Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «On Beş Yaşında Bir Kaptan», sayfa 4

Yazı tipi:

8
FELAKET

Tecrübeli bir balina avcısı olan Kaptan Hull görevinin zorluğunun farkındaydı. Hayvan herhangi bir sesten kayığın ne kadar yakında olduğunu anlamasın diye balinaya rüzgâraltı yönünden yaklaşması gerektiğini biliyordu. Lostromosuna olan güveni tamdı. Teşebbüslerinin başarıyla sonuçlanması için gereken yönde ilerleyeceklerinden emindi. “Kendimizi erken göstermemeliyiz Howick.” dedi.

“Haklısınız.” diye cevap verdi Howick. “Kızıl suların kenarından gideceğim ve rüzgâraltı yönünden ilerlemeye dikkat edeceğim.”

“Pekâlâ.” dedi kaptan ve mürettebatına döndü: “Şimdi mümkün olduğunca sessiz olun çocuklar.”

Kürek ıskarmozlarını4 samanla sararak en ufak bir gürültüye dahi mâni olmak isteyen denizciler kayığı, kabuklu hayvanların renklendirdiği suyun etrafında hünerle ilerlettiler. Öyle ki sağ taraftaki kürekler hâlâ mavi sulara batarken sol taraftakiler kanı andıran dalgaların içindeydi.

“Bir tarafta şarap, diğer tarafta su var.” diye şaka yaptı denizcilerden biri.

“Ama ikisi de içilmez.” dedi kaptan sertçe. “Yani çeneni kapalı tut!”

Kayık, Howick’in liderliğinde sinsice süzülmeye devam ederken balina, yaklaşan tehlikenin hiç farkında değildi. O kadar ki endişelendiğine dair herhangi bir belirti göstermeden kayığın yakınına kadar gelmesine müsaade etti.

Kaptanın atılmasını münasip bulduğu geniş tur, kayık ile Pilgrim gemisinin arasındaki mesafeyi ciddi ciddi artırmıştı. Hızla alınan mesafe yüzünden ise deniz üzerindeki nesneler, bir teleskobun ters merceğinden bakılıyormuşçasına küçük görünüyordu. Kısacası Pilgrim olduğundan çok daha uzakta gibiydi.

Bir yarım saat daha geçmişti, kayık rüzgâraltı yönünde net bir şekilde görülüyordu, balina gemi ile kayığın tam ortasındaydı. Daha çok yaklaşılmalı ve gereken bütün önlemler alınmalıydı. Fakat zıpkının atılma zamanı çoktan gelmişti.

“Yavaş olun gençler.” dedi kaptan alçak bir sesle. “Yavaşça ve yumuşak bir şekilde…”

Howick, galiba hayvanın yaklaştıklarını anladığı için fazla su fışkırtmayı bıraktığı yolunda bir şeyler söyledi. Bunun üzerine kaptan, hiç ses çıkarılmaması emrini verdi. Sonra da tayfasına arada yaklaşık iki yüz metre kalıncaya kadar ilerlemelerini söyledi. Lostromo kayığın arka tarafında ayakta duruyor ve balinanın sol tarafına yaklaşabilmeleri için manevra yapıyordu. Bu arada balinanın heybetli kuyruğunun ulaşamayacağı bir mesafede durmaya dikkat ediyordu. Çünkü tek bir kuyruk darbesi, hepsini bir anda perişan edebilirdi.

Kayığı yönlendirme işi lostromodayken kaptan kendisini zorlu görevine hazırlıyordu. Kayığın diğer ucunda duruyor ve zıpkınını elinde tutuyordu. Bu arada dengesini sağlamak için bacaklarını açmıştı ve silahını su üzerinde duran hayvana saplamak üzere hazırda bekletiyordu. Yanında, olur da hayvan suyun derinlerine dalarsa diye getirdikleri ip kangalları vardı.

Kaptan fısıltıdan biraz daha yüksek bir sesle “Hazır mısınız çocuklar?” dedi.

“Tabii ki efendim.” diye cevapladı Howick. Elindeki küreğe daha sıkı sarıldı.

“O zaman şimdi yan tarafına geçiyoruz.” Kaptanın emri derhâl yerine getirildi ve birkaç dakika içinde kayık hayvanın üç metre kadar yakınına geldi. Ne var ki balina hareket etmiyordu. Acaba uyuyor muydu? Eğer uyuyorsa vurulacak ilk darbe ölümcül olabilirdi. Fakat bu pek muhtemel değildi ve Kaptan Hull hayvanın sabit durmasının sebebinin başka bir şey olabileceğini düşündü. Dümenciye attığı hızlı bir bakış da bu şüphesinde yalnız olmadığını gösterdi. Şimdi tahminde bulunma zamanı değil harekete geçme zamanıydı; onun için kimse bu konuyla ilgili fikir alışverişinde bulunmadı.

Kaptan Hull zıpkınını sıkıca kavradı ve hedefine kilitlendi. Sonra da onu bütün gücüyle balinanın yan tarafına sapladı. “Tersine kürek çekin.” diye bağırdı.

Denizciler bütün güçleriyle geriye kürek çektiler ve kayık, kısa bir süre içinde hayvanın kuyruk darbesinin ulaşamayacağı kadar uzaklaştı. Tam bu sırada hayvanın hareketsizliğinin sebebi anlaşıldı.

“İşte bakın, balinanın yavrusu.” diye bağırdı Howick.

Howick gördüğü şey konusunda yanılmıyordu. Zıpkının savrulmasıyla irkilen hayvan bir anda yan yattı ve işte o sırada balinanın yavrusunu emzirdiği görüldü. Kaptan Hull bu durumun işlerini iki kat güçleştirdiğinin bilincindeydi. Çünkü hayvanın ufak yavrusunu (en az altı metre boyundaki bir canlıdan bu şekilde bahsedilebilirse eğer!) ne pahasına olursa olsun koruyacağını biliyordu. Ne var ki bu saldırının başarıya ulaşması gerektiğine inanan kaptanın gözü korkmamıştı. Böylesine güzel bir armağanı kazanma çabasından da vazgeçmeyeceği kesindi.

Balina kayığa, zıpkının atılma ihtimalini derhâl ortadan kaldıracak ve geri çekilmesini sağlayacak ani bir hareket yapmadı. Onun yerine bu hayvanların daha sık yaptığı bir savunma hareketini tercih etti. Yavrusu da kendisini takip ederken suya neredeyse dik bir açıyla daldı ve bir anda suyun üstüne zıpladı. Tekrar denize dalan balina büyük bir hızla yüzmeye başlamıştı.

Hayvan suya dalmadan önce Kaptan Hull ve Howick onu yeterince inceleme fırsatı bulmuşlardı ki yaptıkları inceleme onlara bu balinanın fevkalade büyük olduğunu gösterdi. Boyu yaklaşık yirmi dört metre olan bu deniz canavarının kahverengiye çalan sarı derisinin üzerinde koyu renkli lekeler vardı.

Balinanın takibi daha doğrusu “çekip götürmesi” henüz başlamıştı. Denizciler küreklerine sarılmışlardı; kayık dalgaların üstüne bir ok gibi fırlatılmıştı. Kayık çok şiddetli sarsılmasına rağmen Howick onu dengede tutmayı başarmıştı; kaptanın tetikte olması gerektiği konusundaki telaşlı emirlerine hiç gerek yoktu.

Kayık her ne kadar hızla ilerlese de balinaya ayak uyduramıyordu. Balinanın hızla çekmesi ipin alev almasına sebep olsa da kovadaki su ateşi söndürmeye yetmişti. Hayvan hızı azalacakmış gibi durmuyordu. İlk zıpkının ipi artık kısa geliyordu ve ikinci hatta üçüncü ipi bağlamak gerekiyordu. Görüldüğü kadarıyla hayvan ölümcül bir yara almamıştı, su yüzeyine çıkmaya niyeti yoktu. Halatın istikametine bakılırsa suyun derinliklerine dalmıştı.

“Allah kahretsin, sanırım hayvan bütün halatlarımızı tüketecek!” diye haykırdı kaptan.

“Evet, ayrıca hayvanın bizi gemimizden ne kadar uzaklaştırdığını görüyor musunuz?” diye cevap verdi Howick.

“Eninde sonunda…” dedi kaptan, “bu yaratık suyun üzerine çıkacak. Bu bir balık değil, biliyorsunuz.”

“Nefesini hızlanmak için muhafaza ediyor.” dedi denizcilerden biri sırıtarak.

Fakat her ne kadar gülümsese de o da arkadaşları da dördüncü ipin bağlanmasıyla beraber ciddileşmişti. Beşinci ipi eklemek ise suratlarının iyice çökmesine sebep olmuştu. Hatta kaptan sabırlarını zorlayan bu inatçı hayvana beddualar etmeye başlamıştı.

Son halatın da neredeyse sonuna gelindiğinde tayfanın korkusu daha da artmaya başlamıştı ki nihayet ipte bir gevşeklik fark ettiler.

“Şükürler olsun!” diye haykırdı kaptan. “Hayvan nihayet yoruldu.”

Kaptan, Pilgrim’e şöyle bir baktığında aralarındaki mesafenin yaklaşık sekiz kilometre kadar olduğunu fark etti. Bu uzun bir mesafe olsa da kayık kancasına bayrağı çektiğinde, yani gemiye işaret verdiği anda Dick Sands ve zenciler derhâl yelkenleri indirip yanlarına gelecekti. Fakat rüzgâr az esiyordu ve düzensizdi ki bu durum nihayet avı yakalamayı başarsalar dahi Pilgrim’in yanlarına gelirken zorlanacağını gösteriyordu.

Bu arada tam da beklendiği üzere bir yanına zıpkın saplanmış olan balina suyun yüzeyine çıktı. Hareketsizce durmasından anlaşılıyordu ki uzaklaştığı yavrusunu beklemekteydi. Kaptan, adamlarına mümkün olduğunca hızlı bir şekilde hayvana yaklaşmalarını emretti. İki denizci ve kaptan, zıpkınlarını alarak saldırıya hazır bir vaziyette beklemeye koyuldu. Howard ise olur da hayvan kayığa doğru yaklaşırsa diye hazırda bekliyordu.

“Şimdi çocuklar…” diye bağırdı kaptan, “dikkatli olun ve iyi nişan alın. Sakın yanlış isabet ettirmeyin. Hazır mısın Howick?”

“Fazlasıyla hazırım kaptan.” dedi dümenci ve devam etti: “Ama hayvanın bir anda bu kadar sessizleşmesi kafamı karıştırdı.”

“Şüpheli gözüküyor ama boş verin. Dümdüz ileri…”

Kaptan Hull her geçen saniye daha da heyecanlanıyordu.

Kayık yanına yaklaşırken balina bulunduğu yerden ayrılmadı, çok az hareket etti. Yavrusunu aradığı belliydi. Bu sırada aniden kuyruğunu suya vurarak kayığı birkaç metre uzağa öteledi.

Denizciler bir anda heyecanlanmıştı. Acaba hayvan bir kez daha mı kaçacaktı? Bu yorucu kovalamaca nihayet sona erecek miydi? Kovalamaya devam etmeliler miydi? Armağandan vazgeçmek zorunda kalmayacaklar mıydı yoksa…

Hayır. Hayvan bir kez daha kaçmayacaktı. Yüzünü kayığa doğru dönmüştü ve devasa yüzgeçlerini vurarak suyu hareketlendirmeye başlamıştı.

“Dikkatli ol Howick, bize doğru geliyor!” diye bağırdı kaptan.

Becerikli denizci pürdikkat, kayığı -hayvanın darbesinden kurtarmak istercesine- içgüdüsel bir hareketle döndürdü. Bu arada kaptan ve denizcilerin attığı üç zıpkın, öfkeyle yanlarından geçen balinaya saplandı. Bütün zıpkınlar denizcilerin büyük çabaları sonucu hayvanın hayati bölgelerine isabet etmişti. Bir an hareketsiz kalan balina hava deliklerinden kanla karışık su püskürtmeye başlamıştı. Hayvan can havliyle kuyruğunu suya vurdu ve kayığa bir kez daha saldırmaya koyuldu.

Azimli denizciler dışında herkes böyle bir saldırı karşısında aklını yitirebilirdi. Fakat tayfa sakin kalmayı başarmıştı. Howick bir kez daha ustaca bir hareketle kayığı döndürdü. Tekrar atılan üç ayrı zıpkın, balinanın işini bitirecek gibiydi. Ancak öfkeli hayvanın suda yarattığı son dalgalanma, kayığın içine su dolmasına sebep olmuştu. Yani kayık her an alabora olabilirdi.

“Suyu boşaltın!” diye bağırdı kaptan.

Küreklerini bırakan denizciler bütün güçleriyle kayıktaki suyu boşaltmaya koyuldu. Artık ihtiyaç kalmadığı için kaptan zıpkının ipini kesti. Çünkü acıyla boğuşan ve yavrusunun yasını tutan balinanın bir kez daha kaçma teşebbüsünde bulunmasına ihtimal yoktu. Ne var ki sonuna kadar ümitsizce savaşacağı kesindi.

Hayvan kayığa üçüncü kez saldırmaya niyetli gibi görünüyordu. Ama tayfanın bütün çabalarına rağmen yarısından fazlası hâlâ su ile dolu olan kayığı yönlendirmek artık kolay değildi.

Kimse kaçmayı düşünmedi. En hızlı kayık bile hayvanın bir iki sıçrayışıyla alabora olabilirdi. Geriye tek bir seçenek kalmıştı: Eli kulağındaki tehlike ile başa baş mücadele etmek… Artık talih de onlardan yana değildi ve yanlarından geçen balinanın sırt yüzgeciyle vurduğu şiddetli darbe ile kayık sarsıldı. Denizcilerin mızrağı ise hedefi vuramadı.

“Howick nerede?” diye bağırdı endişelenen kaptan.

“Buradayım kaptan, iyiyim.” diye cevap verdi ayağa kalkmak için mücadele veren denizci ve dümen küreğinin kırıldığını söyledi.

“Başka bir kürek al Howick, acele et!” diye bağırdı kaptan.

Fakat Howick kırık küreği değiştirmeye zaman bulamadan birkaç metre öteden bir fokurdama sesi duyuldu. Yavru balina su yüzeyine çıkmıştı. Annelik içgüdüsü kabaran balina, bu görüntü üzerine yavrusuna doğru hızla yüzmeye başladı ve denizciler daha tehlikeli bir mücadele içine düştü.

Kaptan Hull Pilgrim’e doğru baktı ve elindeki bayrağı telaşla sallamaya başladı. Ne yazık ki hiçbir insani çabanın geminin gelişini hızlandıramayacağını biliyordu. Dick Sands kendisine verilen emre derhâl uymuştu hâlbuki. Rüzgâr yelkenleri doldurmaya çoktan başlasa da buhar gücü yokken geminin hızlı ilerlemesi mümkün değildi. Dick, suya kayık indirerek zencilerle birlikte onları kurtarmaya çalışmanın işe yaramayacağının farkındaydı ve kaptanın hiçbir koşulda gemiyi terk etmemesi emrini aklından çıkarmıyordu. Kaptan yine de miçonun arka taraftaki kayığı suya saldığını gördü. Böylece gemiye yaklaşır yaklaşmaz kurtulmayı başaracaklardı.

Balina, yavrusunu korumaya almış, kayığa başka bir darbe vurmaya hazırlanıyordu.

Kaptan, “Dikkat et Howick, gidiyoruz!” diye feryat etse de bu emir yersizdi. Howick’in kırılan küreğin yerine koyduğu kürek diğerine nispeten kısaydı; bu yüzden kayığı döndüremedi. Kayığı yönlendirilebilecek bir mekanizma artık yoktu. Başarısız olduklarını anlayan denizciler son bir ümitsiz çığlık attılar; Pilgrim’dekiler bu sesi duymuşlardı. Kısa bir süre sonra hayvanın vurduğu son darbe kayığı havaya savurdu. Balina, suyun yüzeyine tekrar düşen kayığa öfkeli darbeler vurmaya devam etti.

Peki yaralı ve kan kaybeden bu talihsiz adamların bir tahta parçasına tutunarak kurtulmaya çalışmaları mümkün değil miydi? Mesela Kaptan Hull sürüklenen bir tahta parçasına tutunmaya çalışarak kurtulmaya uğraşıyordu fakat bu çabası boşunaydı. Hiç ümit yoktu. Balina can havliyle bir kez daha saldırmak için dönmüştü. Hayatta kalma mücadelesi veren denizcilerin etrafındaki sular köpürüyordu.

On beş dakika sonra Dick Sands zencilerle birlikte felaketin gerçekleştiği yere geldiğinde hiçbir yaşam belirtisine rastlamadı. Kanın karıştığı suda yüzen kayık parçaları dışında hiçbir şey yoktu.

9
DICK’İN TERFİSİ

Korkunç felaketi izleyen Pilgrim sakinlerinin, kurbanların başına gelen ürkütücü ölüm sonrası hissettiği duygular, keder ve dehşetti. Kaptan Hull ve adamları gözlerinin önünde yok olmuştu ve onların bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yelkenli, yardım etmek üzere, hadisenin yaşandığı yere gittiğinde ise her şey için çok geçti ve korkunç deniz canavarının saldırılarından sonra yapacak bir şey kalmamıştı. Hiç kimse kurtulamadı.

Dick ve zenciler ümitsiz bir şekilde geriye döndüler; artık kaptan ve tayfa sonsuza kadar yok olmuştu. Bayan Weldon dizlerinin üstüne çöküp ölenlerin ruhu için dua ederken küçük Jack onun yanında ağlamaya başladı. Dick, zenciler ve yaşlı dadı da saygıyla onun yanında duruyorlardı. Hepsi de kadının dualarına canıgönülden katıldı. Geride kalanların da güce ve yardıma ihtiyacı olduğu yakarışına da iştirak ettiler.

Kendi vaziyetleri de hiç parlak değildi doğrusu. Pilgrim, Pasifik Okyanusu’nun ortasında, en yakın kara parçasından yüzlerce kilometre uzakta kaptansız, tayfasız bir şekilde dalgaların ve rüzgârın insafına kalmıştı. Balinanın yollarına çıkması bir musibetti. Kaptan gibi ihtiyatlı bir adamın bereketsiz bir hasılatı telafi etmek üzere balinayı avlamak için hayatını riske atması ise daha büyük bir musibetti. Balina avcılığı tarihinde ava giden bütün denizcilerin hayatını kaybetmesi daha önce görülmüş bir şey değildi. Fakat şu anda bu bir gerçekti ve Pilgrim’de on beş yaşındaki miço Dick Sands dışında denizcilik hakkında azıcık da olsa bir şeyler bilen kimse yoktu. Zenciler her ne kadar cesur ve hevesli de olsalar bir denizcinin görevlerinden bihaberdiler. Bir de bunun üstüne çocuklu bir kadın vardı ve ondan gemi kaptanı sorumluydu.

Dick Sands kendisine iyilik eden Kaptan Hull’un bir daha çıkmamak üzere battığı noktaya kasvetli kasvetli bakarken işte bunları düşünüyordu. Delikanlı, Bayan Weldon ve oğlunu emanet edebileceği bir gemi görme ümidiyle üzgün gözlerini kaldırdı ve ufka bakmaya koyuldu; ancak bu boş bir ümitti. Kendisine gelince, kararını vermişti. Pilgrim gemisini demir atması gereken limana götürebilmek için elinden geleni yapacaktı.

Okyanus ıssızdı. Balinanın ortadan kaybolmasıyla birlikte, denizin veya gökyüzünün sakin görüntüsünü bozacak hiçbir şey olmamıştı. Miço, tecrübesi az olmasına rağmen tüccar veya balina gemilerinin olağan güzergâhından çok uzakta olduklarını biliyordu. Kendisini boş ümitlerle kandırmıyor, içinde bulunduğu durumla gerçekçi bir şekilde yüzleşiyordu. Elinden gelen her şeyi yapacak ve Tanrı’nın kılavuzluğuna güvenecekti. Delikanlı işte böyle derin derin düşünürken yalnız olmadığının farkında değildi. Felaket yaşanır yaşanmaz geminin iç kısmına inen Negoro tekrar güverteye çıkmıştı. Yaşanan faciayı gören bu gizemli adamın neler hissettiğini bilmek imkânsızdı. Talihsiz olayın her detayına gözleriyle şahitlik etmiş olsa da yüz ifadesinde en ufak bir değişim görülmemişti. Mimikleriyle veya sözleriyle herhangi bir duygusunu açığa vurmamış, Bayan Weldon’ın coşkulu duasına katılmak şöyle dursun azıcık dahi ilgi göstermemişti.

Dick Sands’in kendisini bekleyen sorumlulukla ilgili kafa yorarken Negoro, oraya, yani geminin kıç tarafına geldi ve dalgın delikanlıya hiçbir şey söylemeden bakmaya başladı.

Onu gören Dick bir anda doğruldu ve “Benimle konuşmak mı istiyorsun?” dedi.

“Kaptanla veya lostromoyla konuşmam lazım.”

“Negoro!” dedi Dick sertçe. “Sen de benim kadar iyi biliyorsun ki ikisi de boğuldu.”

“Peki ben bu durumda kimden emir alacağım?” diye sordu küstahça.

“Benden alacaksın!” dedi miço aniden.

“Senden mi? On beş yaşında bir çocuktan mı?..”

“Evet benden!” diye tekrarladı Dick sert ve kararlı bir ses tonuyla ve adama geri çekilene kadar bakmaya devam etti. “Evet benden!..”

Bayan Weldon bu konuşmaya şahit olmuştu.

“Herkesin anlamasını isterim ki…” diye itiraz etti, “bu geminin kaptanı artık Dick Sands. Emirler ondan alınacak ve bu emirlere itaat edilecek!”

Negoro kaşlarını çattı, dudaklarını ısırdı ve homurdana homurdana kabinine doğru gitmeye başladı.

Bu arada yelkenli, taze rüzgârın da yardımıyla kabuklulardan iyice uzaklaşmıştı. Dick önce yelkenlere, sonra da güverteye baktı. Üzerine yüklenen sorumluluğun ağırlığı onu daha da canlandırmış gibiydi. Her şeye rağmen kalbini ferah tutuyordu. Yolcuların özellikle kendisinden bir şeyler beklediğinin farkındaydı ve onları hayal kırıklığına uğratmamak için elinden geleni yapacağını bilmelerini istiyordu.

Delikanlı kendi kapasitesine güvense de zencilerin de yardımıyla yelkenleri hareket ettirdiğinde geminin rotasını gerektiği gibi kontrol edebilecek bilgiye sahip olmadığını fark etti. Birkaç yıl daha tecrübesi olsun isterdi. Eğer daha fazla pratik yapmış olsaydı Kaptan Hull gibi irtifayı ölçebilir, kronometreden zamanı okuyabilirdi. Güneş, Ay ve gezegenler onun kılavuzu olabilirdi. Göğe veya kadrana bakarak yönünü tayin edebilirdi eğer daha fazla tecrübesi olsaydı… Fakat bütün bunlar onu aşıyordu. Gemiyi doğru yönde ilerletmek için yapabileceği, seyir defterini ve pusulayı kullanmaktı. Yine de ümidini yitirmedi ve başarılı olacağından bir an dahi şüphe etmedi.

Bayan Weldon cesur delikanlının aklından geçenleri bilir gibi yanına geldi ve “Karar vermiş gibi görünüyorsun Dick.” dedi. “Geminin idaresi sende ve hiç kimse işini yapacağından şüphe etmiyor. Tom da diğerleri de sana ellerinden gelen desteği verecekler.”

“Evet Bayan Weldon.” dedi Dick canlı bir şekilde. “Ayrıca kısa sürede onları iyi birer denizci yapmayı ümit ediyorum. Eğer hava güzel olursa ne âlâ ama olmazsa da ümidimizi yitirmemeliyiz. En yakın kıyıya demir atarız.”

Delikanlı kısa bir süre durdu ve huşu içinde, “Tanrı bize yardım eder.” dedi.

Bayan Weldon delikanlıya Pilgrim’in tam olarak nerede olduğunu bilip bilmediğini sordu. Dick ise deniz haritasına bakacağını söyledi. Kaptan, bir önceki güne kadar kayıtları doğru bir şekilde tutmuştu.

“Peki şimdi ne yapmamızı öneriyorsun? İçinde bulunduğumuz şartları göz önüne alırsak elbette Valparaiso’ya gitmek zorunda değiliz. Eğer daha yakın bir liman bulabilirsek tabii…” dedi Bayan Weldon.

“Mümkün değil!” diye cevap verdi Dick “İşte bu sebepten niyetim doğuya doğru yelken açıp Amerika’da herhangi bir limana ulaşmak.”

“Bizi herhangi bir kıyıya ulaştırmak için yapabileceğinin en iyisini yap Dick.”

“Asla korkmayın hanımefendi. Karaya doğru yaklaştıkça bize yol gösterecek bir yolcu gemisine yaklaşacağız muhakkak. Eğer rüzgâr kuzeybatı yönünde esmeye devam eder ve ilerlememize yardım ederse pekâlâ gidebiliriz.”

Delikanlı, gemisinden emin olan öz güvenli bir denizciymişçesine neşeyle konuşuyordu; birkaç adım geri atıp dümeni eline aldığı sırada Bayan Weldon ona seslenerek yelkenlinin tam konumunu sordu. Dick, kaptanın odasına gitti ve haritadan bir önceki gün işaretlenen konuma baktı. Buna göre 43° 35’ güney enlemi ile 164° 13’ batı enlemindeydiler ve son yirmi dört saatte çok fazla yol almamışlardı.

Bayan Weldon bütün tecrübesizliğine rağmen haritaya baktığında Horn Burnu ile Columbia arasında bir set gibi duran Güney Amerika’nın çok da uzak olmadığını gördü. Pasifik çok geniş olsa da kısa zamanda geçilebilirdi. “Kısa zaman sonra kıyıda olacağız.” dedi.

Fakat Dick durumun böyle olmadığının farkındaydı. Haritanın ölçeği baz alındığında Pilgrim o geniş deryanın üzerinde mikroskobik bir canlı misali küçük kalırdı. Dahası kıyıyla arasında yüzlerce kilometrelik yorucu bir mesafe vardı.

Kaybedilecek zaman yoktu. Aykırı rüzgârlar artık esmiyordu ve yeni bir kuzeybatı esintisi kendini göstermeye başlamıştı. Dahası tüy bulut veya sirrüs bulutu diye bilinen bulutlar rüzgârın yönünün değişmeden kalacağına işaret ediyordu.

Dick, zencilere yaklaştı ve kaderin omuzlarına yüklediği bu vazifenin güçlüğünü anlamalarını sağlamaya çalıştı. Tom sadece kendi namına değil arkadaşları namına da söz verdi ve ona yardım etmek için ellerinden geleni yapma arzusunda olduklarını söyledi. Bilgileri az olsa da kolları güçlüydü ve verdiği her emre katiyetle uyacaklardı.

“Dostlarım…” dedi Dick, “dümen tutma işini mümkün olduğunca yerine getireceğim. Lakin siz de biliyorsunuz ki benim de dinlenmem gerek. Hiç kimse uyumadan yaşayamaz. Şimdi günün geri kalanında yanımda durmanı istiyorum Tom. Pusula kullanarak dümen nasıl yönlendirilir onu göstermeye çalışacağım. Zor bir şey değil. Kısa zamanda öğrenirsin. Ben bir iki saatliğine uyumaya gittiğimde dümeni sana emanet etmek zorunda kalacağım.”

“Peki benim yapabileceğim bir şey yok mu?” diye sordu küçük Jack.

Dick gülümseyerek “Ah, tabii Jack. Sen rüzgârı yönlendireceksin.” dedi.

“Tabii ki…” diye haykırdı çocuk.

“Şimdi benim denizcilerim, yelkenleri çekeceğiz. Nasıl yapılacağını göstereceğim.” İşte bu, Dick’in tayfasına verdiği ilk emirdi.

“Elbette Kaptan Sands, hepimiz emrinizdeyiz.” dedi Tom ciddiyetle.

4.Iskarmoz: Kürek takmak için kayık ve sandalın yan kenarına dikine yerleştirilmiş ağaç çubuk. (e.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.