Kitabı oku: «Yetişkinler İçin Ergen Rehberi», sayfa 4
DÜŞÜNCE YAPISI 3
Yardım İsteyeceksiniz ve Buna İhtiyacınız Olacak
Oyunu ilk kez televizyonda ESPN kanalında izledim ve büyülendim. Bu sadece basit bir şans oyunu değildi. Psikolojik hilelerle rakibinizi dımdızlak bırakabileceğiniz zihinsel bir oyundu. Bir de oyuncular: Bunlar on binlerce doları riske atarak rekabet eden, göz alıcı sporculardı.
Texas Hold’em’den24 bahsediyorum elbette.
Bu aksiyonun bir parçası olmak istiyordum, bu yüzden internetten oynamaya karar verdim. Jargonunu öğrenmiştim: Final table. Bad beat. River. Flux capacitor. Nifty banjo.
Peki peki, son ikisi uydurmaydı.
Pokerde gayet iyi olduğum ortaya çıktı. Para kazanmaya başladım. Aşırı rekabetçi olmakla kalmıyordum, ayrıca poker gibi stratejik oyunlar beni cezbediyordu. Adrenalini seviyordum.
Gel gör ki, başka herhangi bir bağımlılık gibi bu da sinsi yıkıcılığını gösterdi. İnternetten oynanan poker beni yavaş yavaş tüketmeye başladı. Uykuya dalarken elimdeki kartları nasıl farklı biçimde oynayabileceğimi düşünüyordum. Nasıl kazanabileceğimi.
Bu, düşüncelerimin ve yaşamımın en hararetli merkezi haline geldi ve beni yalnızlaştırmaya başladı. Kendimi çalışma odama kilitliyor, çalışıyormuş gibi yaparak günde dört-beş saat oynuyordum. Aileye ya da arkadaşlara zaman ayırmıyordum, ayırdığım zamanlardaysa dönüp birkaç el oynamanın hayalini kuruyordum.
Bir gün yakın dostum Jason benimle bir haberi paylaşmak için evimize geldi. Aylarca denedikten sonra karısı nihayet ilk çocuklarına hamile kalmıştı.
İşte Jason çalışma odamın kapısında durmuş bana bu harika haberi anlatıyordu, ben dizüstü bilgisayarımın arkasında oturuyordum … bir poker oyununun tam ortasında. Ayağa kalkmadım. Elini sıkmadım. Uzun uzadıya bir göz teması kurmadım. Ona sarılmadım. Onu tebrik etmedim.
Hiçbir şey yapmadım.
Alt katta evin kapısının kapanma sesi beni olduğum yerde sarsıp zihnimin bulanıklığından çıkmamı sağladı. Az önce yaptığım şeyi fark ettim ve internet kumarına olan bu bağımlılığımın hayatımı nasıl etkilediği tüm ağırlığı ve gerçekliğiyle üstüme çöktü.
Ama fazlası vardı. Küçük bir evlatlık çocuk olduğumdan beri hayatımın pek çok alanında hiçbir kontrolümün olmayışından hep nefret etmiştim. Bir şeylerin asla kalıcı biçimde benim olmayışından, sürekli evden eve dolaşmaktan, insanların hayatıma girip çıkmasından nefret ediyordum. Bu yüzden hayatımda kontrol edebileceğim bir şey olursa, onu gerçekten kontrol ettiğimden emin olmak için durmaksızın çabaladım. Hayatı kontrol etmek istiyordum, böylece zarar görmezdim ya da hayal kırıklığına uğramazdım (imkânsız ama buraya nasıl geldiğimi anlayabilirsiniz). Bu internet kumarının beni nasıl ele geçirdiğini fark ettiğimde neredeyse yere çökecek gibi olduğumu hatırlıyorum. Kontrolü elinde tutan oydu, ben değil. Hepsinden de kötüsü, onun örümcek ağından kurtulup kurtulamayacağımı bilmiyordum.
Farklı duygulardan oluşan bir dalga her yanımı sardı. Korku. İğrenti. Utanç.
Eşim, diz çökmüş ağlar halde buldu beni.
Her ne kadar kendime çekidüzen vermiş gibi görünsem de derinlerde bir yerde ben de çoğumuz gibi kusurlu bir insandım.
KENDI BAHÇEMDEKI TUZAKLAR
Texas Hold’em’le ilgili aydınlanmamı yaşadığım gün, bir tuzağa düşmüş olduğumu fark ettim. Kamufle olmuş ve fark edilemez hale gelmişti. Onu ayırt edebilmem mümkün değildi. Ne de olsa kimse, “Bugün ne yapacağım biliyor musun? Ağır ağır internet kumarına bağımlı hale geleceğim, hayatımdaki en önemli ilişkilerimden kopup yalnızlaşacağım ve hem kendimi hem de pek çok başka insanı üzeceğim” demez. Kimse bunu yapmak istemez. Ama tuzak dediğiniz böyle bir şeydir.
Gözlerimizi açık tutup yürüdüğümüz yere bakmaz ve neye dikkat etmemiz (hasır matlar!) gerektiğini bilip maksatlı hareket etmezsek, her birimiz bir tuzağa düşebiliriz.
Ama beni en çok rahatsız eden şey, o tuzağın harici bir şey gibi görünmemesiydi. Dışarıda beni hain niyetlerle ele geçirmeye çalışan kimse yoktu. Bu tuzak –ve buna benzer diğerleri– benim içimden kaynaklanıyor gibiydi.
Bu tuzağın karakterimle, şeyler hakkında nasıl düşündüğümle, bir şeylere yaklaşma biçimimle ilgisi vardı. Bu tuzağın geçmişimle ve yetiştirilme biçimimle ilgisi vardı. Bu tuzak tam da… İçimden kabarıp açığa çıkıyor gibiydi. Ve bir kör noktaydı. Kendimi çukurun en dibinde bulana dek onu gerçekten görmemiştim.
İnternet kumarı olayından sonra şunları düşünmekten kendimi alamadım:
• Bir tuzağa düşmekten korkuyorum.
• Yetersizliklerim yüzünden çocuklarımın zarar görmesinden korkuyorum.
• Karakterimdeki zayıflıkların sevdiğim insanlara zarar vermesini önleyecek kadar güçlü değilim.
Bu beni çok rahatsız ediyordu ama artık rol yapamazdım. Dikkatli olmazsam kolayca bir tuzağa düşebileceğimi anlıyordum. En çok değer verdiğim insanlara istemeden zarar verme noktasına gelebilirdim.
Hepimiz kendi sorunlarımızı masaya yatırırız ve bu sorunları ele alma biçimimiz gerçekten önemlidir.
Kim olduğunuz çocuklarınızı doğrudan etkiler ve iyi bir ebeveyn olma kabiliyetinize de doğrudan etkisi vardır. Etrafımızdaki ergenler için daha iyi olabilelim diye kendi sorunlarımız konusunda yardıma ihtiyaç duyarız.
Çünkü sonuçta armut dibine düşer.
Bir mentorumun, Ken Van Meter’in bir zamanlar söylediği şeyi getiriyor bu aklıma: “Ergenler söylediklerimizden azıcık bir şey… yaptıklarımızdan biraz daha bir şey öğrenir… ama en çok kim olduğumuzdan öğrenirler.”
Olduğumuz (ve dönüştüğümüz) kişi konusuna düşünceli yaklaşmalıyız – sadece kendi iyiliğimiz için değil, bize güvenenlerin iyiliği için de.
UÇLARDA İKI KELIME: KIBIR – TEVAZU
Eski Yunanlılar, bu iki kelimeden birinin tehlikeleri konusunda herkesi uyarmak için ona dair düzinelerce didaktik hikâye derleyip paylaştı. Bugün bile çok sevdiğimiz hikâyelerden bazıları bu kelimeyi konu alır.
“Kibir” kelimesini.
Kibir (hubris) Yunancadan gelir ve anlamı, aşırı gurur ya da özgüvendir. Şimdi, bunu duyup da şöyle düşünebilirsiniz: “Hey! Özgüvenin nesi yanlış?” Ama kibir aşırı özgüvenli olduğunuz anlamına gelir. Şişirilmiş öz-algı ile çok daha mütevazı olan gerçeklik arasında bir uçurum vardır.
Kibir kendini pek çok biçimde gösterebilir. Edebiyatta genellikle bir karakterin trajik düşüşüne yol açan baskın kişilik bozukluğudur. Bu, antik Yunan edebiyatının en yaygın temalarından biridir – Akhilleus, Odisseus, Arakne, İkarus ve Niobe, bunların hepsi kibirleri yüzünden felakete düşer.
Benim en sevdiğim kibir örneği, klasik Jurassic Park filminden: Orada bir grup biliminsanı devasa dinozorlarla dolu bir park yaratır, insan zekâsının herhangi bir tersliğin yaşanmasına mâni olacağına inanıyorlardır. İnsanlığın doğayı kontrol etme yeteneğini çok abartırlar,25 bu da sonunda bir avukatın tuvalete saklanmasına ve ardından bir T-rex tarafından yenmesine neden olur. Ayrıca bazı kötü şeyler de yaşanır.
Şu âna dek neler düşündüğünüzü biliyorum. “Ama Josh, yakın zamanda genetik modifikasyon kullanarak apeks alfa yırtıcılar yaratmayı düşünmüyorum. Bunun benimle ne alakası var?”
Eh, hepimizin bir seçeneği vardır. Ve bu gayet ikili bir seçenektir.
Kibri seçebiliriz. Veya kibrin panzehrini, tam zıddını tercih edebiliriz. Bu kelime, kendimizi trajik biçimde abartmak yerine, makul ve doğru bir özdeğerlendirmeyi tanımlar.
Bu kelime “tevazu”dur.
Bizim tercihimizdir.
“Tevazu” kelimesiyle ilgili çok fazla kafa karışıklığı söz konusu. Bazı insanlar bunun, aslında bir işte iyiyken öyle değilmiş gibi yapmak olduğunu sanır. Ama tevazu aslında bir şey doğru iken öyle değilmiş gibi yapmak demek değildir. Tevazu, “kişinin kendisine ve önemine dair mütevazı ve doğru bir bakışa sahip olması” anlamına gelir. Bazı konularda iyi olsam da bunun beni başka insanlardan daha iyi ya da daha önemli kılmadığını anlamaktır.
Kendisinin başkalarından daha iyi olduğuna inanan ve varlıklarının, fikirlerinin ve tercihlerinin başka herkesinkinden daha önemli olduğunu düşünen insanlarla hepimiz karşılaşmışızdır.26 Onların yakınında olmak eğlenceli midir? Şükran Günü’nün daha neşeli geçmesini sağlarlar mı? Hayır. Hayır, sağlamazlar.
Tevazu çok büyük cesaret gerektirir. İnsanın kendini tüm çıplaklığıyla görmesi ürkütücüdür – kim olduğunuzun ve kim olmadığınızın doğru biçimde farkına varmak anlamına gelir. Gerçek güçlü yanlarınızı şişinmeden kabul etmek kadar zayıflıklarınızın ve eksikliklerinizin listesini dinleyecek kadar cesur olmak demektir.
Tevazu gergin cambaz telinde yürümektir. Ama önemseyen, ilgili bir yetişkin olmanın önemli bir parçasıdır.
BUNUN BIZIM IÇIN ANLAMI NE?
Ebeveynler ve ilgili yetişkinler olarak, bir seçeneğimiz var. Bu eşsiz görevimizi ifa ederken kibri ya da tevazuyu seçebiliriz. Siz ve ben hangisini seçersek seçelim, bu kararın ergen çocuğumuz üstünde gerçek bir etkisi olacak.
İşte, seçeneklerimiz şunlara benzer.
A SEÇENEĞİ:
Kibir sahtelikte yaşamak demektir
“İnsan olarak sonlu ve sınırlıyım, bu da normal bir şey değil.”
Çünkü:
• O kadar da kusurlu değilim.
• Sadece daha fazla çalışacağım.
• İki kat çaba sarf edeceğim.
• Dinleyeceğim tek ses benimki olacak.
Bu yüzden: Bunu tamamen kendi başıma yapabilirim.
Bu ergeninizi nasıl etkiler: Evde bir korku ve utanç kültürü oluşturur.
B SEÇENEĞİ:
Tevazu bir gerçeğe uygun yaşamak demektir
“İnsan olarak sonlu ve sınırlıyım, bu da normal bir şey.”
Çünkü:
• Kör noktalarım var.
• Zayıflıklarım var.
• Zaaflarım var.
• Benmerkezci olabilirim.
Bu yüzden: Biraz yardım almak işime yarayabilir.
Bu ergeninizi nasıl etkiler: Evde bir güven ve iletişim kültürü oluşturur.
Tevazuyu seçmek, yenilgiyi seçmek anlamına gelmez. Yardım almak istediğiniz ve buna ihtiyacınız olduğu anlamındadır. Bir T-rex tarafından yenmeyi istemediğinizi gösterir. Ama sizi zayıflatmaz. Bunun yerine, cesaret kazanmanızı sağlar.
Tevazu ergen çocuğunuzun güvenini ve inancını kazanmanın yoludur.
DÖRT ANA EBEVEYN TUZAĞI
Ebeveynler ve önemseyen, ilgili yetişkinler olarak düştüğümüz dört ana tuzak vardır: Konfor tuzağı, onay tuzağı, kontrol tuzağı ve performans tuzağı.
Bu tuzakların genellikle sadece bir güçlü yanın yanlış kullanımı olması ilginç olmakla birlikte mantıklı da çünkü her olumlu karakter özelliğinin karanlık bir tarafı vardır. Örneğin, detaylara önem veren insanlar çok dikkatli olmadıklarında bu gücü saplantılı bir takıntıya ve mükemmeliyetçiliğe dönüştürebilirler. Yanlış kullanıldığında ya da aşırı bir noktaya taşındığında her bir güçlü yanın olumsuz bir tarafı açığa çıkar.
Dört ana tuzakla ilgili detayları aşağıda açıkladım ve bunlarla başarıyla başa çıkmışlar ile bu tuzaklara düşmüş gerçek ebeveynlerden karşılaştırmalı örnekler verdim. İsimler değiştirilmiş olsa da bunlar gerçek örnekler.
Buradaki amacım iki yönlü. Birincisi, bu tuzakların kendini nasıl belli ettiğini açık seçik göstermek istedim. Bu vakalar normatif olmasa da ciddi uyarılar olmaya hizmet ediyor.
Ve ikinci olarak, bu ebeveynlerin seçtiği dürüst ve mütevazı yolu görmenin size ergen çocuğunuzla güçlü bir ilişki kurmak için umut vermesini ve bir yol haritası sağlamasını umuyorum.
Bu dört tuzaktan sadece birinin size anlamlı gelmesi mümkün. Kişisel olarak hangisine meylettiğinizi görmek için lütfen bunların her birini açık görüşlülükle okumaya çalışın. Ebeveynler olarak kendi zaaflarımızı anlamak, bu önemli görevi daha iyi yerine getirmemize yardım edecek.
1. EBEVEYN TUZAĞI: KONFOR TUZAĞI
Zahmetli ya da zor herhangi bir şey yapılmak istenmez. Başarısız olma korkusu yüzünden denemekten korkulur.
Yanlış İfade: “Başımdan büyük işlere kalktım. Buna uygun değilim.”
Hareket Tarzı: Göz ardı etme ve ilişkiyi kesme.
Ergenlere İstenmeden Verilen Mesaj: “Yetişkinler güvenilir değildir” ve “Zamanıma ve enerjime değmezsin”.
Panzehir: Nasıl yardım edebileceğinizi anlamak için kendi bilgisizlik ve korku alanlarınıza tüm gücünüzle dalın.
KİBİR VAKA ANALİZİ
Frank ve eşiyle ilk tanıştığımda, kızları Jamie ortaokulda pek fena bir ortama girmişti. Çeşitli uyuşturucuları etkin biçimde kullanıyor, kendini kesiyor ve yirmi yaşında birisiyle aktif bir cinsellik yaşıyordu. Tüm bunlar, her şeyden habersiz Frank için tam bir sürpriz olmuştu. Ama bunun sebebi büyük oranda Frank’in bilmek istememesiydi. Jamie’nin davranışları konusunda yoğun bir inkâr halindeydi.
Frank’in eşinin önceki evliliğinden bir oğluyla bir kızı vardı ve evliliklerinin üstünden iki yıl geçtikten sonra Jamie’yi dünyaya getirmişti. Başlarda baba olmak Frank’in hoşuna gitmişti. Bebekler ona kolay geliyordu, bal yanaklı, uysal kızı gibi. Ama ergenler? Pek o kadar değil. Sosyal dinamikler, tavırlar, kafa karıştırıcı duygular matrisi. Ergenler çok fazla emek gerektiriyordu, bu yüzden Frank ilişkisini kesmeye başladı. Eve gelip televizyon karşısındaki yatar koltuğuna çöküyordu. Frank aileyle birlikte masada yemek bile yemiyordu. Tabağını alıp oturma odasında, televizyonun karşısında yiyordu. İşyerinde daha fazla zaman geçirmeye, eve gittikçe daha geç gelmeye başladı.
Frank, Jamie’nin yaşamına girmek için çaba göstermeye isteksizdi. Kızıyla sıkı bağlar kurmak için hangi adımları atabileceğini sorduğumda omuz silkiyordu. Ben ısrar ettiğimde Frank, bu sorunu düşünmek ona fazla geliyormuş gibi konuyu değiştiriyordu. Ayrıca Frank, Jamie’yi sevdiğini söylese de (ve ona inanıyordum), kızının yaşamının her yönüyle ilişkisini koparmak için kasten yaptığı şeyler bariz biçimde bunun aksini gösteriyordu.
Jamie profesyonel yardım almayı seçti. Annesi de kızını destekleyip ona duygusal destek ve sevgi göstererek tam bir kahraman oldu. Frank böyle yapmadı. Kendini daha bile fazla geri çekti.
Sonuç olarak Frank’in üç çocukla da işlevsiz bir ilişkisi var. Jamie’ye babasının onu sevip sevmediğini sorduğumda, “Belki. Ama ben bunu hiç hissetmedim,” dedi. Diğer iki çocuğa (artık yetişkindiler) üvey babalarını sorduğumda, Frank’in hayatlarındaki rolünü tarif edecek en iyi ifadenin “işe yaramaz” olduğunu söylediler.
TEVAZU VAKA ANALİZİ
Michael’ın biyolojik anne babasının her ikisi de kristal meth (metamfetamin) bağımlısıydı. Bazen o kadar fena kafayı bulurlardı ki ağlayan bebeklerinin sesi bile onları uyandıramazdı.
Sorgu müfettişleri, Michael’ın nasıl hayatta kalabildiğini hâlâ anlayamıyor. Kesinlikle gerçek olan şu: Michael bir bebek olarak asla kucağa alınmadı. Bebekliğinin büyük kısmını yapayalnız ve haftalarca tek başına geçirdi. Ağlamaları hep kulak ardı edildi. Bunun Michael’ın gelişiminde yıkıcı bir etkisi oldu.
Michael sekiz yaşındayken anne babasının evinde bir misafirin cinsel istismarına uğradı. Bu istismar devam etti ve sonunda Michael’ın ebeveynleri onu uyuşturucu parası için satmaya başladı. Olup bitenler polise bildirilince, onu arka odada vahşi bir hayvan gibi saklanmış buldular. Michael bağırsak hareketlerini kontrol etmeyi öğrenmişti ve eğer birisi çok yaklaşacak olursa, onları iğrendirmek için kokarca gibi dışkısını püskürtüyordu.
Bölge psikologları Michael’a tepkisel bağlanma bozukluğu teşhisi koydu; bu bir çocuğun ebeveynlerle ya da bakıcılarla sağlıklı bağlar kurmaması anlamına gelir.
California eyaleti Michael’ın yaşayan en yakın akrabasının izini sürdü – küçük kardeşiyle neredeyse on yıldır hiçbir bağlantısı olmayan amcası Steven’ın. Steven Joy’la evliydi, hiç kendi çocukları olmamıştı ve hayatlarındaki düzeni, rahatlığı seviyorlardı. Ama Michael’a yapılanları duyduklarında gözyaşlarına boğuldular.
Michael’ı yanlarına almaya karar verdiler.
Steven’la, o ve Joy bu kararı sindirmeye çalışırlarken tanıştım. Bu Steven’ın biyolojik çocuğu değildi ve hayatında daha önce hiç baba olmamıştı. Kaldı ki zaman zaman klinik psikologları bile şaşkına çeviren ciddi duygusal sorunları olan bir çocuğun ebeveyni olmak… Bu hayatını ve günlerinin dengesini tamamen altüst edecekti. Ama Steven’la Joy bu işe dört elle sarıldı.
Michael’la ilerleme kaydetmek Steven’la Joy’un yedi yılını aldı – Michael’ın dehşet verici hayatının ilk on yılından kalma hasarları tamir etmeye başlamak… Ama yaptılar. Yedi yıl boyunca, haftada dört kez danışmanla görüştüler. İki kez aile olarak Michael için, bir kez çift olarak ve bir kez de tek başlarına. Bu Herkül kuvveti isteyen bir çabaydı. Ama şimdi on yedi yaşında olan Michael çok daha iyi. Beyzbol seviyor ve lise takımının ikinci kalecisi. İyi bir mizah duygusu ve iyi arkadaşları var. Anne baba dediği kişiler de Steven ile Joy.
Michael’ın hayatının denkleminde ne değişti? Her ne kadar korksalar, tamamen boylarını aşan bir işe kalkışsalar ve fena halde ilişkileri olmasın isteseler de ilerleme yönünde kendilerini zorlamaya karar veren Steven’la Joy. Onlar nasıl yardım edebileceklerini çözdüler.
2. EBEVEYN TUZAĞI: ONAY TUZAĞI
Herkes tarafından sevilme ihtiyacı.
Yanlış İfade: “Eğer biri bana kızıyorsa demek ki bende bir terslik var.”
Hareket Tarzı: Yüzleşmekten kaçınma. Sınır koymama.
Ergenlere İstenmeden Verilen Mesaj: “Kuralları ben koymuyorum. Ne istersen yap.”
Panzehir: Sevginin net sınırlar koymak olduğunu anlamak ve sonuçlarıyla birlikte takip etmek.
KİBİR VAKA ANALİZİ
Ergen oğlu Aaron’ı kapüşonlu bordo eşofmanından tutmuş yanında resmen sürükleyerek kapıdan girerken, Bob’un bana söylediği ilk kelimeleri asla unutmayacağım. “Şuna beni dinlemesini söyler misin?!”
Öğrendiğime göre, Aaron babasına çok ağır laflar ediyordu. Bağırıyor, çığlık atıyor, kapıları çarpıyor, evdeki eşyalara zarar veriyor ve çok büyük öfke nöbetleri geçiriyordu; genellikle de sebebi kendi istediğini yaptıramamasıydı.
Bu benim için şaşırtıcı değildi: Ergenler duygusal varlıklardır ve patlamaya meyillidirler. Onlardan sadece bulaşık makinesini boşaltmayı istemek bazen öyle güçlü bir dirençle karşılanır ki sanki Grand Central İstasyonu’ndaki tüm tuvaletleri temizlemelerini istemişsinizdir… hem de dilleriyle.
Şaşırtıcı olan Bob’un tepkisiydi. Bob teslim oluyordu. Aaron istediği bir şey konusunda öfke nöbeti geçirecek olursa, Bob o şeyi ona ânında alıyordu. Eğer Aaron bir partiye gitmek istemiş de Bob hayır demişse, babası gitmesine izin verene dek Aaron bağırıp çağırıyordu.
Mesele şu ki Bob gerçekten harika bir adamdı. Çok eğlenceliydi, etrafına neşe saçan biriydi, harika bir hikâyeciydi ve neredeyse herkes onu seviyordu. Sorun da buydu işte. Bob çok fazla seviliyordu. Sevilmeyi o kadar çok istiyordu ki istemeden kolay lokmaya dönmüştü.
Bob’a sınırların, ergenlerin otorite kavramını anlamasına yardım etmek ve onlardan açık seçik hangi davranışların beklendiğini, hangi davranışların düpedüz yanlış olduğunu öğrenmelerini sağlamak için olduğunu açıkladım. Eğer Bob sınırlar koymayı reddetmeye devam ederse, Aaron’ın bunları zor yoldan öğrenmesi gerekecekti.
Bob ve ben birlikte, evin kurallarını ihlal edecek olursa Aaron’ın karşılaşacağı net ve ayrıntılı sonuçları içeren davranış sözleşmelerini oluşturmak için beyin fırtınası yaptık. Ama biz meseleyi toparlarken Bob şöyle dedi: “Bu kurallara uymazsa ne yapacağım?”
“Konuştuğumuz sonuçları uygula,” dedim. “Unutma… Ebeveyn olan sensin!”
Bob, sonuçları uygulayacak kişinin ben olup olamayacağımı sordu. “Senden gelirse daha faydalı olur bence,” dedi.
Ama Bob’un neyi kastettiğini anlamıştım. “Aaron bana kızar diye korkuyorum, hem onu cezalandıran sen olursan senden nefret eder, benden değil,” demek istiyordu. Ayrıca Bob bu şekilde düşünüp davranmaya devam ettikçe, Aaron’ın gerçek bir sıkıntı kaynağı olacağını da biliyordum.
TEVAZU VAKA ANALİZİ
Oğlu RJ ile ilgili çözüm bulmasına yardımcı olmak için yapılan bir müdahale toplantısının parçası olarak, başka birkaç arkadaşı ve ailesiyle birlikte Sabrina’nın salonunda oturuyordum.
RJ lise son sınıftaydı ve zararlı ihtimallerle dolu bir yolda ilerliyordu. Okulu asıyor, kız kardeşlerinden para alıyor ve eski çete üyelerinden oluşan bir grupla takılıyordu. Sabrina’yı, oğlu öfkeyle karşılık verse ve belki onunla konuşmasa bile RJ’e gösterebileceği en büyük sevginin net ve doğrudan sınırlar koymak olduğuna ikna etmeye çalıştık. Bu, on sekiz yaşındaki oğlunu, böyle davranmaya devam edecek olursa evden atmak anlamına gelse bile.
Çocuğunu önemseyen, yalnız yaşayan bir anne olan Sabrina ne yapacağını bilemiyordu.
“O benim oğlum!” dedi, ağlıyordu. “Onu seviyorum. Bunu yapmam mümkün değil. Onu evden atamam.”
Sabrina elbette RJ’i seviyordu. Onun kusurlarıyla yıkıcı davranışlarının ötesini, hâlâ orada olduğuna inandığı iyiliği görüyordu.
Çatışmadan çekinen Sabrina gibi insanlar, özleri itibariyle uzlaşmacıdır. Ve bu harika bir şeydir. Ama bazı şeylerle uzlaşamazsınız işte. Bunun yerine onlarla yüzleşmek gerekir.
Sabrina’nın, sevginin bir insanın yaptığı her şeyi onaylamak anlamına gelmediğini anlaması gerekiyordu. RJ’in de seçimlerinin tehlikeli olduğunu ve bu şekilde davranmaya devam edecek olursa Sabrina’nın evinde yeri olmadığını bilmesi gerekiyordu.
Böylece Sabrina sıkıntısını oğluna açtı. Neler beklediğini anlattı. Sonuçları açıkladı. Dinleyip Sabrina’ya destek vermek için hepimiz de oradaydık. RJ mutlu değildi. Öfkeyle çıkıp gitti ve sineklikli kapı sertçe çarpılırken Sabrina gözyaşlarına boğuldu.
“Kalbim çok kırıldı,” dedi.
Ama RJ akıllı bir genç adamdı ve nihayet eve döndü. Sınırlar konusunda hemfikir oldu. Koşulları kabul etti. Artık iki işte çalışıyor ve itfaiyeci olmak için okula gidiyor.
Daha sonra RJ’le konuştum, bana eve dönmesinin nedenini anlattı. Şöyle dedi: “Yaptığımın kötü bir şey olduğunu biliyordum ama kendi annem bana yaptıklarımı görmektense evde olmamamı tercih ettiğini söyleyene dek bunun ne kadar kötü olduğunu anlayamadım galiba. Bu beni derinden etkiledi. Aklımı başıma getiren de bu oldu çünkü onun beni koşulsuz sevdiğini biliyorum.”
3. EBEVEYN TUZAĞI: KONTROL TUZAĞI
Her şeyin istediğiniz gibi gitmesi için her planı bilmek ve her detayı kontrol etmek.
Yanlış İfade: “Tetikte kalmazsan kötü bir şey olur.”
Hareket Tarzı: Buyurgan ve aşırı korumacı.
Ergenlere İstenmeden Verilen Mesaj: “Hayatı kendi başına idare edemezsin.”
Panzehir: Siz olmadan sorumlu davranmaları için gereken becerilerle onları hazırlayın.
KİBİR VAKA ANALİZİ
Carol’ın ne kadar zeki olduğunu hemen fark ettim, zihni pırıl pırıldı ve dikkatliydi. On dokuz yaşındaydı, liseden yeni mezun olmuştu; harika notlar ve birden fazla AP dersi almıştı. Şimdi üniversiteye kaydolmuştu. Fark ettiğim ikinci şey, ona basit bir soru sorduğumda hep annesi Jennifer’a dönmesiydi. Jennifer, kızı gittiği bu özel ve prestijli üniversitede lise sonrası yaşama uyum sağlamakta zorluk çektiği için bana gelmişti.
“Üniversite yurdunu neden sevmiyorsun?” diye sordum Carol’a.
“Aslında bilmiyorum,” dedi Carol hafifçe.
“Sadece ona çok bunaltıcı geliyor,” dedi annesi.
“Ah. Özellikle bunaltıcı gelen ne?” diye sordum Carol’a.
Carol doğru yanıtı ararmış gibi annesine baktı.
“Pek çok şey var,” dedi annesi.
Yeniden Carol’a, “Birini söylesene,” dedim. “Sadece fikrim olsun diye.”
“Şey, çamaşır meselesi var,” diye araya giriverdi annesi.
“Çamaşır meselesi mi?” diye sordum. “Carol, belki bunu bana sen anlatabilirsin,” dedim, annesinin soruyu kızının yanıtlamasına izin vermesi gerektiğine dair imada bulunmaya çalışarak.
“Sadece çok keşmekeş içinde,” dedi imayı anlamayan annesi.
“Carol, nasıl çamaşır yıkanacağı sana hiç öğretildi mi?” diye sordum.
Carol annesine baktı.
Annesi başını sağa sola salladı. “Okulda iyi notlar almakla fazla meşguldü,” dedi asabi asabi gülerek.
Bir süre sonra, Carol’la konuşmak için annesinin aynı odada olmaması gerektiğini fark ettim. Annesi yanımızda yokken nihayet onu konuşturabilince anladım ki artık üniversiteye giden Carol karar verme konusunda tamamen felce uğramıştı. “Kararsız” tabiri bunu anlatmanın kıyısından bile geçmiyordu. Carol en basit, en küçük kararı bile kendi başına veremiyordu.
Sebebi de neydi biliyor musunuz? Çünkü karar vermesi hiç gerekmemişti. Annesi bunu her zaman onun yerine yapmıştı.
Jennifer’ı suçlamıyorum. Küçük bir kızken ailesi ülkedeki istikrarsızlık ve şiddetten kaçmış, Vietnamlı bir göçmendi. Ve ailesinin tüm malını mülkünü nasıl kaybettiğini, San Francisco Körfez Bölgesi gibi verimli bir fırsatlar vadisinde bile yeni bir hayat kurmak için ne kadar çok çalıştığını anlatmasını dinleyince Jennifer’ın korkularıyla empati kurdum.
Jennifer kötü bir şey yaşanmasın diye aile yaşamının her yönünü kontrol etmeye çalışıyordu. Bunu on sekiz yıl yapmak da (ve gayet iyi yaptığını ekleyebilirim) derin ve istenmeyen sonuçlara sebep olmuştu. Kızı Carol sorun çözmekten ya da en basit başarısızlık duygusunu bile hazmetmekten acizdi.
Bu koruma balonu Carol’ın anlayabildiği tek yaşam alanına dönüşmüştü. Ve gerçek dünya devreye girdiğinde –her zaman da girer– Carol hazırlıksızdı.
TEVAZU VAKA ANALİZİ
Alkolik anne babaya sahip pek çok yetişkin gibi Erick de büyürken, hayatının bazı kısımlarını elinden geldiğince kontrol etmek için savaşmayı öğrenmişti. Bu onun savunma mekanizmasıydı.
Dolayısıyla çocukları olduğunda Erick’in, hiçbir şeyin onlara zarar vermemesini garanti etmek için deli gibi savaşması gayet mantıklıydı. Bu onun kendi kendini atadığı bir görevdi.
On iki yaşındaki kızına nadir bir kanser türü teşhisi konunca Erick ne yapacağını şaşırdı. Her ne kadar kızı tamamen iyileşmiş olsa da bu teşhisin kalıcı etkisi Erick’i derinden sarstı. Olup bitenleri anlama girişimiyle danışmanlık hizmeti aldı ve bunun onda çığır açıcı bir etkisi oldu.
“Danışmanım bir noktada, babamın beni rahatlattığı bir zamanı anlatmamı istedi,” dedi Erick bana. “Babamın arabasıyla basketbol antrenmanlarına ve arkadaşlarımın evlerine götürmesinden bahsetmeye başladım ve danışmanım beni durdurup şöyle dedi: ‘Babanın ihtiyaçlarını karşıladığı zamanları kastetmedim. Seni rahatlattığı zamanı anlatmanı istedim.’ İşte o zaman bunun hiç olmadığını fark ettim. Bir kez bile. Sonra da tam olarak aynı tuzağa düştüğümü anladım. Çocuklarımı korumakla ve sorunlarını çözmekle o kadar meşguldüm ki onları hiç rahatlatmamış ya da kayıplarını, başarısızlıklarını ya da acılarını atlatmalarına yardım etmemiştim.”
Erick nihayet bu işlev bozukluğunun, her ne kadar güçlü bir ilgi ve derin bir acıdan kaynaklansa da aslında amacına zarar verdiğini fark etti.
Ona faydası dokunan şeyin, kızının üniversite sınavına hazırlanmasına yardım ederken okuduğu bir öyküdeki benzetme olduğunu söyledi.
“İçinde bir tırtıl olan büyük bir kavanozla dikkatli biçimde ilgilenen bir çocuğun öyküsüydü,” dedi Erick bana. “Tırtıl sonunda kozaya dönüşüyor. Çocuk her gün kavanozu seyrediyor ama kelebek ortaya çıkarken kozayı kavanozdan çıkarmıyor, bu yüzden kelebek kanatlarını açmaya çalıştığında bunu yapamıyor. O zaman reçine, kelebeğin deforme olmuş kanatlarında katılaşıp onun uçmasını imkânsız hale getiriyor.”
Erick’in tevazuya olan yolculuğu, hayatta kendisinin ve başkalarının kontrol edemeyeceği pek çok şey olduğunu fark etmek anlamına geliyordu. Bu, başkalarını acıdan, ıstıraptan ya da başarısızlıktan koruyabileceğinizi sanmanın gerçekdışı olduğunu anlamak demekti. Ama Erick çocuklarını bu şeylerle başa çıkmaya hazırlayabileceğini anladı ve bunların yaşandığı zor zamanlarda rahatlatan kişi olarak yanlarında bulunabilirdi. Ve böyle şeyler daima yaşanırdı.
Bir şekilde, bu kadarını yapmak yeterlidir.
4. EBEVEYN TUZAĞI: PERFORMANS TUZAĞI
En iyi olarak görülme ihtiyacı. Kazanma ihtiyacı.
Yanlış İfade: “Kazanan olmazsam, hiçbir kıymetim kalmaz.”
Hareket Tarzı: Performans gösterme baskısı.
Ergenlere İstenmeden Verilen Mesaj: “Asla yeterince iyi olamayacaksın.”
Panzehir: Başarılardan bağımsız teşvik ve övgüde bulunma. Ergen çocuğunuzu yaptığı şeyler için değil, olduğu kişi için takdir etme.
KİBİR VAKA ANALİZİ
Be’anka başarı seviyesi yüksek bir lisede danışman ve koç olarak çalışıyordu. Bu mahalledeki emlak değerleri son derece yüksek olduğundan varlıklı ve başarılı aileleri çekiyordu – bu da akademik performansın neredeyse her şeyin üstünde tutulması anlamına geliyordu.
O gün Be’anka küçük Emily ile annesinin karşısında oturuyordu. Not dökümüne bakıp Emily ve öğretmenleriyle konuştuktan sonra Be’anka’nın içinden bir ses, Emily’nin üniversiteye hazırlık derslerinin güçlüğünün onu olumsuz etkilediğini söylemeye başlamıştı. Emily fen derslerinde çok başarılıydı ama AP edebiyat ve tarih dersleri performansını aşağı çekiyordu.
Be’anka önceden tasarladığı planına Emily’yi biraz daha farklı bir akademik yöne teşvik etmekle başladı ve nazikçe STEM27 derslerine yoğunlaşmasının, normal İngilizce ya da tarihten vazgeçmesinin ona daha uygun olabileceği önerisinde bulundu. Ama o başka tek kelime edemeden Emily’nin annesi resmen sandalyesinden ayağa fırladı. Kızına çıkışırken kelimeleri peş peşe döküldü.
“Bırakmak mı istiyorsun?! Geriye gitmek mi? Sıradan İngilizce dersi alırsan en iyi üniversitelerin seni kabul edeceğini cidden düşünüyor musun? Bunun ne anlama geldiği konusunda herhangi bir fikrin var mı? Geleceğin için? Dikkatli olmazsan sonunda… İşte, sonunda onun gibi olursun,” dedi doğrudan Be’anka’yı göstererek. “İstediğin bu mu?”
Kısa süre önce ABD’deki en zengin ve en yüksek başarı düzeyi olan okul sistemlerinden birinde toplanmış, ülkenin her yerinden gelen bir grup ebeveyni, okul yöneticisini, belediye çalışanını ve uzman psikoloğu dinleme şansım oldu. Bu yetişkinlerin hepsinin karşısında bir soru vardı: Ergenlerimizin kendilerini yaklaşan banliyö trenlerinin önüne atmasına nasıl son verebiliriz? Ve bu yetişkinler aşırı tepki göstermiyordu. Son beş yılda iki kez, birkaç ay aralıkla aynı banliyö treninin önüne atlayan en az beş ergen dolayısıyla bir intihar dalgası yaşanmıştı.
İntihar dalgaları –kısa zaman ya da coğrafi yakınlık içinde, üç ya da daha fazla intihardan oluşan bir grubu tanımlayan, nadir görülen bir sosyal fenomen– çok nadir olsa da yaşanan bir şeydi.
Yale Üniversitesi’nden Dr. Suniya Luthar’ın yaptığı bir araştırmada, aşırı akademik baskı altında ergenlerin özsaygılarını başarılarıyla ilişkilendirmeye ve en yüksek başarı standartlarına erişemezlerse kendilerini fena halde kusurlu görmeye başladıkları ortaya çıktı.
Bu, her zorlayıcı akademik ortamın ergenlerin intihar etmesine yol açacağı anlamına gelmiyor. Ama çok stresli, performans güdümlü çevrelerin, ergenlerin çok büyük sıkıntılar çekmesine yol açtığını ortaya koyuyor.
Arkadaşım Be’anka’ya dönelim. Kızına verdiği mesajların ne kadar yıkıcı olduğunu annesine açıklamak için Emily’nin odadan çıkmasını rica etti. Anne burnundan soluyordu, kızına zarar verecek bir şey yapabileceğinin ima edilmesine bile içerlemişti.
“En iyi okullardan birine giremezse ona neler olur?” diye sordu anne.
“Soru yanlış,” diye cevabı yapıştırdı Be’anka. “Asıl soru, ‘Eğer girerse ona neler olur?’ olmalı.”
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.