Kitabı oku: «Balonla Beş Hafta», sayfa 2
BÖLÜM II
Daily Telegraph’ta yayımlanan makale – Bilimsel yayınlar arasındaki savaş – Bay Petermann, arkadaşı Dr. Ferguson’a arka çıkıyor – Savant Koner’ın yanıtı – Oynanan bahisler – Doktora gelen türlü türlü teklifler
Ertesi gün, Ocak ayının on beşinde, “Daily Telegraph” şu sözlerle nakışlanmış bir makale yayımladı:
En sonunda Afrika’nın, uçsuz bucaksız ıssızlığının sırrını ifşa etmek üzere; altı yüzyıldır âlimlerin sırrına eremediği bu muammanın anahtarı, modern bir Oedipus tarafından bizlere verilmek üzere. Eskiden, Nil Nehri’nin -fontes Nili quoerere- kaynağını araştırmak; çılgın bir çaba, açığa çıkmaması gereken bir kuruntu olarak değerlendirilirdi.
Dr. Barth, Denham ve Clapperton’ın izini takip ederek Sudan’a gitmeye çabalarken; Dr. Livingstone, Ümit Burnu’ndan Zambezi Havzası’na doğru birçok korkusuz keşifte bulunurken; Kaptan Burton ve Speke, büyük iç gölleri keşfederken; modern uygarlığa ulaşan üç geçit açtılar. Kesişme noktaları ise -ki daha hiç kimse ulaşmayı başaramamıştır- Afrika’nın kalbidir ve tüm çabalar artık bu yöreye yönlendirilmelidir.
Bilimin, bu canını dişine takan öncülerinin emekleri, okurlarımızın da sıklıkla başarılarını takdir edebilme fırsatına sahip olduğu Dr. Samuel Ferguson’ın bu cesur projesiyle birbirine kenetlenmek üzeredir.
Bu cesur kâşif, tüm Afrika’yı doğudan batıya bir balonla geçebileceğini iddia etmektedir. Eğer iyi bilgilendirildiysek, bu hayret verici yolculuğun başlangıç noktası, batı sahil şeridinde yer alan Zanzibar Adası olacaktır. Varış noktası ise sadece Tanrı’nın tayin etmesine kalmıştır.
Bu bilimsel teşebbüs, dün resmî olarak Kraliyet Coğrafya Cemiyetinde sunulmuştur ve bu yatırımın giderlerini karşılamak için 2.500 pound’luk bir meblağ toplanmıştır.
Hiçbir kayıtta eşi benzeri bulunmayan bu girişimin gidişatı hakkında okurlarımızı haberdar kılmaya çalışacağız.
Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bahsi geçen konu, bilim insanları arasında büyük yankı buldu.
İlk olarak, bir kuşku fırtınası yarattı; Dr. Ferguson, Birleşik Devletler’e gittikten sonra bir de İngiliz Adaları’nı “inşa etmeyi” öneren Barnum soyunun ürettiği bir hayal kahramanı olarak değerlendirildi.
Cenevre’de “Bulletins de la Société Geographique” dergisinin şubat sayısında kinayeli bir cevap yayımlandı ve Londra Krallık Cemiyeti ve harikulade mersin balıklarıyla kibarca dalga geçildi.
Fakat Bay Petermann, Gotha’da basılan Mittheilungen’de, Cenevreli dergiyi derin bir sessizliğe gömdü. Bay Petermann, Dr. Ferguson’ı şahsi olarak tanımaktaydı ve arkadaşının cesaretine kefil olabilirdi.
Böylece tüm kuşkular birdenbire yok oldu: Londra’da yolculuk için hazırlıklar başladı; Lyons’taki fabrikalar balonun gövdesi için yüklü miktarda ipek siparişi aldı ve sonunda İngiliz hükûmeti Kaptan Benett idaresindeki Resolute adlı yük gemisini bu keşif gezisinin hizmetine sundu.
Aniden dünyanın her bir köşesinden tebrik ve cesaret mesajları gelir oldu.
Bu girişimin tüm ayrıntıları Paris Coğrafya Cemiyetinin bültenlerinde yayımlanmaya başladı. “Nouvelles Annales des Voyages, de la Geographie, de l’Histoire, et de l’Archaelogie de M. V. A. Malte-Brun”da (Seyahat, Coğrafya, Tarih ve Arkeoloji Bilimleri Yeni Yıllığı – M. V. A. Brun) kayda değer bir makale yayımlandı. Ayrıca, “Zeitschrift für Allgemeine Erdkunde”de Dr. Savant Koner tarafından bir araştırma yazısı yayımlandı ve bu yazıda, seyahatin yapılabilirliğinden tutun da başarılı olma olasılığına, var olan engellerin doğasından havada hareket kabiliyetinin çok sayıdaki avantajına kadar her şey irdelendi ve hata olarak değerlendirilebilecek tek bir şeye rastlandı. Dr. Koner’a göre, seyahatin başlangıç yeri olarak 1768 yılında Nil Nehri’nin kaynağını bulmak için yola çıkan James Bruce’un yaptığı gibi, Habeşistan’da küçük bir liman olan Massowah seçilmeliydi. Bununla birlikte, su yüzüne çıkan bir hayranlıkla, Dr. Ferguson’ın enerjik karakterinden, böyle bir girişimi düşünüp gerçek kılabilen demir yüreğinden de bahsediliyordu.
“The North American Review”4 bu denli büyük bir zaferin sadece İngilizlerin tekelinde olmasından duyduğu hoşnutsuzluğu saklayamadı ve böylelikle doktorun rotasıyla alay ederek bari yola çıkmışken seyahatini Amerika’ya kadar uzatmasını her türlü yolu kullanarak zorlamaya çalıştı.
Sözün kısası, yeryüzünde bulunan yayınların hepsini sayamasak bile, “Evanjelik5 Misyon Günlükleri”nden tutun da “Revue Algérienne et Coloniale”e, “Annales de la Propagation de la foi”dan “Kilise Misyon Muhabiri”ne kadar her dergi, bu girişimin her bir safhası hakkında söyleyecek bir söz buldu.
Londra ve tüm İngiltere’de genel olarak dört konu üzerinde bahse girildi: İlki; Dr. Ferguson’ın gerçek olup olmadığı, ikincisi; keşif gezisin akıl kârı olup olmadığı, üçüncüsü; girişimin başarılı olup olmayacağı ve son olarak da Dr. Ferguson’ın geri dönüp dönemeyeceği.
Bahis kitapları, Epsom6 yarışları söz konusuymuş gibi akılalmaz meblağlarla dolup taştı.
Böylece; inananı inanmayanı, âlimi cahili, tüm zıt kutuplar gözlerini doktora dikti ve doktor, böylesine görkemli bir yelesi olduğunun farkına bile varamadan günün aslanı ilan edildi. Doktorun tarafından bakarsak, gezisi hakkında en güvenilir bilgiyi iletmeye istekliydi. Yeryüzündeki en cana yakın insan olmak doğasında bulunduğu için doktora ulaşmak son derece kolaydı. Birçok gözü kara seyyah, tehlikeyi de zaferi de paylaşmak teklifiyle kapısını çaldı, fakat doktor herhangi bir sebep göstermeksizin her birini reddetti.
Balon düzeneklerine uygun icatları olan birçok mucit, sistemlerini tanıtmayı önerdi fakat hiçbiri kabul edilmeyecekti ve doktora bu amaçla kullanacağı, kendisine ait bir icadı olup olmadığı sorulduğunda bir açıklama yapmayı bile reddetti; sadece gezisinin hazırlıklarıyla her zamankinden daha çok ilgilenmeyi yeğledi.
BÖLÜM III
Doktorun arkadaşı – Arkadaşlıklarının kaynağı – Dick Kennedy Londra’da – Beklenmedik fakat çok da avutucu olamayan bir teklif – Hiçbir şekilde neşe kaynağı olamayan bir atasözü – Afrika şehitleri listesinden birkaç isim – Balonun avantajları – Dr. Ferguson’ın sırrı
Dr. Ferguson’ın bir arkadaşı vardı fakat onu ayrı bir benlik olarak değerlendirmeliyiz, daha çok bir “ikinci ben” denilebilir çünkü birbirinin kopyası iki insan arasında arkadaşlık var olamaz.
Farklı özelliklere, eğilimlere ve karaktere sahip olsalar da Dick Kennedy ve Dr. Ferguson tek bir yürek olmuştu ve bu durum onlara asla sorun çıkarmadı.
Aslında tam tersinin gerçekleştiğini söylemek mümkün.
Dick Kennedy kelimenin tam anlamıyla bir İskoç’tu; açık, yavuz ve dikbaşlı. Edinburgh yakınlarında, Auld Reekie’nin banliyösü olan Leith adlı bir kasabada yaşardı. Bazen balıkçılık yapsa da her daim hazır bir avcıydı ve bu durum, Highlands Dağları’na az da olsa tırmanmış bir Kaledonya evladı için hiç de sıra dışı bir durum sayılmazdı. Tüfekle yaptığı mükemmel atışları dillere destandı çünkü bir bıçak ağzına attığı kurşunu, sadece ikiye bölmekle kalmaz; bu parçaların bir de tartılsalar aralarında fark olmayacak şekilde eşit olduğu görülürdü.
Kennedy’nin vücut yapısı, Sir Walter Scott’un “Manastır” adlı eserinde tasvir edilen Herbert Glendinning’e şaşırtıcı derecede benziyordu. Endamı altı İngiliz ayağından uzundu ve asaletle hareketliliği beraber barındıran bu vücut, aynı zamanda Herkül’ün gücünden de nasibini almıştı. Güneşten kararmış bir yüz, parlak siyah gözler, cesaretin doğal havası… Sonuç olarak tüm varlığında hissedilen sağlam, metin ve güvenilir bir şey, daha ilk görüşte her şeyi anlatıyordu.
Bu arkadaşlık, Hindistan’da, her ikisinin de aynı birliğe bağlı olduğu dönemde şekillendi. Dick fil ve kaplan avlarken Samuel böcek ve bitki araştırıyordu. Her biri kendisini alanında uzman olarak değerlendirirdi. Öyle ki doktor, bulduğu nadir bir bitkinin, zorlu bir avda elde edilen fil dişleriyle aynı değerde olduğunu savunurdu.
Bu iki genç adam, ne birbirlerinin hayatını kurtarmak ne de birbirlerine herhangi bir hizmette bulunmak şansına sahip oldular. Fakat sarsılmaz bir dostlukları vardı. Kader bazen onları ayrı koysa da aralarındaki sıcaklık onları hep yeniden bir araya getirdi.
İngiltere’ye döndüklerinden beri, doktorun seyahatleri sebebiyle sık sık ayrı kaldılar ama doktor her eve dönüşünde, kafadarını ziyaret edip misafirperverlik beklemeden evinde birkaç haftayı beraber geçirmeyi bahşediyordu.
Dick geçmişten bahsederken Samuel geleceğe hazırlanıyordu. Biri geriye öteki ileriye bakıyordu. Böylece huzursuz bir ruh, Ferguson’a yön verirken; kusursuz bir dinginlik, Kennedy’yi şekillendiriyordu -ne çelişki ama!
Tibet’ten döndükten sonra doktor yaklaşık iki yıl farklı bir seyahatten söz etmedi. Arkadaşının seyyahlık içgüdülerinin ve serüven açlığının yatıştığını düşünen Dick, durumdan oldukça memnundu. Bu seyahatlerin elbet bir gün kötü sonuçlanacağı inancındaydı. Bir kişinin insanoğluyla nasıl deneyimleri olursa olsun yamyamlar ve vahşi hayvanlar arasında sonsuza kadar rahatça gezinemezdi. İnsanlığa gönül borcunu fazlasıyla ödemiş ve bilim için de yeteri kadar çalışmış bir insan olarak Samuel, artık bu işlerine bir nokta koymalıydı.
Doktorsa bunlara cevap vermiyordu. Kendisi dışında kimsenin anlamadığı garip görünüşlü makinelerle deneyler yaparak, bir öbek rakamla uğraşarak, geceleri kendini esrarlı hesaplara vererek derin düşüncelere dalıyordu. Hâlihazırda bazı harika fikirlerin oluşmaya başladığı anlaşılabiliyordu.
Ocak ayında arkadaşı Londra’ya döndüğü zaman, Kennedy, Aklından ne geçiyor olabilir? diye düşünmekteydi.
Cevabı, bir gün “Daily Telegraph” gazetesine göz gezdirirken buldu.
“Aman Tanrı’m!” diye bağırdı. “Zırdeli, kaçık! Balonla Afrika’yı geçmek ha? Dönüm noktası bu olsa gerek! Son iki senedir aklını kurcalayan, buymuş demek ki!”
Şimdi, sevgili okur, bütün bu ünlem işaretlerini atıp yerlerine hızlıca masaya vurulan yumruklar koyarsanız, Dick’in konuşurken nasıl bir durumda olduğuna dair bir fikriniz olabilir.
Evinin her işini gören yaşlı Elspeth, her şeyin bir kurmaca olabileceğini söyleyecek oldu ama
“Hiç de değil!” diye gürledi. “Ben malımı bilmez miyim? Tam da onun işi değil mi? Havada seyahat ha? Şimdi de kartalları mı kıskanıyor? Hayır! Seni temin ederim onu durdurmanın bir yolunu bulacağım! O… Onu biraz yalnız bırakırsak, yakında aya gitmeye de kalkar!”
Hemen o akşam, yarı telaşlı yarı bezgin bir hâlde olan Kennedy, trene bindi ve ertesi sabah Londra’ya vardı.
Vardıktan 45 dakika sonra bir araba, onu Dr. Ferguson’ın Soho Meydanı, Greek Caddesi’ndeki küçük evinin kapısında indirdi. Gecikmeden birkaç adımda kapıya ulaştı ve beş kez kuvvetlice kapıya vurarak geldiğini belirtti.
Kapıyı bizzat Ferguson açtı.
“Dick! Sen mi geldin?” dedi fakat çok da şaşırmamıştı.
“Evet ta kendisi!” oldu gelen yanıt.
“Sen, benim canım dostum, av mevsiminin tam ortasında Londra’ya mı geldin?”
“Evet, burdayım işte. Londra’da!”
“Seni buraya ne getirdi bakalım?”
“Akla gelen gelmiş geçmiş en büyük çılgınlığı engellemeye geldim!”
“Çılgınlık mı?” diye sordu doktor.
“Gazetede yazılanlar doğru mu?” diye devam etti Kennedy, bir yandan da elinde bahsi geçen makalenin olduğu gazeteyi sallıyordu.
“Ah, demek bundan bahsediyordun! Bu gazeteler gerçekten çok geveze! Önce bir otur şöyle, sevgili dostum.”
“Hayır, oturmayacağım! Yani şimdi gerçekten bu yolculuğa çıkmayı mı planlıyorsun?”
“Tabii ki! Tüm hazırlıklarım yolunda gidiyor ve ben…”
“Nerede şu eşyaların? Hele bir elime geçirsem! Hepsini öyle bir hâle yola koyarım ki!” Bizim kibar İskoç’umuz benzersiz bir öfke patlaması yaşıyordu.
“Sakinleş, Sevgili Dick!” diye söze girdi doktor. “Öfkeni anlıyorum çünkü seni yeni projemden haberdar etmedim.”
“Yeni projem diyor bir de!”
“Çok meşguldüm.” diye devam etti doktor, sözünün bölünmesine aldırış etmemişti. “O kadar çok şeyle ilgilenmem gerekti ki! Ama sana yazmadan kesinlikle yola koyulmayacaktım.”
“Öyle mi! Gerçekten çok onur duydum!”
“Çünkü niyetim seni de yanımda götürmekti.”
Bu laf üzerine, İskoçyalı öyle bir sıçradı ki bir dağ keçisi bile bu sıçrayışı beğenmezlik edemezdi.
“Oh, yani sen ikimizi de Bedlam’a7 göndertecektin!”
“Sana gözüm kapalı güvenirim ve bilirsin seni diğer insanlardan hep ayrı tutmuşumdur.”
Kennedy’nin şaşkınlıktan dili tutulmuştu.
“Beni on dakika dinlersen…” diye ekledi doktor. “Bana teşekkür edeceksin.”
“Sen gerçekten ciddi misin?”
“Çok ciddiyim.”
“Peki seninle gelmeyi reddedersem?”
“Etmeyeceksin.”
“Edeceğimi varsayarsak?”
“O zaman yalnız giderim.”
“Şöyle oturalım.” diye ekledi Kennedy. “Ve heyecanlanmadan konuşalım. Dalga geçmeyi bıraktığın anda bu konuyu tartışabiliriz.”
“O zaman kahvaltıda tartışalım Sevgili Dick, tabii bir sakıncası yoksa?”
İki arkadaş üzerinde kocaman bir tabak kızarmış ekmek ve büyük bir çaydanlık olan küçük masaya karşılıklı oturdular.
“Sevgili Samuel!” diye söze başladı avcı. “Senin projen bir delilik! Olanaksız! Akıl kârı olan hiçbir şeyle uzaktan yakından alakası yok!”
“Ama denediğimiz zaman işin içyüzünü anlayacağız.”
“Fakat tam olarak nasıl olacağından bile emin olmadığın bu yolculuğa çıkmayı deneyemezsin!”
“Peki neden, söyler misin bana?”
“Şey… Riskler ve zorluklar!”
“Zorluklar…” diye ciddi bir tavırla cevapladı Ferguson. “Üstesinden gelmek için varlar. Risklere ve tehlikelere gelince; onlardan kaçabilmekle kim övünür? Hayatta var olan her şey tehlikelidir; bir kişinin kendi masasında oturması bile tehlikeli olabilir ya da kafana kendi şapkanı takmak… Ayrıca, olacak şeylere zaten olmuş gözüyle bakmalıyız ve gelecekte de şu andan fazlasını görmemeliyiz çünkü gelecek, yaşanan anın biraz ötesinden ibarettir.”
“İşte bu!” diyerek omuz silkti Kennedy. “Dünyaya gelmiş en kaderci insan!”
“Evet ama kelimenin iyi anlamında… O zaman kaderin bizim için neler sakladığını düşünüp canımızı sıkmayalım ve şu eski, güzel İngiliz atasözünü hiç akıldan çıkarmayalım: Asılmak için doğan biri asla boğulmaz!
Verilecek bir cevap yoktu fakat bu durum, Kennedy’nin. şimdi burada saymanın yersiz olacağı birçok savı aklına getirmesine engel olmadı.
“Peki o zaman.” dedi bir saat süren tartışmanın ardından, “Afrika Kıtası’na olan bu yolculuğu yapmaya kesin kararlıysan -bu seni mutlu edecekse- niye bilinen rotayı takip etmek istemiyorsun?”
“Niye?” diye haykırdı doktor. “Bugüne kadar bahsettiğin yolları izlemek hep hüsranla sonuçlandı; Nijerya’da katledilen Mungo Park’tan Wadai ülkesinde kaybolan Vogel’ya; Murmur’da ölen Oudney’den Sakato’da yok olan Clapperton’a ve hunharca katledilen Fransız Maizan’ya, Tuaregler tarafından öldürülen Binbaşı Laing’dan Rocher’ye, 1860’ların başından bu yana katledilmiş birçok kişinin adı yazıldı Afrika şehitleri listesine. Çünkü açlık, susuzluk, ateş gibi birçok unsura ve vahşi yaratıklara, onlardan daha vahşi insanlara karşı ayakta kalmak imkânsız! Çünkü bir iş, bir şekilde yapılamıyorsa başka yollar denenmeli. Sonuç olarak bir şeyin tam ortasından geçemiyorsan diğer tarafı ya da üstünden geçmeyi seçmelisin!”
“Keşke tek sorun üstünden geçmek olsa!” diye başladı Kennedy. “Ama havadan geçmek, doktor, işte mesele bu!”
“Peki o zaman…” dedi doktor. “Korkmam gereken şey ne? Sen de kabul edersin ki balonumun düşmemesi için gereken önlemlerin hepsini aldım. Ama olur da beni hayal kırıklığına uğratırsa ben de diğer kâşiflerin normal konumuna, toprağın üzerine inmiş olacağım. Fakat balonum beni yarı yolda bırakmayacak yani bu tür hesaplamalarla uğraşmak yersiz.”
“Evet ama bu durumları da göz önünde bulundurmalısın.”
“Hayır, Dick, Batı Afrika kıyılarına varana dek balondan ayrılmamak niyetindeyim. Onunla her şey olası, onsuz ise bu çapta bir geziye eşlik edebilecek tüm sıradan tehlikelerle yüz yüze kalacağım. Ama onunla ne sıcak ne seller ne fırtınalar ne sam yeli ne kötü hava ne vahşi hayvanlar ne de vahşi insanlar; hiçbir şey beni korkutamaz! Eğer hava sıcak gelirse yükselirim; eğer üşürsem alçalırım. Bir dağa mı rastladım, üzerinden geçerim, sarp bir kayalık mı gördüm, yanından süzülürüm, bir sele denk gelirsem, üzerinden bir kuş gibi geçerim. Yorgunluk nedir bilmem ve dinlenmeye ihtiyaç duymaksızın mola veririm. Doğmakta olan şehirlerin üzerinden süzülürüm. Bir fırtına hızıma hız katar. Afrika Kıtası, büyük dünya atlasına bakıyormuşum gibi gözlerimin altında kayarken bazen göğün derinliklerinden bazen de topraktan 100 fit havada uçabilirim.”
İnatçı Kennedy bile etkilenmiş görünüyordu. Karşısında resmedilen manzara başını döndürmüştü. Gözlerini hayranlık ve ilgiyle doktora çevirmişti. Daha şimdiden boşlukta sallanıyormuş hissine kapılarak biraz ürpermişti.
Sonunda şöyle dedi: “Peki Samuel, yani şimdi balon kullanmanın inceliklerini bildiğini mi söylüyorsun?”
“Hiç de değil. Bu tam bir ütopya!”
“Peki o zaman gideceğin yer?”
“Tanrı nereyi isterse ama en azından doğudan batıya.”
“Niçin?”
“Çünkü yönü hiç değişmeyen Alize rüzgârlarından faydalanmak niyetindeyim.”
“Ah tabii ki!” diye cevapladı Kennedy. “Alize rüzgârları, evet, gerçekten de yapılabilir; onda bir şey var.”
“Evet onda bir şey var, aslında her şey onda. İngiliz hükûmeti bir vasıta temin etti ve tahminî varış tarihime uygun olarak üç dört gemi de Batı Afrika sahillerinde seyir hâlinde olacak. Biz, en fazla üç ay içerisinde balonumu şişireceğim yer olan Zanzibar’a gidip oradan yola koyulacağız.”
“Biz?” dedi Dick.
“Hâlâ ufacık bir itirazın varsa konuş, dostum Kennedy.”
“Ufacık bir itiraz! Bin tane var kafamda! Ama her şey bir yana, eğer ülkeyi gezmek istiyorsan eğer kafana göre alçalıp yükseleceksen, bunu yakıt kaybetmeden yapamazsın. Bugüne kadar başka bir yöntem geliştirilmediğine göre, havada yapılması planlanan uzun yolculukların karşısındaki başlıca engel budur.”
“Sevgili Dick, kısacık bir cevabım var. Bir tez gaz molekülü bile kaybetmeyeceğim.”
“Ve hâlen istediğin zaman alçalabilecek misin?”
“Ne zaman istersem o zaman.”
“Peki nasıl yapacaksın?”
“İşte benim sırrım da burada gizli dostum Dick. İnançlı ol ve benim inancımı benimse: Excelsior!”
“Excelsior! Öyle olsun bakalım.” diye ekledi tek kelime Latince bilmeyen avcı.
Fakat arkadaşını engellemek için gücünün elverdiği tüm yolları denemeye kararlıydı ve pes etmiş gibi görünerek gözlemlemekle yetindi. Doktora gelince; hazırlıklarına kararlılıkla devam etti.
BÖLÜM IV
Afrika’daki keşifler – Barth, Richardson, Overweg, Werne, Brun-Rollet, Penney, Andrea, Debono, Miani, Guillaume Le-jean, Bruce, Krapf, Rebmann, Maizan, Roscher, Burton ve Speke
Dr. Ferguson’ın izlemeyi şeçtiği hava güzergâhı öylesine seçilmemişti; çıkış noktası ayrıntılı olarak incelenmişti ve Zanzibar Adası’ndan havalanmayı seçmiş olmasının iyi bir sebebi vardı. Afrika’nın doğu sahillerine yakın bir konumda olan bu ada, 6 derece güney enlemi üzerindeydi ki bu da Ekvator’un 430 mil aşağısında yer aldığı anlamına gelir.
Nil Nehri’nin kaynağını bulmak amacıyla yola çıkılan son keşif gezisinin de başlangıç noktası bu adaydı.
Fakat Dr. Ferguson’ın birleştirmeyi düşündüğü keşiflerden bahsetmekte yarar var. Başlıca ikisi; 1849’da gerçekleşen Dr. Barth’ın ve Teğmenler Burton ve Speke’in 1858’deki keşfiydi. Dr. Barth, kendisine ve vatandaşı olan Overweg’e, İngiliz Richardson’ın gezisinde yer bulmayı başarmış bir Hamburgluydu. Richardson’a Sudan’da bir görev verilmişti.
Bu uçsuz bucaksız bölge, 15 ve 10 derece güney enlemleri arasında bulunuyordu ve oraya varmak için Afrika’nın içerisine 1500 mil seyahat etmek gerekiyordu.
O zamana kadar, bir gizemler ülkesi olan bu yer hakkında, 1822 ve 1824 yılları arasında yapılan Denham, Clapperton ve Oudney’nin seyahatleri vasıtasıyla biraz bilgi edinilebilmişti. Richardson, Barth ve Overweg, keşiflerini daha ileri taşımak arzusuyla, Tunus ve Trablus’a vardılar ve Fizan’ın başkenti Murzuk’a ulaştılar.
Tuareglerin yönlendirmesiyle, dikine izledikleri rotalarından vazgeçip Ghat’a; batıya doğru keskin bir dönüş yaptılar. Binlerce yağma, aşağılanma ve silahlı saldırı sahnesinden sonra kafile, Asben’in uçsuz bucaksız vahasına, bir ekim ayında varabildi. Dr. Barth gruptan ayrılarak Agadez kentine bir seyahat yaptıktan sonra 12 Aralıkta tekrar yola koyulan kafileye katıldı. Kafile, üç seyyahın birbirinden ayrıldığı Damergu kasabasına vardı ve Barth, yüklü miktarda haraç ve azmi sayesinde Kano’ya giden yolda ilerlemeyi başardı.
7 Martta, yanında sadece bir tek hizmetkârla, yüksek ateşten muzdarip olmasına rağmen yola çıktı. Bu seyahatin başlıca amacı, hâlen 350 mil uzakta olan Çad Gölü’nü tetkik etmek olduğundan tekrar yola koyulup Afrika Krallığı’nın kalbi olan Bornou’daki Zouricolo kasabasına vardı. Burada, açlık ve yokluk içinde hayatını kaybeden Richardson’ın haberini aldı. Sonunda, üç haftalık bir yolculuğun bitiminde, Trablus’tan ayrılışından on iki ay sonra Nagorno kasabasına ulaşabildi.
Onu, 29 Mart 1851’de, Overweg eşliğinde, gölün güneyindeki Adamaoua Krallığı’na doğru yola koyulurken buluyoruz ve oradan da 9 derece kuzey enleminin biraz aşağısında yer alan Yola’ya kadar uzanıyor. Bu, gözü kara seyyahın ulaşabildiği güneydeki en uzak sınır oluyor.
Ağustos ayında Kouka’ya dönüyor ve buradan da Mandara, Barghimi ve Klanem, son olarak da 17 derece 20 dakika batı boylamındaki Masena’ya geçerek batıdaki sınırını çiziyor.
Son yoldaşı Overweg’in 25 Kasım 1852’de hayatını kaybetmesinin ardından doğuya yöneliyor ve Sokoto’yu ziyaret edip Nijer’i geçiyor ve Timbuktu’ya varıyor. Burada bir şeyhin tüm aşağılamalarına, her türlü kötü davranışa ve sefalete rağmen sekiz ay boyunca konaklamak zorunda kalıyor. Ama bir Hristiyan’ın şehirde konaklamasına daha fazla tahammül edilemiyor ve Fouillane’lar şehri kuşatmakla tehdit ediyor. Böylelikle doktor, 1854 yılının 17 Mart gününde yola koyuluyor ve inanılmaz bir mahrumiyet içinde otuz üç gün geçiriyor. Kasım ayında Kano’ya ulaşabiliyor ve daha sonra da dört aylık bir gecikmeyle Denham’ın rotasına, Kouka’ya varıyor. 1855’in sonlarına doğru Trablus’a geçip 6 Eylülde bu seyahatin tek hayatta kalan üyesi olarak Londra’ya varıyor.
Dr. Barth’ın yolculuğu gerçekten bir cesaret destanıydı.
Dr. Ferguson, onun 4 derece kuzey enlemi ve 17 derece batı boylamında durduğunu dikkatlice not aldı.
Şimdi de Teğmen Burton ve Speke’in Doğu Afrika’da başardıklarına bir göz atalım:
Nil boyunca uzanan keşiflerin hiçbiri bu nehrin gizemli kaynağını bulmayı başaramadı. Alman Doktor Ferdinand Werne’nün anlatımına göre, 1840 yılında Mehmet Ali’nin gözetimi altında yapılan keşif gezisi, 4 ve 5 derece kuzey paralelleri arasında Gondokoro’da duraksamıştır.
1855’te Doğu Sudan’da ölen Vaudey’nin yerine Sardunya konsolosu olarak göreve başlayan Savoy’lu Brun-Rollet, Hartum’dan sakız ve fil dişi tüccarı Yakup adıyla yola koyuluyor ve 4. paralelin ötesinde bulunan Belenia’ya ulaşıp oradan ölümcül bir hastalığa tutularak Hartum’a dönüyor ve hayatını kaybediyor.
Ne ufak buharlı bir gemiyle Gondokoro’nun bir derece ilerisine gidebilen ve Hartum’da zafiyet sonucu hayata gözlerini yuman Mısır Sağlık Hizmetleri Başkanı Dr. Penney ne Gondokoro’nun aşağısındaki çağlayanlara ve ikinci paralele ulaşan Venedikli Miani ne de Nil’in daha da yukarılarına kadar seyahat eden Maltalı Tüccar Andrea Debono açıkça geçilmez olan sınırın ötesine geçebildi.
1859’da Fransız hukûmetince görevlendirilen M. G. Lejean, Kızıl Deniz üzerinden Hartum’a vardı ve yirmi kişilik mürettebat ve yirmi kişilik askerle Nil üzerinde yola koyuldu; fakat başkaldırmış zenci kabileler hayati risk oluşturmaktaydı; böylece Gondokoro’dan daha öteye geçemedi. M. d’Escayrac de Lauture tarafından başlatılan seyahat de aynı şekilde hüsranla sonuçlandı.
Bu ölümcül sınır, yola çıkan her kâşifi bir yerde tökezletiyordu. Eskiden Neron’un elçileri 9. enleme ulaşmışlardı yani on sekiz yüzyıl boyunca katedilen mesafe 5-6 dereceden; 300-360 milden daha fazla değildi.
Birçok seyyah ise Afrika’nın doğusundan yola koyularak Nil’in kaynağına ulaşmayı denedi.
1768-1772 yılları arasında, İskoç Bruce, Habeşistan’da bir liman olan Massava’dan yola koyulup Tigre boyunca seyahat etti, Aksum yıkıntılarını gezdi, “olmayan” Nil kaynaklarını gördü ve anlamlı bir sonuç elde edemeden geri döndü.
1844’te, Anglikan bir misyoner olan Dr. Krapf, Zanzibar kıyısındaki Monbaz’da bir müessese kurdu ve Dr. Rebmann’la birlikte kıyıdan üç yüz mil içeride iki sıradağ keşfetti. Bu dağlar, de Heuglin ve Thorton tarafından bir kısmına daha yeni tırmanılan Klimanjearo ve Kenya Dağları’dır.
1845’te Fransız kâşif Maizan, tek başına Bagamayo’dan yola çıktı ve Zanzibar’ın tam aksi yönünde Deje-la-Mhora’ya kadar ulaştı; fakat burada kabile lideri tarafından akla gelecek en kötü işkencelere maruz kaldı ve hayatını kaybetti.
1859 Ağustosunda, Hamburglu genç gezgin Roscher, bir Arap kervanıyla yola koyulup Malavi Gölü’ne ulaştı; fakat uykusunda öldürüldü.
Son olarak, 1857 yılında Bengal Ordusunda görevli teğmenler Burton ve Speke, Londra Coğrafya Cemiyeti tarafından, büyük Afrika göllerini incelemek için görevlendirildiler ve 17 Haziran günü Zanzibar’dan ayrılıp doğruca batıya yöneldiler.
Dört ay boyunca süregelen tarifsiz sıkıntılardan sonra eşyaları yağmalanmış ve hamalları dövülmüş ya da katledilmiş bir şekilde, tüccarlar ve kafilelerin bir nevi buluşma noktası olan Kazeh’e vardılar. Ay’ın ülkesinin tam ortasındaydılar ve burada âdetler, yönetim, din ve o topraklara özgü bitki ve hayvan çeşitleri hakkında çok değerli bilgiler elde ettiler. Ardından, 3. ve 8. derece güney enlemleri arasında yer alan ve inceleyecekleri ilk büyük göl olan Tanganika’ya doğru yola çıktılar. 1858 yılının 14 Şubat günü oraya vardılar ve çoğunluğu yamyam olan, göl kenarında yaşayan kabileleri ziyaret ettiler.
26 Mayısta tekrar yola koyuldular ve 20 Haziran günü Kazeh’e tekrar giriş yaptılar. Tamamıyla bitkin düşmüş olan Burton, burada birkaç ay hasta yattı ve bu süre zarfında Speke, 300 milden fazla kuzeye, 3 Ağustosa kadar ulaşamadığı Ukéréoué Gölü’ne kadar uzanan bir keşfe çıktı; fakat 2 derece 30 dakika enleminden sadece gölün ağzını görebildi.
25 Ağustosta Kazeh’e döndü ve bir sonraki sene Mart ayında ulaşabilecekleri Zanzibar’a doğru, Burton’la beraber yola koyuldular. Bu iki gözü pek kâşif, daha sonra İngiltere’ye döndü ve Paris Coğrafya Cemiyeti tarafından yılın ödülüne layık görüldüler.
Doktor Ferguson, bu iki kâşifin ne 2 derece güney enleminden ne de 29. doğu boylamından ileri gitmediklerine dikkat etti.
Böylece sorun, Burton ve Speke’in keşiflerinin Dr. Barth’ınkiyle nasıl birleştirileceğinden ibaret olmuştu; çünkü böyle bir girişim, bölgenin 12 dereceden daha fazla mesafelik bir kısmını aşmak anlamına geliyordu.