Kitabı oku: «Kuzin Bette», sayfa 2
Madam Hulot bu hesapçı burjuvaya öyle bir bakış baktı ki Crevel onun delirdiğini sandı.
Son sözlerinin vahşiliğini mazur göstermek ihtiyacı duyan ıtriyatçı, “Bunu siz aradınız, beni hor gördünüz, benimle alay ettiniz, ben de söyledim!” dedi.
Madam Hulot, ağır hasta bir kadın sesiyle “Oh! Kızım, kızım!” diye bağırdı.
“Ah! Artık hiçbir şeyi gözüm görmüyor!” diye bağırdı Crevel. “Josépha elimden alındığı gün, yavruları çalınmış dişi bir kaplan gibiydim… Yani şu anda sizi gördüğüm gibiydim. Kızınız! O, sizi elde etmek için kullandığım bir vasıtadır. Evet, kızınızın evlenme işini ben suya düşürdüm!.. Hem benim yardımım olmadan onu evlendiremeyeceksiniz! Matmazel Hortense ne kadar güzel olursa olsun, ona drahoma lazım.”
Barones gözlerini silerek “Ne yazık ki evet!” dedi.
Yeniden hazır ol vaziyeti alan Crevel “İsterseniz Baron’dan on bin frank istemeyi bir deneyiniz.” dedi.
Bir boşluğa dikkati çeken bir aktör gibi bir an bekledi. Daha yüksek perdeden konuşmaya başladı:
“Parası olsa Josépha’nın yerini tutacak kadına verirdi.” dedi. “Onun yürüdüğü yolda durmak olur mu? Bir kere o, kadınlara çok düşkündür! Kral’ımızın da dediği gibi, her şeyin bir kararı vardır. Sonra da işe gurur karışıyor. Baron güzel adamdır! Keyfi için sizi hasır üstünde bırakacak. Zaten siz şimdiden hastane yolunu boylamışsınız. Bakınız, evinize ayağımı bastım basalı salonunuzun mobilyasını yenileyemediniz. Bu kumaş söküklerinden hep zaruret akıyor. Sefaletlerin en müthişinin, kibar insanların sefaletinin iyi örtbas edilememiş alametlerini görüp de sinirlenmeyecek hangi damat vardır? Ben esnaftım, bunları çok gördüm. Parisli tacirin bakışı, gerçek zenginlikle sahte zenginliği keşfedebilmekte emsalsiz bir kuvvete sahiptir.” Alçak sesle “Beş parasızsınız.” dedi. “Bu, her şeyde, hatta hizmetçinizin elbisesinde bile kendini belli ediyor. Sizden gizlenmiş olan korkunç birtakım sırları da açığa vurayım ister misiniz?”
Mendilini ıslatacak kadar ağlayan Madam Hulot “Mösyö, yeter artık!” dedi.
“Damadım parayı babasına veriyor, hem sözlerime başlarken gidişat hakkında size söylemek istediğim de buydu. Ama ben kızımın menfaatlerini de gözetirim, gönlünüz rahat olsun.”
Aklı başından giden bahtsız kadın “Oh! Kızımı evlendirmek ve ölmek!..” dedi.
“Peki ama ya bunun çaresi?” dedi Crevel.
Madam Hulot, Crevel’e çehresini süratle değiştiren öyle umut dolu bir ifade ile baktı ki yalnız bu hareket Crevel’i yumuşatabilir, onu gülünç niyetinden vazgeçirebilirdi.
Yine hazır ol vaziyeti alan Crevel “Daha on yıl güzel kalacaksınız.” diye konuştu. “Gönlümü hoş ediniz, Matmazel Hortense evlenmiş olur. Size söylediğim gibi, Hulot bana açıktan açığa işi halletmek salahiyetini verdi, hem kızmayacak. Üç yıldır sermayelerimin gelirini arttırdım çünkü israflarım azalmıştır. Servetim dışında üç yüz bin frank kârım var, bunun hepsi size…”
“Çıkınız mösyö!” dedi Madam Hulot. “Çıkınız, hem artık bir daha gözüme de görünmeyiniz. Hortense için tasavvur edilen evlenme işinde sırrını açığa vurduğunuz alçakça hareketinizin…”
Crevel’in bir hareketine karşılık “Evet, alçakça.” diye karşılık verdi. “Alçakça hareketinizin, hiçbir zaruret olmasa… Zavallı bir kıza, güzel, masum bir kıza bu türlü bir kötülük nasıl elden gelir? Annelik, kalbimi kemiren bu zaruret olmasa demek tekrar gelip benimle konuşmayacak, bir daha evime ayak basmayacaktınız. Otuz iki yıllık evli kadınlık şerefi, doğruluğu, Mösyö Crevel’in darbeleriyle mahvolmayacaktır. Mösyö Crevel’in…”
Crevel şakacı bir eda ile “Saint Honoré Sokağı’ndaki eski ıtriyatçı, à la Reine des Roses’nin sahibi César Birotteau’nun halefi.” dedi. “Tıpkı selefim gibi eski belediye reisi muavini, millî muhafız yüzbaşısı, Legion d’honneur şövalyesi…
“Mösyö.” dedi Barones. “Mösyö Hulot yirmi yıl sebattan sonra karısından bıkmış, usanmışsa bu ancak beni alakadar eder ama mösyö, görüyorsunuz ki sadakatsizliğine esrar da karıştırmış çünkü Matmazel Josépha’nın kalbinde size halef olduğunu bilmiyordum…”
“Oh!” diye Crevel bağırdı. “Altın pahasına madam. Bu dişi yırtıcı ona iki yılda yüz bin franktan fazlaya mal oldu. Ah! Ah! Hâlâ takatiniz tükenmedi demek…”
“Artık bu kadar konuştuğumuz elverir, Mösyö Crevel. Hatırınız için bir annenin kalbinde hiçbir sızı duymadan çocuklarını öpebilmekten, kendini ailesi tarafından hürmet edilmiş, sevilmiş görmekten duyduğu saadeti tepmeyeceğim, ruhumu Tanrı’ya kirlenmemiş olarak geri götüreceğim…”
Crevel, buna benzer teşebbüslerde yeniden muvaffakiyetsizliklere uğramış iddialı kimselerin yüzüne akseden şeytani bir acılıkla “Amin!” dedi. “Sefaletin insanı ne hâle getirdiğini bilmezsiniz; utanç, şerefsizlik… Gözünüzü açmaya çalıştım, kızınızla sizi kurtarmak istemiştim!.. Demek, zamanenin müsrif baba mecazını ilk harfinden son harfine kadar heceleyip duracaksınız…”
Crevel oturarak “Gözyaşlarınız, gururunuz bana dokunuyor çünkü insanın sevdiği kadını ağlar görmesi çok kötü şey!..” dedi. “Size vadedebileceğim şey, Sevgili Adeline, ne size ne de kocanıza karşı hiçbir kötülük etmemektir ama hakkımda tahkikat yaptırmak için hiçbir zaman evime adam yollamayınız, işte bu kadar!”
“Şimdi ne yapmalı?” diye Madam Hulot bağırdı.
Şu ana kadar Barones, bu izahların kalbini sızlatan üçlü işkencesine katlanmıştı çünkü hem kadın hem anne hem de evli kadın olarak ızdırap duyuyordu. Gerçekten, oğlunun kaynatası ters ve tecavüzcü davrandıkça esnafın kabalığına karşı gösterdiği mukavemetten kuvvet almıştı lakin Crevel’in bıktırıcı âşık hâlinde, tahkir edilmiş güzel millî muhafız öfkesi içinde gösterdiği safdillik Madam Hulot’yu sinirlerini koparacak kadar gerdi; elleri kasıldı, gözyaşlarını salıverdi. Öyle ümitsiz bir bitkinlik hâli içindeydi ki diz çöken Crevel tarafından ellerinin öpülmesine müsaade etti.
“Tanrı’m! Ne etmeli?” dedi gözlerini silerek. “Bir ana gözleri önünde kızının mahvolmasını soğukkanlılıkla seyredebilir mi? Annesinin dizi dibindeki iffetli hayatı kadar, mümtaz tabiatıyla da kuvvetli olan bu derece harikulade bir mahlukun akıbeti ne olacak? Bazı günler, bahçede tek başına, sebebini bilmeyerek kederli kederli dolaşıyor; onu gözleri yaşlı buluyorum.”
“Yirmi bir yaşındadır…” dedi Crevel.
“Onu manastıra mı koymalı?” diye Barones sordu. “Çünkü bu tür buhranlarda din, tabiat karşısında çoğu zaman kuvvetsizdir. En dindar şekilde terbiye edilmiş kızların bile akılları başlarından gider!.. Kalkınız mösyö, görmüyor musunuz ki şimdiden sonra aramızda her şey bitmiştir. Sizden nefret ediyorum, bir annenin son ümidini de yıktınız!..”
“Ya bu ümidi kuvvetlendirirsem?” dedi Crevel.
Madam Hulot, Crevel’e sayıklayan bir eda ile baktı. Bu hâli ıtriyatçıya dokundu lakin “Sizden nefret ediyorum!” sözlerinden ötürü merhametini kalbinde sakladı. Çoğu zaman fazilet eğilip bükülmez, onun için de ince farkları göremez ve nazik vaziyetlerde yan çizmek suretiyle vakit kazanmak yollarını bilemez.
Crevel gücenmiş tavrını takınarak “Bugün Matmazel Hortense kadar güzel bir kızla drahomasız kimse evlenmez.” dedi. “Kızınız erkekler için ürkütücü güzellerden biridir; tıpkı, fazla müşteri çekmek için pahalı ihtimamları icap ettiren bir lüks atı gibi. Kolunuzda böyle bir kadınla yürüdünüz mü herkes size bakacak, peşinize düşecek, karınızı arzulayacaktır. Bu muvaffakiyet, karısının âşıklarını öldürmeyi göze almak istemeyen kimselere fazla kuşku verir çünkü ne de olsa insan bunların ancak birini öldürebilir. Bulunduğunuz vaziyet içinde, kızınızı ancak şu üç tarzda evlendirebilirsiniz: Benim yardımımla. Bu bir. Altmış yaşında, çok zengin, çocuksuz lakin çocuk isteyen bir ihtiyar bularak; bu zordur ama rastlanabilir. Joséphaları, Jenny Cadineleri alan bu kadar ihtiyar var da aynı budalalığı kanunen yapacak birine niçin rastlanmasın? Célestine’imle iki torunumuz olmasa ben Hortense’la evlenirdim. Etti iki! Sonuncu da en basitidir…”
Madam Hulot başını kaldırdı, eski ıtriyatçıya merak ve korku ile baktı.
