Kitabı oku: «Balonla Beş Hafta», sayfa 4
BÖLÜM VIII
Joe’nun önemi – “Resolute” gemisinin kaptanı – Kennedy’nin mühimmat deposu – Karşılıklı görgü kuralları – Veda yemeği – 21 Şubatta yola çıkış – Doktorun bilimsel dersleri – Duveyrier – Livingstone – Hava seyahatinin detayları – Kennedy sustu
10 Şubat gibi neredeyse tüm hazırlıklar bitmişti ve balonlar birbirinin içine girmiş vaziyette muhafaza edilmekteydi. Çeperlerine uygulanan güçlü hava basıncı karşısında gösterdikleri üstün direnç, yapımlarına harcanan titiz emeğin ve sağlamlıklarının bir kanıtıydı.
Joe mutluydu fakat neye yelken açacağının pek de farkında değildi. Greek Caddesi’ndeki evle Michell atölyesi arasında -hep bir işle görevlendirilmişti fakat inanılmaz bir canlılığa sahipti- mekik dokuyordu. Tek bir soru bile yöneltmemiş insanlara olayla ilgili bilgi aktarıyordu. Fakat en önemlisi, efendisiyle beraber yola çıkmasına izin verildiği için çok gururluydu. Hatta bu akıllı velvelecinin, balonu seyrettirerek, doktorun fikir ve planlarından bahsederek, onu aralı bir pencereden ya da sokakta yürürken göstererek birkaç yarım kron kazandığından şüpheliyim fakat bunun için onu suçlamamak gerek. Çağdaşlarının hayranlık ve merakı üzerinden bir şeyler elde etmek en çok onun hakkıydı sanırım.
16 Şubatta Resolute gemisi Greenwich yakınlarında demir attı. 800 ton ağırlığında, iyi yol yapan, pervaneli bir gemiydi ve Sir James Ross’un kutup seferinde ikmal yapmakla görevli olan geminin ta kendisiydi. Uzun süredir doktorun hayranlarından ve takipçilerinden olan ve iyi huyluluğuyla tanınan geminin kaptanı Bennet, doktorun seferine özel bir ilgi duymaktaydı. Bennet, bir savaşçıdan ziyade bir bilim adamıydı. Fakat bu durum gemisinde dört tane top taşımasına engel değildi. Bu toplar, emin olabilirsiniz ki bugüne kadar kimseye zarar vermemiş hatta dünyanın en barışçıl görevlerini yerine getirmiştir.
Geminin ambarı, balonların muhafazasına uygun olarak düzenlenmişti. Balon 18 Şubat günü herhangi bir kazaya mahal vermeyecek şekilde geminin ambarına yerleştirildi. Sepet ve gereçleri, çıpalar, halatlar, yiyecekler, varınca doldurulacak olan su tankları, her şey Ferguson’ın denetimi altında yüklendi. Onar ton sülfürik asit ve hurda demir, daha sonra hidrojen elde etmek için gemiye yüklendi. Miktar gerekenden fazlaydı fakat herhangi bir kazaya karşı özellikle fazladan yükleme yapılmıştı. Gaz üretiminde kullanılacak olan otuzdan fazla varil ve ekipman da ambarda istiflendi.
Tüm bu hazırlık, 18 Şubat akşamı son buldu. Dr. Ferguson ve arkadaşı Kennedy’nin rahat olması göz önünde tutularak iki kamara hazırlanmıştı. Gitmeyeceğine dair yeminler eden Kennedy, bir sürü av gereciyle çıktı güverteye; çok güzel sürgülü iki çifte, Edinburgh’daki Purdey, Moore ve Dickson’da yapılmış ve her testten başarıyla çıkmış bir tüfek. Böyle bir silahla bir avcı, iki bin adım ötedeki bir dağ keçisini gözünden vurmakta hiç zorlanmazdı. Bunların yanı sıra, acil durumlar için altı mermili iki Kolt tabanca da vardı. Barutluğu, fişek çantası, saçma ve mermiler, doktorun hesaplarını çok da aşan bir ağırlıkta değildi.
Bu üç seyyah, 19 Şubat gününün çalışma saatleri içinde gemiye bindiler. Kaptan ve mürettebat tarafından mesafeli bir duruşla karşılandılar. Doktor her zamankinden de mesafeliydi, sadece kendi seferiyle ilgiliydi. Dick açık etmek istemese de heyacanlıydı, Joe ise komik laflar edip neredeyse zil takıp oynayacaktı. Böylelikle kısa sürede kendisine ayrılan hamağın çevresindekiler için bir tür soytarı oldu.
Ayın yirmisinde, Dr. Ferguson ve Kennedy adına Kraliyet Coğrafya Cemiyeti tarafından bir veda yemeği verildi. Kumandan Bennet ve subayları da yemekteydi ki bu durum sayısız kadeh kaldırmayla vurgulandı. Her davetlinin yüzyıllarca yaşamasını garanti edecek kadar çok sağlığa kadeh kaldırıldı. Sir Francis M…. kontrol altında tuttuğu bir heyecanla yemeğe başkanlık etmekteydi.
Dick Kennedy, büyük bir şaşkınlıkla, yapılan kutlamalardan payını aldı. “Gözü kara Ferguson’a, İngiltere’nin zaferine!” içildikten sonra mutlaka “Onun kadar cesur yoldaşı Kennedy’ye!” de kadeh kaldırılıyordu.
Dick’in yüzü kızarmaktaydı. Bunu alçak gönüllüğüne yordular. Alkışlar daha da kuvvetlendi ve Dick daha da kızardı.
Tatlılar yenirken kraliçenin mesajı ulaştı. Majesteleri, iki yolcuyu övüyor, güvenli ve başarılı bir keşif gezisi dileklerini iletiyordu. Bu durum, tabii ki “Saygıdeğer Majesterine!” kadeh kaldırılmasıyla sonuçlandı.
Gece yarısı, dokunaklı vedalar ve sıcak el sıkışmalar sonrasında teker teker ayrıldılar.
Resolute filikaları, Westminster Köprüsü’nün merdivenlerinde beklemekteydi. Kaptan, subay ve yolcuları eşliğinde filikalara bindi, Thames Nehri’nin akıntısının da yardımıyla kürekçilerin güçlü kolları sayesinde Greenwich’e doğru süzüldüler. Bir saat içinde gemideki herkes uykuya dalmıştı bile.
Bir sonraki sabah, ayın 21’inde, sabah saat üçte, geminin ocakları çoktan harlanmıştı, saat beşte demir alındı ve gemi, Thames’in ağzına doğru süzülmeye başladı.
Bahsetmeye bile gerek yok, tabii ki gemideki herkesin tek konuştuğu konu Dr. Ferguson’ın girişimiydi. Doktoru görüp dinlemek, kısa sürede gemideki herkese bir güven aşıladı ve bu gezinin başarısıyla yapılabilirliği konusunda en şüpheci kişi olan İskoçyalı dışında tüm mürettebat, tam bir güven içindeydi.
Yolculuğun yapılacak bir iş olamayan uzun saatlerinde, doktor, subayların odasında coğrafya dersleri vererek vakit geçiriyordu. Genç adamlar, son kırk yıl içerisinde Afrika’da yapılan keşiflere büyük ilgi duymaktaydı. Doktor; Barth, Burton, Speke ve Grant’in keşiflerine atıfta bulunarak artık bilimin araştırmalarına kapılarını ardına kadar açmış olan bu uçsuz bucaksız ve gizemli ülkenin mucizelerinden bahsediyordu. Kuzeyde genç Duveyrier, Sahra Çölü’nü araştırıyor ve Tuareglerin kabile şeflerini Paris’e getiriyordu. Fransız hükûmetinin teşvikiyle, iki ayrı keşif gezisi planlanmaktaydı. İlki kuzeyden aşağı inecek, diğeri ise batıdan gelerek Timbuktu’da kesişeceklerdi. Güneyde ise durmak bilmez Livingstone, Ekvator’a doğru yolculuğuna devam etmekteydi ve 1862 yılının Mart ayından beri, Mackenzie ile birlikte Rovoonia Nehri’nin çıkış noktasına doğru ilerlemektedeydi. Doktora bakılırsa 19. yüzyıl, Afrika’nın altı yüzyıldır bağrında sakladığı sırlar açığa çıkarılmadan bitmeyecekti.
Dr. Ferguson’ın dinleyicilerinin alakası, gezisinin en ince ayrıntılarını açıklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Dinleyiciler hesaplarının doğruluğunu kanıtlamasından hoşnutluk duydular, kendi aralarında tartıştılar ve doktor da bu tartışmalara samimiyetle katıldı.
Genel olarak, yanında sınırlı miktarda erzak götürmesi konusunu merak ediyorlardı ve bir gün genç bir subay bu konuda kendisine bir soru yöneltti.
“Bu garip durum sizi şaşırtıyor demek ki.” diye söze başladı doktor.
“Aslına bakarsanız evet.”
“Sizce benim seferim ne kadar sürede tamamlanacak? Aylarca mı sürecek? Eğer böyle düşünüyorsanız çok yanılırsınız. Uzun bir sefer olursa kaybolmuşuz demektir ve belki de asla geri dönemeyebiliriz. Fakat bilmelisiniz ki Zanzibar’la Senegal kıyıları arasındaki mesafe sadece 3.500 bilemediniz 4.000 mildir. Peki, her on iki saatte 240 millik bir hızla gittiğimizi düşünürsek -ki bu bizim trenlerimizin hızının yanından bile geçemez- gece gündüz durmaksızın yapılan bir yolculukla Afrika’yı boydan boya geçmek sadece yedi gün sürer!”
“Ama bu şekilde hiçbir şey göremezsiniz, herhangi bir coğrafi gözlem yapamazsınız ya da ülkenin çehresini tanıyamazsınız.”
“Ah!” diye cevapladı doktor. “Eğer balonumun efendisiysem; gönlüme göre yükselip alçalabilirsem; özellikle beni yolumdan alıkoyacak rüzgârlar karşısında canım isteyince durabilirsem neden olmasın?”
“Ve bunlarla yüz yüze kalacaksınız.” diye söze karıştı Kaptan Bennet. “Saatte 240 milden daha hızlı esen fırtınalarla karşılacaksınız.”
“Görüyorsunuz, böyle bir hızla Afrika’yı baştan başa on iki saatte geçebilirsiniz. Sabah Zanzibar’da gözünüzü açar, akşam St. Louis’de uykuya dalarsınız!”
“Fakat…” diye söze karıştı subay. “Peki, böyle bir hıza herhangi bir balon dayanabildi mi?”
“Evet, daha önce oldu.” diye cevapladı doktor.
“Ve balon buna dayanabildi mi?”
“Pek tabii! Bu olay, 1804 yılında Napolyon’un taç giyme töreninde gerçekleşti. Havacı Garnerin, akşam on bir sularında bir balon havalandırdı. Üzerinde altın harflerle Paris, 25 Frimaire; yıl XIII, Papa Pius VII tarafından İmparator Napolyon’un Taç Giyme Töreni yazılıydı. Ertesi sabah, Roma halkı, Vatikan üzerinde süzülen aynı balonu fark etti ve Bracciano Gölü’ne düştüğünü gördü. Yani sizin de anlayacağınız üzere, bir balon böyle bir hızı kaldırabilir.”
“Bir balon belki ama ya bir insan?” diye söz aldı Kennedy.
“Evet, aynı zamanda bir insan da! Bir balon onu çevreleyen havaya karşı hareketsizdir; hareket eden balonun kendisi değil çevresindeki havadır. Mesela, bir balonun sepetinde bir mum yakın, alevinin titreşmediğini görürsünüz. Garnerin’nın balonunda olan bir kişi, hızdan azıcık da olsa etkilenmeyecekti. Fakat benim zaten böyle bir hıza çıkmak gibi bir niyetim yok ve eğer bir ağaca ya da bir yükseltiye demirlemeyi başarırsam bu söylediğimden geri kalmayacağım. Ayrıca, yanımızda iki aylık erzak götürüyoruz ve ihtiyaç anında yetenekli avcımızın bize çeşitli av etleri sunmaması için de herhangi bir sebep yok.”
“Ah, Bay Kennedy!” dedi imrenen gözlerle bakan bir gemici. “Ne eşsiz vuruşlar yapacaksınız!”
“Hem de sayısız!” diye atıldı bir başkası. “Hem spor yapıp hem de zafer kazanacaksınız!”
“Beyler…” diye söz aldı kafası biraz karışmış olan avcı. “Ben .… iltifatlarınıza .... teşekkür ederim .... ama .... bana ait değiller!”
“Siz!” diye bağırdılar. “Siz de gitmiyor musunuz?”
“Ben gitmiyorum!”
“Dr. Ferguson’a eşlik etmeyecek misiniz?”
“Eşlik etmek bir yana, son ana kadar onu vazgeçirmeye çalışacağım!”
Artık tüm gözler doktora dikilmişti.
“Siz ona aldırmayın.” dedi sakince. “Bu, onunla tartışmayacağımız bir mesele. Aslında kendisi de geleceğini çok iyi biliyor.”
“Aziz Andrew üzerine!” diye bağırdı Kennedy. “Yemin ederim ki!..”
“Hiçbir şey için yemin etme dostum Dick; ölçüldün, biçildin; sen ve senin barutun, silahların, mermilerin; yani bize daha fazlasını söyletme!”
O günden sonra Zanzibar’a varılana dek Dick ağzını hiç açmadı. Ne bu konu ne de başka bir şey için. Tam bir sessizliğe büründü.
BÖLÜM IX
Burnu geçiyorlar – Tahmin – Profesör Joe’dan kozmografi dersleri – Balonları idare etme yöntemleri – Hava akımlarını bulma yolları – Eureka
Resolute gemisi denizin sertliğine karşın yumuşak bir havada, Ümit Burnu’na doğru hızla yol almaktaydı.
30 Mart günü, Londra’dan ayrılmalarının üzerinden yirmi sekiz gün geçmişken Masa Dağı ufukta belirdi. Tepelerdeki bir amfiteatrın eteklerinde uzanmakta olan Cape şehri, geminin dürbünlerinden seçilmeye başladı ve kısa süre içinde Resolute, limana demirledi. Fakat kaptan sadece kömür depolarını doldurmak için karaya ayak bastı ve bu da sadece bir günlük işti. Ertesi gün gemi, Afrika’nın güney ucunu geçip Mozambik Kanalı’na giriş yapmak için güneye yelken açtı.
Bu seyahat, Joe’nun ilk gemi yolculuğu değildi, böylelikle kısa sürede kendisini evinde gibi hissetmeye başladı ve içten, iyi huylu hâliyle herkesin sevgisini kazandı. Efendisinin ününden o da payını alıyordu. Bir bilgin gibi dinleniyordu ve bu işi iyi beceriyordu.
Böylece doktor, subayların kamarasında coğrafya dersleri verirken o da üst güvertede kendi hükümranlığını sürdürüyordu. Kendine has garip yöntemleriyle ilerliyor ve tarihi kendisine uyduruyordu; ki bu yöntem aslında tüm çağ ve medeniyetlere ait en bilinen tarihçiler tarafından uygulanan bir yöntemdir.
Konu hâliyle hava yolculuğuydu. Bazı asi ruhları inandırmakta problem yaşamış olsa da bir kez kabul gördükten sonra Joe’nun anlattıklarıyla hayal güçleri beslenen tayfalar için artık hiçbir şey imkânsız değildi.
Parlak konuşmacımız, dinleyenlerini, bu seferden sonra daha da mükemmel keşiflerin yapılacağı konusunda cesaretlendiriyordu. Aslında bu sefer, insanüstü bir dizi seferin ilki sayılırdı.
“Gördüğünüz gibi dostlarım, insan böylesi bir yolculuğun tadına vardı mı artık hiçbir şey onu durduramaz. Yani bir sonraki seferimizde, diğer yöne gitmek yerine yukarı, daha da yukarı gideceğiz!”
“Hah! Yani Ay’a mı gideceğiz?” diye hayretle sordu bir gemici.
“Ay’a mı?” diye atıldı Joe. “Hah! Ay’a gitmek çok sıradan olur! Bir şekilde herkes Ay’a gidebilir. Hem Ay’da su olmadığından tüm o yol boyunca suyunuzu yanınızda götürmeniz gerek, ayrıca hava da olmadığından şişelere hava doldurup yanınıza almanız gerek. Eğer nefes almak istiyorsanız…”
“Peki peki tamam da yanımızda bir damlacık olsun cin götüremez miyiz?” diye sordu içkici bir tayfa.
“Tek bir damla bile olmaz!” diye cevapladı Joe. “Ay’a giderken olmaz yaşlı dostum; fakat şu tepenizdeki yıldızların arasında süzüleceğiz -yıldızlar- ve tabii ki efendimin hep bahsettiği gezegenler. Mesela Satürn’e gideceğiz.”
“Hani şu halkalı olan mı?” diye sordu bir tayfa.
“Evet şu evlilik yüzüğü takmış olan! Tabii neyle evlendiğini Tanrı bilir!”
“Ne? O kadar yükseğe mi çıkacaksınız?” diye atıldı bir miço. “O zaman senin efendin Yaşlı Nick’in ta kendisi olmalı.”
“Hayır, o, bunun için çok iyi.”
“Peki Satürn’den sonra ne var?” diye sabırsızlandı kalabalık.
“Satürn’den sonra mı? Hımm… Jüpiter’i ziyaret edeceğiz -günlerin sadece 9,5 saat olduğu eğlenceli bir yer. Tembeller için iyi tabii! Ve yıllar! İnanır mısınız bizim tam on iki yılımıza eş değer! Tabii bu da sadece altı aylık ömrü kalanlara iyi haber! Biraz daha zaman kazanmış olacaklar.”
“On iki yıl!” diye hayretle homurdandı miço.
“Evet ufaklık, yani o ülkede sen hâlâ annenin eteğinde emekleyen bir bebek, şuradaki ellilik ihtiyar da daha dört buçuk yaşında bir çocuk olurdu.”
Tüm üst güverte bir ağızdan, “Amanın! Bu çok eğlenceli bir şey!” diye bağırdı.
“Hem de dibine kadar doğru!” diye ekledi Joe güvenle. Sonra devam etti:
“Peki ne beklersiniz ki? Bu dünyada insanlar, hiçbir şey öğrenmeden bir ayı kadar bihaber kalacaklar. Ama Jüpiter’e gelin ve görün. Orada kılığınıza dikkat etmek gerek çünkü girmesi hiç de kolay olmayan bir sürü uydusu var.”
Tüm adamlar güldü fakat yarıdan fazlası bu söylenenlere inanmıştı bile. Sonra gemicilerin nazikçe ağırlandığı Neptün’den ve askerlerin kaldırımların en güzel yerini işgal ettiği, ahalinin de buna zor dayandığı Mars’tan bahsetti. Son olarak, Venüs’ün cennet gibi güzelliklerinin bir resmini çizdi.
“Ve bu seferden dönünce…” diye devam etti büyük anlatıcı. “Yukarıda, Tanrı’nın yakasında parlayan Güney Haçı, bizim yakamızı süsleyecek.”
“Evet, tam anlamıyla hak etmiş olacaksın.” dedi gemiciler.
Böylece uzun geceler, üst güvertede neşeli sohbetlerle geçerken aynı zamanda doktor da açıklayıcı konuşmalarına devam etmekteydi.
Bir gün sohbet, balonun idaresine geldi ve doktora bu konudaki fikri soruldu.
“Balonların idaresi hakkında geçerli bir sistem bulabileceğimizi düşünmüyorum.” diye söze başladı doktor. “Günümüze kadar yapılan tüm deneme ve planlardan haberdarım ki hiçbiri başarılı olamadı ve hiçbiri de uygulanabilir değildi. Doğal olarak aklımın çok ilgi duyduğum bu konuyla meşgul olduğunu anlayabilirsiniz. Fakat şu ana kadar günümüz mekanik biliminin bize sunduğu olanaklarla bir çözüm bulamadım. Sıra dışı bir kuvvete sahip bir itici güç ve neredeyse imkânsız derecede hafif makineler icat etmeliyiz. Bunu başarsak bile, çeşitli kuvvetlerdeki hava akımlarına karşı koyamayız. Günümüze kadar yapılan şey, balonun kendisine değil sepete yön vermeye çalışmaktı ki bu büyük bir hatadır.”
“Yine de ihtiyaca göre yön verilen bir gemi ve balon arasında birçok benzerlik bulunmakta.”
“Hiç de değil!” diye karşılık verdi doktor. “Her iki durum arasında neredeyse hiç benzerlik yok. Hava kesinlikle sudan daha seyrek ki geminin sadece yarısı suyun altında bulunurken balon tamamen havayla çevrilidir ve kendisini çevreleyen bu element karşısında tamamen hareketsizdir.”
“Sizce, aerostatik bilimi son sözünü söyledi mi yani?”
“Tabii ki hayır fakat biz farklı bir bakış açısı geliştirmeliyiz. Eğer balonumuzu yönetmeyi başaramıyorsak en azından onu belirli bir hava akımında tutmaya çalışmalıyız. Balon yükseldikçe hava akımları tekdüze olmaya başlıyor ve genellikle tek yönde hareket ediyor. Yerkürenin yüzeyini değiştiren dağ ya da vadi gibi elementler tarafından artık etkilenmiyor. Siz de iyi bilirsiniz ki rüzgâr değişikliğinin ve rüzgâr gücü dengesizliklerinin başlıca sebebi budur. Böylelikle rüzgâr bölgeleri bir hesaplandı mı geriye balonu varış noktasına en uygun akımların olduğu bölgeye yerleştirmek kalıyor.”
“Fakat…” diye söze girdi Kaptan Bennet. “Onlara ulaşabilmek için sürekli olarak alçalmak ya da yükselmek durumundasınız. İşte gerçek zorluk bu doktor.”
“Peki neden sevgili kaptan?”
“Öncelikle birbirimizi anlayalım. Bu durum sadece uzun yolculuklar için bir zorluk ve engel teşkil eder, kısa hava yoculukları için değil.”
“Peki neden öyle, rica etsem anlatır mısınız?”
“Çünkü sadece safra atarak yükselebilir ve ancak gaz harcayarak alçalabilirsiniz. Bu işlemler sonucu, hem safra hem de gaz kaybınız çok olur.”
“Evet sevgili bayım, tüm sorun da bu zaten. Problem balonu nasıl yönlendireceğimiz değil, tabiri caizse balonun gücü, kanı, canı olan gazı harcamadan nasıl alçalıp yükseleceğimiz.”
“Haklısınız, sevgili doktor ve bu soru daha cevaplanamadı ya da cevabı henüz keşfedilemedi.”
“Kusura bakmayın ama keşfedildi.”
“Kim keşfetti?”
“Ben.”
“Siz mi?”
“Emin olabilirsiniz, aksi bir durum geçerli olsaydı balonla Afrika’yı boydan boya geçmek gibi bir risk almazdım. 24 saat geçmeden gazım bitmiş olurdu.”
“Fakat İngiltere’de bundan hiç bahsetmediniz!”
“Hayır, toplum tarafından didik didik edilip irdelenmek istemedim. Bana göre çok gereksiz olurdu. Hazırlık deneylerimi sessizce yaptım ve tatmin edici sonuçlar elde ettim. Yani artık onlardan herhangi bir şey öğrenmeme gerek yok.”
“Peki doktor, sırrınızın ne olduğunu sorsam kabalık etmiş olur muyum?”
“İşte sırrım bu beyler: Dünyadaki en basit şey!”
Doktor sırrının kapılarını aralarken dinleyicilerinin hepsi kulak kesilmişti.
BÖLÜM X
Daha önce yapılan deneyler – Doktorun beş haznesi – Gaz silindiri – Kalorifer – Manevra sistemi – Kesin başarı
“Birçok kez denendi beyler.” dedi doktor. “Balondan safra ya da gaz kaybı olmadan isteğe göre alçalıp yükselmek. Bir Fransız havacı olan M. Meunier, bunu, bir iç haznede hava depolayarak başarmaya çalıştı. Dr. Van Hecke adında bir Belçikalı, kanat ve pedal yardımıyla dikey bir kuvvet elde etti fakat bu çalışmanın sonucunda uygulanabilir bir sonuç elde edilemedi.”
“Ben durumu daha açık bir şekilde ele almak istedim ve başlangıç olarak aletlerimin bozulması ya da tahmin edilemez engellerden kurtulmak için ani yükselme ihtiyacı gibi acil durumlar dışında, safra kullanımını kaldırdım. Benim yükselme ya da alçalma metodum basitçe, balonun içindeki gazın belli sıcaklıklarla genleşip sıkışmasına dayalı. İşte bu, sonuca ulaşmamı sağlayan şey.”
“Siz, beni sepetle beraber bazı hazneler getirirken gördünüz. Beş taneydi.
İlki yaklaşık 25 galon su içermekte ki onun içine de birkaç damla sülfürik asit damlatarak iletkenliğini arttırıyorum. Sonra güçlü bir buntzen bataryasıyla suyu ayrıştırıyorum. Sizin de bildiğiniz gibi su, iki hacim hidrojen ve bir hacim oksijenden oluşur.”
“Oksijen, batarya vasıtasıyla artı kutuptan ikinci hazneye ulaşıyor ve ikincinin üzerinde yer alan iki katı büyüklüğündeki üçüncü hazneye de eksi kutuptan geçen hidrojen ulaşıyor. Birinin ağzı diğerinin iki katı genişliğindeki iki musluk aracılığıyla karışım haznesi olan dördüncü hazneye ulaşılıyor. İki gaz burada tekrar kaynaşıyor. Bu son haznenin kapasitesi ise 41 fit küptür. Bu tankın üst tarafında ise musluklu bir platin boru vardır.”
“Bu anlattıklarımdan çıkarabileceğiniz gibi bahsettiğim aparat, bir gaz silindiri, bir oksijen ve hidrojen gazı pompasıdır ve bir demirci ocağının sıcaklığına ulaşabilir.”
“Bu kısım anlaşıldıysa aygıtın ikinci kısmına geçeyim. Balonumun sımsıkı kapatılmış olan en alt kısmından, birbirinden çok az mesafede iki boru geçmekte. Birisi hidrojen gazının en üst katmanlarının ortasından başlarken diğeri alt katmanları ortalıyor. Bu iki boru, balonun hareketlerine fit uydurabilmeleri için belirli aralıklarla kauçuktan yapılmış güçlü eklemlerle desteklendi. Her ikisi de sepete kadar inebiliyor ve silindir yapıda bir demir haznenin içine giriyor ki bu hazneye ‘ısı tankı’ diyorum. Bu tank, her iki ucunda bulunan aynı metalden yapılma kapaklarla kapatılıyor. Balonun alt kısmından gelen boru, alt kapaktan bu silindir biçimli hazneye giriyor, içeride ilerledikten sonra üst üste gelen halkalarla haznenin neredeyse tamamını kaplayan sarmal bir boruya dönüşüyor. Sarmal boru dışarı çıkmadan önce, içbükey tabanlı, aşağıya bakan bir koninin içerisine giriyor. İkinci boru ise bu koninin üst kısmından çıkıyor ve söylediğim gibi balonun üst kısmına doğru çıkıyor. Küçük koninin dış kabı silindirin ve üflecin hareketiyle erimemesi için platinden yapılmadır çünkü hava pompası demir haznenin dibine, sarmal borunun ortasına yerleştirilmiştir ki bu bölgede alevler, kubbeyi yalayıp geçmektedir.”
“Hepiniz beyler, apartmanları ısıtmaya yarayan kaloriferin ne olduğunu bilmektesiniz. Nasıl çalıştığını bilirsiniz. Dairelerin havası kaloriferin borularından geçer ve ısısı yükseltilmiş olarak tekrar geri pompalanır. Evet, size anlattıklarım bir kaloriferin çalışmasından ibaret.”
“Aslında olan şey nedir? Silindir yakıldığında spiral borudaki ve konideki hidrojen ısınıyor ve balonun üst tarafına giden borunun içinde yükselmeye başlıyor. Aşağıda bir çekim gücü meydana geliyor ve alt katmandaki gazı çekiyor ve bu sefer bu gaz ısınıyor; böylece bir devinim oluşuyor ve borularda oldukça hızlı bir gaz akışı sağlanmış oluyor, balondan salınıp tekrar balonun içine çekilen gaz tekrar tekrar ısıtılıyor.”
“Gazlar uygulanan her birim sıcaklık karşısında 1/480 oranında genleşir. Eğer 18 derecelik bir ısı uygularsam balonun hidrojeni 18/480 oranında ya da 1614 fit küp genleşecektir böylece 1614 fit küplük bir hava değişimi olacaktır ki bu da balonun yükselme gücünü 160 pound arttıracaktır. Bu da aynı miktarda bir safranın atılmasına eş değerdir. Eğer 180 derecelik ısı uygularsam bu oran 180/480 olur ki bu da bize 16.740 fit küp bir genleşme sağlayacak ve kaldırma gücü 1.600 pound artacak.”
“Görüyorsunuz beyler, dengede kolayca çok büyük değişiklikler yaratabiliyorum. Balonun hacmi öyle bir şekilde hesaplandı ki sadece yarısı şişirilmiş olsa bile taşıdığı hava oranı, hidrojen gazını barındıran kılıfın, sepetin, yolcuların ve tüm malzemenin ağırlığına eşittir. Bu derecede şişirildiğinde çevresindeki havayla mükemmel bir denge sağlanır, balon ne yükselir ne de alçalır. Yükselmek için silindir aracılığıyla, hidrojen gazını, çevreleyen havanın ısısından daha yüksek bir ısıya çıkarıyorum. Böyle bir ısıyla genleşiyor ve balonu daha da şişiriyor. Böylece balon, benim gazı ısıttığım oranda yükseliyor.”
“Alçalmak için tabii ki tam tersi geçerli, silindirin sıcaklığını azaltıp gazın ısısını düşürürüm. Alçalmak genellikle yükselmekten daha uzun sürer ki bu benim için iyi bir durum çünkü hızlıca alçalmanın benim için bir anlamı yok, diğer yandan herhangi bir engelden kaçabilmek için hızlıca yükselmek çok daha büyük önem taşır. Gerçek tehlike yukarılarda değil aşağıda ortaya çıkar.”
“Ayrıca, gerekli bir durumda çok daha hızlı yükselmemi sağlayacak miktarda safram bulunmakta. Balonun tepesinde bulunan vana, sadece bir güvenlik vanasından ibaret. Balon hep aynı oranda hidrojen gazı taşımakta, bahsi geçen tüm bu alçalma ve yükselmeler, benim bu kapalı gaz sisteminde yaptığım ısı değişiklikleriyle sağlanmakta.”
“Ve beyler, işe yarar bir bilgi daha: Silindirde hidrojen ve havanın yanması su buharı oluşumuna sebep olmakta. Demir silindir haznenin altına, iki atmosfer basıncına uygun olarak çalışan bir vanası olan tahliye borusu ekledim. Böylece bu denli bir basınç oluşur oluşmaz buhar bu borudan tahliye ediliyor.”
“Şimdi tam rakamları vereceğim: Yapı taşlarına ayrıştırılan 25 galon sudan, 200 pound oksijen ve 25 pound hidrojen elde edilir. Bu ise atmosfer basıncında, 1.890 fit küp oksijen ve 3.780 fit küp hidrojen olarak toplam 5.670 fit küplük bir karışıma eş değerdir. Böylece silindirin musluğu sonuna kadar açık olduğunda yolları aydınlatmak için kullanılan büyük lambaların alevinden en az altı kat daha kuvvetli bir alevle saatte 27 fit küp gaz harcamaktadır. Kendimi belirli irtifada tutabilmem için ortalama olarak saatte 9 fit küpten daha fazla yakmamam gerek ki 25 galonluk suyum 636 saat ya da 26 günden biraz daha uzun bir süre beni havada tutabilsin.”
“Yine de istediğim vakit alçalıp su depomu doldurabileceğim için yolculuğum büyük ihtimalle daha uzayacak.”
“İşte beyler, benim sırrım bu! Basit ve birçok basit şey gibi başarısız olması imkânsız. Balonun gazının genleşmesi ve sıkışması; benim hareket sırrım bu. Ne hantal kanatlara ne de mekanik bir motora ihtiyacım var. Isı değişimini sağlamak için bir kalorifer, sıcaklığı ayarlamak için bir silindir. Her ikisi de ne kullanışsız ne de çok ağır. Sözün kısası, başarı için gerekli her şeyi bir araya getirdiğimi düşünüyorum.”
Dr. Ferguson, konuşmasını noktaladı ve canıgönülden alkışlandı. Herhangi bir itiraz yoktu, her şey öngörülmüş ve hesaplanmıştı.
“Fakat…” diye söz aldı kaptan. “Tehlikeli olabilir.”
“Eğer uygulanabiliyorsa…” diye cevapladı doktor. “Ne önemi var bunun?”
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.