Kitabı oku: «Gurur ve Ön Yargı», sayfa 5
14
Yemek süresince Bay Bennet neredeyse hiç konuşmamıştı. Ama hizmetkârlar çekilince misafiriyle biraz sohbet etmenin zamanının geldiğini düşündü, bu yüzden de seve seve konuşacağına inandığı için, Collins’in, onu himayesine alan hanım bakımından ne kadar şanslı olduğundan söz açtı. Leydi Catherine de Bourgh’ün onun isteklerine olan dikkati ve onu rahat ettirme çabası olağanüstüydü. Bay Bennet daha iyi bir konu seçemezdi. Bay Collins kadına övgüler yağdırdı. Konu ilerledikçe kendinden geçiyor, önemli bir adam edasıyla yaşamı boyunca mevki sahibi hiç kimsenin kendisine böyle davranmadığından, Leydi Catherine’den gördüğü nezaket ve lütfu kimseden görmediğinden söz ediyordu. Onun huzurunda verme şerefine nail olduğu her iki vaazı da tüm merhametiyle onaylamasından büyük bir memnuniyet duymuştu. Ayrıca onu iki kez Rosings’te yemeğe ve daha geçen cumartesi akşamı kadril karesini tamamlamak üzere davet etmişti. Leydi Catherine’e onu tanıyan pek çok kişi tarafından kendini beğenmiş gözüyle bakılıyordu ama Collins’in onda tek gördüğü tatlılık olmuştu. Onunla, tüm beylerle nasıl konuşuyorsa öyle konuşuyor, ne o yörenin topluluğuyla kaynaşmasına ne de akrabalarını ziyaret edebilmesi için duruma göre bir veya iki haftalığına bölgesinden uzaklaşmasına en ufak bir itirazda bulunuyordu. Hatta seçimini sağduyuyla yapması koşuluyla en kısa zamanda evlenmesini öğütlemeye bile tenezzül etmişti. Bir keresinde de mütevazı evine ziyarette bulunmuş ve yaptığı tüm değişiklikleri istisnasız onaylamış, üstelik lütfedip kendisi de birkaç öneride bulunmuş, üst kattaki dolaplardan birkaç rafı kaldırmasını söylemişti.
“Bütün bunlar çok yerli yerinde ve kibar davranışlar eminim ki…” dedi Bayan Bennet, “Ve söylemeden de edemeyeceğim, çok ince bir hanımmış. Ne acıdır ki önemli hanımlar genellikle onun gibi değiller. Peki size yakın bir yerde mi oturuyor beyefendi?”
“Fakirhanemin bulunduğu bahçe, hanımefendinin konutu olan Rosings Köşkü’nden yalnızca dar bir geçitle ayrılıyor.”
“Sanırım onun dul olduğunu söylemiştiniz beyefendi. Ailesi var mı peki?”
“Tek bir kızı var yalnızca, Rosings’in ve muhteşem bir mülkün vârisi.”
“Ah!” diye inledi Bayan Bennet başını sallayarak, “Pek çok kızdan daha iyi bir durumda o zaman. Nasıl bir kız peki? Güzel mi?”
“Gerçekten de çok çekici bir kız. Leydi Catherine’in kendisi de diyor ki gerçek güzellik bakımından Bayan de Bourgh en güzel kadından daha güzelmiş; çünkü yüz ifadelerinde doğuştan ayrıcalıklı bir genç kadın havası varmış. Ancak ne yazık ki hasta bir bünyesi var, bu da onu normalde kesin başarılar elde edeceği pek çok becerisini geliştirmekten alıkoyuyor; ben de eğitimini sağlayan ve hâlâ onlarla kalan hanımdan duydum. Fakat son derece cana yakındır, sık sık küçük faytonu ve midillileriyle fakirhanemin yanından geçme lütfunda bulunur.”
“Kraliçeye takdim edilmiş miydi? Saraydaki hanımlar arasında onun ismini hatırlamıyorum.”
“Kötü sağlığı yüzünden istemese de şehir dışında kalmak zorunda ve bu yüzden de Leydi Catherine’e bir gün şahsen söylediğim üzere İngiliz Sarayı en parlak ziynet taşından mahrum durumda. Leydi bu benzetmeden hoşnut kaldı; hanımların her zaman hoşuna gidecek bu küçük iltifatları her fırsatta onlara sunmaktan memnuniyet duyduğumu tahmin ediyorsunuzdur. Leydi Catherine’e güzel kızının sanki düşes olmak için doğduğunu ve en yüksek zümrenin bile onu ihya etmek yerine onun tarafından ihya edileceğini birden çok kez söylemişimdir. Bunlar hanımefendileri mutlu edecek türden küçük şeyler ve böyle bir ilgiyi göstermeyi kendime görev bilirim.”
“Çok doğru bir davranış.” dedi Bay Bennet, “Ve ne mutlu size ki nazik iltifatlar etme yeteneğine sahipsiniz. Sorabilir miyim acaba, bu hoş ilgi o anın etkisiyle mi ortaya çıkıyor, yoksa önceden provasını yaptığınız bir şey mi?”
“Çoğunlukla o an yaşananlardan ortaya çıkıyor, her ne kadar arada sırada günlük durumlara uyarlanabilecek böyle küçük, şık iltifatlar düşünüp düzenleyerek kendi kendime eğlensem de onlara her zaman mümkün olduğunca üzerinde çalışılmamış gibi bir hava katmak isterim.”
Bay Bennet’ın beklentileri tamamen karşılanmıştı. Yeğeni umduğu kadar aptaldı ve onu son derece eğlenerek dinlemiş, aynı zamanda yüz ifadesindeki ciddiyeti de bozmamıştı. Elizabeth’e tesadüfen attığı bir bakış dışında keyfine ortak da aramamıştı.
Yine de çay saatine dek bu kadarı yeterliydi. Bay Bennet konuğunu tekrar oturma odasında ağırlamaktan ve çay bittikten sonra da hanımlara bir şeyler okuması için davet etmekten memnuniyet duymuştu. Bay Collins buna dünden razıydı, hemen bir kitap bulundu. Ama halk kütüphanesinden alındığı her hâlinden belli olan kitabı görür görmez irkildi ve özür dileyerek hiç roman okumadığını söyledi. Kitty ona dik dik baktı, Lydia ise hafif bir çığlık atarak tepki gösterdi. Böylelikle raftan başka kitaplar indirildi, biraz düşünüldükten sonra Fordyce’ın “Vaazlar”ında4 karar kılındı. Adam daha ilk cildi açtığında Lydia esniyordu, tekdüze bir ciddiyetiyle daha üç sayfa okumamıştı ki onun sözünü kesti:
“Biliyor musunuz anne, Philips enişte, Richard’ı geri döndürmekten bahsediyor, eğer bunu başarırsa Albay Forster onu işe alacak. Teyzem cumartesi günü kendi söyledi. Yarın Meryton’a gidip işin aslını astarını öğreneceğim, bir de Bay Danny şehirden ne zaman dönecekmiş onu soracağım.”
Lydia’ya iki ablası çenesini tutmasını söylese de oldukça alınan ama Bay Collins, kitabını bir kenara bırakıp dedi ki:
“Küçük hanımların ciddi kitaplara olan ilgisinin -sırf onların iyiliği için yazılmış olmalarına karşın- ne kadar az olduğunu sık sık gözlemliyorum. İtiraf etmeliyim ki bu beni çok şaşırtıyor, öğrenim kadar onların yararına olan bir şey daha olamaz, kesinlikle! Ama genç kuzinimi daha fazla sıkmayacağım.”
Daha sonra Bay Bennet’a dönerek ona tavlada meydan okudu. Bay Bennet bu teklifi kabul etti. Collins’in, kızları basit eğlenceleriyle baş başa bırakışını zekice bulmuştu. Bayan Bennet ve kızları, Lydia’nın kabalığı için utana sıkıla özür dilediler ve bunun bir daha olmayacağına dair söz vererek kitabına kaldığı yerden devam etmesini istediler. Ama Bay Collins genç kuzinine hiç darılmadığı ve hareketini kabalık olarak algılamadığı konusunda ikna ederek Bay Bennet’la birlikte başka bir masaya oturdu ve tavla oynamaya hazırlandı.
15
Bay Collins akıllı bir adam değildi. Tabiatındaki yoksunluk, eğitimle ya da yetiştirilme biçimiyle pek de giderilmemişti. Yaşamının büyük bir kısmını okuma yazma bilmeyen ve cimri bir babanın himayesinde geçirmişti. Öte yandan bir üniversiteye kabul edilmiş olmasına karşın yalnızca devam zorunluluğunu yerine getirdiği için ne işe yarar bir bilgi edinmiş ne de faydalı olabilecek arkadaşlıklar kurmuştu. Babasının onu yetiştirirken üzerinde kurduğu otorite aslında ona ezik bir kişilik kazandırmış ancak şimdi bunun yerini, inzivaya çekilmiş, erken ve beklenmedik bir başarının tadını çıkartan zayıf bir kafanın kendini beğenmişliği almıştı. Hunsford’da işsizken iyi bir rastlantı onu Lady Catherine de Bourgh’ün karşısına çıkarmış, onun yüksek konumuna duyduğu saygı ve kollayıcısı olarak duyduğu minnet, kendisini, din adamlığını ve papazlık haklarını pek bir önemsemesiyle harmanlanarak ortaya gurur, dalkavukluk, caka ve eziklik alaşımı bir karakter çıkarmıştı.
Artık iyi bir evi ve fazlasıyla yeterli bir maaşı olduğu için evlenmeye niyetleniyordu. Longbourn’daki aileyle barışma çabasının arkasındaki neden de eş bulmaktı. Eğer çevresinden duyduğu kadar güzel ve cana yakın olduklarına kanaat getirirse niyeti kızlardan birini seçmekti. Babalarının evinin mirasçısı olmasına karşılık böyle bir yardımda bulunmayı, durumu “düzeltmeyi” planlıyordu ve bu planı kusursuz buluyordu. Hem duruma çok uygun hem de pek yerindeydi, kendi açısından da oldukça cömert ve çıkarsızdı.
Planı onları görünce değişmedi. Genç Bayan Bennet’ın güzel yüzü düşüncelerini pekiştirdi ve yaşça en büyük olmasına da dayanarak fikrini belirledi; ilk akşam Jane’de karar kılmıştı. Ancak ertesi sabah Bayan Bennet’la kahvaltıdan önce yaptığı, papaz eviyle başlayıp doğal olarak kendine aradığı eşin Longbourn’dan çıkabileceği umudunu belirtmesiyle süren, Bayan Bennet’ın hoşgörülü gülümsemeleri ve genel anlamda yüreklendirmeleri eşliğinde adama Jane’den kesinlikle uzak durmasını söylediği on beş dakikalık baş başa konuşmadan sonra fikri değişmişti. Küçük kızları için bir şey söylemenin kendisine düşmeyeceğini, kesin bir cevap veremeyeceğini ama herhangi bir ön yargı da taşımadığını, en büyük kızının ise çok yakında nişanlanacağını söylemeden de edemiyordu.
Bay Collins’in yapması gereken tek değişiklik, Bayan Bennet ateşi karıştırırken çok kısa bir sürede gerçekleşmiş ve Jane’den Elizabeth’e yönelmişti. Yaş ve güzellik olarak Jane’in hemen arkasından gelen Elizabeth elbette onun yerini almıştı.
Bayan Bennet bunu sevinçle karşıladı, kısa sürede iki kızının birden mürüvvetini göreceğinden emindi, daha bir gün önce ismini anmaya bile tahammül edemediği adam artık başının tacıydı.
Lydia’nın Meryton’a yürüme isteği unutulmamıştı. Mary dışındaki tüm kardeşleri ona eşlik etmeyi kabul etti. Bay Collins de ondan kurtulmak ve kütüphanesiyle baş başa kalmak için can atan Bay Bennet’ın ricası üzerine onlarla gidecekti; kendisini kahvaltıdan kalktıktan sonra kütüphaneye dek takip etmiş, koleksiyondaki en büyük kitaplardan biriyle ilgileniyor gibi görünse de aslında hiç durmadan Hunsford’daki evden ve bahçesinden bahsetmişti. Bu tarz davranışlar Bay Bennet’ı çok sinirlendirirdi. Kütüphanesindeyken kendine ayıracağı zaman ve dinginlikten her zaman emin olurdu ve Elizabeth’e söylediği gibi evdeki diğer odaların hepsinde aptallık ve kibirle karşılaşmaya hazır olmasına karşın burada bunlardan uzak durmaya alışmıştı. Bu yüzden de Bay Collins’i kızlarının yürüyüşüne davet etme nezaketini göstermekte aceleci davranmıştı; yürüyüş yapmayı okumaktan daha çok seven Bay Collins de dev kitabını kapatıp onlarla gitmekten büyük zevk duymuştu.
Boş boş övünüp duran Collins ve nezaketen onu onaylayan kuzinleri, Meryton’a gidene dek birlikte zaman geçirdiler. Oraya vardıkları zaman gençlerin ilgisi artık Collins’in üzerinde değildi. Gözleri fıldır fıldır subayları arıyordu ve mağaza vitrininde görecekleri çok şık bir şapka veya en yenisinden bir muslin dışında hiçbir şey bu ilgiyi dağıtamazdı.
Ama kısa süre sonra bütün hanımların ilgisi, daha önce hiç görmedikleri, çok efendi görünümlü, yolun diğer tarafında bir subayla yürüyen genç bir adama yöneldi. Subay, Lydia’nın Londra’dan dönüşünü merak ettiği Bay Denny’den başkası değildi, geçerken onlara başıyla selam verdi. Bu yabancı erkeğin endamıyla çarpılmışlardı, hepsi onun kim olduğunu merak ediyordu. Bu sorunun cevabını bulmaya kararlı olan Kitty ile Lydia karşı dükkândan bir şey almak istiyormuş gibi yapıp sokağın karşısına geçtiler ve şans eseri tam da kaldırıma çıktıkları sırada iki beyefendi aynı noktaya geldiler. Bay Denny doğrudan onlara seslenerek arkadaşı Bay Wickham’ı tanıtmak için izin istedi; kendisi önceki gün onunla birlikte şehirden dönmüştü ve Denny onun alaylarında subay olmayı kabul ettiğini söylemekten mutluluk duyuyordu. Olması gereken tam da buydu; çünkü genç adamın kusursuz görkemini tamamlamak için üzerinde bir üniforması eksikti. Pek alımlıydı ve her bakımdan çok çekiciydi; hoş bir yüz, yerinde bir boy bos ve gayet tatlı bir konuşma tarzı… Tanışma faslının ardından genç adam muhabbet etmeye ne kadar istekli olduğunu gösterdi. Ama bu tavrında aynı anda hem ölçülü hem de alçak gönüllüydü. Grubun tamamı ayakta dikilmiş güzel güzel muhabbet ederken at sesleriyle irkildiler, Darcy ve Bingley sokaktan aşağı iniyordu. Topluluktaki hanımları fark edince iki beyefendi onlara doğru yönelip olağan kibarlıklarını gösterdiler. Baş konuşmacı Bay Bingley, sohbetin ana konusu da genç Bayan Bennet idi. O sırada Bingley, kendisinin de hanımefendinin sağlığını sormak için Longbourn yollarında olduğunu söyledi. Bay Darcy de bunu hafifçe eğilerek onayladı ve tam da gözlerini Elizabeth’e dikmemeye karar vermişti ki yabancı adamın varlığıyla birdenbire donakalmaları ve Elizabeth’in, her ikisinin de karşılaşmanın şaşkınlığıyla birbirine baktığını görmesi bir oldu. Her ikisinin de rengi değişivermişti, biri bembeyaz, diğeri kıpkırmızı kesilmişti. Bir süre sonra Bay Wickham şapkasına dokundu, Bay Darcy’nin karşılık verme lütfunu gösterdiği bir selamdı bu. Bunun anlamı ne olabilirdi? Hayal etmesi imkânsızdı, öğrenmek için sabırsızlanmamak da imkânsızdı.
Biraz sonra arkadaşıyla birlikte yola koyulurken Bay Bingley olanın bitenin farkına varmış gibi görünmüyordu.
Bay Denny ve Bay Wickham, genç hanımlarla birlikte Bay Philips’in evinin kapısına doğru yürüdüler ve Bayan Lydia’nın içeri girme ısrarlarına, hatta Bayan Philips’in salon penceresini açıp bu daveti yinelemesine karşın selamlarını verip oradan ayrıldılar.
Bayan Philips, yeğenlerini görmekten her zaman mutluluk duyardı, son zamanlarda ona pek uğramayan en büyük iki yeğenini büyük bir sevinçle karşıladı. Arabayla gelmemelerinden dolayı sürpriz bir ziyaret olmuştu. Sokakta Bay Jones’un çırağına rastlayıp da ondan Bennet hanımlar geleceği için Netherfield’a ilaç yollamayacaklarını duymuş olmasaydı hiç haberinin olmayacağı bu ani ziyarete ne kadar şaşırdığını sevinçle yineleyip duruyordu ki tam o esnada Jane tarafından takdim edilen Bay Collins de zarifliğinden nasibini aldı. Onu olabilecek en kibar hâliyle karşıladı, çok daha fazlasını da karşılık olarak gördü. Bay Collins, kendisini tanımadıkları hâlde davetsiz bir misafir olarak geldiği için özür diledi; gerçi bu durumun, kendisini onunla tanıştıran genç hanımlarla olan onur verici akrabalığı ile telafi edileceğini düşünüyordu. Bayan Philips böyle bir beyefendilik karşısında mest olmuştu ama bir yabancı hakkındaki gözlemleri;
hakkında, yeğenlerinin zaten bildiği şeylerden fazlasını anlatamayacağı başka bir yabancıya dair sorular ve nidalarla kesildi. Bay Denny ile beraber Londra’dan gelmişti, yakında …shire’da teğmen olacaktı, tüm bildiği bunlardan ibaretti. Söylediğine göre son bir saattir onun yolu boydan boya katedişini izliyordu ve Bay Wickham ortaya çıkmış olsaydı, Kitty ve Lydia da izleme işini kesinlikle sürdürürdü. Ama ne yazık ki yabancı adamla karşılaştırıldığında “aptal, itici herifler”den öteye gidemeyecek birkaç subay dışında kimsenin geçtiği yoktu. Bunların kimileri Philips’lerle ertesi gün yemek yiyecekti ve teyzeleri, Longbourn’lu aile akşam gelecek olursa eşini Bay Wickham’a yollayıp onu da davet ettireceğine söz verdi. Anlaşma sağlanmıştı ve Bayan Philips şamatalı, güzel bir ödüllü kart oyunu oynayacakları, ardından da sıcak bir yemek yiyecekleri haberini verdi. Bunlar kulağa çok güzel gelen şeylerdi, ayrılırken karşılıklı güzel hisler içindeydiler. Bay Collins odadan ayrılırken özürlerini yineledi ve dur durak bilmeyen bir kibarlıkla özre hiç gerek olmadığı konusunda ikna edildi.
Eve yürürlerken Elizabeth, Jane’e iki beyin birbirlerine karşı tavırlarını anlattı, bir hata yapmış gibi görünselerdi Jane birini ya da ikisini birden savunmaya geçerdi ama o da bu davranışa kardeşinden daha fazla anlam veremedi.
Döndüklerinde Bay Collins, Bayan Philips’in davranışlarına ve kibarlığına övgüler yağdırarak Bayan Bennet’ı hayli mutlu etti. Lady Catherine ve kızını saymazsa ömründe daha zarif bir hanım görmediğini söyledi. Onu sadece müthiş bir kibarlıkla karşılamakla kalmamış, üstüne basa basa ertesi akşamki davete de çağırmıştı, hem de kendisini o ana dek hiç tanımadığı hâlde. Bennet’larla olan akrabalığı bir parça etkili olmuştu belki ama yine de hayatında öyle ilgi alaka görmemişti.
16
Gençlerin teyzeleriyle olan sözleşmelerine itiraz edilmediği, Bay Collins’in de Bay ve Bayan Bennet’tan bir akşamlığına bile ayrılmak konusundaki tedirginliğine kuvvetle karşı koyulduğu için araba hazırlandı, o ve beş kuzini uygun bir saatte Meryton’a vardılar. Kızlar oturma odasına girerken, Bay Wickham’ın eniştelerinin davetini kabul ettiğini ve o sırada evde olduğunu sevinçle öğrendiler.
Bu bilgi verildiği ve hepsi koltuklarına yerleştiği sırada Bay Collins etrafı incelemekle meşguldü; dairenin genişliğine ve döşenmesine öyle hayran olmuştu ki kendini az kalsın Rosings’teki küçük kahvaltı salonunda sanacağını söyledi. Bu karşılaştırma önce pek takdir toplamadıysa da Bayan Philips ondan Lady Catherine’in oturma odalarından sadece birinin tarifini dinleyip, yalnızca şöminenin sekiz yüz paunda mal olduğunu, Rosings’in neresi ve sahibinin kim olduğunu öğrenince iltifatın büyüklüğünü hissetti; hizmetçi odasıyla karşılaştırılsa bile gücenmezdi artık.
Bay Collins, beyler yanlarına gelinceye dek Lady Catherine’in ve malikânesinin ihtişamını tarif edip, fırsatını buldukça da kendi mütevazı fakirhanesinden ve geçirmekte olduğu tadilattan bahsederken hâlinden gayet memnundu. Duyduklarından sonra adama verdiği değer daha da artan ve öğrendiklerini ilk fırsatta tüm komşularına yaymak için can atan Bayan Philips, ona göre çok dikkatli bir dinleyiciydi.
Kuzenlerini dinlemeye tahammül edemeyen ve piyano olsaydı diye hayıflanıp şöminenin üzerinde duran uyduruk, taklit porselen heykelleri incelemekten başka yapacak bir iş bulamayan genç kızlar için bu bekleme süresi fazla uzun gelmişti. Ama sonunda bekleyiş sona erdi. Beyler göründüler ve Bay Wickham odaya girdiğinde Elizabeth ilk gördüğünden beri ona duyduğu hayranlığın en ufak bir mantıksızlık taşımadığını hissetti.
…shire subayları genelde oldukça kibar ve beyefendi idiler, en seçmeleri de o an oradaydı. Ama nasıl ki onlar arkalarından nefesi Porto şarabı koka koka odaya giren yayvan suratlı, şişman Philips eniştelerinden üstünseler, Bay Wickham da kişiliği, yüzü, havası ve yürüyüşüyle bu subayların hepsinden açık ara öndeydi. Salonun mutlu adamı, bütün kadınların bakışlarını üzerine çeken Bay Wickham’dı; salonun mutlu kadını da sonunda onun yanına oturmayı başaran Elizabeth. Konuşurken hemen büründüğü yumuşak tavır, her ne kadar yalnızca gecenin rutubetli olduğundan ve yağmurlu bir mevsim ihtimalinden bahsetse de en bayağı, en saçma ve en bayat konunun bile konuşmacının becerisi ile ilginç olabildiği kanaatini uyandırdı.
Bay Wickham ve subaylar gibi, hanımların dikkatini çeken rakipler karşısında Bay Collins unutulmuştu âdeta, genç kızlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Yine de ara sıra onun sözlerini nezaketle dinleyen Bayan Philips’in ikramları sayesinde, en çok kahve içen ve kek yiyen de o oldu. Oyun masaları kurulduğunda Collins de whist oyununa oturarak onun ikramlarına karşılık verme fırsatı buldu.
“Bu oyunu şimdilik çok az biliyorum.” dedi, “Ama ilerletirsem çok sevinirim çünkü benim durumumda…” Bayan Philips bu iltifattan çok memnundu; ama ileri süreceği nedenleri dinleyecek zamanı yoktu.
Bay Wickham whist oynamıyordu, zaten diğer masada Lydia ve Elizabeth onu aralarına almaya dünden razıydılar. Israrla konuşma huyu olduğundan, başta Lydia’nın onu tamamen kendi tekeline alma tehlikesi baş göstermişti ama kart oyununa da aynı derecede düşkün olduğu için çok geçmeden kendini oyuna kaptırdı. Heyecanla bahis tutup ödüller çıktıkça bağırmaktan, kimseye özel ilgi gösterecek hâli kalmamıştı. Bu nedenle oyunun olağan taleplerine uyan Wickham, Elizabeth ile konuşmaya zaman buluyordu, o da her ne kadar asıl konuşmak istediği konu olan, Wickham’ın Darcy ile tanışıklığından söz edeceğini hiç ummasa da adamı dinlemeye can atıyordu. Kendisi Darcy’nin ismini bile anmaya cesaret edemedi ama hiç beklemediği bir anda merakı gideriliverdi. Bay Wickham konuyu kendisi açtı. Netherfield’ın Meryton’dan ne kadar uzakta olduğunu sordu ve aldığı cevabın ardından çekingen bir tavırla Bay Darcy’nin ne kadar zamandır orada bulunduğunu sordu.
Elizabeth, “Bir ay kadar.” diye cevap verdi ve sonra konunun kapanmasını istemediği için, “Anladığım kadarıyla Bay Darcy, Derbyshire’da büyük bir mülk sahibi.” diye de ekledi.
“Evet.” diye karşılık verdi Wickham, “Oradaki malikânesi gerçekten muhteşem. Senelik geliri net on bin… Bu adam hakkında size belli konularda benden daha iyi bilgi verebilecek birini bulamazsınız; çünkü çok küçük yaşlarımdan beri onun ailesiyle yakın bir ilişkim vardır.”
Elizabeth şaştı kaldı.
“Dün karşılaştığımızda birbirimize ne kadar soğuk davrandığımızı gördükten sonra bu bilgiye bayağı şaşırmış olmalısınız Bayan Bennet. Bay Darcy ile çok mu yakınsınız?”
“Olmasını isteyeceğim kadar.” diye içtenlikle cevap verdi Elizabeth, “Onunla aynı evde dört gün geçirdim ve kendisini son derece sevimsiz buldum!”
“Sevimli midir, değil midir bu konuda fikir beyan etme hakkım yok. Bu bana düşmez. Hakkında tarafsız bir hüküm veremeyecek kadar uzun zamandır tanıyorum onu. Tarafsız olmam imkânsız ama onun hakkındaki fikrinizin duyanları şaşırtacağını sanıyorum. Belki de başka yerlerde, bu konuda bu kadar açık konuşmazsınız. Sonuçta burada kendi ailenizin içindesiniz.” dedi Wickham.
“İnanın, Netherfield dışında, bu çevredeki her evde, burada söylediklerimden daha azını söylemem. Bay Darcy, Hertfordshire’da hiç sevilmiyor. Gururu herkesi iğrendiriyor. Hakkında kimsenin benden daha olumlu söz ettiğini duyamazsınız.”
Wickham, bir süre araya giren başka konuşmaların ardından, “Ne ona ne de başkasına hak ettiğinden fazla itibar edilmediğini gördüğüm zaman üzülürüm dersem yalan olur. Ama sanırım Darcy söz konusu olduğunda bu pek sık olmuyor. Zenginliği ve konumu insanların gözlerini boyamış ya da ağır ve baskıcı tavırları herkesi korkutmuş.” dedi.
“Darcy’yi, onun görünmek istediği gibi görüyorlar. Kendisini çok az tanımama karşın ona huysuz bir adam diyebilirim.”
Wickham başını salladı ve yeniden konuşma fırsatı bulunca ekledi: “Acaba burada daha kalacak mı?”
“Hiçbir fikrim yok ama Netherfield’da kaldığım sürece gideceğine dair hiçbir şey duymadım. Umarım onun burada bulunması …shire’da kalmakla ilgili olumlu planlarınızı etkilemez.”
“Ah, hayır! Bay Darcy’den kaçacak olan ben değilim. Eğer beni görmekten kaçınıyorsa gidecek olan kendisidir. Aramız pek iyi değildir ve kendisi ile karşılaşmak bana hep azap verir ama ondan kaçınmam için bir neden yok, aramızda geçeni de tüm dünyaya duyurabilirim, yani korkunç bir istismarı ve Darcy’nin böyle olmasından duyduğum derin üzüntüyü. Bayan Bennet, merhum babası Doktor Darcy, gelmiş geçmiş en iyi insanlardan biri ve sahip olduğum en iyi dosttu. Darcy’yi her görüşümde babasına ait binbir ince anı da ruhumda canlanarak bana keder verir. Bana davranışı tam bir kepazeliktir; ancak eminim ki yaptığı her hatayı bağışlardım ama babasının umutlarını boşa çıkarmış ve onun anısına leke sürmüş olmasını kabul edemiyorum!”
Elizabeth konunun gittikçe daha ilgi çekici bir hâl aldığını görüyor ve can kulağıyla söylenenleri dinliyordu. Ama konunun hassasiyeti soru sormasına engel oluyordu.
Bay Wickham daha genel konulardan, Meryton’dan, civardan, insanlardan bahsediyor ve şimdiye dek gördüklerinden ne kadar hoşnut kaldığını anlatıyordu. Özellikle de insanlardan bahsederken nazik ama oldukça açık bir tavır takınmıştı.
“…shire’a girmeye beni heveslendiren başlıca neden ve iyi bir çevre edinme imkânı oldu. Alayın çok sayıldığını ve sevildiğini biliyordum, dostum Denny de şimdiki karargâhlarını ve Meryton’lıların onlara gösterdiği mükemmel konukseverliği anlatarak iyice aklımı çeldi. Çevre benim için gereklidir. Ben yaşamdan boyunun ölçüsünü almış bir adamım ve yalnızlığa tahammülüm yok. İşim ve çevrem olmalı. Gerçi askerliğe hiç niyetlenmemiştim ama koşullar öyle gerektirdi. Ben asıl kiliseye girecektim, kilise için eğitim gördüm ve bahsettiğimiz beyefendinin keyfi olsaydı şu anda çok kutsal bir görev üstlenecektim.”
“Gerçekten mi?”
“Evet, merhum Bay Darcy bana kendi yönetimindeki köy kiliselerinden en iyisini miras bırakmıştı. Kendisi vaftiz babamdı ve beni çok severdi. İyiliklerini ne kadar övsem azdır. Bana büyük bir gelir sağlamak istemiş ve bunu yaptığını sanmıştı ama beklediğim kilise boşalınca başkasına verildi.”
“Aman Tanrı’m!” diye bağırdı Elizabeth, “Ama bu nasıl olur? Vasiyeti nasıl hiçe sayılabilir? Neden yasal hakkınızı aramadınız?”
“Vasiyetnamenin hükümlerinde yasal haklarımı engelleyen, yasal olmayan bir madde vardı. Şerefli bir insan böyle bir isteği kuşkuyla karşılamazdı ama Bay Darcy böyle yapmayı seçti ya da bunu tamamen koşullu bir öneri olarak alıp benim müsrifliğim ve tedbirsizliğim yüzünden tüm haklarımı yitirdiğimi ileri sürdü. O kilise de iki yıl önce, tam bu konumu dolduracak yaşa geldiğim zaman bir başkasına verildi ve ben bu görevi kaybetmeyi hak edecek herhangi bir şey yaptığımı da düşünmüyorum. Biraz ateşli, pervasız bir yapım var ve belki de Darcy hakkındaki düşüncelerimi ona fazla açık bir biçimde söyledim. Başka suçum olduğunu sanmıyorum, ama gerçek şu ki çok farklı adamlarız ve o benden nefret ediyor.”
“Korkunç bir şey bu! Bu adam, herkesin gözü önünde ayıbının yüzüne vurulmasını hak ediyor!”
“Er ya da geç olacak zaten bu. Olacak ama bunu yapan ben olmayacağım. Babasını unutmadığım sürece ona ne meydan okuyabilirim ne de ipliğini pazara çıkarabilirim.”
Elizabeth bu duygularından ötürü onu övdü. Bu sözleri söylerken genç adam gözüne daha da alımlı görünüyordu.
“Peki…” dedi kısa bir sessizlikten sonra, “Onu böyle davranmaya iten neydi? Bu kadar zalim olmasının nedeni ne olabilir?”
“Bana karşı duyduğu derin ve kökleşmiş bir nefret… Kıskançlıktan başka bir şeye bağlayamadığım bir nefret… Rahmetli Bay Darcy beni biraz daha az sevseydi, oğlu da belki bana biraz olsun tahammül edebilirdi. Ancak babasının bana beslediği büyük sevgi, ona sanıyorum çocukluğunda çok dokunmuştu. Aramızdaki rekabeti sindirebilecek yapıda değildi; ki genellikle ben üstün tutulurdum.”
“Bay Darcy’nin bu kadar kötü olabileceğini aklımdan geçirmezdim. Kendisinden hiç hoşlanmasam da bu kadar alçak olduğunu düşünmezdim. Başkalarını genellikle küçük gördüğünü tahmin etmiştim ama bu kadar fena bir intikam alabileceğini, bu kadar haksızlık yapabileceğini, bu kadar acımasız olabileceğini aklımdan geçirmemiştim!”
Birkaç dakika düşündükten sonra devam etti: “Hatırlıyorum da bir gün Netherfield’da övüne övüne bir kez kırıldı mı bunun değişmeyeceğinden, hiç affetmeyen bir yapısı olduğundan bahsediyordu. Çok huysuz bir adam olmalı.”
“Bu konuda kendime güvenemiyorum.” diye cevap verdi Bay Wickham, “Ona karşı pek adil olamam.”
Elizabeth yine derin düşüncelere daldı, bir süre sonra da bağırarak, “Babasının vaftiz oğluna, arkadaşına, gözdesine böyle davranmak!..” dedi ve “Hem de içinin güzelliği yüzüne yansımış sizin gibi genç bir adama!” diye eklemek istedi ama yalnız şunları söylemekle yetindi: “Hem de belki çocukluğundan beri kendisine arkadaşlık etmiş, yanlış duymadıysam, kendisine en sıkı bağlarla bağlı olan birine!”
“Biz aynı mahallede, aynı korunun içinde doğduk, gençliğimizin büyük kısmı birlikte geçti. Aynı evde, aynı oyunları oynayarak, aynı anne baba şefkatini paylaşarak büyüdük. Babam, enişteniz Philips’in büyük katkılar sağladığı meslekle iş yaşamına başladı ve rahmetli Bay Darcy’ye yararlı olabilmek için bütün zamanını Pemberley mülküne bakmaya harcadı. Bay Darcy babama karşı büyük bir saygı besliyordu, birbirlerinden hiçbir gizli saklısı olmayan, çok yakın iki dosttular. Bay Darcy babama, bütün işlere fiilen baktığı için çok şey borçlu olduğunu tekrar tekrar belirtmişti ve babamın ölümünden hemen önce, Bay Darcy’nin benim geleceğimi sağlama bağlayacağına dair kendi isteği ile söz vermesi, eminim ki bana karşı beslediği sevgiden çok babama karşı duyduğu gönül borcunun etkisiyle olmuştur.”
“Ne tuhaf şey!” dedi Elizabeth yüksek sesle, “Ne ayıp! Bu Bay Darcy denen adamın gururu size karşı adil davranmasına engel olmuş! Daha iyi bir gerekçeyi geçtim, gururu namussuzluk boyutuna gelmemeliydi, bu davranışına namussuzluktan başka bir şey diyemiyorum.”
“Harika!” diye cevap verdi Wickham, “Neredeyse tüm yaptıklarının altından gurur çıkar ve gurur onun çoğunlukla en iyi dostu olmuştur. Onu erdeme her şeyden fazla yaklaştıran duygu budur. Ama hiçbirimiz tutarlı değiliz sonuçta; Darcy’nin de bana olan davranışında gururdan daha güçlü olan duygular söz konusuydu.”
“Böylesi berbat bir gururun ona yararı olmuş mudur acaba?”
“Evet. Çok defa gururu, onu eli açık ve cömert davranmaya, parasını özgürce harcamaya, konukseverlik göstermeye, kiracılarına yardım etmeye ve yoksullara sadaka vermeye yöneltmiştir. Bunları yapmasının nedeni aile ve evlatlık borcudur; çünkü babasıyla çok gurur duymaktadır. Ailesinin şerefine ters düşmemek, genel ölçülerden sapmamak ya da Pemberley Köşkü’nün nüfuzunun kaybolmaması düşüncesi hareketlerinde oldukça etkili. Darcy’de ağabeylik gururu da vardır ki buna biraz ağabeylik sevgisi de karışınca kız kardeşi için çok nazik, çok özenli bir koruyucu olmuştur. Kız kardeşinin üzerine ağabeylerin en iyisinden bile daha fazla titreyen bir ağabeyi olarak bilinir.”
“Bayan Darcy nasıl bir kız?”
Bay Wickham başını salladı: “Keşke ona sevimli diyebilseydim. Darcy Ailesi’nden biri için kötü konuşmak beni üzüyor ama tıpkı ağabeyi gibi çok, çok gururludur. Çocukken sevgi dolu ve sevimliydi, beni de çok severdi. Onunla saatlerce oynardım. Ama şimdi benim için hiçbir şey ifade etmiyor. On beş on altı yaşlarında, güzel ve anladığım kadarıyla çok da yetenekli bir kız. Babasının ölümünden beri Londra’da oturuyor, bir hanım da onunla birlikte yaşıyor ve eğitimiyle ilgileniyor.”
Arada susmayı ve başka konulardan söz açmayı denediler ama Elizabeth kendini tutamayarak sözü yine o konuya getirdi ve dedi ki:
“Bay Bingley ile yakınlığına şaşıyorum! Gerçekten cana yakın bir adama benzeyen ve öyle olduğuna da inandığım, iyi niyet timsali Bay Bingley böyle bir adamla nasıl arkadaşlık edebilir? Birbirleriyle nasıl uyuşurlar? Bay Bingley’yi tanır mısınız?”
“Hiç tanımıyorum.”
“Bingley tatlı huylu, samimi, hoş bir adam. Bay Darcy’nin gerçek yüzünü göremez.”
“Muhtemelen öyledir ama Bay Darcy istediği zaman kendini sevdirmeyi bilir. Yeteneğe gerek duymaz. Zaman harcamaya değeceğini düşündüğünde konuşkan bir arkadaş olabilir. Kendi mevkisin-deki insanlar arasında, daha az zenginler arasında olduğundan çok farklı bir adamdır. Gururu onu hiç bırakmaz ama zenginlerin arasında hoşgörülü, adil, samimi, mantıklı, saygıdeğer ve hatta sevimlidir. Zenginliğin ve mevkinin gerektirdiğini yapar.”
Whist partisi çok geçmeden dağıldığı için oyuncular diğer masanın çevresine toplandılar ve Bay Collins kuzeni Elizabeth ile Bayan Philips’in arasına yerleşti. Ev sahibi, oyunda şansının yaver gidip gitmediğiyle ilgili olağan sorular sordu. Pek de şanslı değildi, her eli kaybetmişti ama Bayan Philips üzüldüğünü söyleyince Collins tüm ciddiyetiyle bunun hiç de önemi olmadığını, kendisinin paraya hiç değer vermediğini söyleyerek Bayan Philips’ten üzülmemesini rica etti. “Çok iyi biliyorum ki hanımefendi insan oyun masasına oturduğunda yenilmeyi de göze almak zorundadır, neyse ki beş şilini dert edecek biri değilim. Kuşkusuz aynı şeyi söyleyemeyecek birçok kimse var. Ama Lady Catherine de Bourgh sayesinde küçük şeyleri dert etmiyorum.” dedi.