“Paris, Fransız toprağı üzerinde yabani ağaçlar gibi biten bütün müteşebbis adamların birbirleriyle buluştukları bir şehirdir; orada yersiz yurtsuz birçok kabiliyet, her şeye hatta servet yapmaya bile yetenekli cesaretler kaynaşır. Şu hâlde, bu bekârlar… Kulunuz da vaktinde böyle idi, neler gördü neler. Du Tillet’nin nesi vardı? Yirmi yıl önce Popinot ne idi? Biroteau Baba’nın dükkânında, zengin olmak hırsından başka bir sermayeleri olmaksızın -ki bence bu hırs sermayelerin en değerlisidir- ufak tefek şeylerle haşır neşir oluyorlardı… Sermaye biter ama maneviyat tükenmez!.. Benim de neyim vardı? Zengin olmak hırsı, cesaret… Du Tillet bugün en büyük şahsiyetlerle atbaşı gidiyor. Küçük Popinot, Lombards Sokağı’nın en zengin aktarı, mebus oldu; şimdi de bakan. Şu hâlde, deyim yerindeyse ticaret, kalem veya elbise fırçası erbabından biri, Paris’te beş parasız bir genç kızla evlenebilecek biricik insandır çünkü onlar her türlü cesaret sahibidirler. Mösyö Popinot, Matmazel Birotteau ile bir mangırlık drahoma ummadan evlendi. Bu adamların akılları yok! Servetlerine, kabiliyetlerine inandıkları gibi aşka da inanıyorlar! Kızınıza âşık olan müteşebbis bir adam arayınız, kızınızla mala hiç bakmadan evlenecektir. İtiraf edeceksiniz ki bir düşman için bile cömertliği esirgemiyorum çünkü bu nasihat kendi aleyhimedir.”
“Ah! Mösyö Crevel, benimle dost olmak isteseydiniz, bu gülünç fikirlerinizden vazgeçerdiniz!..”
“Gülünç mü? Madam, kendinize eziyet etmeyiniz, güzelliğinize bir bakınız… Sizi seviyorum, bana geleceksiniz! Bir gün Hulot’ya ‘Josépha’mı aldın, ben de senin karına sahibim!..’ demek istiyorum. Bu, eski kısasa kısas kanunudur! Hem ben maksadımın gerçekleşmesine çalışacağım, yeter ki siz pek çirkinleşmeyesiniz.”
Hazır ol vaziyeti alıp Madam Hulot’ya bakarak, “Muvaffak olacağım, bakın niçin…” dedi.
Biraz durduktan sonra, “Ne bir ihtiyara ne de âşık bir delikanlıya rastlayacaksınız.” diye devam etti. “Çünkü kızınızı ihtiyar bir hovardanın manevralarına terk etmeyecek kadar çok seviyorsunuz, siz Barones Hulot, eski muhafız kıtasının eski bombacılarına komuta eden ihtiyar korgeneralin yengesi, müteşebbis bir adamı o hâliyle almaya razı olmayacaksanız çünkü bugünün herhangi bir milyonerinin on yıl önce basit bir makinist, basit bir işçi, haşa, basit bir fabrika ustabaşı oluşu gibi, o da basit bir amele olabilir. O zaman da kızınızın yirmi yaşının zoruyla sizi lekelemeye kadar varabileceğini görerek kendi kendinize ‘Benim lekelenmem daha iyi, Mösyö Crevel bu sırrı saklarsa şu eski eldiven taciri ile… Crevel Baba ile on yıl birlikte yaşamanın karşılığı olarak kızımın drahomasını, iki yüz bin frangı kazanırım!..’ diyeceksiniz. Canınızı sıkıyorum, söylediğim şey çok ahlaksızca, değil mi? Ama siz de dayanılmaz bir ihtirasla kemirilmiş olsaydınız bana teslim olmak için her seven kadının yaptığı gibi, kendi kendinize bazı muhakemeler yapacaktınız… O hâlde, Hortense’ın menfaati için bunlar, bu vicdan muhasebeleri kalbinizde yer edecektir…”
“Geride Hortense’ın dayısı var.”
“Kim, Fischer Baba mı? Elinin eriştiği bütün kasaları silip süpüren Baron sayesinde onun da işleri yolunda…”
“Kont Hulot da var…”
“Oh, madam! Kocanız, ihtiyar korgeneralin biriktirdiği paraları ezdi. Bu para ile şarkıcının evini döşedi. Bırakın bunları canım! Bana birazcık olsun ümit vermeyecek misiniz?”
