Kitabı oku: «Abbasiler ve Abbasi Halifeleri», sayfa 3
Dünya Medeniyetine Hizmet Edildi
Avrupa’nın Orta Çağ karanlığından kurtuluşunda Mezopotamya’da Bağdat, Endülüs’te Kurtuba, Mısır’da Kahire, Suriye’de Şam olmak üzere, İslam dünyasında yapılan çalışmaların büyük etkisi oldu. İslam dünyasında çeşitli kurumlar ve ilimler bu devirde şekillenerek zamanla modern Avrupa medeniyetinin doğmasına da tesir etti.
İslam dünyasında filoloji, din, sosyal bilimler ve fen bilimleri alanındaki ilk çalışmalar Emeviler Dönemi’nde başladı. Bu çalışmalar Abbasiler Dönemi’nde sistematize edilerek, ayrı birer bilim disiplinine dönüştürüldü.
Abbasiler Dönemi’nde, Arap dili ve edebiyatı alanında önemli çalışmalar yapıldı. Önceleri Kur’an-ı Kerim ve hadisin inceliklerini anlamak gayesiyle başlayan filolojik ve edebî araştırmalar, zamanla müstakil birer ilim dalı hâlini aldı. Sözlü kültür derlemelerine ilişkin ilk çalışmalar Abbasiler Dönemi’nde başlatıldı. Şiir, şiir türleri, kompozisyon ve hikâye, sözlük çalışmaları ve dil (nahiv) alanında önemli derlemeler yapıldı.
Abbasiler Dönemi’nde hukuk çalışmalarına da ağırlık verildi. Toplumsal gelişmeye ve coğrafi genişlemeye paralel ortaya çıkan pek çok soruna bu dönemde çözüm arandı. Aranan çözümlere ilişkin verilen hukuki cevaplar, günümüzde de varlığını sürdüren hukuk ekollerinin ortaya çıkmasını sağladı. Bunun sonucunda Irak’ta Hanefi mezhebi, Hicaz’da Maliki mezhebi, Kahire’de Şafii mezhebi ve hadisçi kimliği daha baskın olan Ahmet b. Hanbel’in kurduğu Hanbeli mezhebi ortaya çıktı. Günümüze kadar gelen bu mezheplerin yanı sıra, bugün taraftarı bulunmayan Davud b. Ali’nin Zahiriyye mezhebi ile Evzai, Süfyan es-Sevri ve Taberi’nin mezhepleri ile Sünni olmayan diğer fıkıh ekolleri de bu dönemde kuruldular.
Aynı dönemde İslam hukukunun gelişmesine paralel olarak hukuk müesseseleri de gelişti. Kadılar idarecilerden daha bağımsız bir hâle geldiler. Harun Reşid zamanında ilk defa başkadılık kuruldu ve bu kurum, adalet işlerinin düzenlenmesinde, kadı tayinlerinde etkili oldu.
Dünya Mirası Arapçaya Çevrildi
Müslümanlar, ele geçirdikleri coğrafyalarda Eski Yunan, İran ve Hint kültür ve medeniyetine ilişkin çok sayıda eserle karşılaştılar. Bilime karşı duydukları açlığı gidermek için hızlı bir tercüme faaliyeti başlattılar. Halife Memun döneminde kurulan Beytülhikme ile tercüme faaliyetlerine büyük bir hız verdiler.
Müslümanlardan tercüme faaliyetine katılan ilk kişi, Ümeyyeoğulları Ailesi’nden Halid b. Yezid b. Muaviye’dir. Emeviler Dönemi’nde sadece tıp, kimya, astronomi alanıyla sınırlı olan tercüme çalışmaları, Halife Mansur döneminde cebir, geometri, mantık ve metafizik alanlarını da kapsamı içine aldı.
Pehleviceden, yani eski Farsçadan Arapçaya tercüme yapanlar arasında en önemli yeri, hiç şüphesiz Abdullah b. Mukaffa alır. Arap edebiyatının en güzel eserlerinden biri olan Kelile ve Dimne, eski Farsçadan Arapçaya bu dönemde çevrilmiştir.
Halife Mansur ve Bermekiler dönemiyle birlikte Cündişapur Akademisi’ndeki Süryaniler, Hintliler, Harranlılar ve Nabatiler de tercüme faaliyetlerine katıldılar.
Doktor Circis b. Cibril ve Bağdat Patriği Sergios, Yunanca birçok eseri Arapçaya tercüme ettiler. Batlamyus’un El Macestî”s ve Öklid’in Usûlü’l-Hendese’si de bu dönemde Arapçaya çevrildi. Kehkehü’l-Hindî, Sanchelül-Hindî ve Salih b. Behletü’l-Hindî gibi şahısların Hindistan’dan getirdikleri eserler, İranlı bilginlerin yardımıyla Arapçaya kazandırılmış olup bunlar arasında Sind-Hind adıyla meşhur astronomi ve hesap kitabı da vardır. Bu sayede Hint rakamları İslam dünyasına girmiştir.
Harun Reşid döneminde de önemli tercüme faaliyetleri yapılmıştır. Tıp alanında tercümeler yapılan bu dönemin ünlü mütercimleri Yuhanna b. Maseveyh, Haccac b. Yusuf b. Matar, Yahya b. Bıtrik, Sehl b. Harun’dur.
Tercüme sahasında devrim niteliğindeki adım ise Beytülhikme ile atılmıştır. 40 kişilik mütercim kadrosu, Antik Yunan, Hint ve İranlı seksene yakın âlim ve filozofun çok sayıda eserini Arapçaya çevirmişlerdir. Mütercimler, tercüme ettikleri eserlerin ağırlığınca altınla ödüllendirilmiştir. Bu çalışmalar sonunda ünlü tabip Hipokrat ve Galenos’un, filozof Eflatun ve Aristo’nun ve daha birçok bilginin eserleri tercüme edilerek insanlığın yüzlerce yıllık birikimi yeniden insanlığa kazandırılmıştır. İslam bilginlerinin en parlak devri de tercüme faaliyetlerinin yoğunlaştığı bu dönem olmuştur.
Yaklaşık 750-850 yılları arasında bir asır devam eden tercüme faaliyetleri sonunda, müspet ilimler sahasında İslam dünyasında büyük âlimler yetişti. Bu bilginlerin yetişmesinde kütüphaneler de önemli rol oynamıştır. İlk kütüphane Bağdat’ta kurulmuş, bunu Basra ve diğer şehirlerde kurulan kütüphaneler takip etmiştir.
Moğol istilasından önce ilim adamlarına ve halka hizmet veren 36 kütüphane vardı. Halifelerin desteğiyle kurulan saray kütüphaneleri zengin kitap koleksiyonlarına sahipti. Kaynaklara göre 9. yüzyılda Bağdat’ta 100 kitapçı dükkânı bulunuyordu.
Müslümanlar sadece antik dünyanın eserlerini tercüme etmekle kalmamış, ayrıca hem dinî hem de pozitif ilimler sahasında değerli eserler yazmışlardır. Bu eserler Suriye, İspanya ve Sicilya yoluyla Avrupa’ya taşınarak Orta Çağ Avrupa’sının aydınlanmasına hizmet etmiştir.
İslam Felsefesi Sistematize Oldu
Emevi Devleti döneminde ortaya çıkan İslam tarihindeki ilk felsefi ekol olan ve aklı üstün tutan mutezile mezhebi, Halife Memun, Mu-tasım ve Vasık dönemlerinde en parlak devrini yaşamıştır ve Abbasi coğrafyasında taraftarlarını çoğaltmıştır. Mutezile mezhebinin Bağdat kolu, halifeler katında itibar kazanarak kendi görüşlerini devletin resmî mezhebi hâline getirmiştir. Özellikle Halku’l-Kur’an denilen Kur’an’ın yaratılışı sorusuna verdikleri cevaplar nedeniyle mutezile görüşlerini savunan bilginler halkın nefretini üzerlerine çekmişler ve Halife Mütevekkil döneminde sarayın gözünden düşmüşlerdir. Abbasi Devleti’nin son dönemlerinde ise etkileri tamamen kaybolmuştur.
Abbasi yönetiminin ikinci yüzyılında ehlisünnet felsefesinin doğuşuna zemin hazırlanmıştır. Ebü’l Hasan El Eş’ari tarafından kurulan ehlisünnet kelamı giderek gelişmiş ve Bakıllani, İbn Fûrek, Abdül-kahir El Bağdadi, Cüveynî, Gazali, Razi gibi âlimlerin eserleriyle kökleşmiştir.
Bağdat’ta oluşan Eş’ari ekolüne paralel olarak Maveraünnehir’de ehlisünnet felsefesinin ikinci ekolü olan Matüridilik ortaya çıkmıştır. Ebu Mansur El Matüridi tarafından kurulan Matüridi inanç sisteminin ortaya çıkışı ve yayılışı da Abbasiler zamanında olmuştur.
Aynı şekilde Şia, Haricilik ve Cebriye mezhepleri de birçok kola bu dönemde ayrıldı. Hz. Osman’dan itibaren başlayan ve Hz. Ali dönemiyle devam eden siyasi kargaşa, Abbasiler Dönemi’nde de durmadı ve söz konusu mezhep mensupları, başlattıkları isyanlarla zaman zaman iç savaşlara da neden oldu.
İslam’ın ilk düşünürleri daha çok, “büyük günah işleyenin dinî ve hukuki durumu”, “kader, kaza ve irade hürriyeti” gibi konular üzerinde akıl yürütmüşlerdir. Harun Reşid döneminde de kelam ilmi, İslami ilimler arasında bağımsız bir ilim dalı olarak ortaya çıkmıştır.
İkinci Abbasi Halifesi Mansur’un kâtibi olan Abdullah b. Mukaffa, Aristo’nun Organon adlı mantık külliyatının ilk üç kitabı ile Porfirios’un İsaguci isimli eserini tercüme ederek mantık bilimini, bir metodoloji olarak İslam kültür dünyasına kazandırmıştır. Daha sonra başta Kindî, Farabi ve İbni Sina olmak üzere Müslüman mantıkçılar bu alanda özgün eserler kaleme almışlardır.
Aydınlanma Dönemi Abbasiler’le Başladı
Yapılan tercüme çalışmaları kısa sürede etkisini gösterdi ve İslam dünyasında bilimsel çalışmalar arttı. Kindî, ilk İslam filozofu olarak bu dönemde ortaya çıktı. O, aynı zamanda meşşai felsefesinin ilk temsilcisi olup felsefenin bütün disiplinleriyle ilgilendi ve çeşitli alanlarda 270 eser kaleme aldı.
Büyük bir filozof ve mantıkçı olan Farabi ise meşşailiği her alanda temellendirerek Aristo’dan beri çözümlenmeyen klasik mantığın karmaşık problemlerini açıklığa kavuşturdu.
Müslümanlar arasında tabiat felsefesinin kurucusu ünlü tabip, filozof Ebubekir er-Razi olmuştur. Razi; tıp, kimya, felsefe ve daha başka alanlarda yazdığı 230 eserle 10. yüzyılın her bakımdan dikkate değer hekim-filozofu oldu.
11. yüzyılın bir başka meşşai filozofu, felsefi ahlak alanındaki eserleriyle üne kavuşan İbn Miskeveyh’tir.
Bu yüzyılın en büyük hekim filozofu İbni Sina olmuştur. İbni Sina, gerek felsefi sistemi gerekse tıp alanındaki çalışmalarıyla kendini kabul ettirmiş bir dehadır.
11. yüzyılın en önemli bilginlerinden biri de İmam-ı Gazali’dir. Fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarındaki çalışmalarının yanı sıra, meşşai filozoflarıyla hesaplaşmak üzere kaleme aldığı Tehâfütul-Felâsife adlı eseriyle İslam fikir hayatında önemli bir etki yaratan Gazali, kendinden sonraki dönemi etkilemiş ender filozoflardan olmuştur.
Öte yandan bugünkü anlamıyla tarikat müessesesi de Abbasiler’in son döneminde ortaya çıkmıştır. Bu tarikatlardan başlıcaları Ebu İshak El Kâzerûni’ye nisbetle Kâzerüniyye, Abdülkadir Geylani tarafından kurulan Kadiriyye, Ahmet er-Rufai tarafından kurulan Rifaiyye, Ahmet Yesevi’ye nisbetle Yeseviyye, Ebu Medyen El Mağribi’ye nisbetle Medyeniyye, Necmeddin-i Kübra’ya nisbetle Kübreviyye, Ebu Hafs es-Sühreverdi tarafından kurulan Sühreverdiyye, Muinüddin Hasan Çişti’nin kurduğu Çiştiyye tarikatlarıdır.
İlk Tıp Kongreleri Abbasiler Dönemi’nde Yapıldı
Abbasiler Dönemi’nde, Kurtuba’dan sonra tıbbın ikinci önemli merkezi Bağdat oldu. Bu alanda fakülteler açılıp hastaneler kuruldu. Ayrıca hac dönemlerinde çok sayıda doktorun katıldığı tıp kongreleri düzenlenerek tıbbın ilerlemesine yardımcı olundu. Doktorlar bu kongrelerde araştırmalarının sonuçlarını açıklar ve ilaç yapımında kullandıkları bitkiler hakkında bilgi verirlerdi. Hastaneler kurulurken Süryani doktorlardan büyük ölçüde yararlanıldı.
Tedavilerden ve ilaçlardan ücret alınmazken hastaların tedavisinde inanç ve etnik köken ayrımı yapılmamıştır. Tıp alanında eser veren başlıca tabipler Ali b. Rabben et-Taberi, Ebubekir er-Razi ve İbni Sina’dır. Bir mühtedi olan Ali b. Rabben et-Taberi, Halife Mütevekkil’in göz doktoru olup Firdevsü’l-Hikme adlı meşhur eserin yazarıdır.
Müslüman doktorların en büyüğü sayılan Ebubekir er-Razi de Kitâbü’t-Tıbbi’l-Mansurî adlı on ciltlik eserinden başka, İslam dünyasındaki ilk tıp ansiklopedisi sayılan,15 yılda tamamladığı El-Hâvi isimli eserin sahibidir.
İbni Sina’nın yazdığı El Kânûn fi’t-Tıb adlı kitap ise uzun yıllar Batı’da ders kitabı olarak okutulmuştur.
Ayrıca Ali b. İsa göz hastalıkları Tezkiretü’l-kehhâlîn adlı eseri yazmış, İbn Cezle de Takvîmul-Ebdân fî Tedbîri’l-İnsân adlı kitabıyla tıp ilmine hizmet etmiştir.
Gökyüzünün Dilini Anlamaya Çalıştılar
Astronomi alanındaki çalışmalar, 771 yılında Hindistan’dan Bağdat’a getirilen ve Muhammed b. İbrahim El Fezari tarafından Arapçaya çevrilen Sind-Hind adlı eserle başlamıştır.
Halife Memun, Beytülhikme çatısı altında Yahya b. Mansur’un idaresinde bir rasathane kurdurmuştu. Yine bu dönemde Şam yakınlarındaki Kasiyun Dağı’nda da bir rasathane kuruldu.
İslam tarihinde ilk usturlap aleti de İbrahim El Fezari tarafından Abbasiler zamanında yapılmıştır.
Memun devrinde yetişen astronomlar, boylam derecesinin uzunluğunu bugünkü imkânlarla bulunan gerçek uzunluğa yakın bir rakamla tespit etmişlerdi.
O devrin meşhur astronomi âlimlerinden biri de Ebü’l Abbas Ahmet El Fergani’dir. Halife Mütevekkil zamanında Nil nehrinin taşmasıyla ilgili ölçmelere nezaret eden Fergani, astronomi konusunda El Medhal ilâ ‘ilmi hey’eti’l-eflâk adlı bir eser yazmıştır.
Bu dönemin en büyük astronomu, Bettâni olmuştur. Ayrıca Biruni, Ömer Hayyam, Nasiruddin El Tusi de meşhur astronomi bilginlerindendir.
Astronomi ile bağlantılı olarak gelişmiş bir ilim dalı olan astroloji alanının en meşhur siması ise Ebu Maşer El Belhi’dir.
İslam inancı tarafından reddedilmesine karşılık, dönemlerinin pek çok sultanı gibi, Abbasi halifeleri de müneccimlere çok önem verir, savaşlara ve mühim işlere onların fikirlerini almadan başlamazlardı. Nitekim Halife Mansur Bağdat’ın imarına Müneccim Ebu Sehl b. Nevbaht’tan şehrin uzun yıllar ayakta kalacağına dair bilgi aldıktan sonra başlamıştır.
Fezari tarafından Arapçaya tercüme edilen Sind-Hind adlı eserin, sayılar sistemiyle ilgili bilgilerin İslam dünyasına girişinde önemli rol oynadığı kabul edilmektedir. Daha sonra Muhammed b. Musa El Harizmi ve Habeş El Hasib’in hazırladığı tablolar, sayıların bütün İslam dünyasına yayılmasına vesile olmuştur. Matematik sahasındaki en seçkin sima hiç şüphesiz Harizmi’dir. O en eski astronomi tablolarını derleyen bilgin olduğu gibi aritmetik ve cebirle ilgili Hisâbü’l-Cebr ve’l-Mukâbele adlı en eski eserin de müellifidir. İmran b. Vaddah, Şihab b. Kesir ve Ebu Mansur El Bağdadi de Abbasiler Devri’nin başlıca matematikçileri arasında yer alır. Geometri sahasında ise Mansur zamanında Bağdat Ulu Camii’nin planını çizen Haccac b. Ertat zikredilebilir.
Müslümanların ilme en büyük katkı sundukları alanlardan biri de kimya alanı olmuştur. İslam kimya ilminin kurucusu Cabir b. Hayyan’dır. Emevilerden Halid b. Yezid’in öğrencisi olan Cabir, teorik alanda olduğu gibi laboratuvar deneyleriyle de kimya ilmine hizmet etmiştir. Daha sonra gelen kimyacılar onu üstat olarak kabul ederler. Bunların en meşhurları Tuğrâî ve Ebü’l Kasım El Irâki’dir.
Tarih, Abbasiler’le Başladı
İslam tarihçiliği Abbasiler Dönemi’nde sistematize edildi. İslam siyasi tarihinin ilk müellifleri, ilk kültür ve ilim tarihçilerinin hepsi Abbasiler Devri’nde yaşamış ve İslam tarihçiliğine yön vermişlerdir. Daha sonraki devirlerde yetişen tarihçiler İslam’ın ilk üç asrı hakkında verdikleri bilgileri hep bu dönem kaynaklarına borçludurlar.
İslam tarihçiliği, önce Hz. Muhammed (s.a.v.) ve sahabelerin hayatlarını yazmak amacıyla başlatıldı. Tarihçilik, eskiden beri Araplar arasında bilinen ensab ilminin de yardımıyla toplumun bütün unsurlarını kapsadı ve aynı zamanda “rical ilmi’nin gelişmesine de yardım etti.
İlk devir tarihçileri naklettikleri haberlerin başında genellikle onu nakleden kimselere ait rivayet senedini de verirlerdi. Böylece tarihî olaylara dair haberler, hadisler gibi senet ve metin kısımları olmak üzere iki ana unsurdan meydana geliyordu. İslam dünyasındaki ilk büyük tarihçilerden sadece Zührî, Abbasiler Devri’nden önce, Süleyman b. Tahran, Musa b. Ukbe, siret ve tarih ilminin babası sayılan İbn İshak, Kitâbü’l-Meğâzi’nin ve daha birçok eserin müellifi olan Vâkıdî gibi büyük tarihçilerin hepsi Abbasiler’in ilk devirlerinde yaşamışlardır. Bugünkü siret ve meğâzi bilgilerimizin temelini, İbn İshak ile Vâkıdî gibi Abbasi halifelerinin himaye ettiği âlimlerin eserleri oluşturmaktadır. İbn İshak’ın eserini ele alarak yeniden düzenleyen İbn Hişam ile Vâkıdî’nin kâtibi İbn Sa’d da bu devrin diğer önemli iki simasıdır. İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’l-Kübra’sı İslam dünyasında biyografi alanında yazılan ilk önemli eserdir.
İslam dünyasında coğrafi eserler ilk defa Arabistan’a dair malumat şeklinde ortaya çıkmış, fethedilen ülkeler hakkında verilen bilgilerle zenginleşmiş ve nihayet İran, Hint ve Yunan kaynaklarından yapılan tercümelerle 10 ve 11. yüzyıllarda en yüksek noktasına ulaşmıştır.
Klasik Toplumsal Tabakalar Abbasiler’de de Vardı
Abbasi Devleti’nde de toplum, havas denilen yönetenler ve avam denilen yönetilenlerden oluşuyordu. Arap, Fars, Türk gibi etnik çeşitliliğe sahip olan devlette, zaman zaman etnik unsurlar arasında çatışmalar yaşanıyordu.
Toplumun önemli bir kesimini de köleler teşkil ediyordu. Köleler Slav, Rum ve zenci kökenli idi. Köle ticaretinin en önemli pazarı Mısır, Kuzey Afrika ve Kuzey Arabistan idi.
Sosyal sınıflardan biri de Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan zimmilerdi. Bunlar devletin himayesinde geniş bir din hürriyetiyle rahat bir şekilde yaşıyor ve ibadetlerini yapabiliyorlardı.
Abbasi sarayında, Sasanilerin büyük etkisi olmuştu. Halifeler gösterişli giyinmeyi severlerdi. Valiler ve diğer seçkinler de halifeyi taklit ederlerdi.
Cuma günleri dışında devletin en önemli günleri dinî bayramlardı. Bayram namazlarını ve cuma namazlarını halifeler kıldırırlardı. Ayrıca Nevruz gibi diğer toplumların önemli günleri saray tarafından kutlanırdı.
Tarıma Dayalı Bir Ekonomi Vardı
Abbasi Devleti’nde, dönemin diğer devletlerinde olduğu gibi, tarım ekonominin temelini teşkil ediyordu. Tarımsal üretim, devlet gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturuyordu. Bu nedenle üretimde verimi artırmak için Abbasi halifeleri sulama kanallarına büyük önem vermişlerdir. Sulama kanallarının yapımında Çinli mühendislerden yararlanılmıştır. Samarra şehrinin sulama kanalları da Çinli mühendisler tarafından yapılmıştır.
Sulanabilen büyük nehir vadilerinde yetiştirilen buğday, arpa ve pirinç ülkenin önemli ürünleri arasında yer alıyordu. Hurma ve zeytin ikinci derecede önemli besin kaynağıydı. Ayrıca her çeşit meyve, sebze ve çiçek yetiştiriliyordu.
Hindukuş Dağları’ndan gümüş çıkarılıyordu. Burada 10 bin maden işçisinin çalıştığı kaynaklarda belirtilmektedir. Sudan’dan altın getiriliyordu. Fars ve Horasan’da bakır, kurşun ve demir, Beyrut’ta zengin demir cevheri yatakları vardı. Basra Körfezi’nden de bol miktarda inci elde ediliyordu.
Diğer yandan dokumacılık önemli bir sektördü. Elbiselik ve döşemelik kumaşlar, halı, yatak takımları, keten kumaşlar Feyyûm, Dimyat, Tinnis, Dâbık ve İskenderiye gibi önemli merkezlerde dokunuyordu. İran’da Kâzerûn şehri dokuma sanayisinde ileri gitmişti. Pamuk başlangıçta Hindistan’dan ithal edilirken daha sonra İran’ın doğusunda yetiştirilmeye başlandı. Merv ile Nişabur pamuk üretiminin önemli merkezleri hâline geldi. Pamuk üretimi, daha sonra İspanya’ya kadar yayıldı.
Hemen her yerde halı dokunmakla birlikte en iyileri Taberistan ve Azerbaycan’dan geliyordu. Bunlardan başka gül suyu ve ıtriyat sanayisi, cam, kâğıt ve sabun sanayisi, maden işletme ve silah atölyeleri ile tuğla ocakları da başlıca endüstri kollarını teşkil ediyordu. Sadece Bağdat’ta 4000 cam ve 30.000 tuğla imalathanesi vardı. Kiremit ve tuğla endüstrisinin diğer başlıca merkezleri ise Kufe, Basra, Hîre ve daha sonraları Samarra idi.
Abbasiler’den önce de Irak cam sanayisinde söz sahibi idi. Fakat Abbasiler Devri’nde bu kol da çok büyük gelişme gösterdi. Bağdat’la birlikte Basra, Kadisiyye ve Samarra bu sahanın önemli merkezleri oldu. Bağdat, Basra, Kufe ve Vasıt’taki sarraflar yalnız ziynet eşyası üretmekle kalmayıp aynı zamanda çeşitli kadehler, kavanozlar, çiçek vazoları, şamdanlar, eyerler, kınlar ve daha pek çok eşya üretiyorlardı.
Musul’da demir zincirler, bıçaklar, kamalar, Harran’da ise laboratuvar ve rasathaneler için araç gereçler yapılıyordu. Dericilikte Bağdat ve Basra öndeydi. Iraklı marangozlar halifelerin saraylarını süsleyen nadide kutular, sandıklar, divan ve sandalye yapımında şöhret kazanmışlardı. Dokuma sanayisinde perdecilik önemli bir yer tutmaktaydı. Vasıt, Âmid ve Musul bu endüstri kolunun merkeziydi.
Diğer önemli bir endüstri kolu da çadırcılıktı. Basra bu sanayinin merkezi durumundaydı. Endüstri kuruluşlarının bir kısmı devlet, bir kısmı da özel teşebbüsün elinde bulunuyordu.
Kâğıt Üretimini Çinli Esirler Öğretti
Kâğıt ilk defa 105 yılında Çin’de üretildi. Araplar da kâğıt üretimini Çinlilerden öğrenmişlerdir. 751’de Talas Nehri kıyısında Araplarla savaşan Çin ordusu içinde kâğıt ustaları da bulunuyordu. Araplara esir düşen bu Çinliler, 756 yılında Semerkant’ta kâğıt imalathanesi kurdular. Kısa zamanda kâğıt, papirüs ve parşömenin yerini aldı. 795 yılında Bağdat’ta, daha sonraki yıllarda da Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’te kâğıt imalathaneleri kuruldu. Avrupa kâğıt ihtiyacını Müslümanlardan ithal yoluyla karşılıyordu. Avrupa’da ise kâğıt imaline ancak 13. yüzyıldan itibaren başlanmıştır.
Uluslararası Ticareti Gayrimüslimlerden Öğrendiler
Müslümanların dünya ticaretinde söz sahibi oldukları dönem Abbasiler’in dönemi olmuştur. Ticaret başlangıçta Yahudi, Hristiyan ve Mecusi tüccarların elinde idi. Zamanla Müslümanlar da uluslararası ticareti öğrendiler ve çok geçmeden dünya ticaretinde söz sahibi oldular.
Ticari hayatın gelişmesine halifeler de büyük önem verdi. Bu amaçla yol emniyetini sağlayacak önlemler aldılar. Kervan yolları üzerinde kuyular açtırıp kervansaraylar yaptırdılar. Bu sayede kara ve deniz ticareti kısa sürede gelişti. Bağdat, Basra, Kahire, İskenderiye ve Şam önemli ticaret merkezleri hâline geldi.
Deniz ticaretinde Basra önemli bir yere sahipti. Arap tacirler genellikle Basra Limanı’ndan yola çıkıyor ve Hindistan şehirlerindeki önemli merkezlere uğruyorlardı. Çin ile deniz ticareti daha çok Çin gemileriyle yapılırdı.
Dünyada emtia fiyatları Bağdat ve İskenderiye borsalarında belirleniyordu. Bağdat, uluslararası ticaretin merkezi gibiydi. Bu nedenle her şehir için bir pazar yeri ayrılmıştı.