Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Seyahatü'l Kübra», sayfa 5

Yazı tipi:

KASABA’YA EĞİRDİR İSMİNİN VERİLMESİNİN SEBEBİ İLE İÇ KALENİN KURUCUSU

Lid Kavmi Saruhan Sancağı’ndan Erzurum sınırına kadar Anadolu’yu boydan boya kaplamıştı. Güçleri ve cesaretleri arttığı dönemde daha önce bahsi geçen Eski Sardis denilen şehri13 kurup başkenti Eğirdir’den buraya taşıdıkları tarihten dört asır sonra yani MÖ 550’de Lidya kralı Kresüz yarımadanın ucunda bulunan iç kaleyi yaptırmıştır. Bu kral kendi döneminin en zenginlerinden biridir. Bazı gözü doymazların ağzından “Filan adam Karun kadar zengindir.” sözünü nasıl duyuyorsak filan adam Krezüs kadar zengindir anlamına gelen “Filanun ğaniyyun Ke-Krizus” atasözü de avam insanlar tarafından kullanılmaktadır. Zenginliği bütün dünyansın dilindeydi. Servetinin sınırlarını yaptırmış olduğu kalenin büyüklüğü ve gücünden anlaşılmaktadır. Şehir bu üçüncü kurucusunun ismine nispet edilerek “Grizus” ismini almış olsa da bu isim zamanla “Eğirus”, ardından “Eğridur” ve en son olarak da “Eğirdir” hâlini almıştır.

EĞİRDİR’DE KABRİ BULUNAN DİN BÜYÜKLERİ İSİMLERİ

İlginç durumunu yukarıda bahsettiğimiz sakahane civarında kabri bulunan Zortî Baba (Sûretî Baba/Sorî Baba)14, Yazla tarafında yatan zahitlerin eskilerindedir. Bu veli zatın türbesi yakınındaki yüksek bir kubbenin altında yatan Baba Sultan Veli hazretleri de bu mübarek şahsiyetin türbedarlığını yapmış ve vefatı sonrası buraya defnedilmiştir. Baba tabirinden de anlaşılacağı üzere bu zatlar Bektaşi tarikatı ileri gelenlerindedirler. Zortî Baba hazretleri züht anlayışındaki derinliğinden ve takvasından kaynaklı olarak kimsenin yardımını talep etmediğinden değirmen taşı yaparak geçimini sağlar, elinin emeği alnının teriyle geçinirmiş. Kendisi dost meşrep bir kişiliğe sahipmiş. Mübarek elleriyle düzleştirdikleri taşlardan birkaç tanesi türbelerinde hâlen mevcuttur.

Bu mübarek zata Zortî lafzı verilmesinin sebebi şudur: Lanetli Timur bir gün liderlik ettiği haşeratıyla sakahane önünden geçmektedir. Baba o an ayağa kalkıp selam durmuş olsa da Timur bu zata bir taş parçasıymış gibi kibirli davranarak yüzüne bakmadan gitmeye yeltenir. Bu esnada Baba, Timur’a “zort” diye hakaret edip onu küçük düşürür. Timur da bunu üzerine hiddetlenip Baba’nın kafasını deldiği taşın ortasından geçirterek onu göle attırır. Zalimliğinde köpekleşen değersiz Timur, Köprübaşı adı verilen yere geldiğinde merhum Velî, taş boğasında suyun üstünden uçarak önüne çıkar. Bunu üzerine Timur af dileyerek yalvarmaya başladığı esnada Veli ”Köprüyü yaptır da öyle geç!” der. Bu tarihten itibaren o aksak adama karşı ilk defa sarf ettiği sözle şöhret kazandığı rivayet edilmektedir.

Göldeki İri balıkların ilkbahar mevsiminde ırmağa doğu sürü hâlinde gelmesi bu zatın kerameti olarak anlatılır. Her yıl Hıdrellez günü Veli namına bu köprüde kurban kesmek, kanını ırmağa akıtmak ve türbedarına ağırlığınca balık göndermek ve bunun sabahında tutulan balıkları fukaraya ücretsiz olarak dağıtmak avcıların üzerinde hassasiyet ile durdukları eski bir âdetidir. Ağızdan ağıza rivayet olarak aktarılan aksak Timur hikâyesi tarihî kayıtlar ile örtüşmemektedir. Zira Timur akını merhum Veli’nin vefatından çok zaman sonra gerçekleşmiştir. Bununla birlikte bu haydut Eğirdir’i fethedemedi. Meymenetsiz topal ayağı bu memlekete giremedi ki Yazla yolunu geçip de Köprübaşı’na geçebilsin.

Bu rivayetteki yanılma şudur: Buradan geçenin aslında kötü karakterli Timurlenk değildir. Bu bölgeye kadar vakit ve fırsat bularak kale içine bir türlü giremeyen Osmanlı düşmanı Karamanoğlu zevzeklerine benzer bir zalimdir. Bu kişinin adı zamanla unutulmuştur. Bahsi geçin olay kötü şöhretinden kaynaklı olarak Topal Timur’a atfedilmektedir. Hayat hikâyesine dair elde ettiğim kolay anlaşılır bilgileri aktararak okuyuculara ulaştırdığım Dindar Beyzade İshak Bey de Zortî Baba hazretlerinin türbesi yakınında bulunan mescit ile sakahanenin arasındaki avlu kapısının sol tarafında yatmaktadır. Bir çukur alan içinde kalan kabri unutulup gitmiştir. Mezar taşlarından bir parçası hâlen mevcut olmasına ve üzerinde tafsilatlı bir açıklama bulunmasına rağmen gafletten gözünü açamamış şehir halkı hâlen daha bu zatın kim olduğunu fark edebilmiş değildir. Merhum İshak Bey’in babası Dindar Bey ise Eskihisar kabristanında Veli diye ziyaret edilen etrafı çevrili mezarda yatmaktadır.

DİĞERLERİ

Yukarı Yazla’da yatan Mehmet Çelebi hazretleri, kıymetli babaları ve dedeleridir. Eğirdir’de doğmuş olan bu veli şahsın babası Azerbaycan taraflarında bulunan Hovi kasabasındandır. Bir bakımdan allame olan dedeleri Horasan’dan gelerek Taşmedrese’de ilim yaymakla meşgul olmuşlardır. Zahirî ve bâtıni ilimlerde yüksek bir mertebe elde etmiştir.

Kendisi Nakşibendî şeyhidir. Kalenin topal Timur’a teslim edilmemesinde ve özellikle saltanat kesintisi esnasında Çelebi Sultan Mehmet Han hazretlerine itaatin gerekli ve zorunluluk olduğuna dair her tarafa yazı göndermiştir. Sahipsiz kalmaları nedeniyle ne yapacaklarını şaşıran halkı bu devlet adamına yönlendirip itaat etmelerini sağlayan bu âlimin son derece yararlılıkları görüldüğü için Sultan Mehmet tarafından kendisine genişçe arazi ve yardımlar verilmiştir. Öyle ki, bu zata tebrik olarak kale kumandanlarına özel verilen tuğ dahi verilmiştir. Kendisi muhafızlıkla da görevlendirildiği için bu tuğ şu an dahi kabirlerinde bulunmaktadır. Fakirlerin ve zavallıların hâlen daha karınlarının doyurulduğu dergâhlarının vakfı dâhilinde olan ve Burdur’da bulunan küçük hamamda hastalıklı bir şekilde girip yıkandıktan sonra şifa bulunduğu bizzat tecrübeyle sabittir. Çok işlek olması nedeniyle diğer hamamlara göre birkaç kat yüksek ücret ile kiralanmaktadır.

Aşağı Yazla’da kabri bulunan Tizmirat hazretleri ve etrafındaki diğer ziyaretler bu zatın talebeleridir. Tizmirat hazretlerinin türbesine bitişik büyük hangâh, Mevlevi tarzında eni yarım metre boyu 1 metre ebatlarında kesme taşlar ile yapılmış büyük bir camiye benzemektedir. Bu devasa hangâhın geniş semahanesi karşısında neyzenler özel yüksek bir mahfil vardır bunun etrafında ise çilekeşlere özel birçok oda mevcuttur. Çok geniş olan meydanının ortasında oval bir şadırvan bulunmaktadır. Yükseldikçe derece derece darlaşan kubbesi yaklaşık olarak 50 metre yüksekliğindedir. Hava ve ışık almak için şişe ağzı gibi açık bırakılan tepesindeki delik 10 metrekaredir. Bunlardan başka Beltaşı’nda yatan Karadede ile şehir içindeki Seyfi ve Bereket dedeler de Mevlevi tarikatının önde gelenleridir.

Yarımada üzerindeki iç kalenin Enderun kıyısında yatan Arap Dede hakkında yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. İsminden dolayı Mevlevi dedelerinden olduğu anlaşılmaktadır. Diğer memleketlerdeki kale kapısında yatan ve yalnız Kesikbaş Dede namıyla bilinen şehitlerden olduğu kanaati vardır. Anadolu’da yaşayan büyük din önde gelenlerinin tamamına ayırmaksızın evliya anlamına gelen dede lafzını kullanırlar. Yumrutaş tarafında da “Eli kepçeli” namlı bir ziyaret vardır. Eğirdir’de yatan dini şahsiyetlerin en eskisi olan bu zat Emevî halifeleri döneminde her tarafı sarsan istila ordularının bıraktıkları şehitlerdendir.

Emevî sultanı Abdülmelik zamanında Hicri 69’da Eğirdir Kalesi’ni kuşatma altına alındığı gün İslam ordusunun mutfak yeri bu şehidin yattığı yermiş. Karadan kuşattıkları kaleyi dönemin harp usulü gereği topluca saldırıya geçen gaziler Yukarı Belen adı verilen mevkiye kadar ilerledikleri esnada, dağın uçurum kısmına yerleşen düşmanların sürekli yuvarladıkları iri kayalar savaş düzenini darmadağınık ederek çok sayıda dindaşımızın ölümüne sebep olmuştur. Bu nedenle gerilemeye başlandığı esnada aşçılık görevi yapan bu gayretli zat bozulan askerî düzenden cesaret alarak ilerleyen kâfirlere karşı koymak amacıyla sahibi şehit düşen bir atın üstüne çıkarak elindeki kepçe ile kızgınlıkla saldırıya geçmiştir. Bu hareketiyle saldırıyı yeniden başlattığına şahit olan cesaretli Araplar “Unzur fi yed’ulmalik” (Eli kepçeliye bakın!) sözünü şaşkınlıkla söylemeleri üzerine Eli kepçeli namını almıştır. Kendisi bu vakanın yaşandığı yerde şehit düşüp oraya defnedilmiştir. Oluklacı Dağı’nın güney kısmına düşen tepenin yamacında biriken ve daha önce bahsedilen volkanik maddeler asırlardan beri yüksek yerden korkunç çığlar şeklinde uçarak Yumrutaş merası ile Köşkler mezarlığının kapladığı zamanla bu muhterem şehidin kabrinin etrafından tepeler meydana gelir. Böyle dönemlerde dahi kabrinin üzerine bir çakıl dahi sıçramadığına şaşkınlıkla şahit olanlardan biri de benim. Nis’te yatan manevi şahsiyetlerden Şeyh Müslihiddin hazretlerinin bağlı oldukları manevi tarikatın hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Bu zahit kişinin kabrini ziyaret ettiğimde mezarı önünde yığılı duran taşların ne olduğu Nislilere sordum.

Vaktiyle Taşmedrese’de zahirî ve bâtıni ilimleri öğreten ve çok samimi bir mümin olan bu mübarek zatın gelmesinin amacı keramet iddiasındaki rahipleri susturup onların dinlerinden dönmelerini sağlamaktı. Manevi anlamda karşılık veremeyen kâfirler onu devamlı taşlamaları üzerine keramet göstermek durumunda kalmıştır. Üzerine yağdırılan kayrakları henüz havada iken kapıp elleri ile hamur gibi sıkarak düşmanlarına doğru göndermiştir. Bunu görme bahtiyarlığına erişmekle övünen oradaki müminler bu taşları bereket olur düşüncesiyle topladıklarını ve vefatından sonra kabrinin başına koyduklarını soruma cevap olarak söylediler.

Hicri sekizinci yüzyılın ortasında Eğirdir’e de uğradığı daha önce bahsedilen seyyah İbn Batuta’yı yanında misafir eden müderris işte bu mübarek zattır. Kabri önünde şu an dahi yığılı bir hâlde bulunan taşları elime alarak dikkatli bir şekilde defalarca inceledim. Bir insan sulanmamış hamurdan yapılan meleksiyi15 ya da bilinenin dışında sertleşmemiş çamurdan tasarlanan topu avuçlayıp sıktığı zaman tazyikin gücüyle parmakları arasından nasıl çıkar ise bu zatın elleri içerisinde bu taşlar da o şekilde dışarı çıkmış. Öyle ki avucunun içindeki çizgiler ve derisindeki gözeneklere kadar üzerlerine nakşolmuştur. Mevcut ziyaretlerin en bilineni ve meşhuru bunlar ile İmaret Mahallesi’nde yatan Kabasakal adındaki veli zattır.

EĞİRDİR’İN SUYU VE HAVASI

Her türlü ihtiyaçlarda kullanılan başlıca suların bir tanesi bir buçuk fersah16 ileride Camiliyayla yakınında bulunan Akpınar köyü üstündeki kaynağından büyük yürütmeler ile getirilip bütün çeşmelere paylaştırılan meşhur Yılankıran Suyu, diğeri de her tarafı taşlık ve çakıllık olan gölün lezzetli suyudur.

İçkale’nin iç tarafı ile diğer basık yerlerde bulunan mahallelerde eski ve yeni, birçok kuyu mevcuttur. Bu suların soğuk olmaktan başka özel bir yanları yoktur.

Kasabanın güney tarafında kalan Taşlıburun ile ırmak arasındaki bataklıklar ile Kuruköprü kaldırımlarının sağ ve solundaki bataklıklar, doğusu kuzeyi güneydoğusu ufuklara kadar açık olan bu şahane manzaralı şehrin havasının güzelliğine bazen zarar vermektedir. Her ne kadar bu bataklıklar bir saat mesafe uzaklıkta olsalar da haziran ayının ortasından ağustos ayının ortasına kadar üzerlerine çöken zehirli havayı güney rüzgârının estiği zamanlarda kasabaya kadar taşmaktadır. Bu da şehrin havasının bir miktar ağırlaşmasına sebep olmaktadır.

Ortalarından geçen ırmak eğer bu bataklıkların sularını kısmen de olsa akıtmayıp suları tamamen durgun olsaydı temizliğini bozdukları havayı soluyanlar mutlaka zehirlenirdi. Gölün ortaya çıkardığı bu bataklıkların kapladıkları devasa alan Eğirdirlilerce barba adı verilen sarızambaklarla baştan başa doludur. Bu nedenle o geniş alan altın rengi sırma dallı yeşil atlas ile tefriş edilmiş sahranın âşık olunacak çok güzel bir manzarası karşımıza çıkar. Eylül ayında tamamen çekilmektedir. Öyle ki bu bataklıklarda bazı yıllar çamurdan eser kalmasa da o güzelim eşsiz yeşillikleri olduğu gibi kalmaktadır.

Burası, kuzeyi göl, güneyi üzüm bağları, doğu ve batısı zümrüt gibi dağlar ile çevrili olması nedeniyle zemini yeşil çinilerle süslenmiş ve meydan gibi üstü açık bir büyük alana altın hazinesi serpilmiş gibi görünmektedir. Bu kusursuz ovayı göz alabildiğince sımsıkı dolduran o sarıçiçekli bitkiler 1 metreden daha fazla boy saldıkları için göl tarafından hafifçe esen poyrazın sürekli kımıldatması sayesinde muntazam bir şekilde dalgalanarak insanı heyecanlandıran tabiat manzarasını meydana getirir ve sevenlerini kendisine daha da bağımlı yapar. Kuruköprü’yü güney taraftan bağlara ve kuzeyden ise deniz kıyısına bağlayan uzun kaldırımın yukarı kısmında bulunan bataklığın diğerleri arasında en zararlısı olmasının sebebi oradan toprak kaldıran çömlekçi ve kiremitçi esnafıdır. Bunların kaldırdıkları toprak kadar, dört adım uzaklıktaki göl kenarından toprak alıp getirerek o yere dökmeleri mecburiyeti enfiye içicisi belediye çalışanlarının aklına hiçbir zaman gelmez.

EĞİRDİR’DE YAŞANAN TARİHİ OLAYLARIN SONU

Ağa Mahalesi’ndeki Dernek Çeşmesi’nin olduğu Hanardı adı verilen yerde pazarın kurulduğu dönemlerde, yani III. Mustafa devrinde, Akpınarlıoğlu Mehmet Efendi bu bölgede sözüne kıymet verilen eşrafın itibarlısı idi. Bu nedenle pazar yerinde toplanan esnaf, tüccar ve ahali bu zat pazara uğramadan alışverişe başlamazlardı. Saygı gereği onun gelmesini beklerler ve teşrif ettiği zaman da uzun bir dua yapıldıktan sonra orada bulunanlar âmin deyip alışverişe öyle başlarlardı.

Pazar kurulduğu günün sabahı henüz alışverişe başlamadan önce bereket ve uğur getirmesi için dua yapılması hâlen daha Eğirdir’de uygulanan bir âdettir. Övgüyü hak eden duruşu ve saygıdeğer kişiliği sayesinde ahaliyi kendisine derin bir saygı içinde bırakan Mehmet Efendi’nin üzerinde kûfi yazı benzeri sülüs bir hat işlenmiş mezar taşı olan kabri Yukarı Yazla’da bulunmaktadır. Şeyh Mehmet Çelebi hazretlerinin güzel türbesinin yakınında bulunan şadırvanın karşısındaki küçük mezarlığa gölge veren yaşlı çıtlık (çitlembik) ağacının altındadır.

Kabrin tam ortasında büyüyen bu köhne ağacın kütüğü merhumun mezar taşına işlenmiş kavuğu ile aynı kalınlıkta ve büyüklüktedir.

Akpınar, Eğirdir’in batısında kalan Camiliyayla yolu üzerindedir. Elma Dağlarının eteklerinden sayılan Sivriardı Dağı’nın zirvesine kuruludur. Havası temiz, suyu kaliteli, konumu yüksek ve her tarafı açıktır. Eşsiz manzarası olağanüstü zengindir. Meraları çim ve çiçeklerle dolu, vadileri ormanlarla kaplı ve sahraları gül bahçesidir. En kaliteli baldan bolca bulunmaktadır. Büyük ve küçükbaş hayvan miktarı boldur. Halkı zengin ve varlıklı bir köydür. Şehir ile arasında bir buçuk fersah mesafe bulunmaktadır.

Bu güzel köyde kendi arzusuyla ikamet eden sözünü ettiğimiz Mehmet Efendi vefat ettikten sonra halk arasında sözü dinlenen etkili bir şahıs kalmamıştı. Memleketin ahlak ve yönetimi tamamen çığırından çıkmıştı. Devletimiz ise bu esnada ortaya çıkan Kırım ve Beserabya karışıklıklarından dolayı kuzeyden Rusya, batıdan Avusturya devletleri ile olduğu gibi doğuda da Nadir Şah’ın ara bozuculuğu bastırmak için savaş hâlindeydi. Hem karada hem denizde meşguldü. İç meselelerin teferruatıyla ilgilenmeye vakti bulunmamaktaydı. Bu nedenle yaz günleri eskiden beri Camiliyayla’da geçiren Serikli Aşireti köyleri ve kasabaları yağmaya koymak gibi eşkıyalık yapma cüretleri daha fazla artmıştı. Buna rağmen hâlen cezalandırılmamıştı. Bu olaya sessiz kalarak atlayıp zalimi mazlum, masumu münafık olarak işiterek aslını araştırmadan tarihe kayıt düşen tarihçi Ahmet Vasıf Efendi17’nin meseleye dair söyledikleri gerçekle tamamıyla zıttır ve kayıtlarının düzeltilmeye ihtiyacı vardır. Bu nedenle bu zatın söylediklerini aynen vererek gerçeği izah ediyoruz:

Olayın geçtiği yıl 1179’dur. Eğirdir ahalisinden Yılanlı Musa dahi o uygunsuz hareket içerisinde olması nedeniyle ortadan kaldırılmasına Aydın tahsildarı Vezir Abdurrahman Paşa görevlendirilmişti. Çelik Paşazade’yi üzerine göndererek ihtiyaçlarını karşılamış ve hepsini silahlandırmıştı. Çelik Paşa Eğirdir yakınında Koca Musa ile çatışmaya girdi. Aralarında savaş çıkma ihtimali artınca Çelik Paşa, Musa’nın kaleye çıkıp kapanarak karşı koyma planı olduğunu anladı. Bunun üzerine kuşatmaya başladığını Abdurrahman Paşa’ya bildirdi. Harekete geçtiğini ve karargâhını Eğirdir tarafına yönlendirdiğini haber alan bu asi, Ermenek köyüne doğru firar etti. Birkaç gün plansız dolandıktan sonra Hadım kasabasına vardı. Zahirî ve bâtıni ilimlerde üstat olan rahmetli Hadım Müftüsü Şeyh Efendi’nin evlatlarına sığındı. Onlar da Vezir Abdurrahman Paşa’dan affını talep etmişlerdi. Merhum Müftü, Vezir Abdurrahman Paşa’nın şeyhi ve ona bağlı olması nedeniyle reddedememesi nedeniyle padişahtan bunun için sürekli affını isteyeceğini bundan sonra Eğirdir kazasına dönmemesi ve Hadım’da ikamet etmesi şartıyla talebi kabul etmiş. Yılanlı Musa affa kavuşmuş. Eğirdir ahalisi de bu emre uymakla mükellef kılınmış ve bu zatın kasabalarına girmesine müsaade ettikleri takdirde dikkatleri üzerlerine çekmelerinin yanında padişahın da gazabını üzerlerine çekeceklerine dair ferman çıkarılmış.

Eski tarihçilerin padişahımız ve halifemiz hazretlerine verdikleri bilgi ve tarihe bıraktıkları güncel olayları bildiren kayıtlar eğer hep bu şekilde ise geçmişte gerçekleşen olayların hakikatini derin sırlar içinde bırakmaları nedeniyle binlerce kez esef ediyorum.

Bu şekilde aslı araştırılmadan kötülenen Koca Musa, Eğirdir’in 25 kilometre doğusunda bulunan Yılanlı köyünde yaşamaktadır. Hayvancılık yapan ve arazi sahibi biridir. Misafirperverdir ve kimsesizler ile hastalara elinden geldiğince yardımda bulunur. Kendi hâlinde çobanlıkla uğraşan bir adamdır. Tabi olduğu hükümdarına isyan edebilecek alçaklık ne fıtratında vardır ne de böyle bir gücü mevcuttur. Zavallı adam haşa isyan etmiş değildir. Şevketiyle bizi onurlandıran Osmanlı Devleti’nin namusunu koruma uğrunda çok önemli hizmetleri ve çabaları mevcuttur. Şehir halkının detayları ile hafızalarında bulunan bu olayın aslı şöyle gerçekleşmiştir.

Kışı Aydın ovasında, yazı Eğirdir’in batısındaki Camiliyayla’da geçiren Serikli aşireti Saruhan Yörüklerindedir. Yaz mevsiminde dünyayı soyarlar kışın ise Aydın tahsildarına yanaşarak ayakbastı adı altında hediyeler verirler. Tilkilikte bir eşi benzerleri yoktur. İfrit yaradılışlı kötü adamlardan gelme şeytani bir kabileydiler. Eşkıyalık dışında başka bir işleri olmayan bu hain aşiret yaylaya çıktıkları zaman güzergâhlarına düşen köylerin koyun ve diğer hayvanlarına el koyup alır giderler. Fukaranın feryadına rağmen merhametsizce sürüp götürdükleri gibi “Ekinlerinizi hayvanlarımızın önünden kaldırın” diye zavallı çiftçilere zalim bir şekilde çıkışırlar. Önlerine çıkan ekinleri tamamını hayvanlarına yedirirler. Yayladan dönüşlerinde ise harmanlara saldırıp çiftçinin hasılatı olan hububatını zorla çuvallara doldurup develerine yükler cehennem olup giderler. Haksız ve ahlaksız bir kabiledir. İmhası zorunlu herkese zarar veren bir çeteydi.

Devletin savaşta olması ve üç devlet ile karada ve denizde çarpışması hasebiyle son derece meşgul bulunmasından kaynaklı olarak Babıali buna benzer şikâyetleri inceletmeye fırsatı yoktu. Ayrıca Aydın tahsildarlarının aşirete sahip çıkmaları ve kötülemeleri nedeniyle alması gereken cezası geciken bu aşiret şımardıkça şımarmıştı. En sonunda kasabaları dahi basmaya, çarşı ve pazarda her ne görürlerse tamamını ücret ödemeksizin alıp gitmeye başladılar. Şirretlik ve başıboşlukları tahammül sınırlarını üstüne çıktı. Bu rezil âdetleri üzerine Eğirdir çarşısına tekrar baskın yapıp yağma yapmak isterlerken Yılanlı Koca Musa da tesadüfen orada bulunmaktadır. Bu olay üzerine kendisine bir gayret ve Müslümanca bir erdem hissi yükselir. Sadece devletinin ve halkının namusunu ve hukukunu korumak düşüncesiyle halka şöyle seslenir: “Siz benim kumandamı kabul ederseniz bunların uzaklaştırılması ve cezalandırılması kolaydır.” Her hafta yaşamak zorunda kaldıkları talan ve hakaret ile haysiyetlerine zarar verilen ve mallarında olmanın neticesinde ümitsizlik ve mecburiyetin son noktasına gelen pazar halkı da ağız birliğiyle “Emrine tabiyiz!” cevabını verirler.

Ahalinin bu yeminini alan o gayretli ve Koca Musa, yanında bulunan Yılanlıköy delikanlılarının bir kısmını dağlara yerleştirir. Ardından beraberinde aldığı diğer kısmı ile de bu eşkıyalara saldırı düzenler.

Halkın huzur bulması ve asayişin yeniden tesis edilmesi için bu savaşa tabiatıyla halk da dâhil olur. Bu aniden ortaya çıkan durum karşısında ne yapacaklarını bilemeyen Serikli aşireti firar etmeye mecbur kalırlar. Aşağı Belen ile Kapılar adı verilen yerlere yaklaştıkları vakit dağ uçurumlarına daha önce yerleştirilen delikanlılar, hazırlamış oldukları kayaları hiç ara vermeden bunların üzerine yuvarlarlar. Bunun üzerine eşkıyaların tamamı ortadan kaldırılır. Yollar kavuk ve cenaze yığınları ile dolup taşar.

Söz konusu aşiretin bu şekilde ortadan kaldırılması, ayakbastı adı altında her yıl bu aşiretten hediyeler almaya kendini alıştırmış Aydın eşrafı ile tahsildarlarının kişisel çıkarlarına zarar verdi. Bu nedenle iltifat edilmeyi hak eden Koca Mustafa’nın, aksine öldürülmesi emrinin çıkarılması için çaba sarfetmişlerdir.

Aydın Tahsildarı Darendeli Vezir Halil Paşa, Ahmet Vasıf Efendi’nin vasfı gibi hakşinas ve ilme aşina bir vezir olsaydı Çelik Paşazade’yi Koca Mustafa’yı ortadan kaldırmaya değil, durumu incelemeye gönderirdi. Bölgede yeniden asayişin sağlanması ve devletin onurunun teslim edilmesi uğrunda yapmış olduğu hizmetlere ve faydalara dair ona hediyeler göndermesi gerekmekle beraber mecburiyetindeydi. Şahsi menfaatleri dışında hiçbir amaçları olmayan bir kısım ahmak kimselerin kendisi aleyhinde dile getirdikleri sözlere itimat edilmesi nedeniyle tam tersi felaketlere uğramıştır. Neticesinde memleketine bir daha gelemeyerek Hadım’da vefat etmiştir. Bu mazlum adamı tarihçilerin hain sıfatıyla itham etmeye kalkışmaları merhamet ve adalete uygun düşecek bir husus değildir.

13.Salihli yakınlarından büyük bir şehirdir.
14.Sûretî Baba, Zortî Baba veya Sorî Baba’nın Eğirdir’in meşhur yerlerinden Selçuklu eseri Baba Sultan Türbesi’nin türbedarıdır. Asıl Adı Mürsel olan Baba Sultan (ölüm 1370-1380 arası) Hacı Bektaş-i Veli’nin torunlarındandır. Bu, Eğirdir’de Bektaşiliğin bulunduğunu göstermektedir. Öyle ki Zeynîlik ve Mevlevîlik’ten daha eski olduğuna dair izler taşıdığına dair bk. Mehmet Altunmeral, Hızırnâme’de Eğirdir ve Eğirdirli Velîler, Ağustos 2013, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:2, s. 504-509. (ç.n.)
15.Topu.
16.Yaklaşık beş kilometrelik bir uzunluk ölçüsüdür. (ç.n.)
17.Ahmet Vasıf Efendi (öl. 1806) Osmanlı vakanüvisi ve devlet adamıdır. Bağdat doğumlu olup ilk eğitimini burada almıştır. Gençliğinde yazı üzerine kendini geliştirmiştir. Gittiği Halep’te şehrin valisi Gül Ahmedpaşazâde Ali Paşa ile tanışmış ve o da kendisini kütüphaneciliğine atamıştır. Bu şekilde başlayan Osmanlı memurluğu sonrası OsmanlıRuslar’ın Yenikale’yi kuşatmasında (1771) esir alınıp Petersburg’a götürülmüştür. Fakat bu esaret, onun tanınmasına ve üst düzey memuriyetlere yükselmesini sağladığı gibi o dönemde katıldığı siyasi görüşmeler de ufkunu genişletmiş ve giderek dış ilişkilerde uzmanlaşmasını sağlamıştır. Çeşitli inişli çıkış dönemlerinden sonra nihayet 4 Ağustos 1805’te reîsülküttâb tayin edildi ve böylece kariyerinin zirvesine ulaştı. En önemli eseri vakanüvislik çerçevesinde kaleme aldığı, Vâsıf Târihi olarak tanınan Mehâsinü’l-âsâr ve hakāiku’l-ahbâr’ olduğuna dair bk. Mücteba İlgürel, “Vâsıf Ahmed Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi, kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/vasif-ahmed-efendi (ç.n.)