“Uğurlar olsun. Ben yaşta bir kadına karşı duyulan ihtirasın yarası kolayca kapanır, Hristiyanca fikirlere sığınırsınız. Tanrı bahtsızları korur.”
Barones, Yüzbaşı’yı geri çekilmeye zorlamak için kalktı, onu büyük salona sürdü.
“Güzel Madam Hulot bu paçavralar ortasında mı ömrünü geçirecekti?” dedi Crevel.
Eski bir lambayı, yaldızları dökülmüş bir avizeyi, halının ipliklerini, nihayet beyaz, kırmızı ve altın sarısı bu büyük salonu, imparatorluk bayramlarının cesedi yapan büyük zenginlik döküntülerini gösteriyordu.
“Bütün bunların üstünde fazilet parlıyor, mösyö. Bana atfettiğiniz güzelliği para sızdırmak için bir tuzak gibi kullanıp güzel bir döşemeye sahip olmak hevesinde değilim.”
Yüzbaşı, Josépha’nın para hırsını kötülemek için demin kendisinin kullandığı tabirleri işitince dudaklarını ısırdı.
“Peki ama bu vefakârlık kimin için?” diye sordu.
Bu esnada Barones, eski ıtriyatçıyı nezaketle kapıya kadar çıkardı. Crevel faziletli, milyoner bir adam hoşnutsuzluğu göstererek “Bir hovarda için!..” diye ilave etti.
“Haklıysanız, mösyö, asıl o zaman sadakatimin kıymeti olacaktır, işte bu kadar.”
Yüzbaşı’yı, bıktırıcı bir insanın elinden kurtulmak için selamladığımız gibi selamladıktan sonra bıraktı, onu son bir kere daha hazır ol vaziyeti almış hâliyle görmeyecek kadar süratle arkasını döndü. Kapadığı kapıları tekrar açmaya gitti, Crevel’in “Hoşça kal” demek için yaptığı tehdit edici hareketi fark edemedi. Colysée’deki bir Hristiyanlık kurbanı gururuyla, asaletiyle yürüyordu. Bununla beraber, takati kalmamıştı çünkü bayılması yakın bir kadın gibi, kendini maviler döşeli oturma odasının divanına attı, gözleri de kızının Kuzin Bette’le şakalaştığı harabe hâlindeki kameriyeye takıldı kaldı.
Evlenişinin ilk günlerinden bugüne kadar, Barones kocasını Joséphine’in eninde sonunda Napolyon’u hayran bir aşk, annece bir aşk, kölece bir aşkla sevişi gibi sevmişti. Crevel’in verdiği tafsilattan haberi yok idiyse de Baron Hulot’nun yirmi yıldır kendisine sadakatsizlik gösterdiğini gayet iyi bilirdi lakin gözlerinin üstüne kurşun bir perde germiş, sessiz sessiz ağlamış, ağzından gıybete dair hiçbir söz çıkmamıştı. Bu melekçe tatlılığın karşılığı olarak kocasının saygısını, etrafında dinî ibadet gibi bir şey kazanmıştı. Bir kadının kocasına gösterdiği sevgi ve saygı aileye de sirayet eder. Hortense, babasını evlilik aşkının tam bir numunesi sanırdı. Herkesin şahsında Napolyon’a yardım etmiş devlerden birini gördükleri Baron’a karşı da duyduğu hayranlık hisleriyle beslenmiş olan Hulot’nun oğluna gelince; mevkisini babasının adına, mevkisine, kazandığı şöhrete borçlu olduğunu bilirdi. Bundan başka, çocukluk intibaları uzun süren bir tesir yapar, oğul hâlâ babasından korkardı. Crevel tarafından açığa vurulan uygunsuzluklardan şüphe etmiş olsa bile o, bunlardan şikâyet etmeyecek kadar babasına karşı saygı beslediği için bu uygunsuzlukları, bu mevzuda erkekleri görüş tarzından elde edilmiş delillerle mazur görürdü.
Şimdi, bu güzel, bu asil kadının fevkalade fedakârlığını izah etmenin tam sırasıdır; işte birkaç kelime ile hayatının hikâyesi…
Lorraine hudutlarında, Vosges dağlarının eteğindeki bir köyde yaşayan Fischer adlı üç çiftçi kardeş, cumhuriyetin asker toplamaları neticesinde, sonradan “Ren Ordusu” adını alan birliklere katıldılar.
1799’da kardeşlerden ortancası, Madam Hulot’nun babası dul André, kızını, 1797’de yaralanıp askerlik edemeyecek bir hâle gelen ağabeyi Pierre’e bıraktı ve Levazım Amiri Hulot d’Ervy’nin himayesi sayesinde askerî nakliye işlerinde ufak tefek bazı teşebbüslere girişti. Strazburg’a gelen Hulot oldukça tabii bir tesadüfle Fischer ailesini gördü. Adeline’in babası ile genç kardeşi o sıralarda Alsace’ta ot ve saman müteahhidi idiler.
O zaman on altı yaşlarında olan Adeline, kendisi gibi Lorraine toprağının kızı olan meşhur Madam du Barry’ye benzetilebilirdi. Kusursuz, insanı çarpan güzellerden, tabiatın hususi bir itina ile yarattığı Madam Tallien’e benzer kadınlardan biri idi; tabiat onlara en kıymetli ihsanlarını saçar; kibarlık, asalet, letafet, zarafet, zevk sahibi, ayrı bir beden, tesadüfün o meçhul atölyesinde işlenmiş bir ten… Bu güzel kadınların hepsi birbirlerine tamamen benzerler. Portresi Bronzino’nun şaheserlerinden biri olan Bianco Cappello, aslı meşhur Diane de Poitiers olan Jean Goujon’un Venüs’ü, portresi Doria galerisinde bulunan la Signora Olympia, Madam Ninon, Madam du Barry, Madam Tallien, Matmazel Georges, Madam Récamier… Yılların ihtiraslarının veya gecesi gündüzü eğlence ile geçen ömürlerinin inadına güzel kalmış bütün bu kadınların boyda, endamda, güzellik hususiyetinde göze çarpan benzerlikleri vardır ve bizleri inandırır ki nesiller ummanında aynı tuzlu dalganın kızları olan bütün bu Venüslerin geldiği afrodizyen bir cereyan vardır!
Bu ilahi kabilenin en güzellerinden biri olan Adeline Fischer; kraliçe doğmuş kadınların yüksek meziyetlerine, yılankavi hatlarına, zehirli dokumasına sahipti. Havva Ana’mızın Tanrı’nın elinden aldığı sarı saçlar, imparatoriçe endamı, büyüklük tavrı, profilde muhteşem hatlar, köylü kızı tevazusu, yolu üstündeki hayran bütün insanları, Raphael’in bir tablosu karşısındaki hayran meraklılar gibi durdurdu; bu sebeple Levazım Amiri onu görünce büyüklerine karşı büyük bir saygı besleyen Fischerlerin hayretleri önünde, Matmazel Adeline Fischer’i kanuni müddet zarfında kendine eş yaptı.
1792’de asker olup Wissembourg hatlarının hücumunda ağır yaralanmış olan büyük kardeş, İmparator Napolyon’a, büyük orduya ait her şeye tapıyordu. André ile Johann, İmparator’un himaye ettiği, zaten kendi talihlerini de borçlu oldukları Levazım Amiri Hulot’nun saygıyla sözünü ederlerdi. Çünkü Hulot d’Ervy onları, zeki ve dürüst oldukları için bir fevkalade ihtiyaçlar levazım teşkilatının başına getirmek üzere ordu nakliye kıtalarından çekip çıkarmıştı. Fischer kardeşler, 1804 Seferi sırasında yararlık göstermişlerdi. Sulh zamanında Hulot, sonraları 1806 Seferi hazırlıklarını yapmak üzere Strazburg’a gönderileceğini bilmeyerek onlara Alsace’ta saman müteahhitliği koparmıştı.
Genç köylü kız için bu evlenme, Meryem’in miraca çıkması gibi bir şey olmuştu. Güzel Adeline köyünün çamurlarından, birdenbire imparatorluk sarayı cennetine geçivermişti. Gerçekten, o zamanlar, levazım sınıfının en dürüst, en canla başla çalışanlarından biri olan Amir Hulot; İmparator’un yanına çağırılmış, hassa kuvvetine alınmıştı. Bu güzel köylü kızı, çıldırasıya sevdiği kocasına karşı beslediği aşkla kendi kendini terbiye etmek dirayetini göstermişti. Bundan başka, kadın olarak Adeline neyse, başamir de erkek olarak o idi ve imtiyazlı güzel erkekler soyundandı. İri, sağlam yapılı, sarışındı; mavi ve ateşli, oynak, dayanılmaz incelikte gözleriyle, zarif endamıyla o, d’Orsaylar, Forbinler, Ouvrardlar, hasılı imparatorluğun güzel erkekler taburunda dikkati kendine çekmişti. Uçarı, çapkın olup kadınlar hakkında Direktuvar zamanından kalma fikirlere bağlı kalan bu adamın zendostluğu, karısına karşı beslediği muhabbet yüzünden o zamanlar epey bir müddet kesintiye uğramıştı.
Daha ilk günlerden başlayarak Baron, Adeline’in gözünde hatadan beri bir ilah gibiydi; kadın her şeyi ona borçluydu. Serveti, arabası, konağı vardı ve devrin bütün lüksüne sahipti. Mesuttu, herkes tarafından sevilmişti, asalet payesi kazanmıştı, Barones idi. Hasılı, şöhret sahibi idi, ona güzel Madam Hulot derlerdi. Nihayet kendisine pırlanta bir gerdanlık hediye eden, onu başkalarından daima ayırt eden İmparator’un ayartma tekliflerini reddetmek şerefine de nail olmuştu çünkü imparator, kendisinin yenildiği işte muzaffer çıkan kimseden intikam almaya gücü yeter bir insan tavrıyla zaman zaman “O güzel Madam Hulot, yine öyle akıllı uslu mu?” diye sorardı.
