Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Yeşilin Kızı Anne: Ingleside», sayfa 2

Yazı tipi:

BÖLÜM 3

Anne keyifli günlerle dolu haftasını ertesi sabah Matthew’ün mezarına çiçekler götürerek sonlandırdı ve öğleden sonra Carmody’den eve giden trene bindi. Bir süre geride bıraktığı çok sevdiği eski şeyleri düşündü ama sonra düşünceleri kendisini bekleyen çok sevdiği yeni şeylere yöneldi. Yol boyunca kalbi şen şarkılar söyledi çünkü neşeyle dolu bir eve dönüyordu. Eşiğinden adım atan herkesin bir yuva olduğunu bildiği bir evdi bu. Kahkahalar, şapşallıklar, fotoğraflar ve bebeklerle dopdolu bir ev… Kıvırcık saçlı tombik bacaklı dünya tatlısı yaratıklar… Koltukların sabırla beklediği kendisine kucak açan salonu ve dolabında hasretini çeken elbiseleri… Her türden yıl dönümünün kutlandığı ve küçük sırların fısıldandığı bir ev…

“Eve gidecek olmak çok keyifli bir duygu.” diye düşündü Anne ve çantasından küçük oğlunun yazdığı bir mektup çıkardı. Bu mektubu bir gece önce neşeyle gülerek okumuş, Green Gables ahalisine gururla göstermişti. Çocuklarının herhangi birinden aldığı ilk mektuptu bu. Okula sadece bir yıl önce başlamış olan yedi yaşındaki bir çocuk için iyi yazılmış bir mektuptu. Gerçi Jem’in imlası biraz belirsizdi ve kâğıdın üst köşesinde koca bir mürekkep lekesi vardı…

“Di bütün gece ağladı da ağladı çünkü Tommy Drew bebeğini yakacağını söylemiş. Susan bize geceleri çok güzel hikâyeler anlatıyor ama o sen değil anneciğim. Susan dün gece pancar ekmeme izin verdi.”

“Onlarsız geçirdiğim bir haftada nasıl mutlu olabildim?” diye düşündü Ingleside’ın sahibesi kendini azarlayarak.

“Bir yolculuğun sonunda seni karşılayan birilerinin olması ne kadar da güzel!” diye haykırdı Glen St. Mary’de trenden inip Gilbert’ın kollarına atladığında. Gilbert’ın kendisini karşılayacağına emin olması asla mümkün değildi. Hep ölen ya da doğan birileri oluyordu çünkü. Ama eşi kendisini karşılamadığında eve dönüş olması gerektiği gibi keyifli olmuyordu. Üstelik yepyeni çok güzel açık gri bir takım giymişti! “Kahverengi takımımla beraber krem rengi süslü bluzumu giydiğim çok iyi oldu. Bayan Lynde, bu kıyafetin yolculuk için uygun olmadığını, bunu giymenin çılgınlık olacağını söylemişti. Ama eğer giymeseydim Gilbert için yeterince güzel olmayacaktım.” diye düşündü.

Ingleside, verandaya asılmış Japon feneriyle ışıl ışıl aydınlanıyordu. Anne, zerrinlerle çevrili bahçe yolu boyunca neşeyle koştu.

“Ingleside, ben geldim!” diye bağırdı.

Çocuklar bağırıp çağırarak, kahkahalar atarak sardılar etrafını. Susan Baker arka tarafta ağırbaşlı bir tebessümle duruyordu. Çocukların her birinin ellerinde annelerine vermek üzere tuttukları birer buket vardı. İki yaşındaki Shirley’de bile vardı bu çiçeklerden.

“Ah, bu ne kadar da güzel bir karşılama! Ingleside’a dair her şey çok mutlu görünüyor. Ailemin beni gördüğüne bu kadar sevindiğine şahit olmak muhteşem bir şey.”

“Eğer bir daha evden gidersen apandisit olacağım.” dedi Jem ciddiyetle.

“Nasıl alacaksın ki?” diye sordu Walter.

“Hişşş!” diyen Jem, Walter’ı gizlice dürtüp şunları fısıldadı, “Bir yerlerde bir ağrı var. Biliyorum. Annemi bir daha gitmemesi için korkutmak istiyorum sadece.”

Anne’in yapmak istediği onlarca şey vardı. Herkese sarılmak, alaca karanlıkta dışarı fırlayıp hercai menekşe toplamak gibi şeylerdi bunlar. Ingleside’ın her yerinde hercai menekşe bulmak mümkündü. Kilimin üzerinde duran epey yıpranmış oyuncak bebeği yerden almak, keyifli ve heyecanlı dedikodular duymak istiyordu. Herkesin söyleyecek bir şeyi vardı. Mesela Nan, Doktor hastalarından biriyle ilgilenmek için dışarı çıktığında vazelin kutusunun kapağını açıp burnuna götürmüştü ve Susan’ın o sırada aklı çıkmıştı, “Çok zor bir zaman olduğuna emin olabilirsiniz Bayan Blythe…” Sonra, Bayan Jud Palmer’ın ineği elli yedi tane çivi yemiş, Charlottetown’dan veteriner getirtmek zorunda kalmışlardı. Kafası dalgın Bayan Fenner Douglas, kiliseye başı açık gitmişti. Babaları bahçedeki tüm karahindiba çiçeklerini toplamıştı. “Siz yokken sekiz bebek doğurttu Sevgili Bayan Blythe…” Bay Tom Flagg bıyığını boyamıştı, “Eşi sadece iki yıl önce vefat etti hâlbuki.” dedi Susan. Liman Burnu’ndaki Rose Maxwell, Yukarı Glen taraflarında oturan Jim Hudson’ı nikâh günü terk edince Jim yaptığı tüm masrafların faturasını kaçak geline yollamıştı. Bayan Amasa Warren’ın cenazesinde büyük bir kalabalık varmış. Carter Flagg’in kedisini kuyruğundan ısırmışlar. Shirley’i, at ahırında atlardan birinin altında dururken bulmuşlar. “Sevgili Bayan Blythe, bir daha asla eskisi gibi olamayacağım.” Mavi erik ağaçlarında kara mantar büyüme ihtimali söz konusuymuş. Di gün boyunca, “Annecik bugün geliyor, bugün geliyor, bugün geliyor.” diye şarkılar söylemiş. Joe Reeses’in yavru kedilerinden biri doğarken gözleri açık olduğu için şaşıymış. Jem, pantolonunu giymeden önce yapışkan kâğıdın üzerine oturmuş yanlışlıkla. Bücürük, temiz su fıçısının içine düşmüş…

“Neredeyse boğulmak üzereydi Bayan Blythe. Şansımıza doktor bağırışını vakitlice duydu da arka ayaklarından çekip kurtardı.”

“Vakitlice ne demek anneciğim?”diye düşündü Jem.

“Fazlasıyla iyileşmiş gibi görünüyor.” dedi Anne hâlinden memnun bir şekilde şömine karşısında bir koltuğa oturup mırlayan kediciğin siyah beyaz parlak kürkünü okşarken. Ingleside’da önce kedinin oturup oturmadığını kontrol etmeden bir koltuğa oturmak olmazdı. Kedileri çok sevmeyen Susan, nefsi müdafaa için onları sevmeyi öğrenmeye yemin etmişti. Nan, bir yıl kadar önce köydeki çocukların eziyet ettiği perişan hâldeki sıska kediyi getirdiğinde ona böyle seslendi ve her ne kadar bu isim artık uygun olmasa da üzerine yapışıp kaldı.

“Peki Gog ve Magog’a ne oldu Susan? Kırılmadılar, değil mi?”

“Hayır, hayır Bayan Blyhthe.” diye haykıran Susan utancından kıpkırmızı kesilip odadan fırladı. Geri döndüğünde Ingleside’daki şömineye her daim nezaret eden iki seramik köpeği de beraberinde getirmişti. “Siz geldiğinizde onları yerine koymayı nasıl da unuttum öyle. Şöyle oldu Bayan Blythe, siz gittikten bir gün sonra Charlottetown’dan Bayan Charles Day ziyarete geldi. Onun ne kadar titiz ve dindar olduğunu siz de biliyorsunuz. Walter da onunla eğlenmek için köpekleri ona gösterdi ve “Bu Tanrı ve bu da benim Tanrı’m”1 dedi çocukcağız. Dehşete kapıldım. Bayan Day’in yüzündeki ifadeyi görünce de yüreğim ağzıma geldi. Bizim dine saygı duymayan bir aile olduğumuzu düşünmesinden korktuğum için elimden geldiğince açıklamaya çalıştım ve siz gelinceye dek seramik köpekleri porselen dolabına kaldırdım.

“Anne, yemek yemeyecek miyiz?” diye sordu Jem acınası bir hâlde. “Mide çukurumda kemirgen bir his var. Herkesin sevdiği yemeği yaptık anneciğim!”

“Aynen ufaklığın dediği gibi yaptık.” dedi Susan sırıtarak. “Dönüşünüzün güzelce kutlanması gerektiğini düşündük Sevgili Bayan Blythe. Peki şimdi Walter nerede? Yemek için zili çalmak onun görevi bu hafta. Tanrı esirgesin onu.”

Akşam yemeği âdeta bir şenlik gibi geçti ve sonrasında bebekleri yatağa yatırmak Anne için büyük keyifti. Susan, çok özel bir durum söz konusu olduğundan Shirley’i Anne’in yatırmasına müsaade etmişti.

“Bu sıradan bir gün değil Sevgili Bayan Blythe.” dedi ciddi bir şekilde.

“Sıradan bir gün diye bir şey yoktur Susan. Her bir günde diğerinde olmayan farklı bir şey olur. Bunu fark etmedin mi yoksa?”

“Ne kadar da doğru dediniz Bayan Blythe. Geçen cuma tüm gün yağmur yağarken ve hava çok cansızken büyük pembe sardunyam üç yıl sonra ilk kez tomurcuklandı. Hanım çantası çiçeğimi gördünüz mü?”

“Görmek ne kelime! Ben daha önce hiç seninki gibi hanım çantası çiçeği görmedim Susan. Bunu nasıl başarıyorsun?” “Böylece yalan söylemeden Susan’ı mutlu etmeyi başarmış oldum çok şükür!” diye düşündü.

“Devamlı özenin ve dikkatin ürünü Sevgili Bayan. Ama söylemem gereken bir şey var. Sanırım Walter bir şeylerden şüpheleniyor. Glen’deki bazı çocuklar ona bir şeyler söylemiş olmalı. Bu zamanda çocuklar çokbilmiş oluyorlar. Walter bana geçen gün düşünceli bir şekilde şöyle dedi: ‘Susan, bebekler çok mu pahalı?’

Bu soru karşısında biraz afallasam da bozuntuya vermedim. ‘Bazı insanlar bebeklerin lüks olduğunu düşünüyorlar.’ dedim. ‘Ama Ingleside’da bebeklerin ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz biz.’ Sonra Glen dükkânlarındaki pahalılıktan yüksek sesle şikâyet ettiğim için kendime kızdım. Sanırım çocuğu korkutmuş oldum. Ama eğer size bir şey söyleyecek olursa hazırlıklı olun Bayan Blythe.”

“Durumu çok güzel yönettiğinden eminim Susan.” dedi Anne ciddiyetle. “Sanırım herkesin öğrenmesinin vakti geldi.”

Ancak hepsinden de güzeli, denizden gelip ay ışığının aydınlattığı kumullardan ve limandan geçerek Ingleside’ın aşağısındaki Glen St. Mary köyünü barındıran uzun ince vadiye doğru sinsice yaklaşan sisi pencere kenarında seyrettiği sırada Gilbert’ın kendisine gelişiydi.

“Zor bir günün bitiminde seni karşımda bulmak! Mutlu musun Annelerin Anne’i?”

“Mutlu mu?” dedi Anne, Jem’in tuvalet masasının üzerine koyduğu bir vazo dolusu elma tomurcuğunu koklamak için eğildiğinde. Etrafı sevgiyle kuşatılmış, sıcacık sarmalanmıştı. “Sevgili Gilbert, bir kez daha bir haftalığına Green Gableslı Anne olmak güzeldi. Ama Ingleside’ın Anne’i olmak yüz kez daha güzel.”

BÖLÜM 4

“Kesinlikle olmaz.” dedi Doktor Blythe, Jem’in iyi bildiği ses tonuyla.

Jem, babasının fikrini değiştirmesinin mümkün olmadığını annesinin de babasını ikna etmek için uğraşmayacağının farkındaydı. Bu konuda annesi ile babası aynı görüştelerdi. Zalim anne babasına bakan Jem’in ela gözleri öfke ve hayal kırıklığıyla gölgelendi. Onlara sertçe baktı. Sert bakışlarını umursamayıp her şey yerli yerindeymiş gibi yemek yemeye devam etmeleri öfkesini dolayısıyla bakışlarının sertliğini arttırıyordu. Elbette Mary Maria teyze bu sert bakışları fark etmişti. Mary Maria teyzenin kederli soluk mavi gözlerinden hiçbir şey kaçmazdı ne de olsa. Ancak Mary Maria teyze, Jem’in bu vaziyetinden keyif alıyor gibiydi.

Walter, Kenneth ve Persis Ford’la oynamak için eski Hayaller Evi’ne gittiğinden Jem, o öğleden sonra boyunca Bertie Shakespeare Drew ile oynamıştı. Bertie Shakespeare, o akşam Glen’deki diğer oğlanlarla beraber Liman Ağzı’na, Kaptan Bill Taylor’ın kuzeni Joe Drew’ün koluna yılan dövmesi yapışını seyretmeye gideceklerini söylemişti. Kendisi de gideceğinden Jem’in de gelip gelmeyeceğini sordu. Çok eğlenceli olacağını söyledi. Jem gitmek için can atıyordu ancak anne babası bunun kesinlikle mümkün olmadığını söylemişlerdi.

“Gitmene izin vermeyişimin çok sayıda sebebinden biri Liman Ağzı o çocuklarla gidemeyeceğin kadar uzakta. Eve sekizden sonra dönerler muhtemelen. Yani yatma saatin geçtiğinde.”

“Ben çocukken her gece saat yedide yatmaya giderdim.” dedi Mary Maria teyze.

“Akşamları bu kadar uzak mesafelere gidebilmen için biraz daha büyümen gerek Jem.” dedi annesi.

“Geçen hafta da aynısını dedin.” diye bağırdı Jem öfkeyle. “Şimdi daha büyüğüm. Bebek olduğumu düşünüyordun! Bertie de gidiyor ve ben de onun kadar büyüğüm.”

“Kızamık salgını var.” dedi Mary Maria teyze kasvetle. “Kızamığa yakalanabilirsin James.”

Jem, kendisine “James” diye hitap edilmesinden nefret ederdi ve Mary Maria teyze her zaman ona böyle hitap ederdi.

“Ben kızamığa yakalanmak istiyorum.” diye mırıldandı isyankâr bir şekilde. Sonra babasıyla göz göze gelince duruldu. Babası kimsenin Mary Maria teyze ile ters ters konuşmasına müsaade etmezdi. Jem, Mary Maria teyzeden nefret ederdi. Diana teyze ve Marilla teyze çok tatlı teyzelerdi ama Mary Maria teyze gibi biri Jem’in alışkın olmadığı türde bir insandı.

“Pekâlâ.” dedi küstahça ve annesine bakarak konuşmaya devam etti. Böylece kimse Mary Maria teyzeyle konuştuğunu düşünmeyecekti. “Eğer beni sevmek istemiyorsanız sevmek zorunda değilsiniz. Peki, Afrika’ya gidip kaplanları vursaydım bu hoşunuza gider miydi?”

“Afrika’da kaplanlar yok canım.” dedi annesi yumuşak bir şekilde.

“O zaman aslanları vururum!” diye bağırdı Jem. Onu yalancı çıkarmaya bayılıyor olmalılardı. Ona gülmeye kendilerini mecbur hissettiklerini düşündü. Onlara hadlerini bildirmeye karar verdi. “Afrika’da aslanların olmadığını söyleyemezsin. Afrika’da milyonlarca aslan var. Afrika aslanlarla dolu.”

Babası ve annesi gülümsemekle yetindi. Ancak bu durum Mary Maria teyzenin hoşuna gitmedi. Sabırsız çocuklara müsamaha gösterilmemesi gerektiği düşüncesindeydi.

“Bu arada.” diye söze başladı Susan. Jem’e olan sevgisi ve anne babasının köydeki çocuk çetesi ile birlikte adı çıkmış, ayyaş İhtiyar Kaptan Bill Taylor’ın evine yollamamaları konusundaki haklılıkları arasında kalmıştı. “Zencefilli çöreğin ve kreman burada Jem tatlım.”

Zencefilli çörek ve krema Jem’in en sevdiği tatlıydı. Ama bu gece fırtınalar kopan ruhuna hiçbir etkisi yoktu en sevdiği tatlının.

“İstemiyorum!” dedi surat asarak. Ayağa kalkıp masadan uzaklaştı ve son bir meydan okuma hamlesiyle kapıya döndü.

“Zaten dokuzdan önce yatağa gitmeyeceğim. Büyüdüğümdeyse hiç yatağa gitmeyeceğim. Bütün gece, her gece uyanık kalacağım. Her yerime dövmeler yaptıracağım. Ne kadar yaramaz olunursa o kadar yaramaz ‘olcaam’göreceksiniz.”

“ ‘Olacağım’ demek ‘olcam’ demekten çok daha iyi tatlım.” dedi annesi.

Hiçbir şekilde hislenmeyişleri Jem’in gücüne gitmişti.

“Fikrimi soran olmadı ama eğer ben çocukken böyle konuşsaydım annem babam beni bir temiz döverlerdi Annie.” dedi Mary Maria teyze. “Bugünlerde bazı evlerde sopanın eksik olması büyük kayıp.”

“Küçük Jem’in suçu yok.” diye parladı Susan, doktor ve eşinin bir şey söylemediğini görünce. Eğer Mary Maria Blythe’ın bu dediği yanına kalacaksa Susan’ın diyecek bir çift sözü olacaktı. “Bertie Shakespeare Drew denilen velet aklına girdi. Joe Drew’ün dövme yaptırdığını görmenin eğlenceli olacağını söyledi. Öğleden sonra buradaydı ve gizlice mutfağa girip en güzel alüminyum tavayı alıp miğfer olarak taktı. Askercilik oynayacaklarmış. Sonra ahşap kiremitlerden tekne yapıp Çukur Nehri’nden aşağı saldılar ve iliklerine kadar ıslandılar. Sonra bir saat boyunca avluda atlayıp zıplayarak tuhaf sesler çıkardılar. Kurbağa taklidi yapıyorlarmış. Kurbağa! Küçük Jem bu kadar yorulmuşken ona bir şey olmayışına şaşmamak gerek. Bu şekilde bitkin düşmediğinde dünyanın en uslu çocuğudur Jem. Buna emin olabilirsiniz.”

Mary Maria teyze sinir bozucu bir şekilde cevap vermedi. Susan Baker’la yemek vakitlerinde asla konuşmayarak onun “aile ile oturmasına” izin verilmesine duyduğu rahatsızlığı ifade ederdi.

Anne ve Susan, Mary Maria teyze gelmeden önce bu sorunu çözmüşlerdi. “Yerini bilen” Susan, Ingleside’da misafir varken aileyle oturmaz ya da böyle bir beklenti içine girmezdi.

“Ama Mary Maria teyze misafir değil.” dedi Anne. “Aileden biri. Sen de öylesin Susan.”

Susan, nihayet pes etmişti. Bu arada Mary Maria Blythe’ın kendisinin sıradan bir çalışan olmadığını görecek olmasına içten içe memnun olmuştu. Susan, Mary Maria teyze ile hiç tanışmamıştı ancak Susan’ın yeğeni yani kız kardeşi Matilda’nın kızı Charlottetown’da onun için çalışmış ve bu yaşlı kadına dair bildiklerini anlatmıştı.

“Mary Maria teyzenin ziyaretinden, özellikle de bugünlerde keyif alırmış gibi yapma zahmetine hiç girmeyeceğim Susan.” dedi Anne samimiyetle. “Ama Gilbert’a birkaç haftalığına gelip gelemeyeceğini sormuş. Doktor’un bu konularda nasıl olduğunu biliyorsun.”

“Her türlü hakkıdır da.” dedi Susan sadakatle. “Kendi kanından canından insanların yanında durmayan bir adam olur mu hiç? Ama birkaç hafta meselesi biraz tuhaf geldi bana Bayan Blythe. Ben karamsar olmayı pek sevmem ama kız kardeşim Matilda’nın görümcesi birkaç haftalığına ziyarete gelip yirmi yıl kaldı.”

“Bunun için endişelenmemize gerek yok bence Susan.” dedi Anne gülümseyerek. “Mary Maria teyzenin Charlottetown’da çok güzel bir evi var. Ancak evinin biraz büyük ve yalnız olduğunu düşünüyor. Biliyorsun annesi iki yıl önce, seksen beş yaşında öldü ve Mary Maria teyze ona pek düşkündü. Annesini çok özlüyor. Bu ziyaretini mümkün olduğunca güzel kılmaya çalışalım, olur mu Susan?”

“Elimden geleni yaparım Bayan Blythe. Tabii masayı biraz daha genişletmemiz gerekir. Ama en nihayetinde bir masayı büyütmek küçültmekten daha iyidir.”

“Masamızda çiçek olmamalı Susan. Çünkü bildiğim kadarıyla çiçekler Mary Maria teyzenin astımını azdırıyorlar. Karabiber de hapşırmasına sebep olduğundan onu da koymamalıyız. Sık sık başı ağrıdığından fazla gürültü de yapmamamız gerekiyor.”

“Aman Tanrı’m! Ben sizin ve Doktor’un çok ses yaptığına hiç şahit olmadım. Eğer bağırmam gerekirse ben de ağaçların arasına kadar giderim. Ama zavallı çocuklarımızın Bayan Mary Maria Blythe’ın baş ağrıları yüzünden her daim sessiz kalmak zorunda olmaları… İleri gidiyorsam beni bağışlayın ama bu kadarı biraz fazla Bayan Blythe.”

“Sadece birkaç hafta için Susan.”

“Öyle diyelim öyle olsun. Böylesine inişli çıkışlı bir dünyada düz yol bulmak zorundayız Bayan Blythe.” Susan’ın konuyla ilgili söylediği son sözler bunlardı.

Sonrasında Mary Maria teyze eve geldi ve gelir gelmez yaptığı ilk iş bacaların yakın zamanda temizlenip temizlenmediğini sormak oldu. Yangından ölümüne korktuğu anlaşılıyordu. “Ben bu evdeki bacaların yeterince uzun olmadığını söylemişimdir hep. Umarım yatağımı güzelce havalandırmışsındır Annie. Nemli nevresimler korkunç oluyor.”

Ingleside’ın misafir odasını işgal etti ve Susan’ın odası dışındaki tüm odalara uğradı. Gelişini büyük bir sevinçle karşılayan olmamıştı. Ona bir kez bakan Jem, hemen mutfağa sıvışmış ve Susan’a, “O buradayken biz burada gülsek olur mu?” demişti. Onu gören Walter’ın gözleri dolmuştu ve azarlanarak itiş kakış odadan çıkarılmıştı. İkizlerse itilip kakılmalarına gerek olmadan kendilerince çıkıp gittiler. Susan’ın iddiasına göre Bücürük bile arka bahçeye kaçmış neredeyse öfke nöbetine kapılacak kadar sinirlenmişti. Sadece Susan’ın kucağına güvenle yerleşmiş bulunan Shirley kahverengi koca gözleriyle ona korkusuzca bakmış ve geri adım atmamıştı. Mary Maria teyze, Ingleside çocuklarının iyi terbiyeli çocuklar olmadıklarını düşündü. Tabii, “gazetelere yazan” bir anneyle kendi çocukları olduğu için mükemmel olduklarını düşünen bir baba ve asla haddini bilmeyen bir çalışan olan Susan Baker’la terbiyeli olmalarının beklenmeyeceği görüşündeydi. Ancak kendisi Ingleside’da olduğu sürece zavallı kuzeni John’un torunları için elinden geleni yapmaya kararlıydı.

“Yemek duasını çok kısa tuttun Gilbert.” dedi ilk yemeğe oturduğunda. “Burada olduğum müddetçe duayı benim etmemi ister misin? Ailene daha iyi örnek olur.”

Gilbert’ın, Mary Maria teyzeye yemek duasını bundan sonra onun edebileceğini söylemesi Susan’ı dehşete düşürmüştü. “Dua değil de ayin gibi.” diyerek kendi kendine sessizce söylenen Susan, yeğeninin bu yaşlı kadın hakkında söylediklerine katılmaktan kendini alamadı. “Sanki hep kötü bir şeyin kokusunu alıyor gibi görünür. Nahoş değil, bildiğin kötü bir koku alıyor gibi…” Gladys’in kendini ifade etme biçiminin ilginç olduğunu düşündü Susan. Ancak Bayan Mary Maria Blythe’a karşı Susan kadar ön yargılı olmayan biri, bu kadının görünüşünün elli beş yaşında bir kadına göre kötü olmadığını düşünürdü. “Aristokrat hatları” vardı. Şık, pürüzsüz lüleli gri saçlarıyla Susan’ın tiftik tiftik küçük gri topuzuna hakaret ediyor gibiydi sanki. Çok güzel giyiniyordu. Uzun siyah küpeleri vardı ve ince boynunu saran tül yakalar takıyordu.

“En azından onun giyiminden utanmamıza gerek olmayacak.” diye düşündü Susan. Mary Maria teyzenin, Susan’ın kendini bu şekilde teselli ettiğini öğrenmesi hâlinde kopacak kıyameti öngörmek zor değildi.

BÖLÜM 5

Anne kendi odası için zambak, Gilbert’ın kütüphanedeki masası içinse şakayık topluyordu. Süt beyazı şakayıkların ortalarındaki kan kırmızısı benekler âdeta Tanrı öpücüğü gibiydi. Olağan dışı sıcak bir Haziran günü sonrasında hava canlanmıştı ve limanın renginin gümüş mü yoksa altın mı olduğunu kestirmek mümkün değildi.

“Bu gece muhteşem bir gün batımı olacak Susan.” dedi mutfak penceresinden geçerken.

“Bulaşıklarımı yıkamadan gün batımına hayran kalamam Sevgili Bayan.” diyerek itirazını dile getirdi Susan.

“Ama o zamana kadar gitmiş olur Susan. Çukur’un üzerindeki beyaz buluta baksana. Üzeri gül pembesi. Göklere doğru uçup üzerine konmak istemez miydin yani?”

Susan elinde bulaşık beziyle vadinin üzerinden uçtuğunu hayal etti. Bu görüntü ona hiç cazip gelmemişti. Ancak Bayan Blythe’ı o an için hoş görmek gerekiyordu.

“Gül çalılarına musallat olan yeni ve acımasız bir böcek türü var.” diye devam etti Anne. “Yarın onları ilaçlamam lazım. Bu gece yapmak isterdim aslında. Bu gece bahçede çalışmaktan zevk alacağım türde bir gece. Bitkilerin büyüdüğü bir gece bu gece. Umarım cennette bahçeler vardır Susan. Yani içinde çalışabileceğimiz ve bir şeyler yetiştirebileceğimiz türde bahçeler…”

“Umarım böcekler yoktur.” diye itiraz etti Susan.

“Hayır… Bence yoktur. Ama her şeyi tamam olan bir bahçenin de hiç eğlencesi olmaz Susan. İnsanın bir bahçede kendi başına çalışması lazım bir anlamı olması için. Ben yaban otlarını yolmayı, kazmayı, bir şeyler ekip biçmeyi, planlamayı seviyorum. Bir de burada sevdiğim çiçeklerden cennette de olsun istiyorum. Kendi menekşelerimi cennetin ölümsüz çiçeklerine tercih ederim.”

“Peki, neden bu akşam ilaçlamıyorsunuz?” diye araya girdi Susan. Bayan Blythe’ın biraz çıldırmaya başladığını düşünüyordu.

“Çünkü Doktor Bey kendisiyle beraber gitmemi istiyor. Zavallı Bayan John Paxton’ı görmeye gidecek. Kadın ölüyor… Ona bir faydası yok Doktor’un. Elinden geleni yaptı. Ancak yine de zavallı kadın Doktor’un uğramasını istiyor.”

“Pekâlâ Bayan Blythe. Buralarda Doktor Blythe olmadan kimsenin doğmadığı ya da ölmediği bilinen bir şey. Bu akşam araba yolculuğu için güzel bir akşam. Ben de ikizlerle Shirley’i yatırdıktan sonra mutfak alışverişi için köye iner ve Bayan Aaron Ward’ı gübrelerim diye düşünüyordum. Olması gerektiği gibi çiçek açmadı. Mary Blythe Hanım yukarı çıktı ve her bir adımında iç çekip başının ağrıdığını söyledi. Yani en azından bu akşam birazcık huzur ve sessizlik olacak.”

“Jem’in zamanında yatağa girdiğinden emin ol olur mu Susan?” diyen Anne sözlerine şöyle devam etti. “Sandığından çok daha yorgun oluyor. Hiç yatağa girmek istemiyor. Walter da bu gece gelmeyecek. Leslie orada kalması için izin aldı.

Jem yan kapının merdiven basamaklarında oturuyordu. Dizinin üzerine koyduğu ayağı çıplaktı. Küçük çocuk bir şeylere surat asmakla meşguldü. En çok da Glen Kilisesi’nin kulesinin arkasındaki kocaman aya surat asıyordu. Jem dolunaydan hoşlanmazdı.

“Dikkat et de suratın öyle kalmasın.” dedi Mary Maria teyze çocuğun yanından geçip içeri girerken.

Bunun üzerine Jem suratını daha fazla astı. Yüzünün böyle kalacak olması umurunda bile değildi. Hatta böyle kalmasını istiyordu. “Defol git ve sürekli kuyruğumda dolaşma.” dedi kendisine sokulan Nan’e annesi ve babası arabayla uzaklaştıktan sonra.

“Mızmız!” dedi Nan. Ancak Jem’in yanından uzaklaşmadan önce arkasındaki merdiven basamağına onun için getirdiği kırmızı aslan şekerini bıraktı.

Jem ona aldırmadı. Hatta daha fazla sinirlendi. Kimse ona düzgün davranmıyor, herkes onunla uğraşıyordu. Nan daha o sabah, “Sen bizim gibi Ingleside’da dünyaya gelmedin.” demişti. Di, o gün öğlen tavşan çikolatasını yemişti. Hem de Jem’e ait olduğunu bildiği hâlde. Walter bile onu terk etmiş, Ken ve Persis Ford’la kumda kuyu kazmaya gitmişti. Ne kadar da eğlenceli! Kendisi Bertie ile birlikte dövme yapıldığını görmeyi ne kadar da istiyordu. Jem bir şeyi daha önce bu kadar çok istediği başka bir zamanı hatırlamıyordu. Bertie’nin bahsettiği Kaptan Bill’in şömine rafında duran tam armalı muhteşem gemi maketini görmeyi ne kadar da istiyordu. Bu çok üzücü bir durumdu.

Susan, akçaağaç aromalı krema ve cevizle kaplı koca bir dilim pasta getirdiğinde, “İstemem sağ ol.” demişti soğukça. Kendisine neden zencefilli çörek ve kremadan ayırmadığını merak ediyordu. “Muhtemelen diğerleri yemiş olmalı.” diye düşündü. “Domuzlar!” diye geçirdi içinden. Daha derin bir kedere gömüldü sonra. Çocuklar Liman Ağzı’na gitmek üzere çoktan yola koyulmuş olmalılardı. Bu düşünceye dayanamıyordu. Ailesinden bir şekilde intikam almalıydı. Di’nin içi talaşla doldurulmuş oyuncak zürafasını oturma odası halısında kesip açmayı düşündü. Bu Susan’ı çıldırtmaya yeterdi. Susan ve cevizleri… Susan, pasta kremasında ceviz sevmediğini çok iyi biliyordu. Belki de Susan’ın odasına girip takviminin üzerindeki melek tasvirine bıyık çizmeliydi. O şişko pembe, gülen melekten hep nefret ederdi çünkü Jem Blythe’ın sevgilisi olduğunu söyleyen Sissy Flag’e benziyordu. Sissy Flag! Ama Susan o meleğin çok tatlı olduğunu düşünüyordu.

Belki de Nan’in oyuncak bebeğinin kafasını koparmalıydı. Belki de Gog ya da Magog’dan birinin hatta her ikisinin de burnunu kırmalıydı. İşte o zaman annesi artık bir bebek olmadığını anlardı. Gelecek bahara kadar sabredecekti. Dört yaşından beri her baharda annesine mayıs çiçeği toplardı ama gelecek baharda toplamayacak, ona gününü gösterecekti.

Belki de olgunlaşmamış ağaçtaki küçük yeşil elmalardan bir sürü yiyip kendini hasta ederdi. O zaman korkarlardı. Belki de bir daha asla kulaklarının arkasını yıkamazdı. Belki de gelecek pazar kilisedeki herkese komik surat yapmalıydı. Belki de Mary Maria teyzenin yatağına tırtıl koymalıydı. Kocaman, benekli, kımıl kımıl bir tırtıl… Belki de limana kaçıp Kaptan David Reese’in gemisinde saklanarak ertesi sabah Güney Amerika’ya doğru yola çıkmalıydı. Acaba o zaman üzülürler miydi? Belki de bir daha dönmezdi. Belki de Brezilya’da jaguar avlardı. O zaman üzülürler miydi? Hayır, muhtemelen üzülmezlerdi. Kimse onu sevmiyordu. Pantolonunun cebinde büyük bir delik vardı ve kimse bu deliği dikmemişti. Ama umurunda değildi. Bu deliği Glen’deki herkese gösterip kendisiyle nasıl ilgilenilmediğini kanıtlayabilirdi. Bu düşünceleri gittikçe şiddetlenerek kendisini boğdu.

Tik tak… Tik tak… Tik tak… Salondaki büyükbaba saati böyle sesler çıkarıyordu. Büyükbaba Blythe öldükten sonra Ingleside’a getirilmişti. Zaman diye bir şeyin olduğu eskilerden kalma bir aletti. Jem bu saati genelde çok severdi ama o sırada nefret etmişti. Sanki, “Ha ha! Yatma zamanın geldi.” dercesine kendisiyle alay ediyordu. “Diğer çocuklar Liman Ağzı’na giderken sen yatağa gidiyorsun. Ha ha!.. Ha ha!.. Ha ha!..”

Neden her gece yatağa gitmek zorundaydı ki? Neden?

Glen’e gitmek üzere yola çıkan Susan, ufacık isyankâr silüete şefkatle bakarak,

“Ben geri dönünceye kadar yatağa girmene gerek yok Küçük Jem.” dedi hoşgörülü bir şekilde.

“Bu gece yatağa gitmiyorum!” dedi Jem öfkeyle. “Evden kaçacağım. Yapacağım şey bu olacak ihtiyar Susan Baker. Buradan gidip gölete atlayacağım. Anladın mı ihtiyar Susan Baker?”

Susan kendisine “ihtiyar” diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı. Bunu diyen küçük Jem olsa bile… Kasvetli bir sessizlikle ağır ağır uzaklaştı. Çocuğun biraz disipline ihtiyacı olduğunu düşündü. Susan’ı izleyen ve birazcık dostluğa ihtiyaç duyan Bücürük, Jem’in karşısında durup siyah arka ayakları üzerine oturdu. Ancak bu zahmetinin karşılığını öfkeli bakışlar ve sözlerle aldı. “Defol buradan! Arkaüstü oturmuş Mary Maria teyze gibi dik dik bakıyorsun. Pislik! Demek gitmeyeceksin ha! Al o zaman!”

Jem, Shirley’nin oyuncağını kediye fırlattı. Bücürük, acılı bir miyavlamayla oradan uzaklaşıp yaban gülü çalılarının arasına kaçtı. Jem kedinin bile kendisinden nefret ettiğini düşünüp sinirlendi. Yaşamaya devam etmenin anlamını sorguluyordu.

Aslan şekeri aldı. Nan, kuyruk kısmını ve arka ayaklarını yemiş olsa da hâlâ bir aslandı bu. Yese de olurdu. Yiyeceği son aslan olacaktı bu. Aslanı yemeyi bitirip parmaklarını yaladığında ne yapacağına çoktan karar vermişti. Hiçbir şey yapmasına izin verilmeyen bir delikanlının yapabileceği tek şeyi yapacaktı.

1.Seramik köpeklerin isimleri Gog ve Magog. İngilizce’de “God” kelimesi Tanrı anlamına geliyor ve Walter seramik köpeklerin isimlerinin Gog (God) ve Magog (My God) olduğunu zannediyor. (ç.n.)

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-99843-4-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre