Kitabı oku: «Mutluluk Doktoru», sayfa 3
Mutluluk Günlüğü Tut
Duygu ve düşüncelerimizi ifade etmenin en etkili yöntemlerinden biri yazmak. Duygu ve düşünceleri yazmanın, özellikle de aklınızdan, kalbinizden gelenleri yazmayı ifade eden ‘anlatımsal yazma’ (expressive writing) çeşidinin insanlar üzerinde olumlu etkilerine dair çalışmalar var. Günlük hayatınızda da yazmanın terapi gibi geldiğini söyleyenleri duymuşsunuzdur, yazarların ya da günlük tutan ünlü isimlerin röportajlarında başrollerdedir bu cümle.
Herkes üzerinde aynı derecede etkili olması imkânsız olsa da, yazmak, söyleyemediğiniz ya da ‘sanki ağzınızdan çıktığı anda gerçek olacakmış’ gibi gelen his ve olaylarla yüzleşmek için iyi bir yöntem. Bir defa, sınırlarını sizin belirlediğiniz güvenli bir ortam yaratıyorsunuz kendinize. Eşinize, ailenize ya da psikoloğa anlatamayacağınızı düşündüklerinizi, görenin bir tek sizin gözleriniz olacağını bilmenin rahatlığıyla içinizden atıyorsunuz. İlla kâğıda da değil, teknolojinin nimetleri emrinize amade, telefona, tablete, bilgisayara…
Yaşananları üstünkörü not etmek bile olayları sindirme ve kabul sürecine yardımcı olabilir. Çok da farkında olmadıklarınızı açık seçik ortaya dökebilir. Mesela hedeflerinizi, hayallerinizi, neler yaşamayı istediğinizi yazıyorsanız, bir bakmışsınız asıl ulaşmak istediğiniz nokta üzerindeki bulutlar dağılıvermiş. Aradan zaman geçip de günlüğünüzü okuduğunuz zaman gözünüzde kare kare canlanan anıların yaşattığı nostalji ve onlardan çıkarabileceğiniz dersler de cabası.
Bu noktada tüm ailemi şok eden bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Evimiz kentsel dönüşüme girince ev taşıma sürecimiz başladı. Eşyaları kutulara koyarken odamda üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken yazdığım hayal kâğıdımı bulduk. İkinci sınıftayken medya sektöründe tanıdığım kimse yoktu. Hatta medya alanında eğitim almaya da başlamamıştım ama hayal kâğıdıma üniversiteyi bir dönem erken bitireceğimi, kazandığım o dönemde de Milliyet veya Hürriyet gazetesinde staj yapacağımı yazmıştım. O gün için imkânsız görünebilecek bir hayaldi muhtemelen ama ben inanmış ve yazmıştım. Yıllar sonra Milliyet gazetesi yazarı olarak taşınırken o kâğıdı bulduğumda benim de tüm ailemin de tüyleri diken diken olmuştu.
Mutluluk günlüğüyse, yukarıda bahsettiğimiz yazı pratiğinden biraz daha farklı. Yaşadığınız ve hissettiğiniz olumlu duygu ve olayları size hatırlatacak olan bir günlük bu. Mesela, bu hafta hayatınızı pozitif yönde etkileyen neler yaşandı? Kibarlık yaptığınız durumlar, minnettar hissettikleriniz, yüzünde gülümseme yarattığınız insanlar, size güç veren şeyler gibi pozitiflikler üzerine yazılar yazdığınız bir günlük… Belki uzun zamandır kendinizi takdir etmiyordunuz, okuyun bakalım kendinize, çevrenize, dünyaya ne gibi katkılarınız olmuş… Hem size o an önemsiz gördüğünüz pek çok şeyi hatırlatacak hem de mutluluğun aslında o kadar da ulaşılmaz olmadığını…
MUTLULUK GÜNLÜĞÜ ÇALIŞMASI
• Kendinizi özellikle mutlu hissettiğiniz bir anıyı ve o sırada neden böyle hissettiğinizi yazın.
• Başka birinin mutlu hissetmesine yardımcı olduğunuz bir anıyı ve bunu nasıl sağladığınızı yazın.
• Günlüğünüzün mutlaka kalemle yazılan bir defter olması şart değil. Teknolojiden dilediğiniz gibi yararlanmak, yaratıcılığınızı kullanmak size kalmış. Örneğin Instagram’ı bir mutluluk günlüğü gibi kullanabilir ya da Pinterest’te mutluluk sayfalarınızı oluşturabilirsiniz.
İKİNCİ BÖLÜM
MENTAL DETOKS
Kendini Uçak Moduna Al
“Yapmam gereken çok iş var ve zamanım kısıtlı, şimdi duramam”, “Ancak daha fazla çalışırsam başarılı olabilirim, biraz daha dayanmalıyım”… Bu düşünceler tanıdık geldi mi? Çoğumuz kendi kendimize söylüyoruz bu ve benzerlerini. Söylediğimiz anda da bize son bir dayanma gücü veriyorlar çoğu zaman ama işin doğrusu, zihnimizi, ruhumuzu ve bedenimizi yeterince dinlendirmediğimizde stresle birlikte çeşitli fiziksel, psikolojik rahatsızlıklar da beliriyor kapımızda.
Telefonlarımız nasıl uçak modundayken çok daha hızlı şarj oluyorsa, şarj olabilmemiz için ara ara kendimizi de uçak moduna almaya ihtiyacımız var. Yaşadığımız ‘hızlı’ çağda es vermek, durmak, fayda sağlamanın aksine geride kalmamıza yol açıyor gibi algılansa da, uzun vadede dayanmamızı ve devam etmemizi sağlıyor. Rahat bir uyku sonrası daha motive çalıştığımız gibi, zihnimiz de dinlenmiş olduğunda daha farklı bakış açıları, daha yaratıcı fikirler sunuyor bize.
Peki kendimizi uçak moduna nasıl alacağız? İlk olarak her yanımızı kuşatan yüzlerce dış uyaranla aramıza biraz mesafe koyarak. Cep telefonumuzu, tabletimizi belirli bir süre kapatarak örneğin. Tuvalete bile yanımızda götürdüğümüz telefonu yemek yerken bırakıp sadece masadaki sohbete odaklanmayı deneyebilir misiniz bugün? Ya da kısa bir yürüyüşe çıkarken yanınıza almamayı, markete giderken cebinize atmayı pas geçmeyi? Geceleri Whats app ve sosyal medya detoksu yapmayı?
Her şeyin üzerimize geldiğini ve artık verimli olamadığımızı hissettiğimizde mola vermek beyaz bayrak sallamak, pes etmek demek değil. Aksine uzun vadede kazançlı çıkabilmek adına verilmiş stratejik bir karardır. “Tüm işler bitsin, dinlenirim” diye aylarca verimsiz çalışmaktansa küçük boşluklar yaratıp bunları güzel değerlendirerek daha uzun süre ve verimli çalışmak mantıklı değil mi? Şarjı yüzde doksan sekiz olan ama üç saatin sonunda hızla sıfırlanan bir telefon mu istersiniz, yoksa yüzde yetmişte saatlerce çalışmaya devam eden mi? Aynı mantık aslında. Konsantrasyon süremizin hızla düştüğü 21. yüzyılda üzerinde çalışmamız gereken becerilerimiz de farklılaştı. Bunlardan biri, ruh sağlığımız için önemliler arasında. Ne mi? Bir noktaya odaklanabilmeyi, yavaşlayabilmeyi, hatta durabilmeyi başarmak.
UÇAK MODUNDA NELER YAPABILIRSINIZ?
• Haftada/iki haftada bir gün, iki saat için cep telefonunuzu ve televizyonunuzu kapatın. İş ve sosyal durumunuzu göz önünde bulundurarak size en uygun zamanı belirleyebilirsiniz. Süreyi uzatmak ya da kısaltmak size kalmış ama bu zaman dilimini doğa içinde, sevdiklerinizle birlikte ya da sadece rahat bir yatakta uzanıp zihninizi ve bedeninizi dinlendirerek geçirin. Bunun sizi, enerjinizi nasıl etkilediğini görmek için kendinize bir fırsat yaratın.
• Kendiniz için mola almaktan çekinmeyin ve bu molaları düzenli bir alışkanlık haline getirin. Sabah erken kalktığınız günlerde işe gitmeden önce açık havada yirmi dakika yürümek bile pillerinizi dolduracak, unutmayın.
• Molanızı neye ayıracağınız size kalmış. Yaratıcı hobiler ve egzersiz, teknoloji çağında ‘offline’ken mutlu hissetmemize yardımcı olacak yöntemlerden ikisi. Müzeleri, galerileri gezebilir, resim yapmak gibi sanatsal aktiviteleri tercih edebilirsiniz. Sevdiğiniz bir egzersizi yapabilir ya da bir spor karşılaşmasını seyretmeye gidebilirsiniz. Puzzle yapmak, örgü örmek, mutfakta bir şeyler pişirmek… Seçenek çok fazla. Önemli olan molayı mola gibi yaşayıp zihniniz, bedeniniz ve ruhunuzla o esnada orada olmanız.
• Uzun, boş zamanların gelmesini, yılbaşını, bayram tatilini beklemeyin. Trafikte geçirdiğiniz yarım saatte bile kafanızdaki işleri düşünmektense sevdiğiniz kitabı okumak, güzel birkaç şarkı dinlemek zihninizi uzaklaştırmak için yeterli. Güzel bir manzarayla karşılaştığınızda otobüsteyseniz, çok da aceleniz yoksa bir durak erken inip manzaraya karşı bir çay içebilirsiniz örneğin. Yolun kalanını da açık havada yürüyerek tamamladığınızda, zihninizdeki seslerin biraz dağılmış olduğunu görebilirsiniz.
Zihnini Deşarj Et
Kendimizi aldığımız ‘uçak modu’nun işe yaramasının anahtarı, zihnimizi deşarj edebilmeyi başarabilmek. Peki neler yapabiliriz bu konuda? İnsan zihni maalesef hiç susmamayı dahi başaracak gelişmişlikte. Geçmişi, geleceği, yaşananı, yaşanmayanı, yaşanma ihtimali olanı, kısaca her şeyi biz farkına bile varmadan hoop alıyor içine. Her an çalışıyor arka planda, haliyle de yoruluyor.
Bir düşünelim, özellikle günümüzde çoğumuz şu iki kategoriden birine dahil olabiliriz sanırım. “İşkolikler sardı dört bir yanımı” diye isyan edenlerdeniz ya da etraftaki o işkolikler arasındayız. Sadece bir ofiste işçi, memur olarak çalışanlar için geçerli değil bu iş düşünme, işle yaşama durumu. İş bulmalıyım diye düşünen işsiz için de, ev ve çocuk bakımıyla ilgilenen ev hanımı için de geçerli yaptıkları şeye onsuz nefes alamazmışçasına tutunma hali. Bu yüzden, zihni deşarj etmenin ilk basamağı, bizim için ‘iş’ ne ise onu düşünmeye ara vermeyi kendimize hatırlatmak.
Neler yapabiliriz bu konuda? Mesai sonrası yarınki işi düşündüğünüzü, yarım kalanlar yüzünden pişmanlık yaşadığınızı hissettiğinizde farkına varıp, “Bir dakika ya, şu an çalışmıyorum, şimdi benim zamanım” diyebiliriz kendimize. Bir diğer püf noktası ise iş rutinini, stresini dengelemek adına mutlaka kaçış noktalarımızın olması. Bunu pas geçmeyin, bilinçli olarak sizin için nelerin kaçış noktası görevi gördüğünü bulmanın arayışına girin. İşiniz ve sorumluluklarınızla yorulduktan sonra sahilde denize bakarak bir çay içmek de olabilir bu, daha önce yapmadığınız bir tarifi denemek üzere kendinizi mutfağa atmak da. Yeter ki odağınızı zihninizdeki seslerden farklı bir noktaya, o ana kaydırabilin. Bunu hayatınızın bir parçası haline getirmekse sonraki adım olacak. Sonrasında daha üretken bir şekilde geri döndüğünüzde siz bile şaşıracaksınız.
Zihniniz aileniz ve çevrenizle ilişkileriniz, bu alandaki sorunlar veya sağlığınızla ilgili bir durum üzerine uzun mesai yaptıysa da yine şarja ihtiyaç duyacak. Fark etmez. Yeter ki şarjının bittiğini görün ve onu bu kısırdöngüden çıkarıp başka bir manzarayla karşı karşıya getirin. Kaçış noktalarınızdaki kısa molalar, sevdiklerinizin desteği, yardım istediğinizde alacağınız profesyonel destek, bunların hepsi sizi anbean daha rahat, mutlu bir hayata ulaştıracak.
ZIHNI DEŞARJ ETMENIN 5 YOLU
1. Açık havada, özellikle doğa içinde yürüyüş yapmak
2. Sevdiklerimiz için güzel bir sofra hazırlamak
3. El becerisi isteyen yaratıcı aktiviteler yapmak
4. Hayvanlarla ve/veya çocuklarla oyun oynayarak vakit geçirmek
5. Meditasyon
Bedeninden Çık
“Bedeninden çıkmak da ne demek?” sorularını duyar gibiyim. Bedenimizden fiziksel olarak çıkmak mümkün değil elbette (şimdilik en azından) ama kendimize dışarıdan bakabilmek mümkün. Sosyal medyada tanımadığımız yüzlerce insana kıyafetimizden yediklerimize ve vücudumuza kadar her şeyimizi yorumlama hakkını vermişken bu hakkı bir de kendimize vermişiz, çok mu? Üstelik kendimizi bir dış göz olarak değerlendirmenin sağlayacağı yeni bakış açılarına ihtiyacımız çok daha fazla…
İster istemez her olayı, merkeze kendimizi koyarak, bizim için ifade ettikleri üzerinden algılıyor, değerlendiriyoruz. Mesajımıza birkaç saat cevap yazmayan flörtümüz işiyle uğraşıyor belki, bambaşka bir sıkıntısı var, trafiğe takıldı, hasta oldu, ihtimaller binlerce… Ama bizden hoşlanmadığı, bir şeylere alındığı, kızdığı geliyor aklımıza ilk olarak. Bir başkasının hikâyesi olsa, “Olur mu canım öyle şey, nereden çıkardın?” diyeceğimiz pek çok durumda, söz konusu kendimiz olduğunda bakış açımız çoğu kez bambaşka oluyor.
Hepimiz için geçerli olan bu durumun tek çözümü, bize farklı pencereler açıp başka yollar gösterecek eş dost değil iyi ki. Biz de kendimize karşı objektif bir göz olmaya çalışarak başarabiliriz bunu. “Kendi dünyamızla gerçek dünya arasındaki fark”ı görmek adına bir adım atabiliriz. Bir dahaki sefere, işin içinden çıkamadığınız bir durumla karşılaştığınızda bilinçli olarak kendinizi üçüncü bir şahsın yerine koyun. Örneğin kendinize, “Ali’ye şu anda en iyi gelecek şey ne?” diye sorun. Neticede en doğru yanıtı bilen kişi sizsiniz ve bu şekilde çok daha realist bir cevap almanız mümkün olacak. Nasıl ki uçaklardaki güvenlik talimatlarında oksijen maskesini önce kendinize, sonra çocuğunuza takmanız önerilir, kendinizi emanet edeceğiniz en güvenilir insan yine sizsiniz, unutmayın. Bu durumu avantaja çevirmek sizin elinizde.
KENDIMIZE DIŞARIDAN BAKARKEN…
• Diğer insanlara karşı ne kadar toleranslı ve nazik olduğunuz ile kendinize karşı ne kadar toleranslı ve nazik olduğunuzu kıyaslayarak değerlendirin.
• Başkaları yaptığında sizi rahatsız eden, tahammül sınırlarınızı zorlayan davranışların bir kısmını siz de ara ara tekrarlıyor olabilir misiniz? Bir de bu açıdan bakın.
• Kendinize koyduğunuz hedeflere ve başarmak istediklerinize giden yolda atılması gereken adımlar neler? Siz bu yolda şu an hangi adımdasınız ve ilerleyişiniz nasıl gidiyor? Objektif bir değerlendirme yaparak durumunuzun farkına varın.
• Özel hayatınızda çevrenize verdiğiniz tavsiyelerin kaçını kendiniz uyguluyorsunuz? Partnerinizle ilişkinizi ve sorunlarınızı kendi hikâyesi olarak bir arkadaşınızdan dinleseniz, hangi noktalara dikkatini çekerdiniz?
Düşünce Şeklini Güncelle
Gelişmemizin, sınırlarımızı keşfetmemizin, yapabileceklerimizin önüne ördüğümüz bir duvar var: Sabit fikirlilik. Sabit fikirli olmakla doğru olduğuna inandığı bir düşünceyi savunmayı karıştıran, bilimsel kanıtlarla çürütülse bile fikrini güncellemek yerine gerçeği eğip bükmekle uğraşan pek çok kişi tanıyoruz. Üstelik bu durum sadece öğreneceklerimizi, gelişimimizi değil, sosyal hayatımızı ve karşımıza çıkan fırsatları da etkiliyor. Nasıl mı? “Bu konuda tek bir doğru vardır, onu da ben bilirim” tavrı karşıdaki kişi için iticiliği bir yana, diyaloğu da sonlandıran bir tavır. Bir süre sonra insanlar böyleleriyle görüşleri üzerine konuşmaya vakit ayırmayı tercih etmiyor. “Neticede orta noktada buluşma ya da fikrini değiştirme ihtimali yok” diye boşa zaman kaybı olarak görüp uzak durabiliyor. Tabii olası fırsatlar da uzak duruyor böylece…
Çağın gerekliliklerinin farkında olmak da bu kapsamda karşımıza çıkıyor. Örneğin günümüzde bilgisayar kullanmayı bilmeden yapabileceğiniz meslek sayısı az ve gittikçe de azalmaya devam edecek. “Teknolojiden hoşlanmıyorum, faydasından çok zararı var” gibi bir fikre körü körüne bağlı olup da alanının bir numarası bir pazarlamacı olmayı beklemek ne kadar tutarlı? “Ee ama işin online’la birebir bağlantılı artık” demezler mi?
Şimdi de düşünce şeklimizi değiştirebilmek adına neler yapabiliriz, ona bakalım. Öncelikle “Bu konuya başka nasıl yaklaşılabilir?”, “Bu duruma farklı nasıl bir bakış açısı geliştirebilirim?”, “Bu olay daha farklı nasıl yorumlanabilir?” sorularını hep cebinizde tutarak, kendinize soracağınız bu sorulara her zaman vakit ayırarak. Hatta bunu bir oyuna çevirmek daha da eğlenceli hale getirir bu pratiği: Konu neyse, beş kişi, beş farklı bakış açısıyla ele alsın örneğin. Hepsi için senaryo yazarı da siz olun. Bakalım bu beş farklı bakış açısı size hangi kapıları açacak.
Aynı şekilde davranarak her defasında farklı sonuç beklemek anlamsızsa madem, farklı bir sonuca ulaşmanın yolu düşünce şeklimizi değiştirmek. Hayatınızda değiştirmek istediğiniz üç şeyi not edin bir kâğıda. Sonrasında biraz önce bahsettiğimiz oyunu bu kez kendi hayatınıza uyarlayın. Bu üç konuya farklı gözlerle bakmayı deneyin. Yazın bakalım X, Y ve Z isimli üç farklı kişi bu konuları birbirinden farklı olarak nasıl ele alabilirdi? Bu küçük senaryo oyunu belki de değişiminize giden yolun en önemli adımı olacak, denemeden bilemezsiniz…
Ruhunu Doyur
Söz konusu gıda olduğunda bedenimizin isteklerine kulak vermemek zor, peki ya ruhumuz? Onun da ilgiye ve beslenmeye ihtiyacı yok mu?
Ruhumuzu doyurmaya vakit ayırmak, mutlu ve huzurlu bir hayatın ayrılmaz bir parçası. Bu konuda neler yapabiliriz sorusunun yanıtıysa tamamen kişisel. Dünyada ne kadar insan varsa o kadar farklı karakter, bu karakterlerin de o kadar farklı ihtiyaçları var. Hal böyleyken ruhumuza nelerin iyi geldiğini bize bizden daha iyi kimse söyleyemez, yani bu keşfi yapmak bize düşüyor. Bu keşif yolculuğunda tamamen karanlıkta da değiliz. Bazı tüyolarımız var. Örneğin parayla satın alabileceğimiz nesnelerdense anlamlı deneyimlerin insan ruhunu daha çok doyurduğunu biliyoruz. Mesela en yakın arkadaşla çıkılan, bol bol güzel anı ve yeni bilgilerle dönülen bir tatil, ilk kez denenen spor/ sanat aktivitesi, tanışılan farklı insanlarla edilen zihin açıcı sohbetler… Bu örnekler dışında bambaşka deneyimler de bu işlevi görüyor olabilir. Peki benim için neler bunlar diyorsanız, sizi tamamen âna getiren, zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden içinde kaybolabildiğiniz neler var hayatınızda, hepsini tek tek yazın. Bu maddelerin ortak noktalarından hareketle de ruhunuzun en sevdiği gıdaları ayırt etmek artık size kalmış.
Düşündüğünüzde, ruhunuza yapacağınız yatırım göz ardı edilecek, ertelenecek bir yatırım değil. Düştüğümüzde bizi tekrar ayağa kaldıracak olan da, düşmeden daha uzun süre devam etmemizi sağlayacak gücü bize veren de bu yatırımlar. O yüzden ertelemeden, hemen şimdi kendinize iyi gelen ‘besin’lerin farkına varın. Bunları hayatınıza nasıl daha fazla dahil edebilirsiniz? Bunun peşine düşün. Bir süre sonra üzerinizdeki, üretkenliğiniz, mutluluğunuz üzerindeki etkilerine bakın. Alışkanlığa çevirdiğiniz minik aktiviteler, hayatınızda yaptığınız küçük düzenlemeler ruh halinizi nasıl etkilemiş, siz bile şaşırabilirsiniz.
RUHUNUZA NELER IYI GELEBILIR?
• Rutin hayat koşturmasında kendimizi ikinci plana atmak çok kolay. Sizi bir başkasının şımartmasını beklemektense ara ara dizginleri elinize alabilirsiniz. Örneğin belirli aralıklarla kendinizi date’e çıkarın. Uzun süredir sinemaya gitmiyorsanız dilediğinizce hazırlanıp güzel bir filme gidin, yeni bir restoranda damak zevkinize uyan güzel bir yemekle ödüllendirin kendinizi.
• Hayvanlarla vakit geçirmek stresi azaltmaya yardım ederken bir yandan da ruhumuzu şarj ediyor. Evcil hayvanınız yoksa bile kendinize arkadaşlarınızın kedileri, köpekleriyle doya doya oynayacağınız ya da sokaktaki uysal hayvanlarla parkta koşturacağınız bir gün hediye edebilirsiniz.
• Havanın açık olduğu bir gece, bir terasta başımızı kaldırıp gökyüzüne doya doya bakmak, derin bir nefes alıp yıldızların altında hayal kurmak enerjimizi yükseltebilecek çok ufak bir dokunuş.
• Özellikle büyük şehirlerde, gri betonlar arasında yaşayanlar için doğanın içine, çiçeklerin arasına karışmak, bir akşam yemeğini yeşillikler içinde piknik yaparak yemek bile büyük değişiklik. Şehrinizdeki park ve bahçelerin yerlerini öğrenip boş vakitlerinizde onları tek tek keşfetmeyi denemek, iç sıkıntılarınız için aradığınız çare olabilir.
Bağımlılıklarından Arın
Bu bölümde ele aldığımız bağımlılıklar fiziksel maddelere olan bağımlılıklar değil, kendi yarattığımız, bedenimiz fiziksel olarak ihtiyaç içinde olmasa da bir türlü vazgeçemediğimiz şeyler. Bunlar neler olabilir? Hayatınızdaki bir insanla ‘bağımlılık’ olarak tanımlanabilecek sağlıksız bir ilişki içinde olabilirsiniz. Ya da bunca yıl emek verip kazandığınız statünüz sizin için öyle olmazsa olmaz bir seviyeye gelmiştir ki, bu durum hayatınızın diğer alanlarını etkiliyordur. Yine 21. yüzyılın ‘iyi’ sanılan bağımlılıklarından olan işkoliklik mutluluğunuzu baltalıyor olabilir. Evet, bağımlılıklar hayat kalitemizi önemli oranda düşürüyor ve evet, karşımızda negatif bir tablo var bu durumları yaşıyorsak ama durum çözümsüz değil, yeter ki bir sorun yaşadığınızı fark edip çözmeye istekli olun. Hemen o anda bir psikiyatrist/psikologdan randevu alıp yaşadıklarınızı konuşarak ilk adımı atmak elinizde.
Çevremizde sıkça gördüğümüz bu tarz bağımlılıklara yakından bakalım şimdi de. İşine, statüsüne bağımlı halde yaşayan birileri vardır mutlaka hepimizin çevresinde. Kendini sadece işi üzerinden tanımlamak, onlarca farklı özelliğe sahip birini sadece para kazanmak için yaptığı mesleğe indirgemek maalesef çok yaygın.
Kendini sportif, iyi bir baba, romantik bir eş, sanatsever gibi farklı özellikleriyle değil de sadece CEO Ahmet Bey olarak tanımlamayı seçen kişi, yine Ahmet Bey’in kendisi ve bu seçimi ne yazık ki bir süre sonra çevresindekiler için diğer yanlarını belirsizleştiriyor. Baktıklarında sadece CEO Ahmet Bey’i görüyorlar artık.
Ahmet Bey’in tek yönlü bir insan olarak algılanması bir yana, mutluluğunu CEO’luğa bağlaması da riskler getiriyor. Öncelikle, çok başarılı olsanız dahi işinizi kaybetme riski var. Bir fiziksel rahatsızlık sonucu sağlığınız işinizi yapmanıza engel olabilir bir gün. O zaman ne olacak? Tüm bunlar bir yana, statünüz ne olursa olsun, günün sonunda bir insan size sadece titrinizden dolayı saygılı ve kibar davranıyorsa bir durup düşünmek lazım. Gerçekten istediğiniz bu mu? Anlamlı ilişkiler ve uzun süren dostluklar, özellikle vakit geçirmek için sizi seçen, titriniz ne olursa olsun yanınızda olacak insanlarla kurulanlardır. Haksız mıyım?
Romantik ilişkilere bakalım bir de. İlişkilerdeki bağımlı hal, bir insana duyulan bağımlılık da hayatın kontrolünü ve mutluluğu elimizden koparıp alabilir. Anlamamız gereken ilk şey, bağlılığın bağımlılık demek olmadığı. Bir insana bağlı hissetmek, sevip değer vermekle asla onsuz olamayacağını, o olmazsa bir hiç olduğunu düşünmek çok farklı şeyler. Bir insana duyulan bağımlılık önemsenmeyip, “Ne olacak canım” diye kenara atılabilecek bir şey değil. Özellikle fiziksel/psikolojik zarar veren biriyle kurulan bağımlı bir ilişki insanın hayatına bile mal olabiliyor. “Öyle olmasını istemedi, niyeti o değildi”, “Ben böyle yaptığım için öyle davrandı”, “Şöyle yaparsam o zaman öyle olmayacak bir daha” gibi cümleleri çok sık kuruyorsanız, sağlıksız bir ilişki içinde olduğunuzu düşünüyorsanız, konuyu tekrar gözden geçirmenizin zamanı olabilir.