Kitabı oku: «Kahramanların Görevi », sayfa 15
Thor hayır anlamında kafası salladı ve o daha bir şey diyemeden, kız çıkardığı bir mendili onun gözlerinin etrafına sarıp, kafasının ardından bağladı. Thor kızı göremiyordu ama gülüşünü duyabiliyordu.
“Ebe!” dedi kız.
Thor kızın uzaklaşan ayak seslerini duydu ve gülümsedi. “Ne yapmam gerekiyor?” diye seslendi.
“Beni bulacaksın!” Kız çoktan uzaklaşmıştı bile.
Etrafını göremeyen Thor onun arkasından düşe kalka koşmaya başladı. Kızın kıyafetlerinin çıkardığı hışırtıyı duymaya çalışıyordu. Her ne kadar buranın açık bir alan olduğunu bilse bile, yine de bir ağaca çarpmamak için ellerini önünde tutuyor ama bu yüzden koşması da zorlaşıyordu. Kısa süre içinde başı dönmeye başladı. Halkalar çizerek koşuyormuş gibi hissediyordu.
Ancak yine de bir kulağı kızda ve onun gülüşlerindeydi. Bu sese odaklanmaya çalışıyordu. Bazen yakınlaşıyor, bazen uzaklaşıyor gibiydi. Başı iyice dönmeye başlamıştı.
Yanında sesler çıkararak koşturan Khron’u duydu ve kızın yerine, ona kulak vermeye başladı. Böylece kızın gülüşleri gittikçe yaklaştı ve Khron’un onu kıza götürdüğünü anladı. Khron bu şekilde oyunlarına katılabildiğine göre epey zeki bir hayvan olmalı, diye düşündü.
Kızın ayak sesleri iyice yaklaşmıştı. O yaklaştıkça, kız zikzaklar çizerek uzaklaşıyordu. En sonunda kızı kıyafetinden yakalamayı başarınca kız neşe dolu bir çığlık attı ve ikisi birlikte yumuşak toprağa doğru devrildiler. Thor son anda yaptığı bir hareketle ilk düşenin kendisi olduğundan emin oldu. Böylece kız üstüne düşecek ve canı acımayacaktı.
Bu hareketi beklemeyen kız neşeli kahkahalar atarak, Thor’un gözlerini kapatan mendili açtı. Thor kızı kendisine bu kadar yakın görünce kalbi hızla atmaya başladı. Kızın giydiği ince yaz giysisinin üzerinden onun tüm hatlarını hissedebiliyordu. Kız üzerinden kalkacak gibi görünmüyordu. Onun yerine gözlerini kaçırmadan doğrudan Thor’un gözlerinin içine bakıyor ve derince soluklanıyordu. Thor’da aynı durumdaydı. O kadar heyecanlanmıştı ki olan biteni anlayamıyordu.
Kız birden eğilip, Thor’un dudakların üzerine kendininkileri indirdi. Kızın dudakları Thor’un hayal edebileceğinden bile daha yumuşaktı. Bu öpücük sayesinde ilk defa kendini yaşıyormuş gibi hissetti.
İkisinin de gözleri kapalı, bir süre böyle öpüşmeye devam ettiler. Thor zamanı durdurabilmek istiyordu.
Kız sonunda yavaşça dudaklarını çekti. Gözlerini aralarken gülümsemeye devam ediyordu. Vücutları halen üst üsteydi ve bir süre daha öyle de kaldı.
“Nerelisin?” diye sordu gülümseyen kız yumuşak bir sesle.
Thor da gülümsedi. Nasıl cevaplayacağını bilmiyordu.
“Sıradan bir oğlanım işte.” dedi
Kız hayır der gibi kafasını salladı ve güldü.
“Hayır, değilsin. Bunu hissedebiliyorum. Bence sen bundan çok, ama çok daha fazlasısın.”
Kız uzandı ve Thor’u tekrar öptü. Bu seferki daha uzundu. Thor ellerini kızın saçları arasında dolaştırdı. Thor zihni kıpır kıpırdı. Bunun nasıl sonuçlanacağını çoktan merak etmeye başlamıştı bile. Aralarında bu kadar engel varken, yine de beraber olabilecekler miydi? Bir çift olmalarına gerçekten de imkan var mıydı? Thor, hayatında hiçbir şeyin bunun kadar gerçekleşmesini istememişti. Lejyon’a katılmayı bile bu kadar istememişti.
O bunları düşünürken, birden çalıların arasından bir şeyin sesi geldi. Ürken ikili kafalarını hemen o yana çevirdiler. Khron çalıların içine atlayınca, tekrar bir hışırdama sesi duyuldu. Önce ciyaklamaya benzer bir ses çıkaran Khron, ardından kükreyince, bir tıslama sesi duyuldu ve ardından sessizlik çöktü.
İkisi de kalkıp o tarafa doğru baktılar. Thor olası bir tehlikeye karşı Gwen’i korumak için öne doğru atıldı. Etrafta kimse yok gibiydi, ancak uzun çimenlerin ardında bir şeylerin olduğundan Thor emindi.
Çalıların arasından çıkan Khron’un küçük ağzındaki küçük dişlerinin arasında kocaman ve hareketsiz halde beyaz bir yılan sallanıyordu. Hayvan en az üç metre olmalıydı. En az bir ağaç dalı kadar kalın olan beyaz derisi parıldıyordu.
Thor hemen neler olduğunu kavradı: Khron onları bu ölümcül hayvanın saldırısından korumuştu. Bu küçük hayvana karşı içi şükranla dolmuştu.
Gwen’in soluğu kesilmişti. “Bir beyazsırt.” dedi. “Tüm krallığın en ölümcül hayvanı.”
Thor yılana hayranlıkla bakıyordu. “Bu yılanın sadece bir efsaneden ibaret olduğunu sanıyordum.”
“Çok nadir rastlanılır.” dedi Gwen. “Daha önce sadece bir kez görmüştüm. O da dedemin öldürüldüğü gündü. Bu bir işaret.” Kafasını Thor’a çevirdi. “Bir ölüm yaklaşıyor. Yakın bir kişinin ölümü.”
Thor’un tüyleri diken diken oldu. Bu sıcak yaz gününde birden esmeye başlayan soğuk rüzgar, kızın söyledikleri konusunda Thor’un kesinlikle emin olmasını sağladı.
25
Tek başına sarmal merdivenlerden yukarı doğru çıkan Gwen, bir yandan Thor’u, yaptıkları yürüyüşü ve o beyaz yılanı düşünüyordu. Kafası karman çorman bir haldeydi. Bir yandan Thor ile beraber olduğu için mutluydu; ancak diğer bir yandan da gördükleri o yılan onu dehşete düşürmüştü. Çünkü bunun anlamının birilerinin ölümü demek olduğunu biliyordu. Ancak kim olduğunu bilememek onu rahatsız ediyordu. Ağabeylerinden bir tanesi veya annesi olabilir miydi? Ya da, ki bunu düşünmekten bile korkuyordu, babası olabilir miydi?
Yılan, neşeli başlayan günlerine gölge düşürmüş ve ruh hallerini alt üst etmişti. Hemen ormandan ayrılmaya karar vermişler ve beraber görünmemek için yollarını ayırmışlardı. İstediği son şey annesi tarafından yakalanmaktı. Fakat Gwen Thor’dan bu kadar kolay vazgeçmeye niyetli değildi. Annesiyle nasıl mücadele edeceğini bulup, planını geliştirmesi için biraz zamana ihtiyacı vardı.
Thor’dan ayrılmak acı vericiydi; şimdi bunu düşününce, kötü hissediyordu. Ona tekrar ne zaman görüşeceklerini sormak istemiş ve başka bir gün için anlaşmak istemişti. Ancak yılanın verdiği dehşetle, bunu sormayı unutmuştu. Şimdi Thor’un kalbini kırmış olabileceğini düşünüyordu.
Kraliyet Sarayı’na adım atar atmaz, babasının uşakları ona haber getirdiler. Merdivenleri çıkmaktan soluğu kesilmişti ve babasının onu neden görmek istediğini merak ediyordu. Yoksa birileri onu Thor’la beraber mi görmüştü? Babasının onu bu kadar çabuk görmek istemesinin başka bir sebebi olamazdı. Yoksa o da mı Thor’u görmesini yasaklayacaktı? Böyle bir şey yapacağını pek düşünmüyordu gerçi. Çünkü adam her zaman kızından yana olmuştu.
Soluğu kesilmiş haldeki Gwen, nihayet en üst kata ulaştı. Onu görünce kendilerini toparlayan muhafızların yanından geçerek, babasının odasına ulaştı. İçerde bekleyen iki uşak onu görünce eğilerek selam verdiler.
“Bizi yalnız bırakın.” dedi babası onlara.
Kral’ı selamlayarak, hızla odadan çıktılar ve artlarından kapıyı çektiler.
Babası masasının başından kalktı. Suratında büyükçe bir gülümseme vardı ve kızına doğru yaklaşmaya başladı. Gwen her zaman olduğu gibi onun yanında kendini rahat hissediyordu. Ayrıca sinirli olmadığını görmek, onu iyice rahatlatmıştı.
“Gwendolyn’im.” dedi.
Kızı kendine çekip sarıldı. Kız da aynı şekilde karşılık verdi. Kral onu ateşin yanındaki iki sandalyeye doğru götürdü. Ateşin önünde uzanan, çocukluğundan beri bildiği birkaç iri köpek, onların önünde çekildi. İki tanesi kızın yanına yaklaşarak, kafalarını Gwen’in kucağına koydular. Kız şöminenin yanıyor olmasına minnettardı; çünkü bir yaz günü için hava fazlasıyla soğuktu.
Ateşe doğru eğilen babası, alevleri izliyordu.
“Seni neden çağırdığımı biliyor musun?” diye sordu.
Kız babasının suratından bir şeyler anlamaya çalıştı ama başaramadı.
“Bilmiyorum, baba.”
Adam şaşkınlıkla ona baktı. “Geçen günkü konuşmamız yüzünden. Kardeşlerinle beraber olan. Kraliyetle ilgili. Seninle bunu konuşmak istiyordum.”
Gwen bunu duyunca epey bir rahatladı. Çünkü konu Thor ile değil, politika ile ilgiliydi. Hiç umursamadığı şu aptal şey. Rahat bir nefes aldı.
“Rahatlamışa benziyorsun.” dedi Kral. “Sen ne hakkında konuşacağımızı düşünmüştün?”
Babası her zaman akıllı bir adam olmuştu. Onu bir kitapmış gibi okuyabilen birkaç insandan biriydi. Onun yanından dikkatli olmak gerek, diye düşündü.
“Hiçbir şey, baba.” dedi hızla.
Adam tekrar güldü. “O zaman söyle bana. Seçimim hakkında ne düşünüyorsun?”
“Seçim?” diye sordu.
“Varis seçimim! Krallık için!”
“Beni mi kastediyorsun?”
“Başka kim olacaktı?” diyen adam güldü.
Kız utandı.
“Oldukça şaşırdığımı söylemeliyim, baba. Ben ilk doğan çocuğun değilim ve bir kadınım. Politikadan hiç anlamam ve umursamam da. Bir krallık nasıl yönetilir, hiçbir fikrim yok. Politik bir hırsımda yok. Neden beni seçtiğini anlayamıyorum.”
“Tam olarak bu sebeplerden dolayı.” dedi ciddi bir ifadeyle. “Çünkü senin tahtta gözün yok. Kral olmak istemiyorsun ve politikadan da anlamıyorsun.”
Derin bir nefes aldı.
“Ancak insan doğasını anlıyorsun. İnsanları okumakta başarılısın. Bunu benden almışın. Annenin kıvrak zekasına da sahipsin. Onları nasıl değerlendirmen gerektiğini biliyor ve doğrudan içlerini görebiliyorsun. Bir kralın en çok ihtiyaç duyduğu şey budur. İnsan doğasını bilebilmek! Bundan başka bir şeye ihtiyacın yok. Diğer her şey yapaydır. Halkını iyi tanı, onları anla ve içgüdülerine güven. Onlara adil davran. Hepsi bu.”
“Şüphesiz bir krallığı yönetebilmek için bundan daha fazlası gerekiyordur.” dedi Gwen.
“Pek sayılmaz.” dedi babası. “Çoğu şey, vereceğin tüm kararlar, bu dediklerimden doğacaktır.”
“Ancak babacım şunu unutuyorsun; ben yönetmek gibi bir arzuya sahip değilim ve sende henüz ölmeyeceksin. Bu aptal bir gelenekten ibaret. Niye bu kadar takılıyorsun buna? Bunun hakkında konuşmamayı, hatta düşünmemeyi tercih ederim. Umarım senin aramızdan ayrılacağın günü asla görmem ki, tüm bunlar anlamını yitirir böylece.
Boğazını temizleyen babası epey ciddi görünüyordu.
“Argon ile konuştum. Geleceğimin karanlık olduğunu söylüyor. Bunu ben de hissettim. Kendimi hazırlamalıyım.” dedi
Gwen’in içini bir korku sardı.
“Argon bir ahmak. Bir büyücü. Söylediklerinin yarısı gerçekleşmiyor. Onun şapşal kehanetlerine kulak asmamalısın. Sana bir şey olacağı yok. Sonsuza dek yaşayacaksın.”
Fakat adam yavaşça kafasını salladığı zaman kız babasının suratındaki hüznü gördü ve endişesi arttı.
“Gwendolyn, kızım, seni seviyorum. Hazır olman lazım. Halka’nın bir sonraki hükümdarı sen olacaksın. Bu bir rica değil. Sana emrediyorum.”
Adamın ciddi ve karanlık ifadesi Gwen’i ürkütmüştü. Çünkü böylesi bir ifadeyi ilk defa görüyordu babasının suratında. Kendini darmadağın olmuş hisseden kız, gözündeki yaşları sildi.
“Seni böyle üzdüğüm için üzgünüm.” dedi Kral.
“O zaman bundan bahsetmeyi keselim.” dedi kız ağlayarak. “Ölmeni istemiyorum.”
“Üzgünüm, ama bu mümkün değil. Bana bir cevap vermen lazım.”
“Baba, seni kırmak istemiyorum.”
“O zaman evet de.”
“Ancak ben nasıl yönetebilirim ki?” diye yalvarır şekilde sordu kız.
“Düşündüğün kadar zor değil. Etrafın danışmanlarla sarılı olacak. Uyman gereken ilk kural ise onların hiçbirine güvenmemek. Sadece kendine güveneceksin. Seni güçlü kılacak olan şey, bilgisizliğin ve saflığın olacak. Vereceğin kararların hepsi içten gelecek. Bana söz ver.” diye ısrar etti.
Babasının gözlerinin içine bakan kız, bunun onun için ne kadar önemli olduğunu görebiliyordu. Adamın hüznünü geçirip, onu biraz neşelendirmek için bile olsa bu konuyu değiştirmek istiyordu.
“Tamam, söz veriyorum.” dedi aceleyle. “Şimdi mutlu musun?”
Arkasına yaslanan adamın suratın aydınlanmıştı. “Evet.” dedi, “Teşekkürler.”
“Güzel. Artık başka bir şeylerden konuşabilir miyiz? Mesela gerçekten olma ihtimali olan şeylerden?”
Adam gürültülü bir kahkaha patlattı; üzerinden büyük bir yük kalkmıştı.
“İşte seni bu yüzden seviyorum.” dedi. “Her zaman çok neşelisin ve beni güldürebiliyorsun.”
Kral kızını incelemeye başlamıştı. Gwen babasının bir şeylerin peşinde olduğunu anladı.
“Sen de fazla neşeli görünüyorsun.” dedi. “Hayatına birileri mi girdi?”
Gwen’in yanakları kızardı. Ayağa kalkıp, cama doğru ilerleyerek, babasından uzaklaştı.
“Üzgünüm baba. Ama bu biraz özel bir soru.”
“Eğer beni krallığımı yöneteceksen, değil.” dedi Kral. “Ancak burnumu sokmayacağım. Ancak annen seninle görüşmek istiyor ve benim kadar hoşgörülü olmayacağından emin olabilirsin. Kendini ona göre hazırla.”
Kız endişelenmişti. Bakışlarını tekrar pencereden dışarı çevirdi. Buradan nefret ediyordu. Burası dışında herhangi bir yerde olmayı yeğlerdi. Küçük bir köyde, sıradan bir çiftlikte, Thor ile beraber yaşamayı tercih ederdi. Onu kontrol etmeye çalışan tüm bu güçlerden uzak olabilmeyi diliyordu.
Omzunda nazik bir el hissedince arkasına döndü. Babasıydı. Suratına bir gülümse yerleştirmişti. “Annen zor bir kadın olabilir. O neye karar verirse versin, bil ki ben senin yanında olacağım. İş aşka geldiği zaman, insan seçimlerinde özgür olabilmeli.”
Bunları duyan Gwen babasına sarıldı. Şu an onu dünyadaki her şeyden daha çok seviyordu. Thor ile buldukları o beyaz yılanı unutmaya çalışıyor ve bu kehanetinin babasıyla ilgili olmaması için dua ediyordu.
*
Koridorları tek tek aşan Gwen, annesinin yanına gidiyordu. Onun tarafından böyle çağırılmayı ve kadının, onun her şeyine karışmaya çalışmasından nefret ediyordu. Aslında birçok açıdan krallığı yöneten gerçek kişi annesi sayılırdı. Genelde babasından daha güçlü dururdu ve kolay kolay tavizler vermezdi. Tabii krallıkta kimse bunu bilmezdi. Çünkü babası hep sert bir ifade takınır ve bilge olan oymuş gibi davranırdı. Ancak sarayına gelip, odasına girdiği zaman, tavsiyelerini duymak için doğrudan kadının yanına giderdi. Asıl akıllı olan oydu. Her şeyi hesaplayan, korkusuz ve güçlü olan. Kraliyetin dayandığı güç olan bu kadın, kendi ailesini demir yumrukla yönetirdi. Kafasına bir şey takıldığı zaman, eğer bunun ailesinin refahı için en iyi yol olduğuna karar verirse, bunu gerçekleştirmek için elinden geleni yapardı.
Ve şimdi bu demir yumruğun üzerine ineceğinden emin olan Gwen, en kötüsü için kendini hazırlıyordu. Bunun aşk hayatıyla ilgili olabileceğini hissediyor ve Thor’la beraber görülmüş olmasından endişe ediyordu. Ancak bedeli ne olursa olsun geri adım atmamaya kararlıydı. Gerekirse burayı terk ederdi. İsterse beni zindanlara atsın, umurumda bile değil, diye düşündü.
Gwen annesinin odasına yaklaşınca, dev meşe kapılar kadının hizmetçileri tarafından açıldı.
Annesinin odası, babasınınkinin yanında epey küçük kalıyordu. Yerler uzun halılarla kaplanmıştı. Yanan şöminenin önünde bir çaydanlık ve oyun tahtası, yanında ise sarı renkli kadife kumaşla kaplı şık sandalyeler duruyordu. Bu sandalyelerin birinde oturan annesi, Gwen’in geleceğini bildiği halde sırtı ona dönük olacak şekilde oturmuştu. Suratı ateşe dönük olan kadın çayından bir yudum aldıktan sonra oyun tahtasında bir pulu oynattı. Arkasında duran iki kadından biri Kraliçe’nin saçlarını yapıyor, diğeri de kıyafetinin iplerini sıkıyordu.
“İçeri gel, çocuğum.” dedi annesi o sert sesiyle.
Gwen annesinin bu huyundan nefret ederdi; hizmetçilerin önünde onu sorguya çekmesinden. Babasının yaptığı gibi, konuşacakları zaman onları yollamasını isterdi. Biraz mahremiyet ve saygı göstermek adına en azından bu kadar yapabileceğini düşünüyordu. Ancak annesini bunu asla yapmazdı. Gwen bunun bir güç gösterisi olduğunu anlamıştı. Gwen’in iyice gerilmesi için hizmetçileri yollamıyordu.
Gwen’in annesinin yanına gidip, kadife sandalyelerden birine oturmaktan başka bir şansı yoktu. Annesi bu oturma düzenini kız özellikle ateşin yanına geçsin diye ayarlamıştı. Bu da annesinin numaralarından biriydi; konuğunu bunaltıp, gardını düşürmesini sağlamak.
Annesi kafasını kaldırıp ona bakmadı bile; bunun yerine önündeki oyun tahtasında fildişi pullardan biriyle hamle yaptı ve “Senin sıran.” dedi.
Oyun tahtasına bakan Gwen şaşırmıştı. Çünkü annesi halen önceden başladıkları oyuna halen devam ediyordu. Kahverengi pulların kendisine ait olduğunu biliyordu ama en son oynamalarının üzerinden haftalar geçmişti. Annesi bu oyunda ustaydı; fakat Gwen ondan bile daha iyiydi. Kaybetmekten nefret eden annesi, belli ki haftalar boyunca tahtayı analiz etmiş ve kusursuz hamleyi düşünmüştü. Gwen gelince de hamlesini yapmıştı.
Annesinin aksine ise Gwen’in hamlesini uzun uzadıya hesaplaması gerekmiyordu. Tahtaya şöyle bir bakmasıyla, yapabileceği en iyi hamleyi fark etmesi bir oldu. Kahverengi pulu yerinden kaldırıp, yana doğru tahtayı baştan aşağı kat etti. Şah mat.
Kadının ifadesiz suratındaki tek hareket kaşının hafifçe oynaması oldu. Gwen bunun hoşnutsuzluk anlamına geldiğini çoktan öğrenmişti. Annesi Gwen’in kendisinden daha zeki olduğunu hiçbir zaman kabullenememişti.
Boğazını temizleyen kadın halen oyun tahtasına bakmaya devam ediyordu. “O sıradan çocukla yaptığın tüm kaçamaklardan haberdarım.” dedi alayla. “Bana meydan okuyorsun.” Kadın kafasını kaldırıp, Gwen’e baktı. “Neden?”
Derin bir nefes alan Gwen, verilecek en iyi cevabı düşünürken huzursuzlandı. Bu sefer kesinlikle annesine teslim olmayacaktı.
“Benim özel hayatım seni ilgilendirmez.” diye yanıtladı Gwen.
“Öyle mi? Bilakis ilgilendirir. Çünkü senin özel hayatın, krallığını etkileyecek. Ve ailemizin kaderini de. Tabii Halka’nınkini de. Sen bunu hatırlamak istemesen bile, kuracağın tüm ilişkilerin politik bir karşılığı var. Sen sıradan biri değilsin. Senin yaşadığın dünyada hiçbir şey özel değil. Hele benim için hiç değil.”
Annesinin sesi buz gibiydi. Gwen alınmıştı ve kadının karşısında oturup, onun sözlerini dinlemekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Kapan kısıldığını düşündü.
Annesini boğazını temizledi ve sözlerine devam etti, “Sözlerime kulak vermeyi reddettiğine göre o zaman senin adına kararları ben vereceğim. O çocuğu bir daha görmeyeceksin. Eğer bunu yaparsan, onu önce Lejyon’dan, ardından da şehirden kovdurtup, köyüne yollarım. Daha sonra ise onun ve tüm ailesinin topraklarına el koyarım. Böylece utanç içinde sürgüne mahkum olur ve sen de onu bir daha göremezsin.”
Alt dudağı öfkeden titreyen kadın Gwen’e baktı.
“Beni anlıyor musun?”
Duyduklarına inanamayan Gwen, ilk defa annesinin istediği zaman ne kadar kötü kalpli olabileceğini görmüştü. Ona karşı kelimelere dökülemeyecek bir nefret duyuyordu şu anda. Ayrıca hizmetçilerin tedirgin bakışları bu durumu iyice aşağılayıcı hale sokuyordu.
O bir şey diyemeden annesi devam etti, “Ayrıca bundan sonraki umarsız davranışlarına engel olacağını düşündüğüm için, sana daha akla yatkın bir beraberlik ayarladım. Önümüzdeki ayın ilk günü Alton ile evlendirileceksin. Düğün hazırlıklarına şimdiden başlayabilirsin. Evlilik hayatına kendini alıştırmaya başla. Hepsi bu kadar.” diye kestirip attı. Sanki çok sıradan bir şey bahsetmiş gibi ilgisini tekrar oyun tahtasına çevirdi.
Öfkeyle dolan Gwen bağırmak istiyordu. “Buna nasıl cüret edersin?” diye sordu nefretle. “Benim, iplerini istediğin gibi çekebileceğin bir kukla olduğumu mu sanıyorsun? İstediğin ilk kişiyle evleneceğimi mi sanıyorsun?”
“Sanmıyorum.” diye yanıtladı onu annesi. “Bunu biliyorum. Sen benim kızımsın ve bana hesap vermekle yükümlüsün. O yüzden söylediğim kişiyle evleneceksin.”
“Hayır, evlenmeyeceğim!” diye bağırdı Gwen. “Beni zorlayamazsın! Babam zorlayamayacağını söyledi!”
“Önceden ayarlanan evlilikler, bu krallıkta yaşayan tüm ailelerin en doğal hakkıdır. Kral ve kraliçeninki ise emir yerine geçer. Baban ayak diretiyor olabilir, ancak sen de biliyorsun ki en ya da geç benim isteğime boyun eğecektir. Kendime göre yöntemleri var.” Kadın Gwen’e meydan okuyan bir bakış attı ve devam etti, “Kısacası, dediğimi yapacaksın. Bu evlilik gerçekleşecek. Hiçbir şey buna engel olamaz. Kendini buna hazırla.”
“Bunu yapmayacağım.” dedi Gwen. “Asla. Ve eğer bundan tekrar bahsedersen, seninle bir daha asla konuşmam.”
Ona bakan annesinin suratında soğuk, itici bir gülümseme vardı. “Benimle bir daha konuşup konuşmaman umurumda değil. Ben senin annenim, arkadaşın değil. Ayrıca Kraliçe’nim. Bu son görüşmemiz olsa ile önemli değil. Öyle veya böyle beni istediklerimi yapacaksın. Sen benim istediğim hayatı yaşarken, ben de seni uzaktan izleyeceğim.” Kadın tekrar oyuna döndü.
Öfkeden yerinde duramayan Gwen’in tahammülü kalmamıştı. Yerinden fırlayarak annesinin önünde duran oyun tahtasını iki eliyle kaldırıp, odanın bir köşesine fırlattı. Duvara çarpan fil dişi tahta ve pullar paramparça oldular.
Dehşete düşen Kraliçe korkudan yerinden sıçradı.
“Senden nefret ediyorum.”
Bunu dedikten sonra hızla kapıya yönelen Gwen, hizmetçilerin ona yardım etmek için uzanan ellerini itti. Kendi ayakları üzerinde bu odadan çıkmaya ve annesinin suratını bir daha asla görmemeye kararlıydı.