Basit, saf, güzel bir ruhta, Madam Hulot’nun aşkına karıştırdığı taassup motiflerini anlamak için fazla dirayete lüzum yoktur. O, kocasının kendisine karşı kusur edemeyeceğine kendini inandırdıktan sonra, halikinin mütevazı, sadık, gözü kapalı kulu olmuştu. Fazla olarak onun büyük bir sağduyuya, halk terbiyesini sağlayan o sağduyuya sahip olduğunu da unutmayınız. Toplantılarda öz konuşur, hiç kimse hakkında kötü söz söylemez, kendini satmaya çalışmazdı. Her şey üzerinde düşünür; her şeyi, herkesi dinler; namuslu kadınları, doğuştan asil olanları kendine örnek seçerdi.
Hulot, 1815’te, yakın dostlarından birinin, Prens de Wissembourg’un izinde yürürdü bozguna uğramasıyla destani Napolyon harpleri silsilesini Waterloo’da sona erdiren o derme çatma ordunun teşkilatçılarından biri oldu. 1816’da Baron, Feltre Nazırlığının belalılarından biri oldu ancak 1823’te levazım kıtasındaki vazifesine iade edildi çünkü İspanya harbi için ona ihtiyaçları vardı. 1830’da Louis Philippe tarafından eski Napolyon taraftarları arasından yapılan bir devşirmede, bir nazırlığın dört genel müdüründen biri olarak devlet idaresinde yeniden göründü. Kral ailesinden küçük evlat kolunun tahta çıkışından -ki o bu hadisede faal bir yardımcı rolü oynamıştı- itibaren, Harbiye Nazırlığında işe çok yarar bir müdür olarak kalmıştı. Zaten mareşal asasını da elde etmişti; Kral için, onu hiç olmazsa ya nazır yahut da âyan azası yapmaktan başka çare kalmamıştı.
1818’den 1823’e kadar işsiz güçsüz kalan Baron Hulot, kadınlarla fazla düşüp kalkmaya başladı. Madam Hulot, Hector’unun ilk sadakatsizliklerini imparatorluğun meşhur akıbetine kadar götürebiliyordu. Barones de on iki yıl müddetle evinde tek başına prima donna assoluta6 sefası sürmüştü. Kadınların uysal ve iffetli eş rolü oynamayı kabul ettikleri zaman kocalarının kendilerine gösterdikleri o alışılmış muhabbetten Barones hâlâ faydalanıyor, gıybet eden bir sözü karşısında hiçbir rakip kadının iki saat bile dayanamayacağını biliyor lakin gözlerini kapıyor, kulaklarını tıkıyor, kocasının ev dışındaki gidişatını öğrenmek istemiyordu. Nihayet, Hector’una, bir annenin şımarık bir çocuğa yaptığı muameleyi yapıyordu. Biraz önce geçen konuşmadan üç yıl önce Hortense, Varieteslerde alt katın sahneye yakın bir locasında, babasını Jenny Cadine’le birlikte görmüş “Aaa, bak, babam!..” diye bağırmış, Barones de “Aldanıyorsun meleğim, o Mareşal’in yanına gitti.” diye karşılık vermişti. Barones, Jenny Cadine’i pekâlâ görmüştü lakin o kadını o derece güzel görünce kalbinin daraldığını hissedecek yerde, kendi kendine “Ah şu Hector kâfiri, herhâlde çok mesut olmalı!” diye söylenmişti. Bununla beraber, ızdırap çekiyor, kendini gizliden gizliye müthiş öfkelerin kucağına atıyordu lakin Hector’unu tekrar görünce gözünün önünde on iki yıllık tertemiz saadeti canlanıyor, şikâyet etmek kudretini kaybediyordu. Baron’un kendisini sırdaşı telakki etmesini çok isterdi lakin ona karşı duyduğu saygı yüzünden hovardalıklarından haberi olduğunu açığa vurmak cesaretini hiçbir zaman gösterememişti. Bu ruh inceliği aşırılıklarına ancak kötülüğe karşılık vermeden dayanmasını bilen o güzel halk kızlarında rastlanır, onların damarlarında ilk Hristiyanlık şehitlerinin kanından tortular vardır. Soydan olan kızlar, kocalarının dengi olduklarından ötürü, onlara eziyet etmek ve bilardoda noktalara işaret edildiği gibi, bunlar da şeytani bir intikam düşüncesiyle, gerek bir üstünlük gerekse bir intikam hakkını sağlamak için dokunaklı sözlerle müsamahalarına işaret etmek ihtiyacını duyarlar.
Kayınbiraderi Korgeneral Hulot’da, ömrünün son demlerinde kendisine mareşal asası verilecek, İmparatorluk Hassa Alayı bombacılarının ünlü komutanının şahsında Barones kendisine hararetli bir hayran bulmuştu. Bu ihtiyar, 1830’dan 1834’e kadar, 1799 ve 1800’deki yararlıklarına sahne olan Bretonya’yı da içine alan askerî tümene komuta ettikten sonra, son günlerini Paris’te, hakkında daima bir baba sevgisi beslediği kardeşinin yanında geçirmeye gelmişti. O ihtiyar asker yüreği, Madam Hulot’nun yüreğiyle kaynaşmıştı; ona cinsinin en asil, en mukaddes mahluku olarak hayran oluyordu. Evlenmemişti çünkü yirmi memlekette, yirmi seferde beyhude yere aradığı bir ikinci Adeline’le karşılaşmak istemişti. Napolyon’un “Şu babacan Hulot, cumhuriyetçilerin en dikkafalısıdır ama bana hiçbir zaman ihanet etmeyecektir.” dediği bu kusursuz, lekesiz eski cumhuriyetçi ruhta gözden düşmemek için Adeline biraz önce hücumuna uğradığı ızdırapların daha da merhametsizce olanlarına katlanmıştı. Lakin otuz seferle delik deşik olmuş, yirminci defa Waterloo’da yaralanmış bu yetmiş ikilik ihtiyar; Adeline için bir hayranlıktı, bir himaye değil. Zavallı Kont, türlü sakatlıklarından başka, bir de ancak kulaklık yardımıyla işitebiliyordu.
Baron Hulot d’Ervy güzel erkek kaldığı müddetçe, gönül eğlencelerinin serveti üzerinde hiçbir tesiri olmamıştı lakin elli yaşına varınca kesenin ağzını açmak icap etti. O yaşta ihtiyar erkeklerde aşk kötü bir huy hâlini alır; işe manasız bir kibir karışır. Bu yüzden, o sıralarda Adeline, kocasının saçlarını, zülüflerini boyamak, kemerle korse takmak suretiyle, inanılmayacak bir ısrarla tuvaletine düştüğünü de gördü. Ne pahasına olursa olsun, güzel erkek kalmak istiyordu. Bir vakitler kendisinin alayla karşıladığı bu güzelliğine aşırı düşkünlük kusurunu en had derecesine vardırdı. Sonunda Adeline, Baron’un metreslerinin evine akan büyük servetinin, kaynağını kendi evinden aldığını anladı. Sekiz yıldan beridir büyük bir servet israf edilmiş; hem öylesine esaslı bir şekilde israf edilmişti ki iki yıl önce oğlu Hulot’nun baş göz edilmesi sırasında, Baron bütün servetinin maaşlarından ibaret kaldığını karısına itiraf etmeye mecbur olmuştu. Adeline’in karşılığı “Bu bizi nereye vardıracak?” olmuştu. Devlet Müşaviri “Gönlün rahat olsun.” diye karşılık vermişti. “Makamımın maaşlarını size bırakıyorum, bazı işler yaparak Hortense’ın evlenmesi için lüzumlu parayı, yarınımızı sağlayacağım.” Bu kadının, kocasının kudretine ve yüksek kıymetine, dirayetine ve karakterine olan kuvvetli imanı bu gelip geçici tasayı yatıştırmıştı.
Crevel’in kalkıp gitmesinden sonra, Barones’in derin düşüncelere dalmasının sebebi ve ağlamaları artık tamamıyla anlaşılmış olmalıdır. Zavallı kadın iki yıldır kendini uçurumun dibinde biliyor lakin kendisini orada tek başına sanıyordu. Oğlunun evlenmesi nasıl olmuştu, bunu bilmiyordu; Hector’un doymak bilmez Josépha ile münasebetinden de haberi yoktu; nihayet, dünyada hiç kimsenin kendi ızdıraplarından haberi yoktur sanıyordu. Şayet Crevel, Baron’un zevküsefasından herkese böyle apaçık bir şekilde söz ediyorsa Hector kısa zamanda itibarını kaybedecek demekti. Öfkeli eski ıtriyatçının kaba sözleri arasında, genç avukatın evlenmesini doğuran kötü münasebeti sezmişti. Demek ki herhangi bir çilingir sofrasında, sarhoş iki ihtiyarın adi laubalilikleri arasında teklif edilen bu zifafın rahibeleri iki düşkün kız olmuştu; Barones kendi kendine “Demek Hortense’ı unutuyor!” diye söylendi. “Bununla beraber onu her gün görüyor, yoksa bu şırfıntıların evinde mi ona koca arayacak?” Şimdi, kadından daha kuvvetli olan anne tek başına konuşuyordu çünkü Hortense’ı Kuzin Bette’le birlikte o tasasız gençlik kahkahalarıyla gülerken görüyordu; biliyordu ki bu sinirli gülüşler, bahçede tek başına yapılan bir gezintinin ağlamaklı hülyalara ait alametlerinden çok daha korkunç alametlerdir.
Hortense annesine benzerdi lakin onun altın sarısı, kendinden kıvırcık, hayret verecek kadar gür saçları vardı. Parlaklığı sedef parlaklığını andırırdı. Herkes onda şerefli bir evlenmenin, asil, bütün kuvvetiyle saf bir aşkın meyvesini görürdü. Bu, çehrede ihtiraslı bir hareket, hatlarda bir neşe, bir gençlik cazibesi, bir hayat tazeliği, kendi dışında titreşen ve elektrik ışınları vücuda getiren bir sıhhat zenginliği idi. Hortense bakışı kendine çekerdi. Masumluğun döküldüğü o mayi içinde yüzen açık deniz mavisi gözleri, geçen bir kimsenin üzerine takılınca o kimse elinde olmadan ürperirdi. Bundan başka, yaldızlı sarışınlarda o süt beyazlıklarına pahalıya oturan kula renkli lekelerle de tenini bozmuş değildi. İri ve balık etinde vücudu, asaleti, annesininkiyle boy ölçüşen sülün endamı onu, eski devir muharrirlerinde pek israf edilen ilahe unvanına layık hâle getirmişti. Bu sebeple, Hortense’ı kim sokakta görse hayretini, “Aman Tanrı’m! Ne güzel kız!” cümlesiyle anlatmaktan kendini alamazdı. Genç kızın öylesine gerçek bir masumluğu vardı ki eve dönerken “Anne, niçin bunlar sen benimle beraberken ‘güzel kız’ diye bağırıyorlar? Sen benden daha güzel değil misin?” derdi. Gerçekten de kırk yedi yaşında olmasına rağmen Barones, güneşin batışına meraklı olanlarca kızına değişilebilirdi çünkü kadınların dedikleri gibi, o XVII. asırda çirkinlerin payını öylesine gasbetmiş gibi görünen Ninon’un skandala yol açtığı bilhassa Paris’teki o nadir hadiselerden biri sayesinde güzellikteki önceliklerinden hiçbirini kaybetmemişti.
Kızını düşünerek Barones, kocasına dönüyor onu günden güne içtimai batağın içine gömülmüş, belki de bir gün mevkisinden kovulmuş görüyor. Putunun, Crevel’in kehanet savurduğu belirsiz felaketler hayaletiyle birlikle düşüş tasavvuru kadıncağız için öyle korkunç oldu ki vecde dalan insanlar gibi kendinden geçip bayıldı.
Hortense ile bahçede konuşan Kuzin Bette, ne vakit salona dönebileceklerini anlamak için zaman zaman bakıyordu lakin Barones camekânlı kapıyı açtığı sırada genç kuzini onu sorgularıyla o derece fazla taciz etmişti ki bu açılışı fark etmedi.
Madam Hulot’dan beş yaş küçük olmakla beraber, Fischerlerden en büyüğünün kızı olan Lisbeth Fischer, kuzini kadar güzel olmaktan çok uzaktı; bu sebeple Adeline’i bir o kadar da kıskanırdı. Kıskançlık, İngilizler tarafından küçük ailelerin değil; asıl büyük ailelerin deliliklerini anlatmak için bulunmuş kelime ile taşkınlıklarla dolu bu karakterin esasını teşkil ederdi. Kelimenin bütün manasıyla Vosgesların köylü kızı; kuru, esmer, parlak saçlar, kalın ve çatık kaşlar, uzun kuvvetli kollar, kocaman ayaklar, uzun ve maymunu andıran yüzünde siğiller… İşte bu kızoğlankızın kısaca portresi.
Birlikte yaşayan aile, kaba kızı güzel kıza, ham meyveyi açılmış çiçeğe kurban etmişti. Kuzini nazlı büyütülürken Lisbeth tarlada çalıştırıldı; bir gün Adeline’i yalnız bulunca burnunu, ihtiyar kadınların hayranı oldukları gerçek Yunan burnunu koparmak istemişti. Bu kötü hareketi yüzünden dövülmüşse de imtiyazlı kızın elbiselerini yırtmaktan, küçük yakalıklarını bozmaktan geri durmadı.
Kuzininin hiç umulmadık evlenmesi sırasında Lisbeth kaderin bu cilvesi önünde, Napolyon’un erkek ve kız kardeşlerinin tahtın şaşaası ve komutanın azameti önünde eğilişleri gibi eğilmişti. Fevkalade iyi yürekli ve munis olan Adeline, Paris’te Lisbeth’i hatırladı. 1809’da onu evlendirerek sefaletten kurtarmak niyetiyle Paris’e getirtti. Adeline’in dilediği gibi onu derhâl evlendirmek imkânsızlığı içinde Baron, bu kara gözlü, kömür kaşlı, okuma yazma bilmez kızı bir işe yerleştirmekle işe başladı; Lisbeth’i, imparator sarayının nakışçıları olan, meşhur Pons Kardeşler’in yanına çırak olarak yerleştirdi.
Kısaltılarak Bette adı verilen kuzin altın ve gümüş sırmakeş işçisi olmuş, dağlılara has gayretiyle okumayı, hesap yapmayı ve yazmayı öğrenmek dirayetini göstermişti çünkü eniştesi Baron, bir sırmakeş müessesesini işletmek için bu bilgilere sahip olmanın lüzumunu ona anlatmıştı. Servet sahibi olmak istiyordu, iki yıl içinde bambaşka bir insan oluverdi. 1811’de köylü kızı epey kibar, epey becerikli, zeki bir atölye şefi olmuştu.