Kitabı oku: «Ejderhaların Yükselişi », sayfa 7

Yazı tipi:

Yere oturup sırtını demir parmaklıklara dayadığında, taşıyıcı altında çoktan harekete geçmişti. Bundan sağ kurtulamama olasılığının yüksek olduğunu biliyordu. Diğer oğlanların öfkeli gözleriyle karşılaştı; karanlıkta onu süzüyorlardı ve yolda sarsılarak ilerledikleri sürede, çıkmış olduğu bu yolculukta ölmek için milyonlarca yolla karşılaşacağını düşündü. Kendisinin nasıl bir ölüm olacağını merak etti. Ateş Duvarlarında mı ölecekti? Bit oğlan tarafından mı bıçaklanacaktı? Bir trol tarafından mı yenecekti?

Veya olabileceklerin arasında en düşük olasılıklı olan gerçekleşip, tüm zorluklara rağmen bir şekilde hayatta mı kalacaktı?

BÖLÜM DOKUZ

Kyra görüş alanını sıfırlayan karın içinde yürüdü. Leo hemen bacağının yanındaydı ve onun varlığı bu beyaz denizde zeminle arasındaki tek bağlantıydı. Kar yüzüne kırbaç gibi vuruyor, birkaç adım ilerisini zar zor görüyordu. Ortalığı aydınlatan tek ışık kan kırmızısı aydı ve bulutlar önünü tamamen kapatmadığı zamanlarda tüylerini ürpertecek şekilde parlıyordu. Soğuk kemiklerine kadar işlemişti ve daha şimdiden babasının kalesinin sıcaklığını özlemişti. O an bir şöminenin önünde, kürklerin üzerinde oturduğunu, eritilmiş çikolata içip bir kitabın içinde kaybolduğunu hayal etti.

Kyra bu düşünceleri kafasından uzaklaştırmaya zorladı kendini ve kararlı bir şekilde kendini daha fazla zorlamaya başladı. Babasının onun için biçimlendirdiği hayattan uzaklaşmalıydı, ne pahasına olursa olsun. Tanımadığı ve sevmediği bir adamla evlenmeye zorlanamazdı; özellikle de Pandesia’yı hoş tutmak için. Ezbere bir hayat yaşamaya zorlanamazdı. Düşlerinden vazgeçmeye zorlanamazdı. Başkalarının onun için planladığı bir hayatı yaşamaktansa orada, soğukta, karların arasında ölmeyi tercih ederdi.

Kyra dizlerine kadar gelen karın içinde güçlükle ilerleyerek, gecenin karanlığına doğru, hayatında gördüğü en kötü hava durumunda yürümeye devam etti. Gerçek üstü gibi hissediyordu. Ölülerin yaşayanlarla dünyayı paylaştığının söylendiği, başkalarının evlerinden çıkmaya korktuğu, köylülerin hava çok güzel de olsa kapılarını ve pencerelerini sımsıkı kapadığı bu gece havada özel bir enerji olduğunu hissediyordu. Hava ağırlaşmıştı ve bu sadece kar yüzünden değildi. Etrafındaki ruhları hissedebiliyordu. Sanki onu izliyorlarmış gibi hissediyordu. Sanki kaderine yürüyormuş gibi ya da ölümüne…

Kyra bir tepeye ulaştı ve ufku gördü. Yürüyüşü boyunca ilk kez içi umutla dolmuştu. Orada, uzakta, fırtınaya rağmen geceyi aydınlatan, bu bembeyaz dünyadaki tek yol gösterici Ateş Duvarları duruyordu. Bu karanlık gecede duvarlar onu bir mıknatıs gibi çekiyordu. Tüm hayatı boyunca nasıl bir yer olduğunu merak ettiği ve babasının oraya gitmesini kesinlikle yasakladığı duvarlar… Bu kadar uzağa yürümüş olduğuna şaşırdı ve yola çıktığından beri bilinçsiz olarak oraya doğru mu yürüdüğünü merak etti.

Kyra durdu ve nefes almaya çalıştı. Ateş Duvarları. Escalon’un doğu sınırında seksen kilometre boyunca uzanan ve trollerin krallığı Marda’nın çorak topraklarından onları ayıran tek şey olan dev duvar. Babasının ve onun da babasının, görev duygusuyla hizmet verdiği, anavatanlarını korudukları, babasının tüm adamlarının, Koruyucuların, dönüşümlü olarak görev yapmaya gittiği yer.

Hayal ettiğinden çok daha yüksek ve parlaktı, hatta adamların övündüğünden bile fazla ve bu ateşleri canlı tutanının nasıl bir sihir olduğunu merak etti. Onu gece ve gündüz yanar halde nasıl tutuyorlardı ve kendilerini yakmıyorlardı. Orayı şahsen görmüş olması aklında, cevabını bildiğinden çok daha fazla sorunun oluşmasına sebep olmuştu.

Kyra Ateş Duvalarında yerleşmiş binlerce adam tanıyordu. Her türden adamlar; Volis’ten profesyonellerin yanı sıra, Pandesialılar, köleler, askere alınmışlar ve suçlular. Teknik olarak bu adamların hepsi Koruyucuydu fakat babasının adamları dışında hiç biri Ateş Duvarlarını nesillerdir koruyacak yeteneklere sahip değildi. Duvarların diğer tarafında binlerce trol pusuda bekliyor, umutsuzca diğer tarafa geçmeye çalışıyordu. Burası tehlikeli bir yerdi. Mistik bir yer. Umutsuzlar için, gözü pekler için ve korkusuzlar için.

Kyra orayı daha yakından görmek zorundaydı. Hiç bir şey olmasa bile fırtınada kendini toplamak, ellerini ısıtmak ve sonra nereye gideceğine karar vermek için buna ihtiyacı vardı.

Kyra asasından destek alarak karda tepeden aşağı yürüdü. Leo da hemen arkasındaydı ve Ateş Duvarlarına yöneldiler. Her ne kadar kalan yol bir buçuk kilometreden az olsa da, normalde on dakikasını alacak yürüyüş karın şiddetini artırması ve kemiklerine işleyen soğuk nedeniyle ona on beş kilometre gibi gelmiş ve bir saatini almıştı. Arkasını dönüp Volis’e baktı ama artık çok uzakta kalmıştı ve beyaz dünyada kaybolmuştu. Zaten geri dönmek için de aşırı üşümüştü.

Bacakları soğuktan titriyor, ayak parmakları uyuşuyordu ve eli asasına yapışmıştı. Kyra nihayet tepeden aşağı indi ve önündeki Ateş Duvarlarının yaydığı ani bir sıcaklık hissetti. Manzara nefesini kesti. Sadece yüz metre kadar önünde, geceyi tamamen aydınlatacak şekilde yanan ve sanki gündüzmüş gibi hissettiren Ateş Duvarları o kadar yüksekti ki, başını kaldırıp yukarı baktığında duvarın ucunu göremedi. Sıcaklık o kadar kuvvetliydi ki o mesafeden bile ısınabiliyordu ve vücudu yavaşça kendine geliyor, elleri ve ayak parmaklarını yeniden hissedebiliyordu. Alevlerin çatırdayan ve tıslayan sesi çok yoğundu ve neredeyse uğuldayan rüzgârı bile bastırıyordu.

Kyra büyülenmiş bir şekilde daha da yaklaştı. Her an daha sıcak hissediyordu. Sanki güneşin yüzeyinde yürüyormuş gibiydi. Yaklaştıkça buzlarının çözüldüğünü hissetti. El ve ayak parmaklarını yeniden hissedebiliyordu. Hisleri geri geldikçe karıncalanma oluyordu. Dev bir şöminenin önünde durmak gibiydi ve yeniden hayata döndüğünü hissetti. Hipnotize olmuş şekilde duvarın önünde duruyor, bir helikopter böceğinin ışığa çekilmesi gibi gelmiş, dünyanın bu harikasına bakıyordu; topraklarındaki bu büyük harika, onları koruyan ve kimsenin anlayamadığı bir harika… Ne zaman yanmaya başlamıştı? Yanmayı sürdürmesini ne sağlıyordu? Ne zaman sönecekti?

Gözcülerin cevabı bildiği söylenirdi. Fakat onlar tabii ki hiçbir zaman bun söylememişti. Efsaneye göre, iki kuleden birinde tutulan ve kimsenin hangisinde olduğunu bilmediği Ateş Kılıcı Ateş Duvarlarını canlı tutuyordu. Kuleler, Gözcüler adındaki, bir grup, yarı insan yarı başka bir şey olan kadim bir tarikat tarafından korunuyordu. Escalon’un iki ayrı ucunda, biri batı kıyısında Ur’da, diğeri Kos’un güneydoğu köşesinde olan iki kule de, çok iyi şekilde gizlenmiş ve çok sıkı korunuyordu. Gözcüler de en iyi şövalyeleriyle krallığa katılmışlardı. Amaçları Ateş Kılıcını gizli tutmak ve Ateş Duvarlarının yanmayı sürdürmesini sağlamaktı.

Babasının söylediğine göre birden fazla trol Ateş Duvarlarını geçmiş, kuleleri bulmaya çalışmış ve Kılıcı çalmayı denemişti fakat hiçbiri başarılı olamamıştı. Gözcüler yaptıkları işte çok iyiydi. Sonuçta, Pandesia bile onca gücüne rağmen Kuleleri ele geçirmeye çalışmamış, Gözcülerin öfkesini üzerlerine çekip Ateş Duvarlarını söndürmeleri riskini almaya cüret edememişti.

Kyra bir hareket fark etti. Uzakta, ellerinde meşaleler, bellerinde kılıç, Ateş Duvarları boyunca yürüyen askerler devriye geziyordu. Gözetilmesi gereken bu kadar büyük bir arazide elli metre kadar aralıklarla yayılmışlardı. Onları izlerken kalbi hızlandı. Gerçekten başarmıştı.

Kyra canlı hissederek orada durdu. Her an her şeyin olabileceğini biliyordu. Her an bir trol ateşlerin arasından fırlayabilirdi. Ateşler birçoğunu öldürmüştü elbet ama bazıları zırh kullanıyordu ve ateşlerin arasından geçip hayatta kalmayı başarmış ve öldürebildikleri kadar çok askeri öldürmüşlerdi. Bazen bir troll bu geçitten kurtulmuş ve ormana yerleşmiş, oradan köylere dehşet saçmıştı. Bir keresinde babasının adamlarının bir trol başı getirdiklerini hatırlıyordu. Bu hayatı boyunca unutmayacağı bir manzaraydı.

Kyra gizemli Ateş Duvarlarına bakarken, evden bu kadar uzakta, kendi kaderinin ne olacağını merak etti. Şimdi ona ne olacaktı?

“Hey, ne yapıyorsun burada?” diyen bir ses duyuldu.

Bir asker, babasının bir adamı, onu fark etmişti ve ona doğru yürüyordu.

Kyra bir yüzleşme istemiyordu. Yeniden ısınmış, ruhu dinlenmişti ve yeniden yola çıkma vakti gelmişti.

Leo’ya bir ıslık öttürdü ve ikisi arkalarını dönüp, uzak ormana doğru, yeniden fırtınanın içine yöneldiler. Bundan sonra nereye gideceğini bilmiyordu fakat Ateş Duvarlarından ilham almıştı ve her ne kadar şimdi göremiyor olsa da kaderinin oralarda bir yerde onu beklediğini biliyordu.

*

Kyra gece boyunca tökezleyerek yürüdü. Kemiklerine kadar üşümüştü; neyse ki Leo yanındaydı. Daha ne kadar devam edebileceğini merak ediyordu. Bir sığınak, dondurucu rüzgâr ve kardan korunmak için bir kaçış yeri aradı ve tüm riskini karşın kendini Dikenli Orman’a çekilirken buldu; görüş alanındaki tek yere… Ateş Duvarları artık çok gerisinde kalmıştı ve ufukta ışığı görülmüyordu. Kan kırmızısı ay çok önce bulutlar tarafından yutulmuş ve onu ışıksız bırakmıştı. El ve ayak parmakları yine uyuşmuştu ve durumu her an daha kötüye gidiyor gibiydi. Kaleyi terk etmekle aptallık yapıp yapmadığını merak etmeye başladı. Onu evlendirmeyi düşünen babası acaba hiç umursuyor muydu?

Kyra karda yürümeye devam ettiği sırada, içinde yeni bir öfke patlaması hisseti. Nereye gittiğini bilmese de yürüyordu ve onu bekleyen hayattan kurtulmaya kararlıydı. Sert bir rüzgâr daha esti ve Leo sızlandı. Kyra başını kaldırıp yukarı baktığında başarmış olduğunu görüp şaşırdı: tam önünde Dikenli Orman uzanıyordu.

Kyra bir anlığına durakladı. Endişeliydi. Ormanın gündüz vakti, hatta grup halinde gezerken bile ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Buraya gece vakti, Kış Ayında, ruhların başıboş şekilde gezindiği gecede, tek başına gelmek tam anlamıyla tedbirsizlik olurdu. Her an her şeyin olabileceğini biliyordu.

Fakat bir başka sert rüzgâr esip karın ensesinden içeri girmesine ve onun kemiklerine kadar üşümesine sebep oldu. Bu durum Kyra’yı öne doğru itti ve dalları karla kaplı ilk ağacı geçip ormana girdi.

Kyra ormana adımını atar atmaz bir rahatlama hissetti. Kalın dallar ona rüzgâra karşı bir sığınak oluşturmuştu ve burası daha sessizdi. Şiddetli kar içeride sadece hafif bir yağış şeklindeydi, rüzgârın şiddeti kalın dallarla kesiliyordu. Kyra dışarı çıktığından beri ilk kez tekrar görebiliyordu. Hatta şimdiden daha sıcak hissetmeye başlamıştı.

Kyra durumu, kollarındaki, omzundaki ve saçlarındaki karı silkelemek için bir fırsat olarak kullandı. Leo da silkeleniyordu ve her tarafa kar taneleri saçılıyordu. Kyra kesesinden bir parça kurutulmuş et çıkartıp Leo’ya uzattı. Hayvan eti memnuniyetle çiğnerken onun başını okşadı.

“Merak etme, bizim için bir sığınak bulacağım dostum,” dedi.

Kyra ormanın derinliklerine doğru ilerlerken bir sığınak aramayı sürdürdü. Geceyi orada geçirip fırtınanın dinmesini beklemesi, yeni bir güne uyanması ve yürüyüşüne sabah devam etmesi gerektiğini biliyordu. Arkasın saklanıp sığınak olarak kullanabileceği bir kaya parçası, bir ağaç kovuğu veya en iyisi bir mağara aradı fakat hiçbir şey bulamadı.

Kyra derinliklere doğru yürümeye devam etti. Kar dizlerine kadar geliyor, sık ormanda karlı dallara sürtünerek yürüyordu. O yürüdüğü sırada etraftan tuhaf hayvan çığlıkları duyuluyordu. Önünde, derinden gelen bir gurultu duyduğunda eğildi ve kalın dalların arasından dikkatlice baktı fakat hava hiçbir şey göremeyeceği kadar çok karanlıktı. Kyra acele etmeye başladı, etrafta ne gibi yaratıkların gizlenmiş olabileceğine kafasını yormak istemiyordu ve herhangi biriyle yüzleşecek durumda da değildi. Yayını sıkıca tutu ama onu kullanabileceğinden emin değildi; elleri fena halde uyuşmuştu.

Kyra hafif bir eğimi tırmandı ve tepesine ulaştığında durup etrafına baktı. Ay ışığı bir anlığına ağaçların arasındaki bir boşluktan parladığında aşağıya doğru bir bakış atma şansı bulmuştu. Aşağıda, tam önünde, pırıl pırıl bir göl vardı. Suları buz mavisi ve buzlu olan bu gölü hemen tanıdı. Düşler Gölü. Babası onu çocukluğunda bir kez buraya getirmiş, bir mum yakmışlar ve annesinin onuruna bir nilüfer yaprağına mumu dikmişlerdi. Bu gölün kutsal bir yer olduğu söylentisi dolaşırdı. Engin aynası kişinin hem yukarıdaki hem de aşağıdaki hayata bakmasını sağlardı. Burası mistik bir yerdi. Belli bir sebebiniz olmadan gelmeyeceğiniz bir yer. Kalpten gelen dileklerin görmezden gelinmediği bir yer.

Kyra göle doğru yürürken ona doğru çekildiğini hissetti. Küçük tepeden kıyıya inene kadar asasıyla dengesini sağlıyor, ağaçların arasında zikzak çiziyor, kayıyor ve tekrar ayağa kalkıyordu. İşin garip yanı, gölün kıyısında kar yoktu ve beyaz kumlar vardı. Büyülü gibiydi.

Kyra soğuktan titreyerek suyun kenarına eğildi ve aşağı baktı. Ay ışığıyla kendi yansımasını gördü. Sarı saçları yanaklarından aşağı uzanıyor, açık gri gözleri, çıkık elmacık kemikleri, onun en güzel yanları, babası veya ağabeylerinin hiçbirine benzemeyen özellikler, kendisine bakıyordu. Gözlerinde meydan okuyan bir bakış, bir savaşçınınn bakışını görünce şaşırdı.

