Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Riga'nın Köpekleri», sayfa 4

Yazı tipi:

Wallander kaygılanmıştı. Kendisine yardımcı olmaları için Martinson’u ya da Svedberg’i araması gerektiğinin farkındaydı. Ama kaygılarını bir kenara atmaya zorladı kendini. Hem zaten ne olabilirdi ki?

Kanepeden fırlayarak ayağa kalktı. Sıcaklık sıfırın altına inmişti, boş sokaktaki arabasına binerken soğuktan titriyordu.

Oto galerileri ve dükkânlarla dolu caddeye saptığında gece zifiri karanlıktı. Yolun yarısına dek gittikten sonra farlarını ve motoru kapadı. Karanlıkta beklemeye koyuldu. Kontrol panelinin üstündeki saatin ışığı gece yarısını geçtiğini gösteriyordu.

00.30’da hiçbir şey olmadı. Saat 01.00’e kadar kimse gelmezse eve dönmeye karar verdi.

Adam arabanın yanına gelinceye dek onu fark edememişti. Telaşla camı açtı. Wallander, adamın yüzü karanlıkta olduğundan onu göremiyordu. Ama sesini hemen tanımıştı.

“Arkamdan gel,” dedikten sonra adam gecenin karanlığında yok olup gitti.

Birkaç dakika sonra ters yönden bir araba yaklaştı ve farlarını yakıp söndürdü. Wallander onu takip etti, kasabanın doğu kesiminden çıktılar.

Wallander birden korktuğunu hissetti.

5

Brantevik’teki limanda kimseler yoktu. Yalnızca suya yansıyan tek tük bir iki ışık vardı. Wallander elektriklerin mi kesildiğini yoksa belediyenin enerji tasarrufu mu yaptığını kestiremedi. Hayatımız her gün daha da kasvetli bir hâl alıyor, diye düşündü. Bu gerçek kendini her geçen gün daha fazla belli ediyor.

Önündeki arabanın farları söndü. Wallander de kendi farlarını söndürdü. Kontrol panelinin üstündeki saat 01.25’i gösteriyordu. Birden bir el fenerinin ışığı ortalığı aydınlattı. Işık karanlıkta dans ediyor gibiydi. Wallander arabasının kapısını açıp dışarı çıktı. Soğuk hava yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı. El fenerli adam birkaç metre ilerisinde duruyordu. Wallander onu hâlâ tam olarak göremiyordu.

“Rıhtıma gidelim,” dedi adam.

Belirgin bir İskandinav aksanıyla konuşuyordu. Wallander insanın bu aksanla tehdit edercesine konuşmasının olanaksız olduğunu geçirdi aklından. Bu kadar nazik başka bir aksan bilmiyordu.

“Neden?” diye sordu. “Neden rıhtıma gitmemiz gerekiyor?”

“Korkuyor musun?” dedi adam. “Rıhtımda bizi bekleyen bir tekne var.”

Arkasına dönerek rıhtıma doğru gitti, Wallander de onu izledi. Buz gibi bir rüzgâr esiyordu. Bir balıkçı teknesinin yanında durdular. Deniz ve yakıt kokusu yoğundu. Adam, Wallander’e feneri uzattı.

“Halata doğru tut feneri.”

Wallander adamı ancak o zaman doğru dürüst görebildi. Kırk yaşlarındaydı. Dışarıda çok zaman geçiren birinin sert yüz hatları vardı. Lacivert bir tulumla gri bir ceket giymişti. Adam halatı çözerek tekneye atladı. Gecenin karanlığında dümene doğru gitti. Wallander bekledi. Gaz lambası yandı ve adam güvertede belirdi.

“Tekneye hoş geldin,” dedi.

Wallander güvertenin buz gibi soğuk parmaklığına tutunarak tekneye atladı. Dümene dönen adamın arkasından gitti.

“Sakın düşeyim deme,” dedi adam. “Su çok soğuk!”

Dümenden makine dairesine giden adamı izledi. İçeride yoğun mazot ve yağ kokusu vardı. Adam gaz lambasını duvardaki bir kancaya astı.

Wallander adamın çok korktuğunu fark etmişti. Telaşlı bir hâli vardı. Wallander son derece rahatsız ve üstünde kirli bir battaniye olan ranzaya oturdu.

“Umarım sözünde durursun,” dedi adam.

“Ben her zaman sözümde dururum,” diye karşılık verdi Wallander.

“Kimse sözünde durmaz ama,” dedi adam. “Başıma gelebileceklerden kaygılanıyorum.”

“Adın ne?”

“Bunun bir önemi yok.”

“Ama kurtarma botundaki iki cesedi gördün, değil mi?”

“Görmüş olabilirim.”

“Görmeseydin bizi aramazdın.”

Adam ranzanın üstündeki kirli haritaya uzandı.

“İşte burada,” dedi parmağıyla göstererek. “İşte tam burada botu gördüm. Onu fark ettiğimde saat 14.00 civarıydı ve ayın on ikisiydi. Yani geçen salı. Botun nereden geldiğini anlamaya çalıştım ama beceremedim.”

Wallander kâğıt ve kalem bulabilmek için ceplerini karıştırdı ama bulamadı.

“Acele etme,” dedi Wallander. “Her şeye başından başlayalım. Botu fark ettiğinde tam olarak neredeydin?”

“Nerede olduğumu yazmıştım,” dedi adam. “Ystad’dan altı deniz mili uzaktaydım, güneye doğru gidiyordum. Bot ise kuzeybatı yönünden geliyordu. Onun tam konumunu yazmıştım.”

Wallander’e buruşuk bir kâğıt parçası uzattı. Rakamlar ona hiçbir şey ifade etmemesine karşın Wallander adamın doğru söylediğini fark etmişti.

“Kurtarma botu suda sürükleniyordu,” dedi adam. “Kar yağmasaydı fark etmezdim.”

Biz de fark etmezdik, diye geçirdi içinden Wallander. Adamın her birinci tekil şahıs kullanışında Wallander içgüdüsel olarak onun gerçeğin yalnızca bir kısmını anlattığını düşünüyordu.

“Bot teknenin iskele tarafına doğru sürükleniyordu,” diye sürdürdü konuşmasını adam.

“Onu çekme halatıyla İsveç kıyılarına doğru çektim, sonra da kıyıyı görünce bıraktım.”

Bu da bottaki halat parçasının nereden geldiğini açıklıyor, diye geçirdi içinden Wallander. Aceleleri vardı ve tedirgin olmuşlardı. Halatı koparmayı bile göze almışlar.

“Balıkçı mısın?”

“Evet.”

Hayır, diye geçirdi içinden Wallander. Yine yalan söylüyorsun ve çok kötü bir yalancısın. Neden korktuğunu doğrusu çok merak ediyorum.

“Eve dönüyordum,” dedi adam.

“Teknende mutlaka bir telsiz olmalı,” dedi Wallander. “Neden sahil güvenliği uyarmadın?”

“Geçerli bazı nedenlerim vardı.”

Wallander adamın korkularını gidermek zorunda olduğunu fark etti, aksi hâlde hiçbir şey öğrenemeyecekti. Güven duymalı, diye geçirdi içinden. Bana gerçekten güven duyabileceğini hissetmeli.

“Daha fazlasını öğrenmem gerekiyor,” dedi Wallander. “Burada söylenenleri soruşturmada kullanmam gerekecek ama bunları nereden duyduğumu hiç kimse bilmeyecek.”

“Kimse bir şey söylemedi. Kimse telefon etmedi.”

Wallander birden adamın kimliğini açıklamak istememesinin son derece basit bir açıklaması olduğunu fark etti. Martinson’la konuşurken adamın teknede yalnız olmadığını fark etmişti ama şimdi teknede kaç kişi olduklarını öğrenmek zorundaydı. Belki iki kişiydiler. Üç olamazdı, ikiden fazla olamazdı. Ve bu adam da o ikinci adamdan korkuyordu.

“Kimse telefon etmedi,” dedi Wallander. “Bu tekne senin mi?”

“Bunun ne önemi var?”

Wallander olanları yeniden düşünmeye başladı. Bu adamın bottaki cesetlerle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığından artık emindi. Bu adam o sırada yalnızca bir rastlantı sonucu teknedeydi ve botu görünce onu kıyıya çekmişti. Bu da işleri kolaylaştırıyordu ama adamın neden bu kadar korktuğunu da bir türlü anlayamıyordu. Diğer adam kimdi?

Tam o sırada jetonu düştü. Kaçakçılar. Ya mülteci ya da içki taşıyorlardı. Bu tekne kaçakçılık işleri için kullanılıyordu. İşte bu yüzden de teknede balık kokusu yoktu.

“Botu gördüğünde denizde başka bir gemi var mıydı?”

“Hayır.”

“Bundan emin misin?”

“Sadece gördüklerimi anlatıyorum.”

“Ama daha önce tahmin ettiğini söylemiştin.”

Bu sözlere aldığı yanıt kesindi.

“Bot uzun zamandır denizde gibiydi. Denize yeni atılmış olamazdı.”

“Neden?”

“Çünkü çevresinde yosunlar oluşmaya başlamıştı.”

Wallander botu ilk kez inceldiğinde yosun gördüğünü hatırlamıyordu.

“Botu bulduğumuzda yosun falan yoktu.”

Adam kısa bir an düşündü.

“Botu kıyıya doğru çekerken yosunlar temizlenmiş olmalı. Çünkü suya batıp çıkıyordu.”

“Sence bot ne zamandan beri denizdeydi?”

“Bir haftadan beri olabilir. Ama kesin bir şey söylemek zor.”

Wallander adamı incelemeye koyuldu. Son derece huzursuz bir hâli vardı ve en küçük bir ses karşısında da hemen tedirgin oluyordu.

“Bana söylemek istediğin başka bir şey var mı?” diye sordu Wallander. “Küçücük bir ayrıntı bile çok önemli olabilir.”

“Bot bence Baltık ülkelerinden birinden buraya gelmiş olabilir.”

“Neden böyle düşünüyorsun? Almanya’dan gelmiş olamaz mı?”

“Ben bu suları iyi bilirim. Botun Batık ülkelerden birinden geldiğine eminim.”

Wallander söz konusu bölgenin haritasını gözlerinin önünde canlandırmaya çalıştı.

“Çok uzun bir yol,” dedi. “Polonya sahillerini baştan başa geçtikten sonra, dosdoğru Alman karasularına girmesi gerekiyor. Buna inanamıyorum.”

“İkinci Dünya Savaşı sırasında mayınlar kısa zamanda uzun yollar alabiliyordu. Son günlerde esen sert rüzgârlar botun yolculuğunu da hızlandırmış olabilir.”

Birden gaz lambasının ışığı azaldı.

“Bildiklerim bu kadar. Daha fazla anlatacak bir şeyim yok,” dedi adam haritayı katlarken. “Verdiğin sözü hatırlıyorsun, değil mi?”

“Verdiğim sözleri asla unutmam. Ama bir sorum daha var. Neden korkuyorsun? Neden gecenin bir yarısı buluştuk?”

“Korkmuyorum,” diye karşılık verdi adam haritayı kaldırırken. “Ayrıca korkuyor olsam da bu yalnızca beni ilgilendirir.”

Wallander çok geç olmadan sorması gereken başka sorusu olup olmadığını düşündü.

İkisi de teknenin hafifçe sallanmaya başladığını fark etmemişti. Bu son derece hafif bir sallantı olduğu için fark edilmemesi olağandı.

Wallander ranzadan kalkarak el feneriyle dümenin bulunduğu yerin duvarlarını aydınlattı. Tekneyi daha sonra kendisine hatırlatabilecek hiçbir şey bulamadı.

“Gerekirse seni nerede bulabilirim?” diye sordu rıhtıma çıktıklarında.

“Bulamazsın,” diye karşılık verdi adam. “Aslında buna gerek de olmayacak. Çünkü bildiğim her şeyi anlattım.”

Wallander rıhtımda yürürken adımlarını sayıyordu. Yetmiş üçüncü adımda limanın çakıl taşlı zeminine bastığını fark etti. Adam karanlığın içinde kaybolmuştu. El fenerini almış ve tek bir sözcük bile söylemeden çekip gitmişti. Wallander motoru çalıştırmadan arabasında bir süre oturdu. Bir an için karanlıkta bir gölge gördüğünü sandı ama sonra da yanıldığına karar verdi. Yine de bunun, bir an önce oradan uzaklaşması anlamına geldiğini hissetti. Ana yola çıkınca yavaşladı ama dikiz aynasından başka bir araç görmedi.

Eve geldiğinde saat 02.45 olmuştu. Mutfak masasına oturup balıkçı teknesindeki konuşmaların ayrıntılarını yazmaya başladı. Baltık ülkeleri, diye geçirdi içinden. Kurtarma botu onca yol boyunca sürüklenmiş olabilir miydi? Oturma odasına giderek opera programlarıyla eski dergilerin arasına sıkışmış, okul döneminden kalmış bir atlası bulup çıkardı. Güney İsveç ve Baltık Denizi. Baltık ülkeleri atlasta İsveç’e çok yakın duruyorlardı ama aynı zamanda da çok uzaktılar. Deniz, akıntı ve rüzgârla ilgili hiçbir şey bilmiyorum, diye geçirdi içinden. Adam haklı olabilir mi? Hem bana neden yalan söylesin ki? Bir kez daha adamın korkusunu ve diğer kişiyi düşündü. Adamın korktuğu diğer kişiyi.

Yattığında saat 04.00 olmuştu. Uzun bir süre uyuyamadı.

İrkilerek birden uyandı. Komodinin üstündeki saat 07.46’yı gösteriyordu. Küfrederek yataktan fırladı. Diş fırçasıyla macununu ceketinin cebine atarak evden fırladı, saat sekizde arabasını emniyetin önüne park etti. Santral memuru Ebba ona seslendi.

“Björk seni hemen görmek istiyor,” dedi. “Ne oldu? Uyanamadın mı?”

“Sorma,” diye karşılık veren Wallander dişlerini fırçalamak için koşarak tuvalete gitti. Aynı zamanda da toplantı için kafasını toplamaya çalışıyordu. Gece Brantevik limanındaki balıkçı teknesinde yaşadıklarını ne yapacaktı?

Björk’ün odasına gittiğinde kimse yoktu. Odadan çıkarak emniyetin en büyük toplantı odasına gitti, kendini derse geç kalan bir öğrenci gibi hissederek kapıyı hafifçe vurdu.

Oval masanın etrafında altı kişi oturuyordu. Başlarını kaldırıp ona baktılar.

“Galiba birkaç dakika geciktim,” dedi kendisine en yakın boş sandalyelerden birine oturarak. Björk, ona dik dik bakıyordu ama Martinson’la Svedberg geceyi nerede geçirdiğini merak edercesine bakarak hafifçe gülümsediler. Svedberg’in kendisine alaycı bir tavırla baktığını düşündü. Björk’ün solunda oturan Birgitta Törn’ün yine gizemli bir hâli vardı. Onun yanında da Wallander’in tanımadığı iki kişi oturuyordu. Wallander yerinde hafifçe doğrularak onları selamladı. Bu iki adam ellili yaşlarındalardı. Şaşırtıcı bir şekilde birbirlerine benziyorlardı. Yüzlerinde dostça bir ifade vardı. Birincisi kendini Sture Rönnlund, ikincisi de Bertil Lovén olarak tanıttı.

“Ben cinayet masasındanım,” dedi Lovén. “Sture de narkotikten.”

“Kurt en deneyimli elemanlarımızdan biridir,” dedi Björk. “Buyurun, kahve alın.”

Herkes kahvesini aldıktan sonra Björk toplantıyı başlattı.

“Yardımlarınız için ne kadar minnettar olduğumuzu söylememe gerek yok,” dedi. “Cesetlerin bulunmasıyla birlikte medyanın olaya atmaca gibi saldırmasını hepinizin fark ettiğinden eminim. Bu yüzden bu soruşturmada sizlerin yardımına ihtiyacımız var. Birgitta Törn bize gözlemci olarak katıldı. Interpol’ün etkisi dışında kalan ülkeler söz konusu olursa bize yardım edecek, ancak onun uzmanlığından her daim yararlanabiliriz.”

Bu konuşmadan sonra sıra Wallander’e gelmişti. Herkese ayrıntılı bir rapor verildiğinden ayrıntılara girmedi ama olanları kısaca özetledi. Adli tıp raporu üstünde kısa bir süre konuştu. Konuşmasını bitirince Lovén birkaç nokta hakkında soru sordu. Hepsi bu kadardı. Björk masanın etrafında oturanlara baktı.

“Evet,” dedi. “Başka bir şey var mı?”

Wallander, Björk’ün kararı Dışişleri görevlisiyle Stockholm’lü iki polise bırakmasına sinirlenmişti. Tepkisini belli etmek için söz almak istedi.

“Burada tam olarak açıklanmayan birçok konu var,” dedi. “Yalnızca bu olaydan söz etmiyorum. Dışişleri Bakanlığı’nın Birgitta Törn’ü neden Ystad’a gönderdiğini anlamış değilim. Bakanlığın bunu bizim Rus polisiyle sağlam ilişkiler kurmamıza yardım etmek için yaptığına inanmıyorum. Bana kalırsa Dışişleri Bakanlığı soruştumayı yakın takibe aldı, eğer öyleyse, neyin yakın takibe alındığını öğrenmek istiyorum. Ve en önemlisi de bakanlığın bu kararı neden aldığını bilmek istiyorum. Stockholm’ün bizim bilmediğimiz şeyleri bildiğini düşünmeden edemiyorum. Ya da belki de bu kararı Dışişleri değil ama bizim bilmediğimiz başka biri verdi.”

Wallander sözlerini tamamladığında odada ölümcül bir sessizlik oluşmuştu. Björk, ona dehşetle bakıyordu.

Sonunda bu sessizliği Birgitta Törn bozdu.

“Ystad’a gelme nedenimizden kuşkulanmanızı gerektirecek bir şey yok,” dedi. “Doğu Avrupa’daki çalkantılı durum oradaki gelişmeleri yakından takip etmemizi gerektiriyor.”

“O adamların Doğu Bloku’ndan geldiklerinden emin değiliz ki,” dedi Wallander, Törn’ün sözünü keserek. “Yoksa siz bizim bilmediğimiz bir şey mi biliyorsunuz? Öyleyse bunu ben de öğrenmek isterim.”

“Galiba biraz sakinleşsek iyi olacak,” dedi Björk.

“Sorumun yanıtlanmasını bekliyorum,” diye karşılık verdi Wallander. “Bu dengesi bozuk siyasi ortamda karanlıkta kalmak istemiyorum.”

Birgitta Törn’ün yüzündeki gizemli ifade birden kayboldu. Wallander’e ters bir şekilde baktı. Hımm, diye geçirdi içinden, beni sevmiyor.

“İçinde bulunduğumuz durumu az önce de belirtmiştim,” dedi Törn. “Eğer ne denli hassas bir durumla karşı karşıya olduğumuzu algılayabiliyorsanız bu şekilde bir tavır takınmanın gereksiz olduğunu da anlarsınız.”

Wallander başını iki yana sallayarak Lovén’le Rönnlund’a döndü.

“Size ne tür bir talimat verildi?” diye sordu. “Yasal bir başvuru yapılmadan Stockholm buraya yardım göndermez ve bildiğim kadarıyla biz de böyle bir başvuru yapmadık. Yoksa yaptık mı?”

Björk hayır anlamında başını salladı.

“Öyleyse, demek Stockholm kendi yetkilerini kullandı. Eğer birlikte çalışacaksak bunun nedenini öğrenmek isterim. Tabii bizim yetersiz olduğumuzu düşünmediğinizi varsayarak.”

Lovén yerinde huzursuzca kıpırdandı, soruya Rönnlund karşılık verdi. Wallander, onun sesindeki anlayışlı ifadeyi fark etmişti.

“Genel Müdürlük yardıma ihtiyacınız olabileceğini düşündü,” dedi. “Bizim amacımız size elimizden geldiğince yardım etmek. Hepsi bu. Soruşturmadan sizler sorumlusunuz ve eğer size yardımcı olabilirsek ne mutlu bize. Ne ben ne de Bertil bu olayı kendi başınıza çözümleyebileceğiniz konusunda kuşku duyuyoruz, ayrıca ben son birkaç yıldan beri sizin son derece kararlı ve hızlı davrandığınızı da biliyorum.”

Wallander teşekkür edercesine başını salladı. Martinson gülümsüyor, Svedberg de masanın üstünde bulduğu bir ataşla düşünceli bir şekilde dişlerini karıştırıyordu.

“Peki, şimdi bulunduğumuz noktadan nereye gidebileceğimizi tartışalım,” dedi Björk.

“Haklısın,” dedi Wallander. “Size açıklamak istediğim birkaç teorim var ama öncelikle dün gece yaşadığım küçük maceradan söz etmek istiyorum.”

Sakinleştiğini fark etti. Törn’ün hakkından istediği gibi gelemediği için de kendisine kızıyordu. Çok yakında nasıl olsa onun buraya neden geldiğini öğrenecekti. Rönnlund’un verdiği destek kendini iyi hissetmesini sağlamıştı. Onlara kendisine gelen telefondan ve Brantevik’teki balıkçı teknesinden söz etti. Adamın, kurtarma botunun Baltık devletlerinden buraya sürüklenmiş olduğundan emin olduğunu vurguladı. Björk kendinden hiç beklenmeyen bir tavırla harekete geçerek danışmaya telefon edip deniz haritalarının bir an önce yukarıya, toplantı odasına gönderilmesini istedi. Wallander, Ebba’nın santralin önünden geçen ilk polis memurunu yakalayarak eline haritaları tutuşturup odaya göndermesini gözünün önünde canlandırınca kendi kendine gülümsedi. Bir fincan kahve alarak teorilerini açıklamaya başladı.

“Elimizdeki deliller bu adamların bir gemide öldürüldüklerini gösteriyor,” dedi. “Böyle düşününce de katillerin cesetleri neden denize atıp kurtulmadıkları geliyor insanın aklına ama bence onlar cesetlerin bir şekilde bulunmasını istediler. Neden bu şekilde davrandıklarını bilmiyorum ama botun bir şekilde kıyıya vuracağından emindiler. Her neyse, adamlar işkence yapıldıktan sonra öldürüldüler. İnsanları cezalandırmak ya da bilgi almak için işkence yapılır. Onlara uyuşturucu verildiğini de unutmayın, amfetamin bulduk. Bu da olaya bir şekilde uyuşturucunun da karıştığını gösteriyor. Giysilerinden bu adamların para sıkıntısı çekmediklerini düşünüyorum. Bu tür ayakkabılar ve giysiler satın aldıklarına göre Doğu Avrupa standartlarında çok varlıklı kişiler olmaları gerek. Doğrusunu isterseniz ben bu tür şeyleri satın alabilecek güçte değilim.”

Lovén, onun bu sözlerine güldü ama Birgitta Törn yüzünü asmayı sürdürüyordu.

“Elimizde bir şeyler var ama yine de olayların akışına ve bu adamların neden öldürüldüklerine ilişkin hâlâ bilmediğimiz birçok şey var. Hiç zaman kaybetmeden öğrenmemiz gereken bir şey var. O da bu adamların kim oldukları. Bunun üstünde yoğunlaşmalıyız. Bir an önce de balistik raporuna ulaşmalıyız. İsveç ve Danimarka’da kayıp oldukları bildirilen kişilerin listesini istiyorum. Adamların parmak izleriyle fotoğraflarının bir an önce Interpol’e iletilmesi gerekiyor. Belki de suç kayıtlarında bu adamlara rastlarız. Bu cinayetin Sovyetler Birliği’nde ya da Baltık ülkelerinden birinde işlendiğini varsayarak bu ülkelerdeki polisle de bağlantı kurmamız gerek. Birgitta Törn belki bu konuda bize bilgi verir.”

“Bunun için biraz daha beklememiz gerekecek,” dedi Törn. “Moskova polisinin uluslararası şubesiyle bağlantı kuracağız.”

“Estonya, Letonya ve Litvanya polisleriyle de bağlantı kurulmalı.”

“Moskova üzerinden yürütülecek bu.”

Wallander ona soru sorarcasına baktıktan sonra bakışlarını Björk’e çevirdi. “Geçen sonbaharda buraya Letonyalı bir polis gelmemiş miydi?”

“Birgitta Törn’ün söylediği çok doğru,” dedi Björk. “Baltık ülkelerinin kendi polis teşkilatları var ama resmî kararı yine de Sovyet polisi veriyor.”

“Emin değilim,” dedi Wallander. “Ben hâlâ Dışişleri Bakanlığı’nın bizden daha fazla şey bildiğine inanıyorum.”

Björk toplantıyı bitirdikten sonra yanına Birgitta Törn’ü alarak hızla odadan dışarı çıktı. Basın toplantısı öğleden sonra saat ikide yapılacaktı. Wallander toplantı odasında kalarak diğerleriyle birlikte çalışmayı sürdürdü. Svedberg içinde kurşunların olduğu plastik torbayı getirdi, Lovén balistik incelemenin en kısa zamanda yapılacağına ilişkin söz verdi. Diğerleri de kayıp ve aranan kişilerin listelerini incelemek için dağıldılar. Martinson’un Kopenhag polis teşkilatında çalışan bazı dostları olduğundan bağlantı kurma görevi ona verildi.

“Basın toplantısı için herhangi bir hazırlık yapmanıza gerek yok,” dedi Wallander. “Bu Björk’le benim işim.”

“Buradaki medya Stockholm’deki gibi baş belası mı?” diye sordu Rönnlund.

“Stockholm’deki basın toplantılarını bilmiyorum ama,” diye karşılık verdi Wallander. “Buradakiler hiç de eğlenceli olmuyor.”

Günün geri kalanı İsveç ve diğer İskandinav ülkelerindeki tüm polis merkezlerine bottaki cesetlere ilişkin ayrıntılı bilgi vermekle ve bir sürü dosyayı incelemekle geçmişti. Kısa süre sonra da öldürülen kişilerin parmak izlerine ne İsveç ne de Danimarka kayıtlarında rastlanmıştı ama Interpol’ün yanıt vermesi daha uzun sürmüştü. Wallander’le Lovén, Interpol’de Doğu Alman polis kayıtlarının olup olmadığından emin değildi. Acaba Birleşik Almanya’ya ilişkin tüm suç kayıtları ana veri tabanına geçirilmiş miydi? Söz iki Almanya’dan açılmışken, Birleşik Almanya’da suç kayıtları güncellenmiş miydi? Ayrıca güvenlik hizmetleriyle suç dosyaları ayrı ayrı mıydı? Lovén bu soruların yanıtlarını bulmaya söz verirken Wallander de basın toplantısı için hazırlık yapmaya başlamıştı.

Toplantı başlamadan kısa bir süre önce Björk’ün yanına giden Wallander amirinin son derece sessiz olduğunu fark etti. Acaba neden konuşmuyor, diye geçirdi içinden. Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen havalı hanımefendiye kabalık ettiğimi mi düşünüyor?

Basın toplantısının yapılacağı salonu gazete ve televizyonlardan gelen muhabirler doldurmuştu. Wallander, Expressens gazetesinin muhabirini aradı ama göremedi.

Björk toplantıyı her zamanki gibi açtıktan sonra basında çıkan “anlaşılmaz derecede sorumsuz” haberlerden ötürü gazetecilere hiç beklenmeyen bir şekilde saldırdı. Bu sırada Wallander bir gece önce Brantevik limanında buluştuğu o ürkmüş adamı ve aralarında geçen konuşmayı düşünüyordu. Sıra kendisine geldiğinde olayla ilgili bir bilgiye sahip olanların en kısa zamanda polisle bağlantı kurmalarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha yineledi. Gazetecilerden biri herhangi bir bağlantı kurulup kurulmadığını sorunca Wallander hayır diye karşılık verdi. Basın toplantısı alışılmışın dışında sakin geçmişti ve salondan çıkarlarken Björk buna ne denli memnun olduğunu söyledi.

“Dışişleri’nden gelen hanım ne yapıyor?” diye sordu Wallander koridorda yan yana yürürlerken.

“Telefonda konuşuyor,” diye karşılık verdi Björk. “Telefon konuşmalarını dinlememiz gerektiğini düşündüğünden eminim.”

“Bu hiç de fena olmaz,” diye mırıldandı Wallander.

Gün herhangi önemli bir olay olmadan sona erdi. Sabırlı olup attıkları ağa balığın takılıp takılmayacağını beklemekten başka yapacak bir şeyleri yoktu.

Saat altıya yaklaşırken Martinson başını Wallander’in odasından içeri sokarak onu evine yemeğe davet etti. Memleketlerini özledikleri anlaşılan Lovén’le Rönnlund’u da çağırmıştı.

“Svedberg’in işi varmış,” dedi. “Birgitta Törn de Malmö’ye gidecekmiş. Sen gelebilir misin?”

“Ne yazık ki gelemem,” dedi Wallander. “Benim de bir sözüm var.”

Bu kısmen doğru sayılırdı. Yeniden Brantevik’e gidip balıkçı teknesine bakma konusunda kararsızdı.

Saat 18.30’da her zamanki gibi babasını aradı. Babası ona bir paket oyun kâğıdı satın almasını ve bir dahaki gelişinde getirmesini söyledi. Telefonu kapatır kapatmaz da emniyetten çıktı. Rüzgâr durmuştu, gökyüzü berraktı. Eve giderken yolda durup alışveriş yaptı. Saat 20.30’da yemeğini bitirip kahvesinin pişmesini beklerken hâlâ limana gitme konusunda bir karar verememişti. Limana ertesi gün de gidebilirdi. Ayrıca bir gece önceki olaydan ötürü de kendini yorgun ve uykusuz hissediyordu.

Mutfak masasının başında uzun süre oturarak, Rydberg’in karşısında oturduğunu ve onunla günlük olayları tartıştığını varsaydı. Görünmez konuğuna olayları tüm ayrıntısıyla anlatmaya başladı. Kurtarma botunun Mossby Strand sahiline vurmasından bu yana üç gün geçmişti. Botun içinde iki ceset saptamışlar, kim olduklarına ilişkin yol alamamışlardı ama almış olsalardı bile bu cinayetler çözülmeyebilirdi.

Kahve fincanını eviyeye koydu. Pencere kenarında duran bitkiye su verdi ve sonra da oturma odasına giderek teybe Maria Callas’ın seslendirdiği La Traviata’yı koydu. Balıkçı teknesine gitmeyi ertelemeye karar vermişti.

Bir süre sonra da Stockholm’e yakın bir kampüste kalan kızına telefon etti ama cevap veren olmadı. Saat 22.30’da yattı ve başını yastığa koyar koymaz da derin bir uykuya daldı.

Ertesi gün, soruşturmanın dördüncü günü, saat 14.00 civarında Birgitta Törn elinde bir teleks mesajıyla Wallander’in odasına gitti. Riga polisi İsveç Dışişleri Bakanlığı’na öldürülen adamların Letonya vatandaşları olabileceğini Moskova’daki üstleri aracılığıyla bildirmişti. Moskova polisinden Binbaşı Litvinov, İsveçli meslektaşlarına Riga’daki cinayet masasıyla doğrudan bağlantı kurmalarını öneriyordu.

“Demek böyle bir şey varmış,” dedi Wallander. “Yani Letonya polisi demek istiyorum.”

“Olmadığını kim söyledi?” diye karşılık verdi Törn. “Ama Riga’yla doğrudan bağlantı kuracak olsaydık diplomatik sorunlar yaşanabilirdi. İstediğimiz yanıtı alacağımızdan emin değilim. Letonya’daki siyasi durum şu anda son derece gergin ve karışık.”

Bundan Wallander’in de haberi vardı. Yaklaşık bir ay önce Sovyet askerleri Riga’nın merkezinde bulunan İçişleri Bakanlığı’na bir saldırı düzenlemiş ve birçok masum insanın ölümüne neden olmuştu. Wallander gazetelerde yayınlanan taş ve demir barikatların fotoğraflarını görmüştü. Ama yine de orada ne olup bittiğini tam olarak bilmiyordu. Her zamanki gibi yine çevresinde olup bitenlerden habersiz olduğunu fark etti.

“Peki, şimdi ne yapacağız?” diye sordu.

“Riga polisiyle bağlantı kuracağız. Ama buradaki en önemli nokta, telekste belirtilen kişilerle bağlantı kurmak!”

Wallander teleksi bir kez daha okudu. Balıkçı teknesindeki adam haklı çıkmıştı: Kurtarma botu gerçekten de Baltık kıyılarından İsveç’e sürüklenmişti.

“Adamların kim olduklarını hâlâ bilmiyoruz,” dedi Wallander.

Ama üç saat sonra adamların kim olduklarını öğrendi. Riga’dan telefon geleceğinin haberi verilince tüm soruşturma ekibi toplantı odasına geçti. Björk o denli gergindi ki kahvesini üstüne dökmüştü.

“Letonca bilen var mı?” diye sordu Wallander. “Ben bilmiyorum.”

“Görüşme İngilizce olacak,” dedi Birgitta Törn. “Bunu özellikle belirttik.”

“Sen konuş,” dedi Björk, Wallander’e.

“Benim İngilizcem o kadar iyi değil.”

“Onun da İngilizcesinin o kadar iyi olduğunu sanmıyorum,” dedi Rönnlund. “Adı neydi? Binbaşı Litvinov mu? Sadece adına bakarak bile İngilizcesinin iyi olmadığını anlayabiliriz.”

“Binbaşı Litvinov Moskova’da,” dedi Birgitta Törn. “Biz Riga’daki, yani Letonya’daki polisle konuşacağız.”

Telefon saat 17.19’da geldi. Hat alışılmışın dışında netti. Arayan kişi adının Riga polisinden Binbaşı Liepa olduğunu söyledi. Wallander onu dinlerken bir yandan not alıyor ve ara sıra da bir şeyler soruyordu. Binbaşı Liepa’nın İngilizcesi berbattı. Wallander onun söylediklerini tam olarak anladığından emin olamıyordu. Yine de telefonu kapattığında en önemli bilgiyi not defterine kaydettiğini hissediyordu.

İki isim, iki kimlik: Janis Leja ve Juris Kalns.

“Riga polisinde onların parmak izleri varmış,” dedi Wallander. “Binbaşı Liepa bulduğumuz cesetlerin bu adamlara ait olduğundan emin.”

“Harika,” dedi Björk. “Kimmiş bu adamlar?”

Wallander notlarına baktı. “Kaçakçıymışlar.”

“Neden öldürüldüklerine ilişkin herhangi bir bilgi var mı?” diye sordu Björk.

“Hayır, ama binbaşı onların öldürülmesine pek de şaşırmış gibi değildi. Elindeki bilgileri yollayacağını söyledi. Ayrıca soruşturmaya yardımcı olabilecek Letonyalı polislerden birkaçını göndermesini isteyip istemediğimizi de sordu.”

“Bu çok iyi olur,” dedi Björk. “Bu cinayeti ne kadar çabuk çözersek o kadar iyi.”

“Dışişleri de elbette elinden geleni yapacak,” dedi Törn.

Karar verilmişti. Ertesi sabah bir teleks gönderen Binbaşı Liepa o gün öğleden sonra Arlanda’ya uçacağını ve ilk uçakla da oradan Sturup’a geleceğini belirtmişti.

“Binbaşı,” dedi Wallander. “Bu ne demek oluyor?”

“Hiçbir fikrim yok,” diye karşılık verdi Martinson. “Doğrusunu istersen, ben kendimi bu meslekte onbaşı gibi hissediyorum.”

Birgitta Törn, Stockholm’e döndü. O gittikten sonra Wallander, onun ses tonuyla görünüşünü hatırlamakta zorlandığını fark etti. Onu herhâlde bir daha hiç görmeyeceğim ama buraya neden geldiğini de galiba hiçbir zaman öğrenemeyeceğim, diye düşündü.

Björk Letonyalı binbaşıyı havaalanında kendi karşılamaya karar verdiğinden Wallander o akşamı babasıyla kanasta oynayarak geçirmişti. Babasının evine giderken yolda bu cinayetlerin kısa sürede çözülebileceğini düşünüyordu. Letonya polisi büyük olasılıkla mantıklı davranacak ve cinayet dosyası Riga’ya gönderilecekti. Katilin bulunmaması olası değildi. Kurtarma botu İsveç kıyılarında bulunmuş olabilirdi ama katil ya da katiller karşı kıyıdaydı. Cesetler Letonya’ya gönderilecek, dosya da kapanacaktı.

Ne var ki Wallander yanılıyordu. Dosya daha açılmadığı gibi soruşturma bile başlamamıştı. Skåne’de başlayan tek şey kıştı.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺53,85

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
12+
Litres'teki yayın tarihi:
30 haziran 2023
ISBN:
978-625-99813-3-8
Tercüman:
Editör:
Telif hakkı:
Ayrıksı Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,3, 7 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre