Kitabı oku: «Balonla Beş Hafta», sayfa 3
BÖLÜM V
Kennedy’nin Rüyası – Çoğul konuşmalar ve zamirler – Dick’in imaları – Afrika haritasında bir gezinti – Pusulanın iki kutbu arasında ne vardır? – Keşifler artık yürüyerek yapılıyor – Speke ve Grant – Krapf, de Decken ve de Heuglin
Dr. Ferguson, hazırlıklarını büyük bir istekle hızlandırdı. Balonun yapımıyla bizzat kendisi ilgileniyordu ve kimsenin ses çıkartmadığı bazı değişikler yapıyordu. Uzun bir zamandır Arapça öğrenmeye ve Mandingo kabilesinin deyimlerini anlamaya çalışıyordu ve çok dil bilmesi sayesinde, gayet hızlı ilerleme gösteriyordu.
Aynı zamanda, avcı arkadaşı, şüphesiz ki doktorun kimselere tek kelime bile etmeden yola koyulması ihtimalinden ürkerek, kendisini gözünün önünden ayırmıyordu. Bu konuda, en ikna edici tartışmalarla doktoru oyalamaya çalışsa da başarılı olmak şöyle dursun Ferguson’ın azıcık etkilenmiş gibi bile durmadığı içler acısı yalvarmalarla nefesini tüketiyordu.
Zavallı İskoç, gerçekten acınası bir hâldeydi. Artık gök kubbeye, kapkara korkular olmaksızın bakamıyordu. Uyurken başını döndüren sallantılar hissediyor ve her gece, tarifsiz yüksekliklerden aşağı düştüğü kâbuslarla uğraşıyordu.
Şunu da eklemek gerekir ki bu korkunç kâbuslarla uğraşırken bir ya da iki kez yataktan düşmüştü. İlk yaptığı iş, başındaki kocaman şişliği Ferguson’a göstermek oldu. “Üstelik…” dedi. saf saf. “Bu daha sadece 3 fitlik yükseklikten düşünce olan bir şiş, bir inç bile fazlası değil! Gerisini sen düşün!”
“Düşmeyeceğiz.” Cevap hep aynıydı.
“Fakat yine de düşmekte olduğumuzu farz edersek?”
“Düşmeyeceğiz!”
Bu son noktaydı ve Kennedy’nin söylecek sözü kalmıyordu. Onu asıl delirtense doktorun gözünde kendi kişiliğinden bir şeyler kaybediyormuş gibi hissetmesiydi. Doktor onu “çantada keklik” uçuş arkadaşı olarak görüyor ve ufacık bir şüphe bile duymuyordu. Üstelik Samuel, birinci çoğul şahıs zamirini sinir bozucu bir sıklıkla kullanıyordu.
“Biz ilerliyoruz.”, “Biz şu gün hazır olmalıyız.”, “Biz şu gün yola çıkmalıyız.” vesaire vesaire…
Bir de aitlik sıfatları vardı ki:
“bizim” balonumuz, “bizim” vagonumuz, “bizim” keşfimiz…
Ve devamı:
“bizim” hazırlıklarımız, “bizim” bulduklarımız, “bizim” yükselişimiz…
Dick’in tüyleri diken diken oluyordu; her ne kadar gitmemekte kararlıysa da arkadaşının canını sıkmak istemiyordu. Yine de belirtelim; kendisinin de bilmediği bir sebeple Edinburgh’a gidip birçok kalın giysi ve en sevdiği av takımıyla silahları almıştı.
Bir gün, artık durumu kabullendikten sonra inanılmaz bir şans eseri -binde bir başarı şansı olsa da- doktorun tüm isteklerine boyun eğmiş gibi davrandı. Fakat yolculuğu geciktirmek için her türlü bahaneye başvurdu. Yolculuğun yararları ve fırsatlarını sorgulayarak söze girdi. Nil Nehri’nin kaynağına ulaşmak ne işe yarardı? Gerçekten insanlığın yararına mıydı? Afrikalı kabileler eninde sonunda uygarlaştırıldıklarında yine de mutlu olacaklar mıydı? Uygarlığın Avrupa’dan ziyade orada olmadığından emin miydik? Belki! Ve bir süre daha beklenemez miydi? Afrika bir gün boydan boya geçilecekti; fakat daha az tehlikeli bir yöntemle. Bir ay içinde ya da altı ay sonra yıl sona ermeden bir kâşif bunu başaracaktı kuşkusuz.
Tüm bu cümleler, planlananın ya da arzulananın tam aksi bir etki yapmıştı ve doktor sabırsızlıkla kıvranmaya başlamıştı. “Ne yapmak niyetindesin zavallı Dick? Ya da bir şey yapmaya niyetin var mı sahte dostum? Bu zafer başkalarının mı olmalı? Kendi geçmişime mi karşı çıkmalıyım; ciddi olmayan engellere boyun mu eğmeliyim? İngiliz hükûmeti ve Londra Coğrafya Cemiyetinin bana yaptıklarına korkakça bir tereddütle mi karşılık vermeliyim?”
“Fakat…” diye söze girdi Kennedy; çok sık kullandığı bu bağlaçla.
“Fakat…” diye karşılık verdi doktor. “Benim keşif gezimin şu anda yürütülmekte olanlarla rekabet edebilecek durumda olduğunun farkında değil misin? Şu anda yeni gezginlerin Afrika’nın kalbine doğru yol almakta olduğunu bilmiyor musun?”
“Hâlâ…”
“Beni dinle Dick ve gözlerini şu haritadan ayırma.”
Dick boyun eğdi ve gözlerini haritaya çevirdi.
“Şimdi, Nil boyunca yukarı çık.”
“Evet çıktım.” diye uysal bir şekilde cevapladı İskoçyalı.
“Gondokoro’da dur.”
“Tamam, oradayım.”
Ve Kennedy kendi kendine böyle bir seyahatin ne kadar da kolay olduğunu düşündü -tabii ki harita üzerinde!
“Şimdi de şu pergelin uçlarından birini al ve en gözü kara kâşiflerin bile yeni yeni geçebildikleri şu yerin ilerisine bastır.”
“Tamam, yaptım.”
“Şimdi kıyıda 6 derece güney enlemi boyunca Zanzibar Adası’nı bulmaya çalış.”
“Buldum.”
“Şimdi de aynı paraleli takip ederek Kazeh’e ulaş.”
“Evet, vardım.”
“Ukéréoué Gölü’nün ağzına doğru 33. derece boylamında devam et, işte burası Teğmen Speke’in durmak zorunda kaldığı yer.”
“Tam oradayım. Biraz daha çıkarsam göle düşerim!”
“Çok güzel! Şimdi kıyıda yaşayan kabilelerden aldığımız bilgilere dayanarak neyi farz edebiliriz anladın mı?”
“En ufak bir fikrim bile yok!”
“Niçin? Alt sınırı 2 derece 30 dakika sınırında bulunan bu göl, aynı şekilde Ekvator üzerinde yine 2 derece 30 dakika boyunca uzanıyor olmalı.”
“Gerçekten mi!”
“Şey, kuzey sınırından Nil Nehri’ne karıştığını varsaydığım bir akarsu geçmekte; tabii bu Nil Nehri’nin ta kendisi değilse!”
“Bu, aslında, merak uyandırıyor…”
“Artık, pergelin diğer ucunu, Ukéréoué Gölü’nün üzerine yerleştirebilirsin.”
“Hemen yapıyorum, dostum Ferguson.”
“Şimdi bu iki nokta arasında kaç derece sayabiliyorsun?”
“İki derece kadar.”
“Ve bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”
“Kesinlikle hayır.”
“Neredeyse 120 mil yapar ki bu da bir hiç demek.”
“Neredeyse bir hiç, Samuel.”
“Peki, şu anda ne olmakta bilyor musun?”
“Yemin ederim ki bilmiyorum.”
“İyi o zaman, ben sana söyleyeyim. Coğrafya Cemiyeti, Speke’in çok uzaktan görebildiği bu gölün keşfine büyük önem veriyor. Derneğin desteğiyle birlikte, Teğmen (artık Kaptan) Speke, Hindistan’daki orduda görevli Kaptan Grant’le anlaştı ve çok donanımlı bir keşif gezisinin başına geçtiler. Görevleri, göl boyunca ilerleyip Gondokoro’ya geri dönmek. Kendilerine beş bin sterlinden fazla bir bütçe verildi ve Ümit Burnu valisi, emirlerine Hottento’lu askerleri atadı. 1860’ın Ekim ayı sonunda Zanzibar’dan yola çıktılar, bu zaman zarfında Hartum Konsolosu John Petherick, İngiltere Dışişleri Bakanlığından yaklaşık yedi yüz sterlin aldı; Hartum’da bir buharlı gemi edinip onu her türlü gereçle donatmak ve Gondokoro’ya gitmekle görevlendirildi. Orada, Kaptan Speke’in kafilesini bekleyecek ve belirli bir ölçüdeki ihtiyaçlarını karşılayacak.”
“İyi planlanmış.” dedi Kennedy.
“Senin de açıkça görebileceğin gibi, eğer bu keşif işlerinde yer almak istiyorsak, zamanımız azalmakta. Sadece bununla kalsa iyi. Bazıları Nil’in kaynağına doğru emin adımlarla ilerlerken diğerleri de Afrika’nın kalbinin derinliklerine inmekte.”
“Yürüyerek mi?” diye sordu Kennedy.
“Evet, elbette!” diye karşılık verdi doktor sorudaki kinayeyi göz ardı ederek.
“Doktor Krapf, batıda, Ekvator’un hemen altındaki Djob Irmağı boyunca ilerlemeyi planlamakta. Baron de Decken çoktan Monbaz’dan yola koyuldu bile, Kenya ve Klimanjaro Dağları’nı tetkik etti. Şimdi de içerilere, merkeze doğru ilerlemekte.”
“Hep yaya olarak mı?”
“Yaya olarak ya da katırlarla.”
“Bana sorarsan her ikisi de aynı şey.” diye ekledi Kennedy.
“Son olarak…” diye söze girdi doktor. “Hartum’un Avusturya Konsolos Yardımcısı M. de Heuglin, yeni bir keşif gezisini henüz ayarladı. Amaçları, öncelikle Dr. Barth’ın çalışmalarına katılmak amacıyla 1853 yılında Sudan’a gönderilen Seyyah Vogel’nun akıbetini araştırmak. 1856 yılında, Bornou’dan ayrılıp Çad Gölü ve Darfur arasındaki gizemli ülkeyi araştırmak için yola çıkmıştı. O zamandan beri kendisinden haber alınamadı. 1860’ta İskenderiye’ye gelen mektuplar, kendisinin Wadai kralının emriyle öldürüldüğünü bildirmekteydi. Diğer yandan, Dr. Hartmann tarafından Vogel’nun babasına yazılan mektuplara göre Vogel, Bornou’lu bir fellahın anlattıklarına bakılırsa Wara’da tutsak edilmişti. Böylece bir umut ışığı doğmuş oldu. Krallık Naibi Saxe-Cobourg-Gotha başkanlığında bir komite kuruldu; arkadaşım Petermann sekreterliğini yürütmekteydi ve birçok âlimin gönüllü katılımıyla etkinliği artan bu keşif gezisinin masraflarını karşılamak için yurt çapında bir bağış kampanyası düzenlendi. Sonuç olarak M. De Heuglin, haziran ayında Massowah’dan yola koyuldu. Bir yandan Vogel için aramalar sürdürülürken diğer taraftan da Nil ve Çad Gölü arasında kalan tüm topraklar keşfedilecekti ki bu Kaptan Speke ve Dr. Barth’ın tüm çalışmalarının bir araya getirilmesi anlamına gelmekte. Böylece Afrika, doğudan batıya katedilmiş olacak.”8
“Peki…” diye söze başladı açıkgöz İskoçyalı. “Her şey bu kadar yolunda gidiyorsa bizim oraya gitmemize ne gerek var?”
Dr. Ferguson bu soruyu yanıtsız bıraktı; sadece omuz silkmekle yetindi.
BÖLÜM VI
Bir uşak – Eşleştir! – Jüpiter’in uydularını görebiliyor – Dick ve Joe arı gibi çalışıyor – Şüphe ve inanç – Tartılma seremonisi – Joe ve Wellington – İngiliz parası alıyor
Dr. Ferguson’ın kendisine Joe diye seslenildiğinde anında yanıt veren bir uşağı vardı. Mükemmel bir yoldaştı ve -her zaman zekice karşılık verdiği istek ve ihtiyaçlar her ne kadar hoşuna gitmese de-efendisine sınırsız bir bağlılık içindeydi. Yani, hiç homurdanmayan bir Kaleb,9 ve daimî bir güler yüzlülük timsaliydi.
Sırf bu amaçla birini yaratmak isteseniz, ondan daha iyisini yaratamazdınız. Ferguson kendisini tamamıyla onun ellerine teslim etmişti. Var olmanın getirdiği sıradan işler söz konusu olduğunda her işi layıkıyla yapmaktaydı. Kıyas kabul etmez, namuslu Joe! Sizin yerinize yemeğinizi sipariş veren; sizin hoşlandıklarınızdan hoşlanan; valizinizi bir tek çorap ya da çamaşırı unutmaksızın toplayan; anahtarlarınızı ve sırlarınızı teslim edebileceğiniz ve bundan kesinlikle faydalanmaya çalışmayan bir hizmetkâr!
Ve bu değerli Joe’nun gözünde doktor öyle yükseklerdeydi ki! Onun kararlarına saygı ve güvenle boyun eğerdi! Ferguson konuşurken onun cümlelerini sorgulamak tam bir ahmaklık olurdu. Her düşüncesi katiyen doğruydu; söylediği her söz birer bilgelik abidesiydi yapılmasını buyurduğu her iş, kolayca yapılabilir nitelikteydi; ve her başarısı hayranlık vericiydi. Joe’yu normal bir tıbbi operasyonun çok dışında kalacak bir şekilde küçük parçalara ayırsanız, emin olun efendisi hakkındaki düşünceleri değişmeyecektir.
Böylece doktorun kafasında Afrika’yı balonla geçme fikri canlanmaya başladığında Joe için iş çoktan tamamlanmıştı; ortada hiçbir engel kalmamıştı. Doktorun yola koyulmayı aklına koyduğu andan itibaren, söylenmesine bile gerek olmadan keşif grubunda yer alacağını adı gibi bilen sadık Hizmetkâr Joe için yolculuk başarıyla bitirilmişti bile.
Öte yandan Joe, zekâsı ve çevikliğiyle bu yolculukta hizmet etmek için biçilmiş kaftandı. Eğer hayvanat bahçesi maymunlarını (Laf aramızda yeterince zekiler!) eğitmek için bir jimnastik profesörü işe alınacak olsa Joe kesinlikle işi alırdı. Sıçramak, tırmanmak, neredeyse uçmak, bunların hepsi Joe için çocuk oyuncağıydı.
Eğer Ferguson baş, Kennedy kollarsa Joe da bu keşif gezisinde sağ kol olacaktı. Zaten birkaç gezide efendisine eşlik etmişti ve kendine göre biraz bilimden anlıyordu fakat özellikle hafif felsefi bir yaklaşım ve etkileyici bir iyimserlikle kendisini belli ediyordu. Ona kalırsa her şey kolay, mantıklı, doğaldı ve sonuç olarak homurdanmak ya da şikâyet etmek için bir neden göremiyordu.
Diğer yetilerinin arasında, şaşırtıcı bir görme gücü vardı. Daha çok Kepler’in profesörü olan Moestlin ile çıplak gözle Jüpiter’in uydularını gözlemleme ve Ülker grubunda yer alan yıldızları sayabilme gibi ender bir yeteneği paylaşıyordu. Bu durumun onun için pek de önemi yoktu, sizi gördüğünde saygıyla uzaktan selamlardı ve yeri geldiğinde bu yetkin gözleri cesurca kullanmasını da bilirdi.
Joe’nun doktora duyduğu böylesi bir bağlılıktan ötürü saygıda kusur etmemesiyle beraber, Kennedy ile arasında çıkan tartışmalara şaşmamak gerekir.
Biri şüpheci, öbürü inançlı olan bu ikiliden biri temkinli bir ileri görüşlülük, ötekisi ise körlemesine bir güven taşımaktaydı. Öte yandan, doktor, güven ve şüphe arasında gidip gelmekteydi. Başka bir deyişle, kafasını ne birine ne de ötekine takıyordu.
“Evet, Bay Kennedy…” dedi Joe.
“Evet, çocuğum?”
“Vakti gelmekte. Yakında Ay’a gitmek için yola koyulacağız.”
“Çok uzak olmayan Ay Dağları’nı kastediyorsun herhâlde. Ama meraklanma, bu yolculuk da en az diğeri kadar tehlikeli.”
“Tehlike mi? Hem de Dr. Ferguson gibi birinin yanındayken?”
“Hayallerini yıkmak istemezdim sevgili Joe fakat bu çabası bir deli saçmasından ibaret; ki zaten gitmeyecek.”
“Gitmeyecek öyle mi? Borough’daki Michell fabrikasında duran balonu görmediniz herhâlde.”
“Bilakis, ondan uzak durmak için özel çaba harcamaktayım.”
“Çok güzel bir manzarayı kaçırıyorsunuz efendim. Ne kadar etkileyici bir şey o öyle! O ne güzel bir biçim! Sepeti ise ne hoş! İçinde nasıl da rahat edeceğiz!”
“Yani sen şimdi ciddi ciddi efendinle beraber gitmeyi mi düşünüyorsun?”
“Ben mi?” diye sordu Joe, sesinden duyduğu güven anlaşılmaktaydı. “Efendim nereye isterse oraya giderim. Daha neler! Tüm dünyayı beraber gezdikten sonra şimdi tek gitmesine razı mı olacağım? Yorgun olduğunda kim yardımına koşacak? Kayaları tırmanırken kim el uzatacak? Hastalandığında kim ilgilenecek? Yok, Bay Kennedy. Joe her zaman doktorun yanı başında olacak!”
“Sen iyi bir hizmetkârsın Joe.”
“Fakat siz de bizimle geliyorsunuz değil mi?”
“Ah tabii ki!” diye cevapladı Kennedy. “Yani son ana kadar sizin yanınızdayım. Samuel’ın böylesine saçma bir hareketin sorumlusu olmasını engellemeye çalışacağım. Eğer mümkünse onu durdurabilmek için Zanzibar’a kadar yanında olacağım.”
“Saygısızlık etmek istemem fakat hiçbir şeyi durduramayacaksınız efendim. Benim efendim öyle boş kafalı değildir, bir işe kalkışmadan en ince ayrıntısına kadar düşünür ve kararını verdi mi onu şeytanın kendisi bile caydıramaz.”
“Göreceğiz bakalım.”
“Kendinizi kandırmayın efendim. Ayrıca önemli olan sizin de bizimle beraber gelmeniz. Sizin gibi iyi bir avcı için Afrika bulunmaz bir ülke. Yani her durumda bu geziye geldiğiniz için pişman olmayacaksınız.”
“Pişman olmayacağım bir şey varsa o da bu deli adamı yolundan caydırabilmek.”
“Bu arada, bugün tartılma günü.” deyiverdi Joe.
“Tartılma mı? Ne tartılması?”
“Efendim, siz ve tabii ki ben, bugün tartılacağız.”
“Ne? Jokeyler gibi mi?”
“Evet, jokeyler gibi. Ama rahat olun, eğer gereğinden fazla şişmansanız sizi zayıflatmayacağız, olduğunuz gibi kabul edileceksiniz.”
“Kesinlikle tartılmayacağım!” dedi kararlılıkla Kennedy.
“Fakat efendim doktorun makinesi için gerekliymiş bu.”
“O zaman makinesi bu olmadan yapmak zorunda.”
“Üff, sanırım artık göğe yükselemeyecek!”
“Keşke! Benim de tek arzum bu zaten!”
“Lütfen, lütfen Bay Kennedy, efendim birazdan bizi almaya gelecek.”
“Ben gitmiyorum!”
“Oh, doktorun canını böyle bir sebeple sıkmak istemezsiniz.”
”Sıkarım.”
“Peki öyleyse.” diye yanıtladı Joe gülerek. “Burada olmadığı için böyle konuşuyorsunuz, eğer burada olup yüzünüze, ‘Dick!’ Tüm saygımla söylüyorum efendim. ‘Dick, kaç kilo olduğunu bilmek istiyorum. ’ dese sizi temin ederim gidersiniz.”
“Hayır, gitmem!”
Aynı anda, doktor, bu tartışmanın devam etmekte olduğı çalışma odasına girdi ve Kennedy’ye göz ucuyla bir baktı. Kennedy pek de rahat değildi.
“Dick!” diye söze girdi. “Sen de Joe ile gel, kaç kilo olduğunu bilmem gerek.” dedi.
“Ama…”
“Şapkan kalabilir. Gel!” Ve Kennedy gitti.
Beraberce Bay Mitchell’ın atölyesine gittiler, burada Roma terazisi olarak bilinen bir terazi hazır bekletilmekteydi. Bu arada, doktorun yol arkadaşlarının kilosunu bilmesi, balonun dengesini ayarlayabilmesi için gerekliydi. Böylelikle Dick’i tartıya çıkarttı. Kennedy, hiç karşı çıkmadan usulca ekledi:
“Bu, beni hiçbir şekilde bağlamaz!”
“153 pound.” dedi doktor defterine not alırken.
“Çok mu ağırım?”
“Hayır, Bay Kennedy.” diye söze girdi Joe. “Hem biliyorsunuz, ben durumu kurtaracak kadar hafifim.”
Joe büyük bir istekle tartıya çıktı ve acelesiyle neredeyse tartıyı deviriyordu. Hyde Park’ın girişindeki Wellington’un Aşil heykeline öykünerek poz aldı fakat elinde kalkan olmadan da gayet iyi görünüyordu.
“120 pound.” diye yazdı doktor.
“Aha!” diyerek gülümsedi Joe hoşnutlukla. Ama niye gülüyordu? Bunu kendisine hiçbir zaman söyleyemeyecekti.
“Şimdi sıra bende.” Ve doktor kendi hanesine 135 pound diye not aldı.
“Üçümüz birden 400 pound’tan fazla gelmiyoruz.” dedi.
“Fakat efendim…” diye söze girdi Joe. “Eğer sizin geziniz için gerekliyse ben bir şey yemeden 20 pound verebilirim.”
“Gerek yok oğlum.” diye cevapladı doktor. “İstediğin kadar ye, işte sana karnını tıka basa doyurman için yarım kron.”
BÖLÜM VII
Geometrik ayrıntılar – Balonun kapasitesinin hesaplanması – Çift depo – Kılıf – Sepet – Esrarlı aletler – Erzak ve depolar – Son hesaplamalar
Dr. Ferguson uzun zamandır keşif gezisinin ayrıntılarıyla haşır neşirdi. Kendisini havada taşıyacak bu olağanüstü aracın, yani balonun, doktorun değişmez ilgi odağı olduğunu anlamak pek de zor değildi.
İlk olarak, balonun çok büyük boyutlarda olmaması için onu havadan on dört buçuk kat daha hafif olan hidrojen gazıyla şişirmeye karar verdi. Bu gazı elde etmek kolaydı ve uçuş deneylerinde çok iyi sonuçlar vermişti.
Çok yerinde yapılmış hesaplamalara göre doktor, yolculuk için elzem olan tüm gerekli malzeme ve aygıtların 4.000 pound’dan10 fazla geldiğini belirlemişti; böylelikle bu denli bir yükü taşıyabilecek bir balonun sahip olması gereken gücü ve sonuç olarak da balonun kapasitesini bulması gerekmişti.
4.000 pound, yaklaşık 44.847 fit küp11 havaya karşılık gelmekteydi, yani 44.847 fit küp hava, yaklaşık 4.000 pound ağırlığındaydı.
Balonu böyle kübik bir formla şekillendirerek ve sıradan hava yerine hidrojen gazıyla doldurarak -ki hidrojen gazı on dört buçuk kat daha hafiftir ve yalnızca 276 pound çeker- denge ayarlanmasında 3.724 pound’luk bir fark yaratılmış olur. İşte, balonun içindeki hidrojen gazı ve onu çevreleyen atmosfer arasındaki bu fark, ilkinin kaldırma kuvvetini açıklamaktadır.
Lakin bahsettiğimiz bu 44.847 fit küp gazı tümüyle balona doldurduğumuz zaman, balon tam olarak şişer. Ama istenilen, bu değildir çünkü balon, atmosferin yoğunluğun daha az olduğu katmanlarına doğru yükseldikçe içindeki gaz genleşir ve böyle bir durumda balonun patlaması işten bile değildir. Dolayısıyla balonların genellikle üçte ikisi doldurulur.
Diğer yandan sadece kendisinin anladığı bir proje yönetmekte olan doktor, balonun sadece yarısını doldurmaya karar vermişti; çünkü 44.847 fit küp gazla, tercih ettiği oval şekilli balonun yük kapasitesini ikiye katlamış oluyordu. Balon yatay olarak yaklaşık 50 fit, dikey olarak da yaklaşık 75 fit idi. Böylece yuvarlak bir hesapla 90.000 fit küp kapasiteli küremsi bir balon elde etti.
Eğer Dr. Ferguson, iki balon kullanabilseydi, şansı daha çok artacaktı çünkü balonlardan birisi patlarsa diğerini kullanarak havada kalabilirdi. Fakat her ikisini de aynı yükselme gücünde tutabilmek zor olduğundan iki balonu idare edebilmek güç olacaktı.
Ferguson, enine boyuna düşündükten sonra olumsuz yönleri saf dışı etmeyi başararak, iki balonun sadece olumlu yanlarını bir araya getirmeyi başardı. Farklı boyutlarda iki balon yaptırdı ve birini, diğerinin içine yerleştirdi. Biraz önce bahsettiğimiz boyutlardaki balon, içerisinde yatay olarak yaklaşık 45 fit, dikey olarak da yaklaşık 60 fit olan bir başka balon barındırmaktaydı. İçteki balonun kapasitesi sadece 77.000 fit küp idi ve etrafında var olan gazın içerisinde süzülecekti. İki balon arasındaki vana, gaz alışverişine ve dolayısıyla her ikisini birden kontrol etmeye olanak sağlıyordu.
Bu durum şu avantajı ortaya koymuştu; eğer alçalmak için gaz bırakmak gerekirse öncelikle dışta bulunan balondan bırakılacaktı ve tamamen boşaltılması gerekse bile içteki balon hâlâ şiş durumda olacaktı, böylelikle dıştaki balondan gereksiz bir fazlalık gibi kurtulmuş olacak, ikinci balon ise yarı şiş bir balonun rüzgâra karşı yaşayacağı olumsuzluklar olmaksızın yoluna devam edebilecekti. Üstelik, herhangi bir kaza durumunda, mesela dış balon yırtılırsa diğeri hâlâ iş görür konumda olacaktı.
Balonlar dayanıklı fakat hafif gütaperka ile sıvanmış Lyons ipeğinden yapılmıştı. Bu yapışkan reçinemsi madde, hiç su geçirmezdi, ayrıca gaz ve asit gibi maddelere karşı dayanıklıydı. Balonun dış etkilere en açık olan kısmına, yani üst tarafına iki kat ipek konuldu.
Böyle bir muhafaza, sınırsız bir süre boyunca içerisinde bu akışkan maddeyi barındırabilirdi. 9 fit karesi yarım pound gelmekteydi. Dış balonun yüzeyi 11.600 fit kare12 olduğuna göre, 650 pound ağırlığında olmalıydı. İkinci balon ise 9.200 fit kare idi ve yaklaşık 510 pound ağırlığındaydı ve toplam olarak 1.160 pound gelmekteydi.
Sepeti saran halatlar çok sağlam bir tür kenevirden yapılmıştı ve iki valf ise bir gemi dümeninin olması gerektiği gibi büyük bir itina gösterilerek ve zaman harcanarak inşa edilmişti.
15 fit çapındaki yuvarlak sepet, çok dayanıklı sorgun ağacından imal edildi, hafif demir bir iskeletle güçlendirilip alt kısmına çarpma etkisini azaltacak esnek bağlar yerleştirildi. Halat ağıyla beraber tüm ağırlığı 250 pound kadardı.
Yukarıda saydıklarımıza ek olarak doktor, iki adet sacdan dört adet kasa yaptırmıştı. Kasalar, üzerlerinde musluklar bulunan borularla birbirine bağlıydı. Onlara da iki parmak çapında, farklı uzunlukta (uzun olan yaklaşık 25 fit, kısa olan ise sadece 15 fit) iki düz kolla biten bir spiral boru eklenmişti.
Bu sac kasalar en az yeri kaplayacak şekilde yerleştirilmişlerdi. Daha ileriki bir zamanda takılacak olan sarmal boru, çok güçlü bir buntzen batarya ile beraber bir köşede paketlenmişti. Bu aygıt öylesine akıllıca paketlenmişti ki başka bir haznede 25 galonluk su olduğu hâlde bile 700 pound’dan fazla çekmiyordu.
Yolculuk için gerekli olan malzemeler; iki termometre, iki barometre, iki pusula, bir sekstant, iki kronometre, bir yapay ufuk aleti ve altazimut denen uzak ve ulaşılamaz nesnelerin yüksekliğini ölçmeye yarayan bir alet idi.
Greenwich Gözlem Evi, doktorun hizmetindeydi fakat kendisi deneyler yapmaktan yana değildi; onun için önemli olan, hangi yönde gittiğini ve başlıca nehir, dağ ve köylerin yerlerini biliyor olmaktı.
Kendisine sağlamlığı iyice denenmiş üç çıpa ve 50 fit uzunluğunda ipekten yapılma dayanıklı bir merdiven de almıştı.
Ayrıca kahve, çay, peksimet, salamura et ve hacimce çok küçük bir ortamda birçok besleyici maddeyi bir araya getiren bir karışım olan “pemmican”dan oluşan tüm erzak özenle tartıldı. İlaveten, hatırı sayılır miktarda saf brendi, her biri 22 galonluk su ihtiva eden iki su tankı da erzaklar arasındaydı.
Bu erzakın tüketimi, balonun kaldırması gereken yükü azar azar azaltacaktı; ki atmosferde seyir hâlinde olan bir balonun dengesinin sağlanması oldukça hassas bir konuydu. Çok ufak miktarda bir erzak azalması bile çok önemli bir yer değişikliğine sebep olabilirdi.
Doktor tabii ki yolculuk boyunca sepeti örtecek olan tenteyi, her türlü yatak işlevini görecek olan battaniyeleri, av tüfeklerini, barut ve mermileri de unutmadı.
4Balonlarda bulunan pilotların, yükselmek veya inişi yavaşlatmak istediklerinde attıkları ağırlık.
Bunlar Dr. Ferguson’ın kendisiyle beraber götüreceği eşyalardı. Sadece “tahmin edilemeyen acil durumlar” için 200 pound safra götürmekteydi; fakat aygıtı sayesinde bunu kullanmasının gerekli olmayacağı inancındaydı.