Yansımasına baktığı sırada, yıllar önce babasının söylediği sözler aklına geldi: Düş Gölünde kalpten edilen bir dua reddedilemez.

Kyra hayatında daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir dönüm noktasındaydı ve bir yol göstericiye her zamankinden çok ihtiyacı vardı. Daha önce, ne yapacağı, nereye gideceği konusunda hiç bu kadar kafası karışmamıştı. Gözlerini kapatıp tüm gücüyle dua etti.

Tanrım, senin kim olduğunu bilmiyorum. Fakat yardımını istiyorum. Bana bir şey ver ve ben de karşılığında ne istersen vereyim. Hangi yolu seçmem gerektiğini göster. Bana onurlu ve cesur bir hayat ver. Mertçe bir hayat. Büyük bir savaşçı olmama, hiçbir erkeğin insafına kalmamama izin ver. Başkalarının benim için seçtiklerini değil, kendi istediklerimi yapabilme özgürlüğüne sahip olmama izin ver.

Kyra orada ne yapacağını bilmez durumda, dünyada gidebileceği başka hiçbir yer kalmamış olarak, dizlerinin üzerinde oturdu ve soğuktan uyuşsa da tüm kalbi ve ruhuyla dua etti. Tüm zaman ve mekân algısını yitirmişti.

Kyra gözlerini açtığında ne kadar zaman geçtiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Göz kapaklarının üzerinde kar birikmişti. Bir şekilde değiştiğini hissetti. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama içinde bir huzur duygusu yerleşmişti. Yeniden göle baktı ve bu kez gördükleri aklını başından aldı.

Bu sefer gözlerini dikmiş ona bakan kendi yansıması değil fakat bir ejderhanın yansımasıydı. Hiddetli, parlak sarı gözleri ve kadim kırmızı pullu ejderha ağzını açıp ona doğru kükrediğinde kanının donduğunu hissetti.

Ürkmüş olan Kyra yanı başında duran ejderhaya bakmak üzere arkasını döndü. Her tarafa baktı fakat hiçbir şey göremedi.

Sadece kendisi ve yumuşak bir sesle inleyen Leo…

Kyra tekrar göle dönüp baktığında bu kez sadece kendi yüzünü gördü.

Kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu. Bu bir tür ışık oyunu muydu? Veya kendi hayalinin bir ürünü müydü? Elbette bu mümkün olamazdı, ejderhalar bin yıldır Escalon’a uğramamıştı. Aklını mı yitiriyordu? Bütün bunların anlamı ne olabilirdi?

Kyra ormanın içinden, uzaktan aniden korkunç bir ses duyunca sıçradı. Bir ulumaya benziyordu veya karga sesi gibi bir şeye. Leo da sesi duymuştu ve sesin geldiği yöne dönüp hırlamaya başladığında sırtındaki tüyler de kabarmıştı. Kyra ağaçların arasını gözleriyle taradı ve uzaktaki bir sıra ağacın arkasında zayıf bir parıltı gördü. Sanki orada bir yerde yanan bir ateş var gibiydi fakat ortalıkta hiçbir ateş yoktu; yalnızca ürkünç, beyaz bir parlaklık vardı.

Kyra ense tüylerinin diken diken olduğunu ve başka bir dünyanın kendisine seslenmekte olduğunu hissetti. Sanki başka bir dünyaya bir geçit açmış gibiydi. Her ne kadar tüm varlığı dönüp koşarak uzaklaşmasını haykırsa da kendini büyülenmiş bir halde buldu. Ayağa kalkıp kaçınılmaz bir şekilde ışığa doğru giderken, vücudu sanki onun yerine hareket ediyor gibiydi.

Kyra Leo’yla birlikte tepeye tırmandı. Ağaçların arasından ilerlerken parlaklık canlanıyordu. Sonunda tepeye ulaştığında aniden durdu. Dehşete kapılmıştı. Önündeki küçük açıklıkta hiç beklemediği bir manzarayla karşılaşmıştı; hayatı boyunca unutamayacağı bir manzara…

Yüzü kardan daha beyaz, biçimsiz, siğiller ve yaralarla dolu yaşlı bir kadın, gözlerini, önünde ateşe benzeyen bir şeye dikmiş kırışık ellerini de bu şeyin üzerinde tutuyordu. Fakat bu ateş parlak beyaz şekilde yanıyordu ve altında bir tane bile kütük yoktu. Buz mavisi gözleriyle Kyra’ya baktı. Gözlerinin akı ve göz bebekleri yoktu; sadece mavi renk vardı. Kyra’nın hayatında gördüğü en korkunç şeydi ve kalbinin donduğunu hissetti. Tüm benliği dönüp koşarak kaçmasını söylerken o daha fazla yaklaşmasına engel olamadı.

“Kış Ayı,” dedi yaşlı kadın, sesi anormal bir şekilde kalındı, sanki bir boğa kurbağası konuşmuş gibiydi. “Ne ölülerin tam canlı ne de canlıların tam ölü olduğu gün.”

“Peki, sen hangisisin?” diye sordu Kyra bir adım daha atarak.

Kadın kıkırdadı. Çıkarttığı korkunç ses omuriliğine kadar ürpermesine sebep oldu. Yanında duran Leo da hırladı.

“Asıl soru şu,” dedi kadın, “sen hangisisin?”

Kyra kaşlarını çattı.

“Ben canlıyım,” diye diretti.

“Öyle mi? Bana göre sen benden daha ölüsün.”

Kyra bunun ne anlama geldiğini merak etti ve bunun bir azarlama olduğunu hissetti; küstahça yapılmış bir azarlama değil fakat kalbinden gelen bir azarlama…

“Aradığın şey nedir cesur savaşçı?” diye sordu kadın

Kyra’nın kalbi bu deyim üzerine hızlandı ve cesaretlendiğini hissetti.

“Daha büyük bir hayat istiyorum,” dedi. “Bir savaşçı olmak istiyorum. Tıpkı babam gibi!”

Yaşlı kadın ateşe bakmaya başladı. Kyra gözlerini kadından ayıramıyordu. Kyra merak içinde beklerken uzun bir sessizlik oldu.

Sonunda sessizlik sonsuzluğa doğru yayıldı ve Kyra’nın kalbi hayal kırıklığıyla doldu. Belki de kadın cevap vermeyecekti. Veya belki de dileğinin gerçekleşmesi mümkün değildi.

“Bana yardım edebilir misin?” diye sordu Kyra sonunda. “Kaderimi değiştirebilir misin?”

Kadın tekrar ona baktı. Gözleri parlıyordu, çok keskindi ve korkunçtu.

“Her şeyin mümkün olduğu bir geceyi seçtin,” diye cevapladı yumuşakça. “Eğer bir şeyi yeteri kadar çok istiyorsan, ona sahip olabilirsin. Fakat esas soru şu, ona sahip olmak için neyi feda edeceksin?”

Kyra düşündü, kalbi olasılıklarla çarpıyordu.

“Her şeyi veririm,” dedi. “Her şeyi.”

Rüzgâr uğuldadığında yine uzun bir sessizlik oldu ve Leo inlemeye başladı.

“Hepimizin kaderi doğuştan bellidir,” dedi kadın sonunda. “Fakat kendimiz de onu seçmek zorundayız. Kader ve özgür irade, tüm hayatın boyunca birbiriyle dans eder. Aralarında her zaman bir çekişme vardır. Hangi taraf kazanır… İşte o değişir.”

“Neye göre değişir?” diye sordu Kyra.

“Senin irade gücüne göre değişir. Bir şeyi ne kadar yoğun şekilde istediğine göre ve Tanrı tarafından ne kadar sevildiğine göre ve belki de en önemlisi neden vazgeçebileceğine göre değişir.”

“Ne olursa yaparım,” dedi Kyra içinde bir gücün yükseldiğini hissediyordu. “Başkalarının benim adıma karar verdiği bir hayatı yaşamamak için her şeyi feda ederim.”

Sonraki uzun sessizlikte kadın Kyra’nın gözlerine çok yoğun bir kuvvetle baktı. Kyra neredeyse dönüp gitmek üzereydi.

“Bana yemin et,” dedi yaşlı kadın. “Bu gece bana yemin et, bedeli ödeyeceksin.”

Kyra kutsal bir şekilde bir adım öne çıktı. Kalbi hızla çarpıyordu ve hayatının değişmekte olduğunu hissediyordu.

Yemin ederim,” dedi. Bunu, hayatında kurduğu bütün cümlelerden daha fazla inanarak söylemişti.

Ses tonundaki kesinlik havayı delip geçti. Sesindeki otorite kendisini bile şaşırtmıştı.

Yaşlı kadın ona baktı ve ilk kez, yüzündeki ifade bir saygı ifadesi halini alırken, başıyla onayladı.

“Bir savaşçı ve daha fazlası olacaksın,” diye buyurdu kadın yüksek sesle, Avuçlarını yukarı çevirmiş, kollarını kaldırmıştı, sesi gürlüyordu. Daha güçlü bir sesle konuşmaya devam etti. “Tüm savaşçılar arasındaki en iyisi olacaksın. Babandan bile daha iyi olacaksın. Dahası büyük bir lider olacaksın. Hayal bile edemeyeceğin bir güce sahip olacaksın. Tüm uluslar sana saygı gösterecek.”

Kyra’nın kalbi kadının açıklamalarını dinledikçe göğsünde hızla çarpıyordu. Kadın, söyledikleri çoktan gerçekleşmiş gibi bir otoriteyle konuşuyordu.

“Fakat aynı zamanda karanlık tarafından da aklın çelinecek,” diye devam etti kadın. “İçinde büyük bir karmaşa oluşacak, aydınlık karanlıkla savaşacak. Eğer kendini yenebilirsen sonrasında dünya senin olacak.”

Kyra sersemlemiş bir şekilde duruyor, anlatılanlara inanamıyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Kesinlikle yanlış kişiye söyleniyordu bu sözler. Daha önce hiç kimse ona önemli biri olacağını, hatta özel herhangi bir şey bile olacağını söylememişti. Her şey ona çok yabancı ve erişilmez göründü.

“Nasıl?” diye sordu Kyra. “Bu nasıl mümkün olabilir? Ben sadece bir kızım.”

Kadın gülümsedi. Korkunç ve şeytani bir gülümsemeydi ve Kyra bunu hayatının geri kalanı boyunca hatırlayacaktı. Kadın Kyra’nın yakınına geldi. O kadar yakındı ki Kyra korkuyla titremişti.

“Bazen,” diye sırıttı kadın, “kaderin bir sonraki köşede bekliyordur, alacağın bir sonraki nefeste.”

Daha sonra şiddetli bir ışık patlaması oldu. Kyra gözlerini korurken Leo hırlayarak kadının üstüne atıldı.

Fakat Kyra gözlerini açtığında ışık gitmişti. Kadın da gitmişti ve Leo boşluğa atlıyordu. Ormandaki açıklıkta artık karanlıktan başka bir şey yoktu.

Kyra şaşkına dönmüş bir şekilde etrafına bakındı. Bütün olup bitenleri hayal gücünde mi yaratmıştı?

Aniden, sanki düşüncelerine cevap verircesine, korkunç ve kadim bir çığlık duyuldu. Sanki Tanrının çığlığı gibiydi. Kyra olduğu yerde donakalmıştı ve gölü düşündü. Göldeki yansımasını…

Çünkü henüz gözüne bir tane çarpmamış olsa bile Kyra bunun ne olduğunu biliyordu. Bir ejderhanın çığlığı olduğunu biliyordu. Açıklığın hemen ilerisinde onu bekliyordu.

Kadın ortadan kaybolduktan sonra Kyra öylece duruyordu ve neler olduğunu anlamaya çalışırken başının döndüğünü hisseti. Bütün bunlar ne anlama geliyor olabilirdi. Hepsinden öte, duyduğu sese bir anlam vermeye çalışıyordu. O güne kadar hiç duymadığı, çok ilkel, sanki dünyanın yaratılışı kadar eski bir ses, bir kükremeydi. Onu anında korkutmuş ve kendine çekmiş; ona gidecek başka bir yer bırakmamıştı. Ses, anlamadığı bir şekilde içinde yankılanıyordu ve Kyra bu sesi, hayatı boyunca kafasının içinde bir yerlere derinden derine duymakta olduğunu fark etti.

Kyra ormanın içinden geçti. Leo arkasındaydı. Diz boyu karın içinde yürürlerken dallar yüzüne çarpıyor fakat umursamıyordu. Onu bekleyen şeye yetişmek için acele ediyordu. Çığlık tekrar duyulduğunda Kyra bunun sıkıntılı bir ses olduğunu anladı.

Ejderha ölüyordu ve umutsuzca ondan yardım istiyordu.

Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
10 eylül 2019
Hacim:
272 s. 4 illüstrasyon
ISBN:
9781632912398
İndirme biçimi:
Metin PDF
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 19 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,6, 27 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 10 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 4,4, 16 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,4, 51 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre