Kitabı oku: «Ejderhaların Yükselişi », sayfa 8

Yazı tipi:

BÖLÜM ON

Merk orman açıklığında duruyordu. Ayaklarının dibinde ölü bir adam yatıyordu. Geri kaçan diğer yedi hırsıza gözlerini dikti. Artık gözlerinde saygı ve korku vardı. Onu kolay alt edebilecekleri herhangi bir yolcu sanmakla büyük bir hata yaptıklarını anladıkları belli oluyordu.

“Öldürmekten yoruldum,” dedi Merk sakince; yüzünde bir gülümseme vardı, “yani bugün şanslı gününüz. Arkanızı dönüp kaçmanız için tek bir şansınız var.”

Adamların üzerine uzun ve gergin bir sessizlik çöktü. Birbirlerine bakıyor ve açıkça ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı.

“Öldürdüğün bizim arkadaşımız,” diye bağırdı biri.

“Arkadaşınız,” diye düzeltti Merk. “ve eğer konuşmaya devam ederseniz siz de aynı kaderi paylaşacaksınız.”

Hırsız kaşlarını çattı ve sopasını kaldırdı.

“Biz hala yedi kişiyiz ve sen teksin. Bıçağı yavaşça yere bırak ve ellerini kaldır; belki seni parçalara bölmeyiz o zaman.”

Merk’in gülümsemesi genişledi. Öldürme içgüdüsüne karşı koymaya çalışmaktan, gerçek kimliğine karşı koymaya çalışmaktan yorulduğunu fark etti. Savaşmaktan vazgeçip eski katil kimliğine dönmek çok daha kolaydı.

“Ben sizi uyardım,” dedi başını sallayarak.

Hırsız sopasını kaldırıp vahşice savurarak saldırıya geçti.

Merk şaşırmıştı. Böyle iri bir adam için düşündüğünden daha hızlıydı. Fakat yine de beceriksizdi ve Merk hafifçe eğilip adamın gırtlağına bıçağı sapladı ve kenara çekildi. Adam yüzüstü çamura yapışmıştı.

Bir başka hırsız hançerini kaldırıp Merk’in omzunu hedef alarak saldırdı ve Merk adamın bileğinden yakalayıp kıvırıp kendi hançerini kendi kalbine sapladı.

Merk bir başka hırsızın yayını kaldırıp nişan aldığını gördü ve kendisine saldırmakta olan başka bir hırsızı yakalayıp çevirdi ve adamı kalkan olarak kullandı. Ok onun göğsü yerine rehinesinin göğsünü delerken adam acıyla bağırdı.

Daha sonra Merk ölen adamı okçuya doğru itip adamın bir başka atış yapmasını engelledi ve hançerini çekip adama fırlattı. Hançer açıklık boyunca havada dönerek uçtu ve adamın boğazına saplanıp onu öldürdü.

Geriye üç adam kalmıştı ve üçü belirsiz ifadelerle Merk’e bakıyorlardı. Sanki kaçmaya veya saldırmaya karar vermeye çalışıyor gibiydiler.

“Biz üç kişiyiz o tek!” diye bağırdı biri. “Hep birlikte saldıralım!”

Üçü aynı anda saldırıya geçerken Merk olduğu yerde, sakince ve sabırsızca bekledi. Silahsızdı ve istediği şey de böyle olmasıydı. Sıklıkla, düşmanlarını alt etmenin en iyi yolunun, özellikle de sayıları azaldığında, onların silahlarını kendilerine karşı kullanmak olduğunu düşünürdü.

Merk içlerinden birinin saldırmasını bekledi. Bir oğlan çocuğunun beceriksizliğiyle, kılıcını tüm gücüyle sallıyordu fakat hiçbir tekniği yoktu. Merk yana çekildi, oğlanın bileğini yakalayıp döndürdü ve kırdı. Daha sonra silahını alıp boğazını kesti. İkinci saldırgan geldiğinde Merk geri yuvarlandı ve adamın göğsünü boydan boya yardı. Daha sonra dönüp üçüncü hırsıza baktı ve kılıcı fırlattı. Adam bu hareketi hiç beklemiyordu. Kılıç havada yuvarlanarak uçtu ve adamın göğsüne saplanıp adamı sırtüstü yere serdi.

Merk olduğu yerde durmuş sekiz ölü adama bakıyor, profesyonel bir suikastçının gözleriyle durum değerlendirmesi yapıyordu. Bir adamın, elinde sopayla saldırmış olanın, hala canlı olduğunu ve karnının üzerinde kıvrandığını fark etti. Eski Merk kontrolü ele aldı ve kendine hâkim olamadı. Adamın yanına yürürken hala tatmin olmamıştı. Hiçbir düşmanını sağ bırakma. Asla. Hiçbir zaman yüzünü görmelerine izin verme.

Merk gayet rahat bir şekilde adamın yanına gitti. Çizmesiyle adama uzandı ve adam sırtüstü yatana kadar onu tekmeledi. Hırsız ona baktı. Ağzından kan geliyordu ve gözleri yaşlıydı.

“Lütfen… bunu yapma,” diye yalvardı. “Ben olsam seni bırakırdım.”

Merk gülümsedi.

“Öyle mi?” diye sordu. “Peki, bunu bana işkence etmeden önce mi yapardın yoksa sonra mı?”

“Lütfen!” diye bağırdı adam, ağlamaya başlamıştı. “Şiddetten bıktığını ve bıraktığını söylemiştin!”

Merk arkasına yaslanıp konu hakkında düşündü.

“Haklısın,” dedi.

Adam ona göz kırptı; gözlerinde umut belirtisi oluşmuştu.

“Öyle söyledim,” diye ekledi Merk. “Fakat sorun şu ki siz, bugün içimde bir şeyi kışkırttınız, henüz tam olarak baskılayamamış olduğum bir şeyi.”

“Lütfen!” diye ciyakladı adam hıçkırarak.

“Merak ediyorum,” dedi Merk düşünceli bir şekilde, “bu yolda kaç masum kadın ve çocuğu öldürdünüz?”

Adam hıçkırmaya devam etti.

“CEVAP VER!” diye bağırdı Merk.

“Ne fark eder ki?” diye cevapladı adam hıçkırıklarının arasında.

Merk kılıcının ucunu adamın gırtlağına dayadı.

“Benim için fark eder,” dedi Merk, “hem de oldukça çok.”

“Tamam, tamam!” diye bağırdı adam. “Bilmiyorum. Düzinelerce? Yüzlerce? Hayatım boyunca bu işi yaptım.”

Merk bu cevap üzerine durup biraz düşündü. En azından dürüst bir tepkiydi.

“Bizzat ben de hayatım boyunca birçok adam öldürdüm,” dedi Merk. “Hiçbiriyle gurur duymuyorum tabii ama hepsi de bir amaç, bir sebep uğrunaydı. Bazen bir masumun canını almam için kiralandım ama böyle durumlarda her zaman beni kiralayan kişiyi öldürdüm. Asla bir kadın öldürmedim ve asla bir çocuk öldürmedim. Hiçbir masumu veya savunmasız birini avlamadım. Hiçbir zaman soygun yapmadım ve hiçbir zaman hile yapmadım. Sanırım bu beni bir tür aziz yapar,” dedi Merk, kendi esprisine gülüyordu.

Adam içini çekti.

“Fakat sen,” diye devam etti, “sen bir pisliksin.”

“Lütfen!” diye bağırdı adam. “Silahsız bir adamı öldüremezsen!”

Merk bunun üzerine de bir süre düşündü.

“Haklısın,” dedi ve etrafa bakındı. “Hemen yanında duran kılıcı görüyor musun? Al onu.”

Adam etrafına baktı. Gözlerinde korku vardı.

“Hayır,” diyerek ağladı, titriyordu.

“Al onu,” dedi Merk kılıcının ucunu adamın gırtlağına bastırarak, “yoksa seni öldürürüm.”

Sonunda hırsız uzanıp kılıcı aldı. Kılıcı kabzasından tuttu ve titreyen elleriyle havaya kaldırdı.

“Beni öldüremezsin!” diye bağırdı adam tekrar. “Tekrar öldürmemeye yemin etmiştin!”

Merk genişçe gülümsedi ve hızlı bir hareketle kılıcını adamın göğsüne sapladı.

“Yeniden başlamanın en güzel tarafı,” dedi Merk, “her zaman yarın olmasıdır.”

BÖLÜM ON BİR

Kyra karın içinde hızla koşuyor, kalın dalları kenara iterek yolunu açıyordu. Ejderhanın çığlığı hala kulaklarında çınlıyordu. Açıklığa ulaştığında aniden durdu. Tüm önsezilerine rağmen Kyra önünde gördüğü şeye hazır değildi.

Nefesi kesildi fakat bu sefer tipi, soğuk veya rüzgâr yüzünden değil, gördüğü manzara yüzünden nefesi kesilmişti. Daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Babasının odasında gecelerce hikâyeler dinlemiş, ejderhaların kadim efsaneleriyle büyümüş ve onların gerçekten var olup olmadıklarını hep merak etmişti. Onları gözünde canlandırmaya çalışmış, neye benzediklerini hayal ederek birçok gece uykusuz kalmıştı. Fakat yine de gerçek olduklarına inanamamıştı.

Şimdiye kadar!

Tam önünde, yaklaşık yirmi adım ötesinde duran gerçek, nefes alan bir ejderhayla karşılaştığında Kyra donakalmıştı. Korkutucuydu fakat muhteşemdi. Bir yanının üstünde yatarken, acı çığlıklar çıkartıyor ve ayağa kalkmaya çalışıyordu fakat başaramıyordu. Kanatlarından birini çırpabiliyordu fakat diğeri kırılmış gibi görünüyordu. Çok büyüktü, dev gibiydi ve kızıl pullarından her biri Kyra’nın boyundaydı. Dik bir kar birikintisinin üzerinde, coşkun akan bir nehre yakın yatıyordu.

Kyra şaşkınlıktan ağzı açık halde önünde gördüklerini değerlendirmeye çalıştı. Bir ejderha. Escalon’da. Volis’te. Dikenli Ormanda. Bu imkânsızdı. Ejderhaların dünyanın diğer ucunda yaşadıklarını biliyordu ve hayatında hiç bir tane görmemişti veya babasının zamanında veya onun da babasının zamanında Escalon’da ve Volis yakınlarında görülmemişlerdi. Bu çok mantıksızdı.

Birkaç kez gözlerini kırpıp ovuşturdu. Bunun bir yanılsama olabileceğini düşünüyordu.

Fakat işte orada duruyordu ve yeniden çığlık atıyordu. Kanıyla kırmızıya boyanmış karları pençesiyle kazıyordu. Kesinlikle yaralıydı ve kesinlikle bu bir ejderhaydı.

Kyra arkasını dönüp kaçması gerektiğini biliyordu, hatta bir parçası bunu istiyordu. Sonuçta bu ejderha onu tek bir nefesiyle, hatta pençesinin tek bir darbesiyle öldürebilirdi. Bir ejderhanın verebileceği zararla ilgili hikâyeler duymuştu. İnsanlara karşı olan nefretleri, bir insanı göz açıp kapayana kadar parçalarına ayırabilme yetenekleri veya tek bir nefesleriyle tüm bir köyü haritadan silebilecekleriyle ilgili hikâyeler…

Fakat Kyra’nın içinde bir şeyler orada kalmasını sağladı. Bunun cesaret mi yoksa aptallık mı veya kendi çaresizliği mi yoksa çok daha derin bir şey mi olduğunu bilmiyordu. İçinin derinliklerinde, çok çılgınca da olsa, bu yaratıkla anlayamadığı kadim bir bağ hissediyordu.

Ejderha gözlerini kırptı. Aynı şaşkınlıkla o da Kyra’ya bakıyordu. Kyra’yı en çok korkutan dişleri, pençeleri veya büyüklüğü değil fakat gözleri olmuştu. Gözleri kocaman parlayan sarı kürelerdi. Son derece hiddetli, son derece kadim ve aynı derecede ruhaniydi. Doğrudan gözlerinin içine bakıyordu. Kyra’nın kollarındaki tüyler diken diken oldu ve bu gözlerin Düş Gölü’ndeki yansımasında gördüğü gözlerin ta kendisi olduğunu fark etti.

Kyra öldürülmeye hazırlanarak cesaretini topladı fakat ejderha ateş püskürtmedi. Sadece gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Yaralıydı ve kanı kar birikintisinin üzerinden nehre doğru akıyordu. Bu manzara Kyra’nın canını yaktı. Ona yardımcı olmak istedi. Hatta dahası buna mecburdu. Kraliyetteki her klanın, uymazlarsa ailelerine lanet getirecek olan, hayatları boyunca tuttukları bir yemin, kutsal bir aile kanunu vardı. Kendi ailesinin nesillerden nesillere aktarılan yemini ise, hiçbir zaman yaralı bir hayvanı öldürmemekti. Aslında bu babasının hanedanının da işaretiydi: Bir kurdu tutan bir şövalye. Ailesi bu yemini nesillerdir koruyor ve ne zaman yaralı bir hayvanla karşılaşsalar ona yardım etmek üzere bu yemini kanun olarak uyguluyorlardı.

Kyra zorla nefes alan ve nefesi kesilen yaratık karşısında içinde bir şefkat duygusu hisseti ve ailesinin yükümlülüklerini hatırladı. Ona sırtını dönmesi ailesine çok kötü bir lanetin musallat olmasına sebep olabilirdi ve ne kadar riskli de olsa onu iyileştirmeye kararlıydı.

Kyra donakalmış halde dikilir, hiçbir hareket yapamazken, başka bir sebepten daha arkasını dönüp gidemeyeceğini fark etti: bu yaratıkla arasında, o güne kadar karşılaştığı tüm hayvanlardan, hatta kendisi için bir erkek kardeş gibi olan Leo’dan bile daha güçlü bir bağ olduğunu hissediyordu. Sanki çok uzun zamandır görüşmediği bir arkadaşıyla tekrar buluşmuş gibi hissediyordu. Ejderhanın muazzam gücü, gururu ve şiddetini hissedebiliyordu ve onun etrafında olmak kendisine ilham veriyordu. Dünya olduğundan daha büyükmüş gibi hissetmesine neden olmuştu.

Kyra açıklığın uçunda durmuş ne yapması gerektiğini düşünürken bir dalın çatırtısıyla irkildi. Hemen arkasından da bir kahkaha sesi duyuldu, zalim bir adamın kahkahası. Dönüp sesin geldiği yere baktığında, açıklıkta aylakça gezinen, bir mızrak taşıyan ve ejderhanın başında gelip duran, Lordun Adamlarının kızıl zırhı ve nüfuzlu kürkünü giyen bir asker görünce şaşırdı.

Asker aniden ejderhanın göğüs kafesini dürtüp çığlık atıp kıvrılmasına sebep olduğunda Kyra geri çekildi. Sanki kendi canı yakılmış gibi hissediyordu. Asker belli ki yaratığın yaralı olmasından faydalanıyor, onu öldürmeye hazırlanıyor fakat öncesinde işkence ediyordu. Bu fikir Kyra’yı sonsuz derecede acıttı.

“Baltam, evlat!” diye bağırdı asker.

Büyük ihtimalle on üç yaşında bir oğlan, bir atı çekerek, temkinli bir şekilde açıklığa girdi. Bir yardımcıya benzeyen bu oğlan yaklaştıkça, bir ejderha görmüş olması nedeniyle dehşete kapılmış görünmeye başladı. Onu emredileni yaptı ve atın eyerinden bir uzun balta çekip ustasına verdi.

Asker yakına gelirken Kyra endişeyle izledi. Baltanın bıçağı ay ışında parıldıyordu.

“Sana söyleyeyim, bu çok güzel bir av olacak,” dedi, kendiyle gurur duyduğu belli oluyordu. “Nesiller boyunca benim hakkımda şarkılar söyleyecekler, tüm avların en iyisi hakkında.”

“Ama onu siz öldürmediniz!” diye itiraz etti yardımcı. “Onu yaralı halde buldunuz!”

Asker oğlana dönüp baltayı onu tehdit eder şekilde gırtlağına dayadı.

“Onu ben öldürdüm, evlat, anladın mı?”

Oğlan yutkundu ve yavaşça başını salladı.

Sonra asker tekrar yaratığa dönüp baltasını kaldırdı. Ejderhanın açıkta kalan boynunu inceliyordu. Ejderha kaçmaya, kendini kaldırmaya çalıştı ama aciz durumdaydı.

Ejderha aniden dönüp doğrudan Kyra’ya baktı. Sanki onu hatırlıyor gibiydi. Sarı gözleri parlıyordu ve Kyra ejderhanın ondan bir ricada bulunduğunu hissedebiliyordu.

Kyra kendini daha fazla tutamadı.

“HAYIR!” diye bağırdı.

Kyra hiç düşünmeden, karın üzerinde kayarak, eğimden aşağı aceleyle açıklığa koştu. Leo da hemen yanındaydı. Bir Lordun Adamıyla bu şekilde yüzleşmenin cezasının ölüm olabileceğini veya orada tek başına, açığa çıkmış şekilde, kendini öldürtme ihtimaliyle yüzleşebileceğini düşünmek için bir an bile duraklamadı. Sadece ejderhanın hayatını kurtarmayı düşünüyordu veya masum olanı korumayı.

İleri doğru koşarken içgüdüsel olarak yayını omzundan indirdi, bir ok yerleştirdi ve Lordun Adamına nişan aldı.

Asker orada, hiçliğin ortasında bir başkasını görünce tam anlamıyla donakalmıştı; hele ki bir kızı, hem de kendisine bir ok doğrultan bir kızı… Baltası havada asılı kalmış şekilde bir süre durdu ve sonra baltayı indirip kıza doğru döndü.

Kyra’nın kolları yayın kirişini gerili tutmaktan titremeye başlamıştı. Adamın göğsüne nişan almıştı fakat zorunda kalmadığı sürece atışı yapmak istemiyordu. Daha önce hiç bir insan öldürmemişti ve yapabileceğinden emin değildi.

“Baltanı indir,” diye emir Verdi, en sert ses tonunu kullanmaya çalışıyordu. Böyle zamanlar için babasının, kalın, otoriter sesine sahip olabilmeyi diledi.

“Ve kim bana emir veriyor?” diye bağırdı adam alaycı bir sesle; eğleniyormuş gibi bir hali vardı.

“Ben Kyra,” diye bağırdı, “Volis’in Komutanı Duncan’ın kızı.” Sözlerine bir parça vurgu eklemişti; adamı geri çekilmek üzere korkutabilmeyi umuyordu.

Fakat asker sadece genişçe sırıttı.

“Boş bir unvan,” diye karşılık verdi. “Sizler Pandesia’nın hizmetkârlarısınız, Escalon’un geri kalanı gibi ve herkes gibi siz de Lord Valiye hesap verirsiniz.”

Kızı baştan aşağı süzüp dudaklarını yaladı ve ileri doğru tehditkâr bir adım attı. Kesinlikle korkmamıştı.

“Bir Lordun Adamına silah doğrultmanın cezasını biliyor musun kızım? Seni hapse attırabilirim. Seni, babanı ve tüm halkını, sadece bu hareketin yüzünden hem de.”

Aniden ejderha derin bir nefes aldı. Zor nefes alıyor, soluğu kesiliyordu. Asker onu hatırlayıp ona baktı. Belirgin şekilde ateş püskürtmeye uğraşıyor fakat yapamıyordu.

Asker tekrar Kyra’ya baktı.

“Yapmam gereken bir işim var!” diye azarladı kızı sabırsızca. “Bugün şanslı günün; hemen şimdi koşarak uzaklaş buradan, babana dön ve yaşamana izin verdiğim için tanrıya şükret. Şimdi defol git!”

Daha sonra alaycı bir şekilde arkasını döndü, sanki kız tamamen zararsızmış gibi onu tamamen umursamaz bir haldeydi. Baltasını yeniden kaldırıp bir adım ileri attı ve baltayı ejderhanın boğazının üzerinde tuttu.

Kyra içinin öfkeyle dolduğunu hissetti.

“Seni tekrar uyarmayacağım!” diye bağırdı, sesi bu kez daha düşüktü fakat kendisini bile şaşırtacak kadar ciddiyet taşıyordu.

Yayını daha fazla gerdi. Asker yeniden ona dönüp baktığında bu kez gülümsemiyordu, kızın son derece ciddi olduğunu anlamış gibiydi. Kyra adamın omzunun üzerinden baktığını görünce afallamıştı. Sanki arkasından birileri onu izliyordu. Tam o anda gözünün ucuyla bir hareket fark etti ama çok geç olmuştu.

Kyra yan tarafından bir darbe aldı ve yana doğru uçtu. Dev gibi bir cüsse üzerine çöküp onu yere yapıştırdığında yayı elinden fırladı ve ok zararsız bir şekilde havada süzüldü. Karın üzerine serildiğinde güçlükle nefes alıyordu.

Kyra yönünü şaşırmıştı ve üzerinde durup onu yere bastıran askeri bulabilmek için çabaladı. Başında dikilmekte olan dört tane daha Lordun Adamını gördü ve daha fazlasının da ormanda gizlendiğini anladı. O askerin tek başına olduğunu düşünmekle ne kadar büyük aptallık yaptığını fark etti. Diğer adamlar başından beri orada gizleniyorlardı. Şimdi ilk askerin, göğsüne doğrultulmuş bir ok olmasına rağmen o kadar cesur davranabildiğini anlamıştı.

Adamlardan ikisi onu ayaklarından tutup kabaca sürükledi. Diğer ikisi de yaklaştı. Bunlar zalim bakışlı adamlardı. Yabani, hiç tıraş olmamış yüzleri vardı ve kana susamışlardı veya daha kötüsü… Biri kemerini çözmeye başladı.

“Yayı olan bir kız, öyle mi?” diye sordu biri alay ederek.

“Evinden, babanın kalesinden hiç çıkmamalıydın,” dedi bir diğeri de.

Bir hırıltı duyulduğunda cümlesini ancak bitirmişti ve Leo karların arasından sıçrayıp adamın üzerine indi ve onu yere yapıştırdı.

Diğer adam dönüp Leo’ya tekme savurdu fakat Leo dönüp adamın ayak bileğini ısırdı ve adamın yere devrilmesine sebep oldu. Adamlar Leo’yu geri püskürtmeye çalışırken, Leo ileri geri koşuyor, hırlıyor ve adamları ısırıyordu.

Diğer iki asker Kyra’ya odaklandılar ve Leo’nun zor durumda olmasıyla Kyra içinde bir panik dalgası hissetti. Fakat ilginç olan, kendi durumunun kötülüğüne rağmen kendisi için değil ama ejderha için paniklediğini fark etti. Gözünün ucuyla ilk baltasının kaldırıp tekrar yaratığa yaklaştığını gördü ve Kyra o an onun öleceğini biliyordu.

Kyra içgüdüsel olarak tepki Verdi. Bir asker Leo tarafından savunmasız yakalandı ve Kyra’nın kolunu bir anlığına gevşetti. Aynı anda Kyra arkasına uzanıp sırtında asılı duran asasına uzandı ve yıldırım hızıyla çekti. Askerlerden birinin şakağındaki basınç noktasına mükemmel bir vuruş yaptı.

Daha sonra asasını geri çekip, elinin içinde, yakın dövüşte kullanabileceği şekilde kaydırdı ve diğer askerin burun kemiğine indirdi. Adam burnundan kan fışkırarak ciyakladı ve dizlerinin üstüne düştü.

Kyra bunun diğer iki adamı halletmesi için bir şans olduğunu biliyordu. İki adam yerdeydi. Leo ikisini de yere indirmişti ve adamlar ondan kurtulmaya çalışıyordu.

Fakat Kyra’nın aklı hala ejderhadaydı, düşünebildiği tek şey oydu ve çok vakti kalmadığını biliyordu. Dolayısıyla yayına koştu, yerden kaldırdı ve bir ok yerleştirdi. Düşünmeye vakti yoktu, hele ki nişan almaya hiç; hemen atış yapmaya hazırlandı. Sadece bir atışı olabileceğini biliyordu ve bu atış iyi olmak zorundaydı. Bu atış bir çatışma, gerçek bir savaş sırasında yapacağı ilk atış olacaktı; karanlıkta, kör edici kar ve rüzgârda, ağaçlar ve dalların arasından, yirmi metre kadar uzağındaki bir hedefe yapacağı ilk atış. Hayatı boyunca işinin biraz da şansa kaldığı ilk atış olacaktı.

Kyra tüm eğitimini çağırdı, atış yaparak geçirdi uzun gün ve geceleri, içindeki her şeyi ve kendini odaklanmaya zorladı. Kendini silahıyla tek vücut olmaya zorladı.

Kyra yayı gerdi ve bıraktı. Ok uçuşunu izlemeye başladığında zaman yavaşladı; havada çıkarttığı fısıltıyı duyabiliyordu ve vurup vuramayacağından emin değildi. Oyunun içinde çok fazla değişken vardı; şiddetli esebilecek bir rüzgârdan dalların sallanmasına, ellerinin donmuş olmasından askerin hareketlerine kadar birçok değişken…

Kyra okunun hedefine saplandığını belirten tatmin edici bir vurma sesi duydu ve askerin çığlık attığını duydu. Ay ışığı altında adamın yüzünün acıyla buruşmasını ve baltayı elinden zararsız bir şekilde yana düşürüp, yere devrilişini izledi. Ölmüştü.

Ejderha Kyra’ya baktı ve gözleri kenetlendi. Ejderhanın gece bile parlayan büyük sarı gözleri az önce yapmış olduğu şeyden tasdik eder gibi bakıyordu ve o anda Kyra onun hayatını kurtarmış olduğunu ve hayat boyu birbirlerine bağlandıklarını hissetti.

Kyra şoke olmuş şekilde duruyor ve az önce yapmış olduğu şeye inanmakta zorlanıyordu. Az önce gerçekten bir adam mı öldürmüştü? Sadece bir adam değil, bir Lordun Adamı. Escalon’un kutsal kuralını bozmuştu. Bu, artık geri dönüşü olmayan bir hareketti, savaş çıkmasına ve tüm halkının karışmasına neden olabilecek bir hareketti. Ne yapmıştı?

Fakat yine de yaptığı şey konusunda içinde en ufak bir pişmanlık veya şüphe yoktu. Kaderine bir adım atmış gibi hissediyordu.

Kyra yüzüne kalın ve nasırlı bir yumruk yediğinde çenesinde onu aninden kendine getiren keskin bir acı hissetti. Suratına yediği yumruk nedeniyle tökezleyerek gidip bir ağaca çarptı, ellerinin ve dizlerinin üzerine kara düştü ve dünyası acıyla doldu. Kafasında yıldızlar uçuşuyor, tüm dünya dönüyordu. Kendini toparlamaya fırsat bulamadan göğsünde bir tekme hissetti. Daha sonra ikinci asker ona saldırıp yüzünü kara bastırdı.

Asker onu sarsarak ayağa kaldırdığında Kyra nefes almakta zorlandı. Yaşamalarına izin vermiş olduğu iki askerle yüz yüze duruyordu. Leo hırladı fakat hala diğer iki askerle uğraşıyordu. Askerlerden birinin burnundan diğerinin şakağından kan geliyordu ve Kyra zamanı varken ikisini de öldürmüş olması gerektiğini anladı. Ellerinden kurtulabilmek için tüm gücüyle çabaladı fakat hiç şansı yoktu. Adamların gözlerinde ölümü görebiliyordu.

Biri ölü komutanlarına bir bakış attı, daha sonra yaklaşıp alaycı bir şekilde konuştu.

“Tebrikler,” diye tısladı. “Sabaha kalen ve halkın yerle bir olmuş olacak.”

Kızın suratına elinin tersiyle tokat attı ve Kyra geriye doğru tökezlerken yüzü acıyla doldu.

Diğer asker onu sıkıca yakalayıp boğazına hançeri dayadığında diğeri de kemerini çözmeye başladı.

“Ölmeden önce bizi hatırlayacaksın,” dedi. “Kısa hayatındaki son anın bu olacak.”

Kyra bir inleme duydu ve omzunun üzerinden dönüp baktığında bir askerin Leo’yu bıçakladığını gördü. Bıçak kendisine saplanmışçasına canı yandı. Fakat Leo korkusuzca saldırdı, döndü ve adamın bileğin dişlerini geçirdi.

Kyra boğazındaki bıçağı hissettiğinde tek başına olduğunu anladı. Fakat korkmak yerine özgürleştiğini hissetti. İçinde yükselen öfkeyi ve Lordun Adamlarından intikam alma duygusunu hissetti. Bu adamda mükemmel bir hedef bulmuştu. Orada ölebileceğini biliyordu fakat savaşmadan ölmeyecekti.

Asker dibine girene kadar onu kıyafetlerinden kavrayana kadar bekledi. Sonra bir ayağını yere sıkıca basıp geriye yaslandı ve müthiş esnekliğini tüm gücüyle havaya doğru tekme atmak için kullandı.

Kyra ayağının adamın bacak arasına büyük bir kuvvetle çarptığını hissetti ve adamın acı içinde bağırarak dizlerinin üzerine çöküşünü izledi. Mükemmel bir vuruş yaptığını biliyordu. Aynı anda Leo ona saldıran adamlardan kurtulup az önce Kyra’nın yere düşürdüğü adama saldırdı, adamı yere yatırıp dişlerini boğazına geçirdi.

Kyra ayakta kalan son askere baktı. Adam kılıcını çekti ve onunla yüzleşmeye hazırlandı. Kyra karın üzerinde duran asasını alıp hazırlandı. Adam güldü.

“Kılıca karşı bir asa,” diye dalga geçti. “Şimdi vazgeçsen daha iyi, böylece ölümün çok acı verici olmaz.”

Adam saldırıya geçip kılıcı savurdu. Aynı anda Kyra’nın içgüdüleri kontrolü aldı ve kendisini eğitim alanındaymış gibi düşündü. Adam kılıcı savururken, kız hızını avantaja çevirip sağa sola kaydı. Asker iri ve güçlüydü ve ağır bir kılıç kullanıyordu fakat kız hafif ve serbestti. Adam kızı ikiye bölmek amacıyla oldukça kuvvetli bir vuruş yapacağı sırada Kyra yana kaydı ve adamın dengesinin bozulmasını sağladı. Daha sonra asasıyla kendi etrafında döndü ve adamın bileğinin dışına sertçe vurup kılıcı düşürmesini sağladı. Kılıç karın içinde kaybolmuştu.

Adam şoke olmuş bir şekilde ona baktı, küçümseyerek güldü ve onu yere düşürebilmek için çıplak elle saldırdı. Kyra son ana kadar bekleyip son anda hafifçe eğilip asasının ucunu yukarı kaldırdı ve adamın çenesine vurdu. Darbe damın boynunu geri itti ve sırt üstü geri uçmasına sebep oldu. Yere düştüğünde kıpırdamıyordu. Leo adamın üzerine saldırıp öldüğünden emin olmak için dişlerini boğazına geçirdi.

Kyra tüm saldırganların öldüğünü düşündüğü sırada arkasından gelen bir ses duyunca afalladı. Daha önce Leo’ya saldırmış olan askerlerden biri bir şekilde tekrar ayağa kalkmış, atına koşmuş, kınından kılıcını çekmişti. Asker, dişleri hala yerdeki adamın boğazında olan ve arkası dönük Leo’ya doğru koşmaya başladı.

Kyra’nın kalbi göğsünden çıkacak gibi oldu. Ona yetişmek için çok uzaktaydı.

“LEO!” diye bağırdı.

Fakat hala hırlayan Leo fark etmedi.

Kyra etkili bir hareket yapması gerektiğini yoksa Leo’nun gözlerinin önünde öldürüleceğini biliyordu. Yayı hala karın üzerindeydi ve ondan çok uzaktı.

Hızla düşündü. Asasını kaldırıp dizine vurarak ikiye böldü. Bir ucu sivrilmiş olan bir parçayı aldı, nişan alıp geriye yaslandı ve mızrak atar gibi fırlattı.

Fırlattığı parça havada süzülürken, hedefini bulması için dua etti.

Asanın parçası adam Leo’ya ulaşamadan gırtlağını delip geçince Kyra rahat bir nefes aldı. Adam Leo’nun ayaklarının dibine düştü ve öldü.

Kyra sessizce olduğu yerde duruyor, güçlükle nefes alıyor ve her tarafa yayılmış katliama bakıyordu. Beş Lordun Adamı karın üzerinde yatıyor, karları kırmızıya boyuyordu ve Kyra ne yapmış olduğuna inanmakta zorlanıyordu. İncelemesini tam olarak bitiremeden gözünün ucuyla bir hareketlilik gördü. Dönüp baktığında yardımcının atına doğru koştuğunu gördü.

“Bekle!” diye bağırdı Kyra.

Onu durdurması gerektiğini biliyordu. Eğer Lord Valinin yanına dönebilirse tüm olan biteni anlatabilirdi ve onlar da tüm bunları yapanın kendisi olduğunu öğrenirlerdi. Bu da babasının ve tüm halkının öldürülebileceği anlamına gelirdi.

Kyra yayını aldı, nişan aldı ve iyi bir atış yapabileceği ana kadar bekledi. Sonunda oğlan açıklığa çıktığında, bulutlar açılıp ay parladı ve güzel bir atış fırsatı verdi.

Fakat atışı yapamadı. Sonuçta oğlan hiçbir şey yapmamıştı ve içinde bir şey masum bir oğlanı öldürememişti.

Kyra elleri titreyerek yayını indirdi ve oğlanın uzaklaşmasını izledi. Berbat hissediyordu ve bunun kendi ölüm cezası olabileceğini biliyordu. Bunun için bir savaş çıkabilirdi.

Yardımcı oğlanın yolda olması sebebiyle Kyra vaktinin az olduğunu biliyordu. Ormanın içinden koşarak babasının kalesine ulaşmak ve olanlar hakkında herkesi haberdar etmek zorundaydı. Savaşa hazırlanmak, kaleyi kapatmak veya canlarını kurtarmak için kaçmak için vakte ihtiyaçları vardı. İçinde korkunç bir suçluluk hissetti fakat aynı zamanda görev bilinci de vardı.

Fakat Kyra hiçbir yere kıpırdayamamıştı. Onun yerine durmuş, sağlam kanadını çırpan ve kendisine bakmakta olan ejderhayı büyülenmiş bir şekilde izledi. Onun yanında olması gerektiğini hissediyordu.

Kyra karın içinde, tepeden coşkun akan nehre doğru hızla koştu. Ejderhanın yanında durdu. Ejderha boynunu hafifçe kaldırmıştı ve ona bakıyordu. Gözleri kenetlendiğinde ejderha ona esrarengiz bir şekilde baktı. Kyra bu bakışta bir minnettarlık yakaladığını düşündü fakat aynı zamanda öfke de vardı. Bunun sebebini anlayamadı.

Kyra biraz daha yaklaştı. Leo arkasında hırlıyordu. Atmış santim kadar mesafede durdu. Nefesi kesildi. Böylesine muhteşem bir canlının bu kadar yakınında durduğuna hala inanamıyordu. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Ejderha isterse onu her an öldürebilirdi.

Kyra yavaşça elini kaldırdı. Ejderha kaşlarını çatıyormuş gibi görünüyordu. Kalbi korkuyla çarpıyordu. Uzanıp hayvanın pullarına dokundu. Cildi çok sert, çok kalın ve çok ilkeldi. Sanki zamanın başlangıcına dokunmak gibiydi. Parmak uçları onu okşarken elleri titriyordu ve bu soğuk yüzünden değildi.

Onun burada bulunması çok büyük bir gizemdi ve aklında milyonlarca soru uçuşuyordu.

“Seni ne yaraladı?” diye sordu Kyra pullarını okşarken. “Dünyanın bu tarafında ne yapıyorsun?”

Yaratığın gırtlağının derinlerinden geliyormuş gibi bir hırıltı duyuldu. Kyra korkup elini çekti. Kyra bu yaratığı anlayamıyordu. Her ne kadar hayatını kurtarmış da olsa ona bu kadar yakın olmanın çok kötü bir fikir olduğunu hissetmeye başladı.

Ejderha Kyra’ya baktı ve keskin pençesini Kyra’nın boğazına dokununcaya kadar kaldırdı. Kyra donakalmış ve dehşete kapılmış bir şekilde bekledi. Boğazını parçalayıp parçalamayacağını merak ediyordu.

Ejderhanın gözlerinde bir şey parladı ve fikrini değiştirmiş gibi bir hal aldı. Pençesini geri çekti ve sonra hızlı bir hareketle bir çizik attı.

Pençe yanağını çizip kan akıtırken Kyra yüzünde yakıcı bir acı hissetti ve çığlık attı. Bu sadece bir sıyrıktı ama Kyra bunun kendisinde bir yara izi bırakmaya yeteceğini biliyordu.

Kyra uzanıp yaraya dokundu ve ellerinde taze kanı gördü. Çok derin bir ihanet ve kafa karışıklığı hissetti. Ejderhanın meydan okuyan gözlerine baktı. Bu yaratığı anlamak için ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Kendisinden nefret mi etmişti? Onun hayatını kurtarmakla hata mı yapmıştı? Kendisini öldürebilecekken neden sadece bir çizik atmıştı?

“Sen kimsin?” diye sordu korkuyla, yumuşak bir tonda.

Bir ses duydu, kadim bir ses; kafasının içinde gümbürdüyordu:

Theos.

Kyra şoke olmuştu. Bunun ejderhanın sesi olduğunu biliyordu.

Kyra daha fazla bir şeyler söylemesini umarak bekledi fakat aniden, hiç uyarmadan Theos sessizliği bir çığlıkla bozdu. Başını geri atmış, kendisinden uzaklaşmaya çalışıyordu. Çılgın gibi dönüyor ve çırpınıyor, umutsuzca ayağa kalkmaya çalışıyordu.

Kyra nedenini anlayamamıştı.

“Bekle!” diye bağırdı Kyra. “Yaralısın! Yardım etmeme izin ver!”

Onu bu kadar çırpınırken görmek acı veriyordu. Yarasından kan damlıyordu ve bir kanadını kullanamıyordu. O kadar büyüktü ki her bir çırpınışı dev bir kar bulutu oluşturuyor, yeri sarsıyor, dünyanın gümbürdemesine sebep oluyor ve karlı gecenin durgunluğunu kırıyordu. Havaya kalkabilmek için ne kadar uğraştıysa da başaramadı.

“Nereye gitmek istiyorsun?” diye bağırdı Kyra.

Theos yeniden çırpındı ve bu sefer karlı tepeden aşağı doğru yuvarlanmaya başladı. Kontrolden çıkmış şekilde yuvarlanıyor, kendini durduramıyordu. Sonunda coşkun akıntının içine yuvarlandı.

Ejderha şiddetli akan nehrin sularına düşerken Kyra korku ve çaresizlik içinde olanları izledi.

“HAYIR!” diye bağırarak ileri atıldı.

Fakat yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Şiddetli akıntı Theos’u sert bir şekilde hırpalayarak ve çığlık çığlığa, ormanın içinde kıvrılan nehir akıntısına katıp götürmüş ve Theos bir kıvrımın arkasında gözden kaybolmuştu.

Kyra onun gözden kayboluşunu izledi ve kalbinin çok kötü şekilde kırıldığını hissetti. Bu yaratığı kurtarmak için her şeyi feda etmişti; hayatını, halkının kaderini, her şeyi fakat şimdi o gitmişti. Bütün bunlar ne içindir? Bu olaylar gerçekten olmuş muydu?

Kyra dönüp hala karın üzerinde yatmakta olan beş ölü adama baktı. Daha sonra yaralı Leo’yu gördü. Uzanıp hayvanın yüzündeki deliği hissetti ve kanı gördü. Artık her şeyin gerçek olduğundan emindi. Bir ejderhayla karşılaşmış ve hayatta kalmıştı. Beş Lordun Adamını öldürmüştü.

Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
10 eylül 2019
Hacim:
272 s. 4 illüstrasyon
ISBN:
9781632912398
İndirme biçimi:
Metin PDF
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 19 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,6, 27 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 10 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 4,4, 16 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,4, 51 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre