden, sinirli olmaları ve cesaretleri ile ayrılıyordu.
Bu kez de kolhozculardan birisi:
– Yoldaş Ayıtkulov, kahraman adını taşıyan çiftliğe onun çocuğunu başkan yapmak olacak iş mi? Şöhrete önem verilen padişahlık zamanları geçti!… – diye bağırdı.
Onun bu ilk çıkışını bekleyip duranlar da var aralarında.
– Doğru, babanın ünü mal değil ki, nesilden nesile geçsin!
– Çok genç, bizim gibi ağılda çalışıp baksın.
– Evet, çok erken daha, çok erken.
Nurihanov başını eğip sadece dinledi. Zordu onun için bu dakikalar. O ikide bir Ayıtkulov’a baktı. Ama diğeri akıl almaz derecede sessiz, gamsız göründü. “E, buna ne, öküz ölse et, araba devrilse odun şimdi.” – diye düşündü acıyla. Nedense Gilman kendi köyünde çalışmak istiyordu. Evet, sıradan bir uzman ya da tarım uzmanı değil, ama sadece başkan, köyün birinci kişisi olmayı hayal ediyordu o. Ona engel olmaya çalışıyorlardı. Konuşanlar, yerinden bağıranların her birinin ismini, söylediği sözleri aklında tuttu. Ayıtkulov’a ilçe komitesi vekiline de kızmaya başlıyordu, yumuşaklığı yüzünden.
Böyle fikir alış verişinin alevlendiği bir zamanda hiç beklenmeyen, hatta Gilman’a annesi tarafından akraba da olan Haris isimli kolhozcu söz istedi:
– Burada siz, yoldaş ilçe komitesi vekili, bizim Gilman’ı övüyorsunuz ama o bizim kolhozda iş yapan biri değil, – diye konuştu. – Biz onu siz beğendiğiniz için de seçemeyiz. Önceki seçilenleri de siz, ilçe komitesi vekilleri getirdiniz. Onları da çok övüp takdim ettiniz. Biz, saf halk da, inandık, pazarda at alındığı gibi ağzını açtırıp dişlerine bakmayı düşünmedik…
– Doğru sözler.
– Doğru! Övmekle iş bitmiyor. Bizim yaşamamız için, onun başkan olduğunda çalışması gerek, – diyerek katıldılar ona.
O anda toplantı başındaki yönetici sürahiye kalemle vurup halkı sakinleştirdi ve:
– Haris Yapparov Ağabey, e, sen başkan olarak kimi teklif ediyorsun? – diye bağırdı. Yanındaki aniden onun giysisinin ucundan çekti. Vekilin yüzü ekşidi. Bunu görünce o çok korktu, hemen oturdu.
Yapparov böyle bir soruyu beklemiyordu, elbette. Çok şaşırdı. Yerinde oturuyordu ama yanındakiler ona izin vermedi.
– Ya, niye gölgeye kaçıyorsun, söyle!
– Ağzına su mu aldın yoksa, Haris?
– Hadi, kimin ismini söyleyeceksen söyle!
– Yok, yok, bizim akrabamız olsun.
Aralarında ona kötü söz söyleyenler de oldu.
– Sen de şimdi, Yapparov, kendi tabağına tükürüyorsun, ne olsa da akraban yani…
İki arada kalan Haris buradan aniden kültür merkezi müdürünün soyadını söyledi.
– Ya, Sadikov’u, belki, kimse olmazsa…
Sadikov dedikleri kadınlarla kızlarla şakalaşmakta, adı çıkan biri idi. Yüksek sesle gülüştüler. Haris dayanamadı, kendi de katılıp gülmeye başladı. Kültür merkezi müdürü, tüm halk arasında kendini rezil etti diye, öfkelenip Yapparov’a yumruk gösterip, çıkıp gitti. Köydekilere de alay etmek için sebep gerek.
– Ya, Sadikov’u horladınız. Yine komşu köye yeni avrat aramaya gidecektir.
– E, bırakın, orada Ruslar yaşıyor, bu da Rusça sadece içki sorabilir. Ha-haa!…
Ayıtkulov, o zaman kendi zamanı olduğunu anladı. Halka katılıp güldü, ayağa kalkıp, herkesin önünde yaşaran gözlerini silip, kurnazca gülümseyerek ayakta durdu. Kolhozcular gülmeye doyduktan sonra yavaşça söz başladı.
– Kim… Yapparov, senin adayın ağlatıncaya kadar güldürdü. Çok rahatladık. Nurihanov’a da karşısın sen. Elbette, daha yakın birisini tavsiye etsen, sana şüpheyle bakmak gerekecekti. Ancak saygı arttı sana. Teşekkürler. Anlatsana, niye karşı çıktın?
Haris’e yeniden sıra geldi.
– Ben ona, gerçekten de karşı değilim. Söyleyeceksem söyleyeyim de, o benim ablamın oğlu. Eniştemden iki oğul kaldı. İkincisi, Geynullası, babası savaştayken doğdu. Ablam ölünce, iki oğlunu iki tarafa alıp götürdüler. Bu kardeşini aratmıyor; var diye de bilmiyor. Tamamen kalpsiz olması gerek yani. Ben tamam cahilim, bu Yüzşişme’den hiç çıkmadım. Ancak Gilman’ı söylüyorum, Ufa’da beş yıl okudu. Bu Geynulla, yedi defa yatıp da bir kez rüyasına girmiş mi ki?
Yapparov son sözlerini üzüntüyle söyledi, elini havaya kaldırıp salladı ve yerine oturdu, başını eğdi.
İlğuca Ayıtkulov sözün başka bir yöne gideceğini tahmin etmiyordu. Ama hayat tabi, bu tarafıyla da insanın kalbini kırıyormuş demek. Hemen bu durumdan çok ustaca faydalanmak istedi. Onun başka çaresi de yoktu. E, Nurihanov’un adaylığını kabul ettirmeden dönerse, parti ilçe komitesinde hiç görünmemesi hayırlı. Çünkü ona da terfi var.
– Doğru sözler, Yapparov. Çok doğru! Böyle kendi kardeşini aramamak, cinayet. İşte ben de bu hayatta yalnızım. Babam gidip aynen böyle bir savaşta ölmüş. Eğer bir kardeşim olduğunu bilsem; – o, bakışını başkanlık masası arkasında oturan Gilman’a çevirdi, – senin gibi Nurihanov, ağzımı açıp, Allah’tan bekleyip oturmazdım. Bütün makamlara ulaşmak gerek böyle bir zamanda! Doğru söyledim mi, millet?
– Doğru!
– Çok da yerinde!… – diyerek yerlerinden bağırdılar. Salondakiler şimdi bütün ilgisini ona yöneltti, Ayıtkulov bundan faydalanmakta acele etti.
– Böyle dünya… – diye devam etti o, asıl konuya geçmeye niyetlenerek, – şimdi siz Nurihanov’u, genç diye başkanlık için göstermekte ikilemde kalıyorsunuz. Siz de bugün aranızda yaşayan Nurihanov’u, üniversiteli tarım bilimcisini yok etmeye çalışıyorsunuz. Yoksa, siz onu, eski kolhozundan isteyerek gönderdiler diye mi düşünüyorsunuz? Şaka yapıyorsunuz kardeşler. Zorla koparıp aldık. Tamam, başka bir yerden birini buluruz. Ama Yüzşişme’ye, – vekil biraz düşündü, ne olduysa da oldu der gibi, sonra devam etti, – dışarıdan birini getirip size zulmetmek mümkün? Böyle yiğitler devrilip de yerde yatmıyor…
O anda salondan bağırdılar:
– Vekil yoldaş, doğ-ru-u? Kahrolsun yabancılar! Bizden biri başkan olsun!…
– Yabancılar gerekmez!…
– Nurihanov’u kendi yiğidimizi seçelim!…
İşte böyle, Nurihanov, kolhoz başkanı oldu o yıllarda. Halkın gurur duygusundan Ayıtkulov çok ustaca faydalandı. Şimdi dışarıdan bir kişi gelip de baksın; hey yabancısın, deyip ellerinin tersiyle iterler…
Gilman artık, on iki yıldır çalıştığı dönem içinde, işini yoluna koydu. Kolhoza parti komitesi sekreteri gerekince, o hiç şüphesiz, ilk çalıştığı yıllarda, okul müdürü olan Kutlubayev’i kendisi teklif etti. Eğitimi de uygun: Pedagoji enstitüsü, bundan önce ziraat yüksek okulunu bitirip, tarım uzmanı olarak çalışan biri. Diğeri, önce istemese de sonra razı oldu. Daha sonra dışarıdan iki yıllık parti okulunu tamamladı. İyi uyum sağlayıp, anlaşıp on yıla yakın birlikte çalıştılar da.
– Başkanları beğendik! – diyorlar şimdi Yüzşişme’de.
Öncüler toplantısında göğsüne nişan takınca Nurihanov bunları hatırladı. O, hatıralardan hâlâ kurtulamadı. Salondan çıkınca da Kutlubayev’in elini avucundan bırakmadan tuttu.
– Kutladığın için teşekkürler, Keşfi, bu nişanda senin de, kolhozcularımızın da payı var. Teşekkürler sana, teşekkürler! – dedi, kıvançla. – Dönünce bence hükümet nişanını kutlamak da gerekir. Eşime telefon edeyim. Kalanını dönerken görüşürüz, Gilman göz kırptı. Keşfi istihzalı gülümsedi.
“Yoksa kıskanıyor mu? Olmaz, ben Keşfi’yi çocukluğundan beri tanıyorum.” diye düşündü o.
– Telefon et, – dedi bir yere acele eden Keşfi, oraya buraya bakıp… – Benim muhasebe bölümünde işim var. Bu sefer, biraz ıslatıp, şarkı söyleyip oturursak midemizi deşmez…
Onlar birbirlerine bakıp gülümsediler. Hâlâ bu dakikalarda Nurihanov, parti komitesi sekreterinden, ümitlerinin boşa çıkacağını bilmiyordu. Tabi aklına da getirmedi. Madalyayı kutlamak için toplanıp, bir araya gelen eş dostlarının övgüsünden, tebriklerinden sarhoş olup, birinin koltuğuna takılarak, koridordan yürüdü. Rahattı Gilman bu anlarda, pek rahat. O kendi bahtının yedinci katına ulaştığını hissetti.
Dostlarından ayrılıp, ilk önce kabul odasına indi. Orada oturan iki kız, Resime ile Selime, ikisi önce kalkıp alkışladı. Gilman’ı burada da kendilerinden kabul edip beğeniyorlar. Resimesi telefona bakıyor, Selimesi de daktiloda çalışıyor. İşlerinde ikisi de eşit çalışıyor.
– Gilman Semirhanoviç, kutluyoruz, içtenlikle kutluyoruz! – dediler kızlar, gözlerini açarak. – Biz sizi dört gözle bekliyoruz…
– Kutlamak için mi yani? Teşekkürler, teşekkürler! Size ikinci gelişimde çok iyi çikolata getireceğim. Üstelik çilek yetişince, benim kolhoza misafirliğe buyurunuz.
Diğerleri, seslerini nazlandırmak isteyip, konuşmaya devam ettiler.
– Gelsek iyi olur Yüzşişme’ye. İşte şey, odada oturup depodaki patates sapı gibi bembeyaz kaldık. Aknögöş’te suya girip güneşlenir dönerdik.
– Sizin sekreteriniz, Nefise’niz de güleç, o kadar güleçtir ki Gilman Semirhanoviç; bir sözü bitirmesen de her şeyi anlıyor. Tatlı sözleriyle insanı kendine çekiyor. Böyle güzel kızları nereden buluyorsunuz…
Gilman bir kat daha yüceldi. O, birinci sekreterin seçilmesini takdir etmeyi, odasında çalışan bu sevimli kızlara kurnazca göz kırpmayı da unutmadı. Onların yardımıyla çok iş çıkarmanın mümkün olduğunu iyi kavramış o.
– Ağabeylerden öğreniyoruz, – dedi Gilman, birinci sekreterin kapısını işaret ederek. –Şu anda odasında mı?
– Ay, unutuyorduk! – Resime avucunu göğsüne koyup, derin bir nefes aldı şaşkınlıkla karışık, kirpiklerini aşağı eğdi. Birinci sekreter şu anda arıyor…
– Yerde aradığımız gökten düştü. Siz gökten düştünüz. Çünkü, şimdi ülke komite sekreterini uğurlamaya gidecek.
“Belki, ayrıca kutlamak isterler.” diye düşündü Gilman, birinci sekreterin kapısının kolunu tam tuttum dediğinde tekrar düşünüp, Resime’ye döndü, şak diye söyledi.
– Benim, Resimeciğim, Yüzşişme ile konuşmam gerekiyordu da. Belli olmaz – o birinci sekreterin kapısını işaret etti, – tutar da misafirliğe geliyorum der. Hazır olmak iyidir, öyle değil mi?
Resime onun düşüncesini sözün yarısında anlamıştı. Telefon ahizesini hemen kaldırdı.
“Kimi arayalım?” Gilman, eşi Nurbike’yi arayıp bildirmek istedi, sonra vazgeçti. Tamam, bu yeniliği ilk önce Nefise bilsin. O dönüp gelene kadar herkes öğrenecek.
– Kime! – Resime numarayı çevirmeye başladı.
– Bu, Nefise’ye, çalışkan kıza! – diye odada yürüdü Nurihanov.
Resime birini hatırlatan sesiyle:
– Vera İvanovna, ben Resime, acil, Nurihanov ismindeki kolhoz lâzım da. Evet, evet hemen şimdi konuşacaklar? Onları şimdilik kesiniz!…
Çok zaman geçmeden, Resime gülümseyip ahizeyi uzattı. Gilman bir kez daha onu takdir ederek kafasını sallayıp ahizeyi aldı.
– Aloo!… Nefis… – Hemen, düzeltiverdi. Nefise, benim… Evet tebrik edebilirsin, evet…Ne duydunuz da mı, ne? Kim, Kutlubayev mi aradı? Aferin, çalışkan bizim parti komitesi sekreteri. – Gilman ahizeden ayrılıp kızlara kurnazca bir bakış attı. – İşte Resime ile Selime senin misafirliğe çağırmanı bekliyorlar. Evet, evet… İyiler onlar… Evet, ikimiz başlasak yaparız. Baksana, orada Nurbike Yenge’nin kulağına da sok… Ziyafet falan meselesini…
Ahizeyi Resime’nin eline verince:
– Böyle çalışıyoruz biz, – deyip kibirlenerek gülümsedi Nurihanov.
Kızlar ona sevgiyle bakarak birinci sekreterin odasına uğurladı.
Ama yarım saat sonra Nurihanov, suratını asarak geri çıktı.
Resime yerinden zıplayarak kalktı hatta.
– Ne oldu, yoksa… fırçaladı mı? – diye çabucak sordu, Nurihanov başını salladı.
– Daha kötüsü.
– İkaz değildir herhâlde? –Selime de telaşlandı – hay, bu dünya. Biraz önce ne kadar mutlu idi.
Gilman’ı koltuğa oturttular. Resime su verdi. Biraz sonra kendine gelince.
– Kutlubayev’i benden çekip alıyorlar, – diyerek başını salladı.
– Hangi Kutlubayev? – Resime sustu. – Parti komitesi sekreterini mi yani?
– Evet.
– Vay, çok kötü, birisi gitse, ikincisi gelir… Kendinizi koruyunuz, Gilman Semirhanoviç.
– Yok, iyi bir insan bu Kutlubayev. Başaracağımız işler çoktu… birlikte…
Burada, biraz önce öncüler toplantısından çıkarken Keşfi’nin istihzalı gülümsemesinin manasını anladı.
Yerinden kalktı. Yanında oturan Resime’nin omuz başına dokundu ve kapıya yürüdü:
– Ne yaparsın, dünya…
Altıncı Bölüm
Ülke komite sekreteri uçakla gelmişti. İlğuca Giniyetoviç, artık ellisini çoktan geçmiş ama görünüşüne bakınca, yaşından çok daha kıvrak hareketli, keskin bakışlı, iticiliği bütün hayatına yansımış adam; arabasına binip, Ufa misafirini havaalanına uğurladı.
Vakit oluşundan faydalanıp, yol üzerinde bir çiftliği de ziyaret ettiler. Hürmet Safiç ülke komitesinde ziraatten sorumluydu. Çok iyi de bir uzmanmış. Ayıtkulov’a çok faydalı tavsiyelerde bulundu.
Havaalanına yaklaşırken, yine tabiatın çok güzel olan bir yerinde durdular. Hürmet Safiç büyülendi, doyamadı.
– Burada nerede o güzellik! Yani havası, havasını solumak bile doyumsuz. Cennette yaşıyorsunuz ya, İlğuca Giniyetoviç.
Ayıtkulov, ülke komite sekreterine eskiden beri hürmet ediyor. İşinde zorluklar çıktığında her zaman ondan yardım istiyor, ona müracaat ediyor. Böyle zamanlarda kızmadan, bıkmadan öğretir, önemli fikirler verir.
Hürmet Safiç kendi de birden ülke komite sekreteri olmamış. İlçede de çalışmış, cumhuriyetin ziraat bakanı da olmuş, hatta hata edip küçük bir fabrika yöneticisinin vazifesini de üstlenmiş.
– Emredince gidiyorsun yani, – diye gülerek hatırlamayı seviyor böyle zamanları. Daha sonra Moskova’da akademiyi tamamlamış. Özetle söylendiğinde saygın bir adam.
Şimdi dağ boyundaki yemyeşil çimenler üstüne uzanıp yatınca, köy çocuklarına has bir mutluluk ile eklemlerini çıtırdatmak için gerildi ve nedense kendine mahsus bir hasretle söyledi:
– Köy özletiyor…
Bu sözleriyle o ne söylemek istedi ki, Ayıtkulov tam anlayamadı.
– Biz şehir diye ağzımızın suyunu akıtıyoruz, – diye düşünmeden söyleyiverdi. Hürmet Safiç aniden kalktı. Uzun süre Ayıtkulov’a sınayarak baktı. Ondan sonra, onu sıçratıp, birden sordu.
– İlğuca Giniyetoviç, bu iş yormadı mı?
Ayıtkulov hemen nasıl cevap vereceğini de bilemedi. Endişelendi. Yoksa başka bir fikirleri mi var ki ülke komitesinin onun hakkında? İşi yürütemiyor desen, ilçe kendine düşen yükü gerçekten de taşıyor gibi. Lakin cevap vermeden susup kalmak olmazdı.
– Nasıl söyleyeyim şimdi… – O bekledi. Birkaç ilçenin birinci sekreterini Ufa’ya tayin ettiklerini, yaşı dolanları da emekli ettiklerini hatırladı. Her zaman, eski parti üyesine isterse bir iş bulunur. Yüreği cız etti. “Daha erken değil mi ki?” diye bir düşünce geçti Ayıtkulov’un aklından.
Batırşin, bu ağır hâlden kurtardı İlğuca Giniyetoviç’i.
– Şimdi sen çalış, ilçe iyi gidiyor, – dedi o, ufuğa bakıp… – Bizim vazifeler heyecanlı, gerektiğinde, dayanıyorsun! Sadece bir şey yorulduğun zamanlarda rahatlık verir gönle: O da halka nasıl olur da faydalı oluruzu hissetmek. İlğuca Giniyetoviç, size de hiç böyle oldu mu?
Ayıtkulov rahat bir nefes aldı. Hatta kendi de fark etmeden gülümseyiverdi.
– Oldu, oldu, Hürmet Safiç. Biz şimdi burada ilçede…
Batırşin konuşmayı böldü, fikrini toplayıp söze başladı. Galiba, kendini rahatsız eden bir şey hakkında konuşmak istiyordu.
– Köyden doğru faydalanamıyoruz, – diyerek başladı ülke komite sekreteri. – Değer vermiyoruz. Biz ona hâlâ üvey olarak bakıyoruz. Bu yıl toprak bir miktar ürün verse de buna razıyız. Ekinini biçip alıyoruz da, vesselam, ekmek veren kara toprağı unutuyoruz. Yeni bir yaza kadar ne olursa olsun çalışıyorsun…
Ayıtkulov, Hürmet Safiç’in bu fikirle derinlere dalıp gitmesinden endişelenip, dikkatlice hatırlatmak gerektiğini fark etti.
– Biz şey, Hürmet Safiç, yayılmış çimenlerimiz olmayınca, o kadarını gözümüzün önüne getiremiyoruz. Her tarafımız, dağ da taş da, orman da.
Batırşin ilçe sekreterinin konuya katılmasını takdir etti.
– Öyleyse öyledir, ama sizin de toprağı bilip ondan faydalanmanız, kadrini kıymetini bilip hürmet göstermeniz, gerektiğinde ona yardım edip daha çok ürün toplamaya özen göstermeniz gerek, – dedi. – Mevcut toprağınızdan bugün 11-13 tsentner40 ürün almak çok az, İlğuca Giniyetoviç, çok az. Düşünüp değerlendiriniz bunu iyice. İlçe sadece kendisi için erzak temin etmelidir. Ekmeği de, hayvanlar için yem, karma yemleri de, sebze, meyve… Biliyor musunuz, yakın bir zamanda siz devlet menfaatlerini de düşünmeye başlamalısınız. Yerden, topraktan nasıl daha iyi faydalanılacağı yönünde ter dökmek gerek bugün. Gerekmeyen fazla yeriniz varsa, işleyiniz onu. Orman işletmesi etrafında da birkaç yıldır ardı ardına boş duran meydanlar göze çarpıyor. Yeniden ağaç dikilmemiş, burada mal güdülmüyor, e, hangi işlere gerek ki?
Ayıtkulov gerçekten derin bir düşünceye daldı. Bu düşünce onun aklına daha önce de gelmişti. Şimdi bu el ulaşmıyor, vakit dar, başlayacak adam yok. Buna razı olduğunu belirtip, kafasını sallayarak oturdu.
Ülke komite sekreteri gülümsedi.
– Size, İlğuca Giniyetoviç, şehirden gelip öğretiyorum, – dedi samimiyetle. – Bunları siz de biliyorsunuz. Ama başka bir konuyu da hatırlatmam gerektiğini düşünüyorum. Bilindiği üzere sizin topraklarınızda da petrol incelemesi devam ediyor. Birkaç yerden petrol fışkırdığı malum. Sevindirici bir durum bu, elbette, çok da sevindirici. Ülkeye yakıt gerek. Ama biz kaş yapıyoruz deyip göz çıkarıyoruz bazı zamanlar. Şu petrolü döküp, toprağı telef ediyoruz. E, çok miktarda mazot sinen toprak, kendiniz de düşünüp bakınız, nasıl ürün versin? Bu, toprak öldü demektir.
Batırşin düşündü. Ondan sonra yine devam etti.
– Parti Ülke Komitesi buna çok büyük önem veriyor, İlğuca Giniyetoviç. Petrolcülere saygı gösterirken, bunları da unutmamanızı rica ediyorum. Örnek için uzağa gitmeyelim: Cumhuriyetimizin, petrol çıkan kuzeydeki ilçelerinin birisinde, meselâ, yüz hektara yakın yer telef oldu. Bu meydana eğer ekin ekilseydi, çok ürün alınırdı. Öyle değil mi? Yirmişerden hesaplandığında da iki bin tsentner. İşte bunun için böyle havası, dağları, ırmakları, gölleri olan, tarlalarının, ovalarının kadrini bilen adamların ömrünün geçtiği bugünkü köy, gerçekten özletiyor…
Ülke Komite sekreteri saatine baktı.
– Gecikmiyor muyuz? Hikâye anlatıp bekletmeyelim.
Onlar kalktı. Arabaya binince, İlğuca Giniyetoviç:
– Bu bakımdan düşünülmesi gereken yerler bizde de hâlâ çok – dedi. – Rezervler de var. Çalışmak gerek. Elbette, biz bunun için koyulmuşuz.
– O Nurihanov adlı yiğidin iyi görünüyor, – diyerek tamamen başka bir şey söyledi Hürmet Safiç… – Konuşmasını beğendim…
Bu sözler ile Batırşin ne anlatmak istemiştir, belirsiz kaldı. Onlar kadife kilim gibi yeşil ot kaplı havaalanına geldiler. Uçak bulunan dar patika bir yolun başındaki beyaz kanatlı AN– 2 uçağı, başkent misafirini bekliyordu.