Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kuzin Bette»

Yazı tipi:

Honoré de Balzac, 1799’da Tours’da doğdu. Bebekken sütanneye gönderildi. Daha sonra kız kardeşi de ona katılınca aile evinden dört yıl ayrı kaldı. Anne ve babanın çocuklardan uzak kalması Honoré de Balzac’ı derinden etkiledi, 1836 yılında kaleme alacağı Vadideki Zambak romanına ilham oldu. 1807-1813 arasında Oratariens Kolejinde (Hatiplik Okulu) yatılı olarak okudu. Bu dönemde okuma alışkanlığı kazandı. Hatiplik Okulunda yaşadıkları, 1832 yılında yazdığı Louis Lambert romanındaki karakteri de etkiledi. 1814’te ailesinin Paris’e taşınmasıyla iki buçuk yıl süreyle özel eğitim aldı. 1816 yılında Sorbonne’da eğitim görmeye başladı. Spinoza’nın eserlerini Latinceden Fransızcaya çevirdi. 1820’de Shakespeare’den etkilenerek Cromwell isimli bir trajedi kaleme aldı. Bu eseri yakınlarıyla paylaştığında, Akademisyen François Andrieux, onu başka türlerde yazmaya teşvik etti. Walter Scott’ın eserlerinden etkilenerek çeşitli hikâyeler yazmaya başladı fakat bu taslaklar yaşamı süresince yayımlanmadı. 1821’de para kazanmak için takma ad kullanarak eserler kaleme aldı. 1826 yılına kadar dokuz adet roman yayımladı. Bu romanlar eleştirmenlerden olumsuz yorumlar almış olsa da Balzac’ı yazarlık temposuna alıştırdı ve kalemini güçlendirmesine yardımcı oldu.

Balzac, tarihî roman örneklerinden biri olan, ilk kez Honoré Balzac adıyla yayımladığı Köylü İsyanı (1829) eseriyle, döneminde ses getirmeye başladı. İnsanlık Komedyası’nda, pek çok tarihçinin unuttuğunu düşündüğü örf ve âdet tarihini kaleme almak istedi. Dönemlerindeki tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri sistematik bir gözlem üzerine kurarak romanlarında anlattı; yalnızca bununla kalmayarak eylemlerin arkasındaki gizli nedenleri de incelemek istedi. Modern romanın başlangıcı olarak görünen bu romanlarda Balzac’ın hedefi, Paris’ten taşraya, burjuvadan köylüye, avukattan tefeciye her türlü yeri, sınıfı ve mesleği inceleyerek insana ulaşmaktı. Fransız toplumunu sosyolojik olarak incelemeye önem vererek, dini ön plana çıkarmak yerine aşk ve arkadaşlığı ön plana çıkararak, insanlığın kargaşasını ve ahlaksız taraflarını gösterip güçlü olanın zayıf olanı alt ettiği bir dünya oluşturdu. 1850 yılında hayata gözlerini yumdu.

Başlıca Eserleri: Köylü İsyanı, Vadideki Zambak, Tours Papazı, Eugenie Grandet, Goriot Baba, Tılsımlı Deri, Köy Hekimi, Lois Lambert, Albay Chabert Altın Gözlü Kız, Kibar Fahişeler, Sönmüş Hayaller, Nucingen Bankası, Cesar Birotteau, Ursula Mirouet, Karanlık Bir İş.

Şerif Hulusi Kurbanoğlu, 1910 yılında Manisa’da dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Manisa’da okudu. İzmir Erkek Lisesinde başladığı lise eğitimini Taksim İstiklal Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Öğrenciliği sırasında Babıâli’de çalıştı, Cumhuriyet gazetesinde düzeltmenlik yaptı. 1930’dan itibaren yoğun bir yazı hayatı içinde yer aldı. Bazı eserlerinde Şerif Hulusi Sayman imzasını da kullandı. Marko Paşa dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 1937’de Son Posta, 1938-1940 yılları arasında Cumhuriyet gazetelerinde çeviri ve telif öyküleri yayımlandı. Bunun dışında kitap eleştirileri, resim sanatı ve ressamlarla ilgili makaleleri gazete ve dergilerde yer aldı. 1939’da gittiği Almanya’dan Cumhuriyet gazetesine sanat haberleri yazdı. Çeşitli yazılarını Ağaç, Kültür Haftası, Aydabir, İnsan, Yeditepe, Dost, Eylem, Yeni Türk, Gündüz, Projektör, İnsan gibi dergilerde yayımladı. Engels, Lenin, Plehanov gibi sosyalist fikir insanlarından; Balzac, Flaubert ve Cengiz Aytmatov gibi büyük yazarlardan çeviriler yapan Şerif Hulusi, Nâzım Hikmet’ten derleme kitaplar da hazırlayıp yayımladı. 4 Nisan 1971 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti.

Eserleri: Namık Kemal’in Eserleri, O. Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün Yazıları İçin Bibliyografya, Ahmet Haşim: Hayatı ve Seçme Şiirleri, İktisadi Buhran ve Monopoller.

Çevirilerinden Bazıları: Kırmızı ve Siyah, Kızgın Toprak, Deliliğe Methiye, Hintli Kulübesi.

Aynur Şahin, 1996 yılında Antalya’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisans öğrenimini tamamladı. Fransızca öğretmenliği ve çevirmenlik yapıyor.

Yayıncının Notu

Gözlemleriyle eserlerini canlı kılan, zengin bir imge dünyasına sahip olan ve kült eserler ortaya koyan Honoré de Balzac’ın kaleme aldığı son büyük romanı Kuzin Bette; Fransız toplumunun 19. yüzyıla denk düşen devrinde meydana gelen değişim ve dönüşümleri, bireylerin iç dünyalarını da ön plana alarak yansıtması yönüyle döneminin ilgi çeken ve takdir kazanan yapıtları arasında yerini almıştır.

70’li yılların, özellikle çeviri eser alanında en önemli isimlerinden biri olan Şerif Hulusi Kurbanoğlu; Kuzin Bette’i Fransızca aslından Türkçeye aktarım sürecinde, ilk bölüm çevirisinin ardından vefat etmiş ve eserin çevirisi bu sebeple yarım kalmıştır.

Eserin müstakil olarak okuruna sunulabilmesi adına çevirisine, Aynur Şahin tarafından devam edilmiştir. Bu süreçte eserin ruhuna sadık kalınmasına, muhtevanın dağılmamasına ve üslup farklılıklarının en az düzeyde tutulmasına dikkat edilmiştir. İki ayrı kalemden çıkan çeviride farklılıkların hissedilmesi muhtemel olup takdir, okuruna bırakılmıştır.

1838 yılı Temmuz ayı ortalarına doğru, Paris sokaklarında yeni belirmeye başlayan milord1 adlı arabalardan biri, içinde orta boylu, millî muhafız yüzbaşısı üniformasını giymiş, şişman bir adam olduğu hâlde Üniversite Sokağı’ndan geçiyordu.

Bunca nükteli olmakla itham edilen Parisliler arasında, üniformanın kendilerine sivil elbiseden daha çok yakıştığını sananlar; kadınlarda, tüylü bir kalpağın manzarasına ve askerî koşumun tesirine aldanacak kadar düşkün bir zevk bulunduğunu kabul edenler vardır.

İkinci Légion’dan olan bu morumsu tenli ve oldukça tombul yanaklı Yüzbaşı’nın yüzünden, bir kendinden memnun oluş hâli okunuyordu. Ticarette kazanılan servetin işten elini eteğini çekmiş esnafların alınlarına kondurduğu bu halede, Paris seçimlerinde kazanmış, hiç değilse kendi belediye dairesinde reis muavinliğine eskiden seçilmiş bir zat seziliyordu. İnanınız ki Prusyalıvari, kabadayıca şişirilmiş göğsünde Légion d’honneur şeridi de eksik değildi. Milordun köşesine çalımla kurulmuş ve göğsünde nişanlar taşıyan bu adam; bakışını ekseriya, Paris’te yanında bulunmayan güzel gözlere hitap eder hoş tebessümler toplayan yolcular üzerinde gezdiriyordu.

Milord, sokağın Bellechasse’la Bourgogne sokakları arasındaki kısmında, bahçeli eski bir konak avlusunun bir bölüğünde, yeni yapılmış büyük bir evin önünde durdu. Yarı yarıya küçülmüş avlunun nihayetinde eski hâliyle duran konağa dokunulmamıştı.

Yüzbaşı’nın milorddan inerken arabacının yardımlarını kabul ediş tarzına insan bir baksa onun ellilik olduğunu anlardı. Öyle hareketler vardır ki göze çarpan, nüfus cüzdanının sırrını açığa vururlar. Yüzbaşı sarı eldiveninin sağ tekini giydi ve kapıcıya hiçbir şey sormadan, “O kadın benimdir!” diyen bir tavırla zemin kat sahanlığına doğru ilerledi. Paris kapıcılarının bilgiç bakışları vardır; nişanları olan, maviler giymiş, yürüyüşü azametli insanları durdurmazlar. Hasılı, zenginleri tanırlar.

Bütün zemin kat, Cumhuriyet Devri’nde ordu levazım amiri, ordunun eski levazım generali, o devir Harbiye Nezaretinin en mühim dairelerinden birinin müdürü, devlet müşaviri, Legion d’honneur’un büyük subayı, vesaire vesaire, Baron Hulot d’Ervy cenapları tarafından işgal ediliyordu.

Bu Baron Hulot, 1809 Seferi’nden sonra İmparator’un Kont de Forzheim unvanını verdiği, İmparatorluk Muhafız Kuvvetleri bombacı albayı olan kardeşi meşhur General Hulot’dan adının ayırt edilebilmesi için kendi kendine, doğduğu yere izafetle d’Ervy adını almıştı. Küçük kardeşini himaye etmek vazifesini üstüne alan ağabey Kont, babalık ihtiyatkârlığıyla onu askerî idareye yerleştirmiş ve her ikisinin idaredeki hizmetleri sayesinde de Baron, Napolyon’un teveccühünü kazanmıştı. Daha 1807 yılında Baron Hulot, İspanya’daki orduların levazım generali olmuştu.

Burjuva Yüzbaşı, zili çaldıktan sonra, armut biçimi göbeğinin zoruyla önden olduğu kadar arkadan da daralan elbisesini düzeltmek için çok gayret sarf etti. Üniformalı bir hizmetçi, görür görmez bu mühim ve kelli felli adamı hemen içeri aldı ve salonun kapısını açıp “Mösyö Crevel!”diye seslendi.

Bu ad, onu taşıyan adamın tavrına harikulade yakışmıştı. Bu adı işitince sarışın, boylu boslu, güzelliğini muhafaza etmiş bir kadın, elektrik cereyanıyla çarpılmış gibi oldu; ayağa kalktı.

Kendisinden birkaç adım ötede nakış işleyen kızına telaşlı bir tavırla, “Hortense, meleğim.” dedi. “Kuzin Bette’le birlikte sen bahçeye git.”

Matmazel Hortense, Hulot Yüzbaşı’yı kibarca selamladıktan sonra, Barones’ten beş yaş küçük olmasına rağmen ondan daha yaşlı görünen ihtiyar, kavruk bir kızla birlikte camekânlı kapıdan çıktı.

Kuzin Bette onu hemen hemen hiçe sayarak Barones’in kendilerini savmak için kullandığı tarza kızmaksızın küçük kuzini Hortense’ın kulağına “Senin evlenme işini konuşacaklar!” dedi.

Kuzinin kıyafeti, bu teklifsizliği izahtan uzaktır.

Bu ihtiyar kızın arkasında kişniş renkli, merinostan bir elbise vardı; biçimi ve dikişleri Restorasyon Devri’nden kalma idi. Üç franklık nakış işlemeli küçük bir yakası, başında da Halleslerdeki satıcı kızların şapkalarına benzeyen, hasırdan, mavi satenle uç uca dikilmiş ve hafifçe kıvrılmış, yine hasır işlemeli bir şapka vardı. Pek acemi bir kunduracı elinden çıkma keçi derisi pabuçları gören bir yabancı, Kuzin Bette’i ailenin bir akrabası olarak selamlamakta tereddüt ederdi çünkü gündelikçi bir dikişçi kadına o kadar çok benziyordu ki. Bununla beraber, ihtiyar kız, Mösyö Crevel’i muhabbet dolu bir gülümseme ile hafifçe selamladı; Mösyö Crevel de “anladım” gibi bir eda ile bu selama karşılık verdi.

“Yarın geleceksiniz, değil mi Matmazel Fischer?” dedi.

“Davetlileriniz yok mu?” diye Kuzin Bette sordu.

“Çocuklarım ve siz, hepsi bu kadar.” diye misafir karşılık verdi.

“Pekâlâ, o hâlde geleceğimden emin olabilirsiniz.”

Burjuva milisi Yüzbaşı, Barones Hulot’yu tekrar selamlayarak “Emirlerinize amadeyim, madam!” dedi.

Madam Hulot’ya da Poitiers’de veya Coutances’da taşralı bir aktörün, rolün gayesini belirtmek lüzumunu duyduğu zaman, Tartuffe’ün Elmire’e2 bakışı gibi baktı.

Madam Hulot, apartmanın düzenine göre, oyun salonuna bitişik bir odayı göstererek “Eğer beni takip ederseniz, mösyö…” dedi. “İşleri konuşmak için orada bu salondan daha rahat olacağız.”

Bu oda, penceresi bahçeye bakan oturma odasından ince bir bölme ile ayrılmıştı. Madam Hulot, Mösyö Crevel’i bir müddet yalnız bıraktı. Çünkü kimsenin gelip dinlememesi için odanın penceresiyle kapısını kapamak lüzumunu duydu. Hatta bahçenin nihayetindeki eski kameriyede oturduklarını gördüğü kızıyla kuzinine gülümseyerek büyük salonun camekânlı kapısını kapamak ihtiyatını bile gösterdi. Büyük salona birisi girerse kapının açıldığını duymak için de oyun salonunun kapısını açık bırakarak döndü. Barones, böyle gidip gelirken kendisini kimse görmediği için çehresine bütün düşüncesini aksettirmişti. Kim onu bu hâlde görse ızdırabından ürkerdi. Lakin büyük salonun giriş kapısından oyun salonuna gelirken yüzü, bütün kadınların, hatta en samimilerinin bile iğreti olarak takındıkları, nüfuzu güç bir çekingenlik ifadesine büründü.

Ne de olsa garip görünebilecek bu hazırlıklar esnasında, Millî Muhafız bulunduğu salonun mobilyasını tetkik etmişti. Vaktiyle kırmızı, güneşte solarak şimdi morlaşmış, uzun müddet kullanmanın tesiriyle de kıvrımları lime lime olmuş ipek perdeleri, rengi atmış bir halıyı, yaldızı dökülmüş ve lekelerle mermerleşen ipekli pervazlarından eskimiş mobilyaları görünce Crevel’in sonradan görme ablak tacir yüzünde hor görme, hoşnutluk, ümit ifadeleri safdil bir eda ile birbirini kovaladı. İpek elbisenin hışırtısı ona Barones’in geldiğini haber verdiği zaman, kendini bir kere daha tepeden tırnağa kadar süzerek Empire üslubundaki eski saatin üstünden, aynada kendine bakıyordu. Hemen hazır ol vaziyeti aldı.

Barones, 1800’lerde muhakkak ki çok güzel olacak küçük bir kanepeye kendini attıktan sonra, bronzdan sfenks başlı kollarının boyası pul pul kalkıp yer yer tahtası meydana çıkmış bir koltuğu göstererek oturması için Crevel’e işaret etti.

“Madam, aldığınız bu tedbirler büyük bir mazhariyet olurdu, eğer ben…”

Barones, Millî Muhafız’ın sözünü keserek “Bir âşık olsaydım!” diye karşılık verdi.

Yüzbaşı sağ elini kalbinin üstüne koyarak bu türlü bir ifadeyi soğukça görünce de bir kadını hemen daima güldürecek gözlerini yuvarlayarak “Âşık kelimesi çok zayıf.” dedi. “Büyülenmiş deseniz?”

Barones, gülemeyecek kadar ciddi bir tavırla “Dinleyiniz, Mösyö Crevel.” dedi. “Elli yaşındasınız, Mösyö Hulot’dan on yaş küçüksünüz, biliyorum ama ben yaştaki bir kadının çılgınlıklarını güzelliğin, gençliğin, şöhretin, şerefin, bize her şeyi, hatta yaşı bile unutturacak kadar gözlerimizi kamaştıran şaşaalardan birkaçını mazur göstermesi lazımdır. Elli bin liralık geliriniz varsa da bu, ancak yaşınıza denktir; oysaki bir kadının ısrarla aradıklarından hiçbirine sahip değilsiniz.”

Millî Muhafız ayağa kalkarak ve ilerleyerek “Ya aşk?” dedi. “Bir aşk ki…”

Barones, bu gülünçlüğe bir son vermek için onun sözünü keserek “Hayır, mösyö, buna inat deyiniz!” dedi.

“Evet, inat ve aşk! Ama daha fazla bir şeyler, haklar…”

Hor görme, meydan okuma ve kalp kırgınlığıyla yüksekten bakar bir tavır alan Madam Hulot “Haklar mı?” diye bağırdı. “Ama böyle konuşursak…” diye devam etti. “Hiç anlaşamayız; hem ben sizin buraya, ailelerimiz arasındaki rabıtaya rağmen sizi bizden uzaklaştırmış olan şey üzerinde konuşmak için gelmenizi istemedim.”

“Ben öyle sandım.”

“Sonra, mösyö! Âşıktan, aşktan, bir kadın için çok daha açık saçık şeylerden bahsedişimdeki kayıtsız, açık tarzdan anlamıyor musunuz ki iffetli ve faziletli kalmaktan yana tamamıyla gönlüm rahattır! Hiçbir şeyden, hatta sizinle beraber bir odaya kapanmış olmak töhmetinden bile korkmuyorum. Bu, zayıf bir kadının hareket tarzı mı? Gelmenizi niçin rica ettiğimi pekâlâ biliyorsunuz!..”

Crevel, soğuk bir tavır takınarak “Hayır, madam!” diye karşılık verdi.

Dudaklarını ısırdı, yine hazır ol vaziyeti aldı.

Barones Hulot, Crevel’e bakarak “Öyle ise, karşılıklı işkencemizi azaltmak için sözümü kısa keseceğim.” dedi.

Crevel, alaylı bir eda ile muhatabını selamladı; işten anlayan biri bu selamda eski bir çerçinin nezaketini okurdu.

“Oğlumuz kızınızla evlendi.”

“Şimdiki aklım olsaydı!..” dedi Crevel.

Barones telaşlı bir ifade ile “Bu evlenme yapılmazdı.” dedi. “Ona şüphe yok. Gerçi, bunda teessüfe mahal yok. Oğlum, yalnız Paris’in birinci sınıf avukatlarından biri olmakla kalmıyor, bakın, işte bir yıldır da mebustur; hem Meclisteki ilk çalışmaları kısa zamanda bakan olacağını umduracak kadar parlaktır. Victorin iki defa mühim kanunların raportörü oldu, isteseydi temyiz mahkemesi savcısı olacaktı. Hâlâ, bana servetsiz bir damadınız olduğundan dem vurursanız…”

“Yardım etmeye mecbur olduğum bir damat.” diye Crevel söze başladı. “Bu bana hepsinden daha ağır gibi geliyor, madam. Kızımın çeyizini teşkil eden beş yüz bin franktan iki yüz bini, Tanrı bilir, neye sarf edildi!.. Oğlunuz beyefendinin borçlarını ödemeye, evini görülmedik bir şekilde döşemeye… Beş yüz bin franklık bir ev ki bugün ancak on beş bin frank getiriyor çünkü o, evin en güzel kısmını işgal ediyor, bundan da iki yüz altmış bin frank borçlu kalıyor. Gelir, ancak borcun faizini karşılıyor. Bu yıl kızıma, iki ucu bir araya getirebilsin diye, şöyle böyle yirmi bin frank veriyorum. Söylediklerine göre de adliye sarayında evvelce otuz bin frank kazanan damadım şimdi, Mebusan Meclisi için adliye sarayını ihmal edecekmiş.”

“Bu, Mösyö Crevel, konu dışıdır, bizi konumuzdan uzaklaştırıyor. Ama bu bahsi kapamak için söyleyeyim; oğlum bakan olursa eski bir ıtriyatçıyı da Legion d’honneur nişanı sahibi, Paris Vilayet Meclisi azası yaptırırsa artık şikâyet edecek neyiniz kalır?”

“Ah! Bunu bekliyordum zaten, madam. Öyle ya, ben bir bakkal, bir esnaf, eski bir badem macunu, Portekiz suyu, saç yağı perakendecisiyim. Biricik kızımı Baron Hulot d’Érvy cenaplarının oğluyla evlendirmekle beni daha fazla hürmete layık bulacaklar elbet. Öyle ya, kızım barones olacak. Régence, XV. Louis, Oeil-de-Boeuf3 devrindeyiz galiba! Oh ne âlâ… Célestine’i, biricik kız evlat nasıl sevilirse öyle seviyorum. O kadar ki ona ne bir erkek ne de bir kız kardeş sıkıntısı vermemek için Paris’te dul yaşamanın -pek dinç iken bile, madam- bütün mahzurlarını kabul ettim. Ama iyi biliniz ki kızıma karşı beslediğim bu derece sevgiye rağmen servetimi, masrafları benim gibi eski bir tacire açık görünmeyen oğlunuz için tehlikeye atamam doğrusu…”

“Mösyö, şu anda Mösyö Popinot’yu, Lombards Sokağı’nın eski aktarını Ticaret Bakanlığında görüyorsunuz…”

Kendini toplayan ıtriyatçı “Dostumdur, madam!” dedi. “Çünkü ben, César Birotteau Baba’nın eski baştezgâhtarı Célestine Crevel, müesseseyi Popinot’nun kaynatası merhum Birotteau’dan devren satın aldım; o zaman Popinot bu müessesede alelade bir tezgâhtardı. Zaten o bana bunu hatırlatıyor çünkü o yüksek mevkili, altmış bin frank geliri olan biri ve bununla övünmez. Ona karşı bu hakşinaslığı göstermek gerekir.”

“Öyle ise, mösyö, ‘Régence’ kelimesiyle tavsif ettiğiniz fikirler insanların şahsi kıymetleriyle kabul edildikleri bir devirde geçer akçe değil demek? Kızınızı oğlumla evlendirmekle bunu yapmış oluyorsunuz…”

“Bu evlilik nasıl gerçekleşti, bilmiyorsunuz!..” diye Crevel bağırdı. “Ah, şu bekârlık taşkınlıklarım olmasaydı, Célestine’im bugün Vikontes Popinot olacaktı.”

Barones telaşlı bir tavırla “Ama olmuş bitmiş işleri kötü dille anmayalım artık.” diye atıldı. “Garip hareket tarzınızın bana verdiği üzüntünün sözünü edelim. Kızım Hortense evlenecekti, evlenme tamamıyla sizin elinizde idi. Cömert hislerinize inandım, kalbinde kocasının hayalinden başka bir hayalin yeri olmayan bir kadına hak vereceğinizi, bu kadına karşı onu tehlikeye atacak bir adamı tutmamak zaruretini tanıyacağınızı hem de bağlı olduğunuz ailenin şerefini göz önünde tutarak Hortense’ın müşavir Mösyö Lebas ile evlenme işini desteklemekte acele edeceğinizi düşündüm. Ama siz mösyö, siz bu evlenmeyi suya düşürdünüz…”

“Madam, ben namuslu bir adam gibi hareket ettim.” diye eski ıtriyatçı karşılık verdi. “Bana Matmazel Hortense’tan istenen iki yüz bin franklık drahomanın verilip verilemeyeceğini sordular. Ben de tıpkı şöyle karşılık verdim: ‘Böyle bir teminat veremeyeceğim. Hulot ailesi drahoma olarak hazırlanan bu parayı borçları olan damadıma verdi, yarın Mösyö Hulot d’Érvy ölse sanırım ki dul karısı ekmeksiz kalacak.’ İşte böyle, sultanım.”

Madam Hulot, bakışlarını Crevel’e dikerek “Eğer, mösyö, hatırınız için vazifelerimde kusur etmiş olsaydım…” dedi. “Yine bu dili kullanır mıydınız?”

Bu garip âşık, Barones’in sözünü keserek “O zaman bunu söylemeye hakkım olamazdı, Sevgili Adeline!” diye bağırdı. “Çünkü drahomayı cüzdanımda bulacaktınız…”

Şişman Crevel, sözünü ispat etmek için bir dizini yere koydu; bu sözlerle şaşkın bir dehşet içine düşmüş görüp bu hâlini tereddüttendir sandığı Madam Hulot’nun elini öptü.

“Kızımın saadetini satın almak, hem de ne pahasına… Oh, kalkınız mösyö, şimdi uşağı çağırırım.”

Eski ıtriyatçı, pek güçlükle ayağa kalktı. Bu hadise onu o kadar kızdırdı ki tekrar hazır ol vaziyeti aldı. Hemen bütün insanların, tabiatın kendilerine bağışladığı bütün kıymetleri aksettireceğine inandıkları hususi bir tavra karşı zaafları vardır. Crevel’de bu tavır, başını hafif yana eğerek ve bakışını, ressamın Crevel portresinde aksettirdiği gibi, yani ufka dikerek kollarını Napolyonvari kavuşturmak şeklinde idi.

Tam manasıyla yapmacık bir öfke ile “İtimat beslemek…” dedi. “İtimat beslemek, hem de öyle bir adama ki bir hovar…”

Madam Hulot, Crevel’den işitmek istemediği bir kelimeyi telaffuz etmesine müsaade etmemek için sözünü keserek “İtimadıma layık bir kocaya, mösyö…” dedi.

“Bakınız madam, gelmemi isteyerek yazdınız, hareket tarzımın sebeplerini öğrenmek istiyorsunuz. Bir de imparatoriçe tavırlarınızla, hor görmelerinizle, hakaretlerinizle beni çığırdan çıkarmak istiyorsunuz! Nihayet ben de köleniz değilim ya! Tekrar ediyorum, bana inanınız! Hakkım var size kur yapmaya… Çünkü… Ama hayır, susacak kadar sizi seviyorum…”

“Söyleyiniz mösyö, şu birkaç gün içinde kırk sekiz yaşıma basacağım, budalaca iffet iddiasında değilim. Her şeyi dinleyebilirim.”

“O hâlde size açacağım sırrı, benim verdiğimi kimseye söylemeyeceğinize, asla adımı vermeyeceğinize bana şerefiniz -çünkü maalesef benim için şerefli bir kadınsınız- üzerine söz verir misiniz?”

“Eğer sırrı söylemenin şartı bu ise bana söyleyeceğiniz bu mühim şeyleri öğrendiğim şahsın adını kimseye, hatta kocama bile vermeyeceğime yemin ederim.”

“İnanıyorum çünkü yalnız sizinle o söz konusu.”

Madam Hulot sarardı.

“Ah! Hulot’yu hâlâ seviyorsanız şimdi ızdırap duyacaksınız! Susayım ister misiniz?”

“Söyleyiniz mösyö çünkü kendinize göre, yaptığınız ilanıaşkları bana mazur göstermek ve kızını evlendirip sonra da… Rahat ve huzur içinde ölmek isteyecek ben yaşta bir kadına acı çektirmekte ısrar ediyorsunuz.”

“Siz de görüyorsunuz ki mutsuzsunuz.”

“Ben mi mösyö?”

“Evet, güzel ve asil mahluk!” diye Crevel bağırdı. “Dertten başınızı kaldıramadınız.”

“Mösyö, susunuz ve dışarıya çıkınız yahut da efendice konuşunuz.”

“Biliyor musunuz madam, Hulot Efendi ile ben nasıl tanıştık? Metreslerimizin evinde, madam…”

“Aman! Mösyö…”

Crevel, melodramatik bir tonla, sağ eliyle bir hareket yapmak için rolüne ara vererek “Metreslerimizin evinde madam!” diye tekrarladı.

Barones, Crevel’in şaşkınlığı karşısında sakin bir eda ile “Ya, öyle mi! Eeee… Sonra mösyö?” dedi.

Alelade çapkınlar büyük ruhları hiçbir zaman anlayamazlar.

Crevel bir hikâye anlatacakmış gibi “Beş yıldır dul olan ben…” diye başladı: “Taparcasına sevdiğim kızımın çıkarı uğruna evlenmediğim gibi, o zamanlar çok şirin bir kadın tezgâhtarım bulunmakla beraber, dükkânımdakilerle sıkı fıkı münasebetler istemediğimden, deyim yerindeyse mucizevi güzellikte ve itiraf ederim sonradan çıldırasıya âşık olduğum on beş yaşında bir işçi kızı evime kapattım. Yine de madam, kendi teyzeme rica ettim, bu güzel kızla beraber yaşasın ve bu güzel mahlukun bu vaziyette mümkün olduğu kadar uslu… Nasıl söyleyeyim, Chocnoso, hayır, haram kalması için ona göz kulak olsun diye teyzemi memleketimden getirttim. Müziğe yeteneği ortada olan küçüğe öğretmenler tuttum, eğitim gördü. Elbette ki onu meşgul etmek lazımdı. Bundan başka, onun hem babası hem de velinimeti, açıkçası âşığı olmak istiyordum! Hem bir hayır işlemek hem de bir metres edinmek… Beş yıl mutlu yaşadım. Küçüğün bir tiyatroya servet olacak sesi vardı, onu ancak Etekli Duprez4 diyerek vasıflandırabilirim. Yalnız şarkıcı olarak yeteneğini geliştirmek bana yılda iki bin franga mal oldu. Beni delice bir müzik âşığı etti, onunla kızıma İtalienslerde5 bir loca kiraladım. Oraya sırayla, bir gün Célestine’le gidiyordum, bir gün de Josépha ile…”

“Ne? Şu meşhur şarkıcı mı?”

“Evet, madam!” diye Crevel gururla devam etti. “Şu meşhur Josépha her şeyi bana borçludur… Nihayet küçük, 1834’te yirmi yaşına basınca onu ölesiye kendime bağladığımı sanarak ki kıza çok da tutkundum, eğlendirmek istedim. Talihi kendisininkine az çok benzeyen küçük bir aktrisi, Jenny Cadine’i görmesine müsaade ettim. Bu aktris de her şeyi, kendisini özene bezene meydana çıkaran bir hamiye borçluydu. Bu hami de Baron Hulot idi.”

Barones sakin, renk vermeyen bir sesle “Biliyorum mösyö…” dedi.

Gittikçe şaşkınlaşan Crevel “Ya!” diye bağırdı. “İyi güzel! Ama canavar herifin Jenny Cadine’i on üç yaşında himayesine aldığını da biliyor musunuz?”

“Ya, öyle mi mösyö, eee sonra?” dedi Barones.

“Jenny Cadine gibi Josépha da…” diye eski tacir devam etti. “Birbirleriyle tanıştıkları zaman yirmi yaşında olduğu için 1826 yılından beridir Baron, XV. Louis’nin Matmazel Romans ile oynadığı karşılıklı rolü oynuyordu. Hem o zaman siz on yaş daha genç…”

“Mösyö, Mösyö Hulot’yu serbest bırakmakta benim de kendime göre birtakım düşüncelerim vardı.”

Crevel, Barones’in yüzünü kızartan kurnazca bir eda ile “Madam, şüphesiz ki bu yalan, işlediğiniz bütün günahları silmeye kâfi gelecek size cennetin kapılarını açacaktır.” diye karşılık verdi. “Yüksek ve tapılası kadın, bunu başkalarına söyleyiniz, Crevel Baba’ya değil; iyi biliniz ki o, dörtlü ziyafetlerde, hiç kıymetinizi bilmeyen kocanız olacak hainle çok zaman bir arada bulunmuştur. İki kadeh arasında, bazen bana güzelliğinizi anlatarak kendisini ayıplardı. Oh! Sizi çok iyi tanıyorum. Siz bir meleksiniz. Herhangi bir hovarda yirmi yaşında bir genç kızla sizin aranızda tereddüt ederdi ama ben tereddüt etmem.”

“Mösyö!..”

“Peki, susuyorum… Ama biliniz ki mübarek ve yüksek kadın, kocalar çakırkeyif oldular mı eşleri hakkında metreslerini katılırcasına güldürecek şeyler anlatırlar.”

Madam Hulot’nun güzel kirpikleri arasından damlayan utanç yaşları millî muhafızın birdenbire sözünü kesti, artık hazır ol vaziyeti almayı da düşünmedi:

“Devam ediyorum.” dedi. “Baron’la ben birbirimize yosmalarımız sayesinde bağlandık. Baron, bütün eğlence düşkünü insanlar gibi, sevimli, gerçekten babacandır. Oh! Bu maskara ne kadar hoşuma gitti! Aman Tanrı’m ne yaman buluşları vardır… Neyse, bırakalım bu hatıraları… İki kardeş gibiydik.”

“Régence Devri’nin adamı, o hain, beni bozmaya, kadınlar hakkında bana ortaklık vaazları vermeye, bana soylu fikirler aşılamaya, beni kafese koymaya çalışıyordu. Ama bilir misiniz, küçüğümü, çocuk sahibi olmaktan korkmasam, onunla evlenmeyi düşünecek kadar çok seviyordum. Bizim gibi dost olmuş iki baba varken çocuklarımızı evlendirmeyi düşünmediğimize nasıl hükmedebilirsiniz? Oğlunun Célestine’imle evlenmesinden üç ay sonra, Hulot (Bu kelimeyi nasıl telaffuz ediyorum, bilmem, alçak! Çünkü ikimizi de aldattı, madam.) evet, alçak, Josépha’yı elimden aldı. Bu hain, başarıları artık ayyuka çıkan Jenny Cadine’in kalbinde kendi yerini, genç bir devlet müşaviriyle, bir artistin (Kızcağızın elinden bu kadarı gelmiş!) aldığını biliyordu. Beni zavallı küçük metresimden, o cici bici kadından mahrum etti; şüphesiz, bu kadını, Hulot’nun itibarı sayesinde girdiği Italienslerde görmüşsünüzdür. Kocanız, bir nota kâğıdı gibi doğru olan benim kadar tutarlı değildir. Kendisine yılda aşağı yukarı otuz bin franga mal olan Jenny Cadine de epey para sızdırmıştı zaten. Şimdi de biliniz ki madam, iflasını Josépha ile tamamlıyor. Madam, Josépha bir Yahudi’dir, asıl adı Mirah’tır. Josépha adı Hiram’ın harflerinden türemiştir. Bu, kadını anlatabilecek İsrailî bir parola. Çünkü o, Almanya’da terk edilmiş bir çocuktur. Yaptığım araştırmalar onun zengin bir Yahudi bankerin gayrimeşru kızı olduğunu gösteriyor. Tiyatronun, bilhassa Jenny Cadine’in, Madam Schontz’un, Malaga’nın, Carabine’in şerefli ve masrafsız bir yolda tuttuğum bu küçüğe ihtiyarları kullanma tarzı hakkında öğrettikleri şeyler, onda ilk İbranilerin altına, mücevherlere, altından öküze karşı duydukları içgüdüyü ortaya çıkarmıştır. Yedikçe yiyesi gelen meşhur şarkıcı zengin, çok zengin olmak istiyor. Hem kendisine avuç dolusu harcanandan da metelik harcamıyor. Kendini ilk önce Hulot Efendi üstünde denedi, onu iyice yoldu, hem de sapına kadar yoldu! Bu kara bahtlı, meçhul âşıkları bir tarafa, Josépha’ya deli gibi âşık olan Kellerlerden birine, Marki d’Esgrignon’a karşı mücadele ettikten sonra, sonunda sanat hamisi şu fevkalade zengin Dük tarafından bu kadının elinden kapıldığını görecektir. Durun bakayım, adı neydi onun? Şu cüce, canım? Hah! Dük d’Herouville. Bu asilzade, Josépha’ya tek başına sahip olmak iddiasındadır. Bütün kibar fahişeler âlemi, onu ağzından düşürmüyor; hem de Baron bunların farkında bile değil. Koca gibi, âşık da her şeyi en geç öğrenen insandır. Şimdi, haklarımı anlıyor musunuz sultanım? Kocanız beni saadetimden, dulluk günlerimden beri sahip olduğum biricik sevinçten etti. Evet, gençlik taslayan bu ihtiyara rastlamak bahtsızlığına uğramasaydım hâlâ Josépha’ya sahip olacaktım çünkü ben, anlıyorsunuz, onu tiyatroya sokmayacaktım; cahil, uslu ve bana sadık kalacaktı. Oh! Onu sekiz yıl önce görseydiniz, ince ve sırım gibi, teni tam manasıyla Endülüslü bir kadınınki gibi altın renkli, saçları siyah ve saten gibi parlak, şimşek çakan uzun kumral kirpikli gözleri, hareketlerinde bir düşes inceliği, fakirlik alçak gönüllülüğü, namuslu bir şükran hissi, vahşi bir geyik kibarlığı… Hulot Efendi’nin hatası yüzünden bu güzellikler, bu saflık şimdi para kapmaya, para sızdırmaya yarıyor. Yavrucak bugün, tam manasıyla bir günahkârlar kraliçesidir. Nihayet, herkesle düşüp kalkıyor; o ki hiç, hiçbir şeyi, hatta bu kelimeyi bile bilmezdi!”

Bu anda, eski ıtriyatçı gözlerinden akan birkaç damla yaşı sildi. Bu ızdırabın samimiliği Madam Hulot’ya dokundu, onu daldığı hülyadan uyandırdı.

“Madam, insan elli iki yaşında mı böyle bir hazineyi bulur? Bu yaşta aşk, yılda otuz bin franga mal olur. Sayıyı kocanızdan öğrendim, hem ben Célestine’imi mahva sürüklemeyecek kadar çok severim. Bizim için verdiğiniz ilk partide sizi görünce Hulot haininin Jenny Cadine’le münasebette bulunmasına akıl erdiremedim… Bir imparatoriçe tavrınız vardı. Otuz yaşında değilsiniz madam…” dedi. “Gözüme genç görünüyorsunuz, güzelsiniz. Namusum hakkı için o gün üzüldüm; kendi kendime ‘Josépha’m olmasaydı…’ demiştim. ‘Mademki Hulot Baba karısını yüzüstü bırakıyor, ben de bu kadını bir eldiven gibi elime giyerdim.’ Ah! Affedersiniz! Bu, eski devrimden kalma bir kelime. Itriyatçı ben zaman zaman hortlar, mebusluğun icaplarına uymaktan beni alıkoyar. Baron tarafından alçakça aldatılınca -çünkü bizim gibi ihtiyar maskaralar arasında dostlarımızın metresleri mukaddes kalmalıydı- ben de onun karısını elinden almaya ahdettim. Adalet de budur. Baron’un söyleyecek sözü olmayacak, yaptığımız da yanımıza kâr kalacak. Size kalbimin hâlini anlatan ilk sözlerimi işitir işitmez beni uyuz bir köpek gibi kapı dışarı ettiniz; bununla aşkımı, isterseniz inadımı deyiniz, kuvvetlendirdiniz, yine benim olacaksınız.”

“Yaa, nasıl olacakmışım bakalım?”

“Bilmiyorum ama bu olacak. Görüyorsunuz ya madam, kafasında bir tek fikri olan bir ıtriyatçı -işten elini çekmiş!– budalası, kafasında binlercesi bulunan zeki bir adamdan daha kuvvetlidir. Size hem vurgunum hem de benim intikamımsınız! Sizi daha fazla seviyorum. Kararını vermiş bir adam gibi, apaçık konuşuyorum. Bana ‘Sizin olmayacağım!’ deseniz bile, sizinle soğukkanlılığımı muhafaza ederek konuşurum. Sözün kısası, hep söylendiği gibi, açık oynuyorum. Evet, ne zaman olursa olsun benim olacaksınız… Oh! Elli yaşında da olsanız yine benim metresim olacaksınız. Hem bu olacak çünkü ben kocanız olacak o…”

1.Dört tekerlekli bir tür kiralık binek arabası.
2.Tartuffe, Moliere’in meşhur eserinin adı. Burada, başkahramanla Elmire’in durumuna gönderme yapılıyor.
3.Régence, XV. Louis’nin çocukluk devridir ki Orléans Dukası Philippe bu devirde Régent adıyla hükûmeti naip olarak idare etmiştir. Oeil-de-Boeuf ise Versailles Sarayı’nda kralın yatak odasına bitişik olan salondur ki bekleme salonu olarak kullanılırdı.
4.Gilbert Louis Duprez, Fransız tenor.
5.“Théatre Italien” de denir. Paris’in eski tiyatrolarından biridir.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6486-34-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap