Kitabı oku: «Kahramanların Görevi », sayfa 6

Yazı tipi:

“Sanki başka bir şansım varmış gibi.” dedi kadın. “Hayatımın sonuna kadar kimseyle beraber olmayacağımı mı sanıyordun?”

“Evlenmeden önce kim olduğumu zaten biliyordu.” dedi Gareth. “Ancak buna rağmen evlendin. Senin seçimin güçten yanaydı, aşktan değil. O yüzden şaşırmışın gibi davranmayı kes.”

“Evliliğimiz önceden hazırlanmıştı”. diye yanıt verdi Helena. “Benim hiçbir söz hakkıma yoktu.”

“Yine de karşı çıkabilirdin.”

Tartışma gene bir çıkmaza girmişti. Zaten Gareth’ın daha fazla tartışacak hali de yoktu. Helena işe yarar bir kuklaydı. Kadın, kendisini fazla rahatsız etmediği sürece ona katlanabilirdi.

Babasının koluna girmiş kız kardeşi belirince, Gareth da herkes gibi o tarafa doğru döndü. Müthiş bir kinle izlediği babası, bir de utanmadan üzülüyormuş gibi yapıyor ve gözünden akan bir damla yaşı siliyordu. Ah şu canavar herif! Son ana kadar oyunculuğu elden bırakmıyor, diye düşündü Gareth. Ona göre bu aptal, her şeyi eline yüzüne bulaştırmak üzereydi. Kızını McCloud sülalesine gelin olarak vermenin, onu kurtlara atmaktan hiçbir farkı olmadığını bilen babasının, birazcık dahi olsa pişmanlık duyup duymadığını merak etti. Olan bitenden gayet memnun görünen kız kardeşi Luanda için de benzer bir nefret hissediyordu. Kendinden daha aşağı insanlarla evlenmeyi pek de kafasına takıyormuş gibi görünmüyordu. Ne de olsa onunda peşinde olduğu tek şey, güçtü. Soğukkanlı ve önceden hesaplanan planlar silsilesi. Bu yönünün kendisine ne kadar çok benzediğini düşündü. Gerçi araları hiçbir zaman iyi olmamıştı, fakat kızı anlayabiliyordu.

Sabırsızca ayağa kalkan Gareth, artık düğünün bir an önce bitmesini istiyordu.

Tüm seremoniyi acı çekerek izledi. Argon’un kutsamalarını, yaptığı büyüleri ve gerçekleştirdiği ayinleri izlerken sıkıntıdan patlamak üzereydi. Tüm bu şaklabanlıklar midesini bulandırmıştı. Alt tarafı iki ailenin politik çıkarları için düzenlenen bir düğündü bu. Neden bunu kabul edip, ona göre hareket etmiyorlardı ki?

Çok şükür ki en sonunda bitmişti. Gelin ve damat öpüşünce, ayağa fırlayan kalabalık alkışlamaya başladı. Büyük borazanın ötmesinin ardından, düğünün mükemmel düzeni, yerini kaos bıraktı. Sandalyelerinden kalkan herkes, kabul alanına doğru ilerlemeye başladı.

Gareth bile bu görüntü karşısında etkilenmişti; babası hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Kabul alanı, pişen domuzlar, kuzular ve her türden diğer yiyecek ve içeceklerle doluydu.

Arkalarında ise günün asıl önemli olayı hazırlanıyordu; oyunlar. Taş ve mızrak fırlatma, okçuluk ve hepsinin ortasında at üstünde mızrak dövüşü için ayrılan alanda, hazırlıklar tam hız sürüyordu. İnsanlar çoktan etrafta toplanmaya başlamıştı.

Taraflar kendi şövalyelerinin bulunduğu kısımlara ilerliyorlardı. MacGil’lerden içeriye giren ilk kişi tabii ki ağabeyi Kendrick idi. Üzerinde zırhı, atının üzerinde ilerleyen şövalyenin peşinden bir düzine Gümüş geliyordu. Ancak beyaz atının üzerindeki Erec, diğerlerinden ayrı şekilde alana girdiği zaman tüm stadyuma hayranlık dolu bir sessizlik çöktü. İnsanların ilgisini bir mıknatıs gibi üzerine çekiyordu; Gareth, ileriye doğru eğilerek adama bakan Helena’nın suratındaki şehvet ifadesini görebiliyordu. Stadyumdaki tüm kadınlar benzer bir durumdaydı.

Helena, “Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen halen evli değil. Krallıktaki tüm kadınlar onunla evlenmeye dünden razı. Niye henüz hiçbirimizi seçmedi?” dedi.

“Sana ne ki?” dedi Gareth. İstemeden de olsa kıskanmıştı. O da üstüne zırhını giyip, atının üzerinde babasın adına mızrak savurmak isterdi. Ancak savaşçılık içinde yoktu. Herkes de bunun farkındaydı.

Helena elinin tersiyle bir hareket yaparak onu görmezden geldi. Alaycı bir sesle, “Sen bir erkek değilsin ki.” dedi. “Bu işlerden anlamazsın.”

Gareth utanmıştı. Ona ağzının payını vermek istiyordu ama bulundukları yer böyle bir iş için müsait değildi. Onun yerine şölenleri izlemek için kadınla beraber tribünlere yerleşti. Bugün gittikçe kötüye doğru ilerliyordu ve Gareth’ı çoktan kasvet basmıştı. Yiğitlik gösterileri, yapmacık hareketler ve gereksiz debdebelerle dolu olan bugün, henüz yeni başlıyordu. Erkeklerin birbirini yaralayıp, öldüreceği bugünün tamamen dışında bırakılmıştı. Böylesi günler, onun nefret ettiği her şeyi temsil ederdi.

Kara kara düşünmeye başlamıştı. İçten içe tüm bu gösterilerin birden topyekûn bir savaşa dönüşmesini diledi. Etraf bir kan gölüne dönse, tüm bu saray herkesin başına yıkılsa ne de güzel olurdu.

Sıra kendi şovunu yapacağı güne de gelecekti. Kral olduğu zaman.

Bir gün mutlaka.

8

Erec’in silahtarının peşinden koşan Thor, çocuğu yakalamak için kalabalığı yararak izliyordu. Arenada yaşananlardan sonra her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, Thor neler olup bittiğini anlamakta zorlanıyordu. Lejyon’a katılmayı başardığı için halen heyecandan titriyor, Erec’in ikinci silahtarı olmayı başardığına inanamıyordu.

Feithgold sinirli bir sesle, “Sana çabuk olmanı söyledim çocuk!” dedi.

Kendinden sadece birkaç yaş büyük olan Feithgold’un kendisine bu şekilde hitap etmesini Thor yadırgıyordu. Kalabalığın içinden hızla ilerleyen Feithgold, sanki Thor’u başından atmak ister gibiydi.

“Burası her zaman böyle kalabalık mıdır?”

“Tabii ki değildir!” diye bağırdı Feithgold. “Bugün yılın en önemli olayı olan yaz gündönümü olması bir yana, ayrıca Kral’ın kızının evleneceği ve tarihte kapıların McCloud’lara açıldığı ilk gün. Daha önce hiçbir zaman bu kadar kalabalık olmamıştı. Bu eşi benzeri görülmemiş bir gün. Bu kadarını ben bile beklemezdim. Geç kalacağız diye korkuyorum.”

“Peki nereye gidiyoruz?” dedi Thor.

“Her iyi silahtarın yaptığı şeyi yapmaya gidiyoruz; şövalyemizi hazırlamaya.”

“Hazırlamak mı? Ne için?”. Thor’un soluğu kesilmişti. Her dakika sıcaklık artıyor gibiydi. Alnında biriken teri sildi.

“Tabii ki asiller arası yapılacak mızrak dövüşüne!”

Nihayet kalabalığın sonuna vardılar. Feithgold’u tanıyan bir muhafız, diğerlerine işaret ederek, ikilinin geçmesine izin vermelerini söyledi. Halatın altından geçerek, açık bir alana ulaştılar. Thor tam karşısındaki mızrak dövüşüne ayrılan stadyumu görünce, gözlerine inanamadı. Halatların ardında ayakta duran onlarca seyirci ve toprağı eşeleyen savaş atlarının görüntüsü onu büyülemişti. Gümüşlerin arasında ise iki krallıktan da şövalyeler yer alıyordu. Bu kişilerin üzerinde her türden renkte zırhlar ve silahlar yer alıyordu. Sanki dünyadaki herkes şu an bu stadyumun içinde, diye düşündü Thor.

Çoktan başlamış bazı müsabakalar vardı. Thor’un varlığından bile haberdar olmadığı yerlerden gelen şövalyeler birbirlerine mızrakları savuruyor, ya da kalkanlarıyla üzerlerine inen darbeleri engelliyorlardı. Tezahüratlar hiç dinmiyordu. Atların gücüne ve hızına inanamayan Thor, silahlardan çıkan sesler karşısında etkilenmişti. Bu müsabakalar epey ölümcül, diye düşündü.

“Bu pek de spor amaçlı yapılıyormuş gibi görünmüyor” dedi Thor, Feithgold’a. Sahanın etrafından dolaşıyorlardı.

“Çünkü spor değil de ondan” dedi Feithgold. Çınlayan bir metal sözlerini bastırmıştı. “Oyunmuş gibi gözükse de, gayet ciddiler. Her gün insanlar burada can verir. Savaşmaktan bir farkı yok. Şansı yaver gidenler burunları bile kanamadan sahadan çıkabilirler. Ancak bu nadir rastlanan bir durumdur.”

Thor, var güçleriyle birbirlerine saldıran iki şövalyeyi izledi. Mızraklardan biri kalkana çarpınca kulakları rahatsız eden bir metal sesi yükseldi ve şövalyelerden birinden atından geriye uçtu. Yerde yuvarlanan adam, Thor’un sadece birkaç metre önünde durdu.

Tribünlerden şaşkınlık dolu bir ses yükseldi. Yerde kıpırtısız yatan şövalyenin kaburgaları arasından tahta parçası yükseliyordu. Şövalye acılar içinde bağırıyor, ağzından kanlar akıyordu. Yanına yaklaşan birkaç silahtar, adamı sahanın dışına sürüklemeye başladılar. Galip gelen şövalye ise stadyumun içinde bir zafer yürüyüşüne çıkmış, mızrağını havaya kaldırarak, alkışları topluyordu.

Thor şaşırmıştı. Bir sporun böyle ölümcül olabileceğini hiç düşünmemişti.

“Şu çocukların yaptığı şey, artık senin de işinin bir parçası.” dedi Feithgold. “Artık bir silahtarsın. Daha doğrusu, ikinci silahtar.” dedikten sonra Thor’a iyice yaklaştı. Kötü kokan nefesi burnuna geliyordu. “Ve şunu sakın unutma; ben Erec’e, sen de bana hesap veriyorsun. Anladın mı?”

Thor kafa salladı. Halen durumu idrak etmeye çalışıyordu. O daha farklı şeyler hayal ederken, onu nelerin beklediğine dair hiçbir fikri olmadığını anladı. Feithgold’un, onun varlığını bir tehdit olarak gördüğünü biliyordu. İçinden, kendime bir düşman kazanmış olabilirim, diye geçirdi.

“Erec ile olan ilişkine burnumu sokmak gibi bir niyetim yok.” dedi Thor.

Feithgold’dan kısa ve alaycı bir gülüş yükseldi. “Bunu istesen bile yapamazsın zaten çocuk. Sadece yoluma çıkma ve sana dediklerimi yap.”

Cümlesini tamamlar tamamlamaz, halatların ardında bulunan bir dizi karışık yoldan ilerlemeye başladı. Peşinden giden Thor, kendini ahırlardan oluşan bir labirentin içinde buldu. İki tarafında da dimdik duran savaş atlarının olduğu bir koridorda ilerlemeye başladı. Her atın başında onları tedirginlik içinde hazırlayan silahtarlar vardı. Feithgold en sonunda devasa ve gösterişli bir atın yanında durdu. Thor bu kadar büyük ve güzel bir şeyin var olduğuna, ayrıca bu kadar sakin şekilde durabildiğine, inanamıyordu. Hayvan savaşmaya hazır görünüyordu.

“Warkfin,” dedi Feithgold. “Erec’in atı. Daha doğrusu mızrak dövüşleri için tercih ettiği at. Terbiye etmek için epey uğraştı, fakat başardı. Kapıyı aç.”

Kafası karışan Thor önce ona, sonra kapıya bakarak ne yapması gerektiğini anlamaya çalıştı. Thor ahşap çubukların arasındaki kolu çekti ama hiçbir şey olmadı. İyice çekince kapı yerinden oynayınca, Thor kapıyı yavaşça açmaya başladı. Kişneyen Warkfin arka ayakları üzerinde doğrularak, kapıya doğru tekmesini indirdi. Son anda elini çeken Thor’un parmağının ucuna atın ayağı çarptı ve çocuk acı içinde bağırarak geri çekildi.

Feithgold’dan bir kahkaha yükseldi.

“Bu yüzden sana açtırdım. Bir dahaki sefere daha hızlı ol. Warfkin sabırsızdır. Kimsenin keyfini beklemez. Hele seninkini hiç.”

Öfkelenen Thor burnundan soluyordu; Feithgold’dan hoşlanmıyordu ve onunla geçinmeyi nasıl başaracağını kara kara düşünmeye başladı. Kapıyı bu sefer hızlı bir şekilde açarak atın savrulan ayaklarından kurtuldu.

Alacağı cevaptan korkan Thor, “Onu dışarı çıkartayım mı?” dedi. Hayvanın dizginlerine el sürmeye pek meraklı değildi.

“Tabii ki hayır.” dedi Feithgold. “O benim işim. Senin görevin, söylediğim zaman onu beslemek. Ve birde dışkısını küreklemek.”

Warkfin’in dizginlerinden tutan Feithgold, hayvanı ahırdan çıkarmaya başladı. Thor nefesini tutmuş, onları izliyordu. Bunun, hayal ettiği kabul töreniyle hiçbir ilgisi yoktu. Bir yerden başlaması gerektiğinin farkındaydı, ama şu an yaptığı şey doğrudan doğruya aşağılayıcıydı. O savaşları, zaferleri ve şöhreti hayal etmiş, kendi yaşındaki çocuklarla yapacağı idmanları düşünmüştü. Bir yaver gibi kullanılacağı aklına bile gelmemişti. Doğru kararı verip vermediğini düşünmeye başladı.

Karanlık ahırdan çıkıp, tekrar stadyuma girdiler. Gün ışığının gözlerini kamaştırdığı Thor, tezahüratlar yapan binlerce insanın ve çarpışan şövalyelerin görüntüsü karşısında afallamıştı. Daha önce metalleri hiç böyle çınladığını duymamıştı. Yeryüzü ise onu döven savaş atları tarafından sallanıyordu.

Onlarca şövalye ve silahtarı müsabakalar için hazırlanıyorlardı. Silahtarlar, şövalyelerinin zırhlarını cilalıyor, kılıçlarını yağlıyor, atların eyerlerini kontrol ettikten sonra silahları ikinci bir kere kontrol ediyorlardı. Bu arada şövalyeler ise küheylanlarına binip, silahlarını kuşanıyor ve oyunlar için çağrılmayı bekliyorlardı.

Oyunları sunan kişi, “Elmalkin!” isimli şövalyenin ismini seslendi.

Thor’un bilmediği bir bölgeden kırmızı zırhlı, geniş omuzlu bir şövalye atının üzerinde dört nala piste girdi. Kırmızı zırhlı şövalyenin mızrağını diğer şövalye kalkanıyla savurdu. Saldırıdan kurtulan şövalyenin mızrağı ise Elmalkin’in göğsüne çarparak, onu atından düşürdü.

Hızla toparlanan Elmalkin, Thor’un yanında duran silahtarına doğru el işareti yaptı. “Gürzüm!” diye bağırdı.

Silahların asılı olduğu raflardan gürzü kapan çocuk, şövalyesine doğru koşmaya başladı. Ancak diğer şövalye stadın etrafında attığı turu tamamlamış ve tekrar dört nala saldırıya geçmişti. Silahtar çocuk tam gürzü Elmalkin’e verecek iken diğer şövalye onlara iyice yaklaşmıştı. Şövalyenin aşağı inen mızrağı, silahtar çocuğun kafasına tüm gücüyle çarptı. Silahtarın havada tam bir dönüş yapan bedeni, yüz üstü şekilde toprağa çakıldı.

Çocuğun vücudunda hiçbir hareket yoktu. Kafasından oluk oluk akan kanlar, toprağın üstünde leke oluşturmaya başlamıştı.

Thor yutkundu.

“Hoş bir görüntü değil, öyle değil mi?”

Thor yanındaki Feithgold’a baktı.

“Sakinleş çocuk. Dövüşmek budur. Bizim işimiz de bu dövüşün tam ortasında olmaktır.”

Piste çıkan kapı açılınca tüm stat sessizliğe gömüldü. Thor insanların suratındaki beklentiyi görebiliyordu. Açılan kapıların birinden, elinde mızrağıyla, atının üstündeki Kendrick girdi.

Diğer kapıdan ise McCloud’ların herkesçe bilinen zırhını giyinmiş bir şövalye girdi.

Fısıldayan Feithgold, “MacGil’ler, McCloud’lara karşı” dedi. “Bin yıldır onlarla savaş halindeyiz. O yüzden bu karşılaşmanın sonucu belirleyeceğinden şüpheliyim.”

Rakiplerin ikisi de kasklarının siperlerini indirdi. Bir borazan öttü. Ardından bir bağırış. Ve iki tarafta saldırıya geçti.

Bir anda nasıl bu kadar hızlanabildiklerini anlamayan Thor, çarpışmanın çıkardığı sesle irkildi. İki şövalyenin de atlarından düştüğünü gören kalabalık şaşkına döndü.

Yerden kalkan şövalyeler, kasklarını çıkarıp attılar. Koşarak yanlarına gelen silahtarlar, ikisine de kısa kılıçlarını verdi. İki şövalye arasında kıyasıya bir dövüş başladı. Kendrick’in hareketlerini izleyen Thor, oldukça etkilenmişti. Ancak McCloud’ların şövalyesi de çok başarılıydı. İkisi de hiçbir açık vermeden, birbirini yormaya çalışıyordu.

En sonunda birbirini bulan iki kılıç o kadar güçlü bir şekilde çarpıştı ki, iki şövalye de silahlarını ellerinden düşürdü. Silahtarlar, ellerinde gürzleriyle onlara doğru koşmaya başladı. Kendisininkini almak için bir anlığına rakibine sırtını dönen Kendrick, bunun bedelini sırtına inen kuvvetli bir darbeyle ödedi. Kendrick’in savrulan bedeni karşısında tüm seyirciler hayretler içinde kaldı.

McCloud şövalyesi yerden kılıcını alarak Kendrick’in boğazına dayadı. Kendrick’in artık başka bir şansı kalmamıştı.

“Teslim oluyorum!” diye bağırdı.

McCloud’ların sırasında çoşkulu bağırışlar yükselirken, MacGil’lerden öfkeli tezahüratlar yükseliyordu.

“Hile yapıldı!” diye bağırdı MacGil’lerden biri.

Ardından tüm bir sıra öfkeli şekilde, “Hile yaptı! Hile yaptı!” diye bağırmaya başladı.

Sinirleri iyice gerildiği tribünlerden inen bazıları, karşı tarafın seyircilerine doğru yürümeye başladı.

“İşte bu hiç iyi değil” dedi Feithgold. İkisi de kenardan gelişmeleri izliyorlardı.

Henüz birkaç saniye dahi geçmeden yumruklar havada uçuşmaya başladı. Artık etrafa tam bir kaos hakimdi. Birbirlerine saldıran erkekler, bir diğerini yere çalıyor veya yumrukluyorlardı. İyice artan kalabalık, etrafı savaş meydanına çevirmişti.

Öten bir borazanla beraber iki taraftan da muhafızlar sahaya girerek, seyircileri ayırmayı başardılar. Öten daha güçlü bir borazanın sesi herkesi susturdu. Kral MacGil tahtından doğruldu.

“Bugün bu tür şeylerin yaşanmasına izin vermeyeceğim” diye gür bir sesle bağırdı. “Hele ki kutlanması gereken bir günde! Sarayımda böyle şeylere müsamaha göstermeyeceğim!”

Kalabalık sakinleşmeye başladı.

“Eğer istediğiniz iki büyük klan arasında gerçekleşecek bir müsabaka ise, bunu gerçekleştireceğim. Her klandan birer dövüşçü ve hayatta kalacak tek bir kahraman!”

MacGil stadın diğer tarafında oturan Kral McCloud’a baktı.

“Anlaştık mı?” diye bağırdı.

Soğukkanlı bir bakış atan Kral McCloud, “Anlaştık” dedi.

İki tarafın da seyircileri neşeyle bağırdılar.

“O halde en iyi adamını seç” diye seslendi MacGil.

“Çoktan seçtim” dedi McCloud.

McCloud’ların tarafından Thor’un hayatında gördüğü en iri şövalye çıktı. Kocaman bir kaya parçasını andıran şövalyenin upuzun sakalları ve hep bu haldelermiş gibi duran çatık kaşları vardı.

Warfkin’e binen Erec, sahaya ilerlemeye başladı. Thor yutkundu. Böyle bir şeyin ortasında olduğuna inanamıyordu. Erec’in görüntüsü karşısında içi gururla doldu.

Ancak yapması gereken bir işi olduğunu hatırlayınca panikledi. Ne de olsa birazdan dövüşe çıkacak olan bu şövalyenin silahtarıydı. Heyecanla Feithgold’a sordu “Ne yapmamız gerekiyor?”

“Geride dur ve sana söyleyeceklerimi yap.”

Müsabakanın yapılacağı sahaya çıkan Erec, atını diğer şövalyeye çevirdi. İki tarafın da atları nallarıyla yeri eziyordu. Thor heyecandan kalbinin durabileceğini düşündü.

Borazan sesiyle beraber iki taraf da taarruza geçti.

Warfkin’in güzelliğini ve zarafetini izleyen Thor, bunun tıpkı sudan fırlayan bir balığı izlemek gibi olduğunu düşündü. Diğer şövalye daha iri olabilirdi, fakat Erec kadar endamlı ve gösterişli başka bir şövalye olmasının imkansız olduğunu düşünüyordu Thor. Havayı yararak hızla ilerleyen şövalye başını hafifçe öne eğmişti. Hafifçe sallanan zırhının parlaklığından herkes etkilenmişti.

Mızrağını kusursuz bir açıyla indirirken, aynı anda rakibinin mızrağından kaçmayı başardı. Erec’in mızrağı diğer şövalyeyi tam kalkanının ortasından yakaladı.

Devasa boyutlardaki şövalye önce atının dizginlerini kaybetti, sonrada ondan aşağı yuvarlandı.

MacGil’ler önlerinden geçen Erec’e coşkuyla bağırdılar. Parlak zırhlı şövalye sahanın etrafında döndükten sonra mızrağını yerde yatan rakibinin boğazına yaklaştırdı.

“Teslim ol” dedi Erec.

İri şövalye yere tükürerek, “Asla!” dedi.

Zırhının içine sakladığı gizli bir çantaya uzanan şövalye, buradan çıkardığı bir avuç tozu Erec’in suratına fırlattı. Sersemleyen Erec, elinden düşen mızrağının ardından attan devrildi. Diğer şövalyeyi yuhalayan MacGil’ler öfkelenmişlerdi. İri şövalye ise vakit kaybetmeden yerinden fırlayarak, Erec’in kaburgalarına diziyle vurdu. Ardından ise yerden kaldırdığı koca bir kayayı Erec’in kafasına indirmek için hazırlandı.

Kendini tutamayan Thor ileri doğru fırlayarak, “HAYIR!” diye bağırdı.

Taşı indirmeye başlayan şövalyeyi Thor dehşetle izliyordu. Erec son anda yuvarlanarak kurtuldu. Kaya da demin adamın kafasının olduğu yere tüm ağırlığıyla saplandı. Erec’in çevikliği Thor’u şaşkına çevirmişti. Şövalye çoktan doğrulmuş, belden aşağı dövüşen adamın karşısına dikilmişti.

Kralların ikisi de, “Kısa kılıçlar!” diye bağırdı.

Gözleri dehşetle açık olan Feithgol, Thor’a dönerek bağırdı, “Çabuk kılıcı bana ver!”

Panik içindeki Thor, umutsuzca Erec’in silahlarını karıştırmaya başladı. Önündeki ayaklıkta insanın kafasını karıştıracak kadar çok silah duruyordu. Bulduğunu sanıp kılıçlardan birini yerinden çıkardı ve Feithgold’a uzattı.

“Salak çocuk! Bu orta boy bir kılıç!” diye bağırdı.

Tüm krallığın şu an onu izliyor olduğunu düşünen Thor’un beti benzi atmıştı. Yaşadığı endişe görüşünü bulanıklaştırmıştı ve paniği arttıkça, konsantre olması iyice güçleşiyor ve seçmesi gereken silah konusunda kafası hepten karışıyordu.

İleri fırlayan Feithgold, Thor’u iterek kılıcı yerinden aldı ve sahanın içine girdi. Kendini çok kötü hisseden Thor, işe yaramaz biri olduğunu düşünüyordu. Koşarak sahaya girenin kendisi olduğunu hayal ettiğinde ise bayılacak gibi oldu.

Diğer şövalyenin silahtarı daha hızlıydı. Silahsız olan Erec, adamın kendine savurduğu kılıçtan zor da olsa kaçmayı başardı. Nihayet Feithgold kılıcı Erec’e ulaştırabildi. Saldırıya geçen diğer şövalye iyice ona yaklaşana kadar bekleyen Erec, çarpışmaya ramak kala kenara doğru fırladı.

Ancak McCloud’ların şövalyesi saldırısını kesmedi. Demin Erec’in olduğu hizada duran Feithgold’u gören şövalye, Erec’i kaçırmanın verdiği öfkeyle çocuğu yerinden kaldırdı ve suratının tam ortasına kafa attı. Kırılan kemik sesinin ardından Feithgold’un burnundan kan püskürmeye başladı. Feithgold hareketsiz şekilde yere devrildi.

Ağzı şaşkınlıkla açılan Thor bu yaşananın gerçek olduğuna inanamıyordu. Onun gibi düşünen seyirciler durumu yuhalamaya başladılar. Kılıcını savuran Erec diğer şövalyeyi kılpayı ıskaladı. İkili tekrar karşı karşıya kalmıştı.

Thor’a birden dank etti; artık Erec’in tek silahtarı oydu. Yutkundu. Ne yapması gerekiyordu? Böyle bir durum için hazırlıklı değildi. Ve tüm krallık buradaydı.

İki şövalye amansızca dövüşmeye devam ediyorlardı. Her darbeyi bir başkası takip ediyordu. McCloud’ların şövalyesi daha güçlü, Erec ise daha hızlı ve yetenekliydi. Kılıçlar savruldu, darbeler indi, fakat iki taraf da birbirine karşı üstünlük sağlayamıyordu.

Sabrı taşan MacGil ayağa kalktı ve “Uzun mızraklar!” diye bağırdı.

Thor’un kalbi yerinden fırlayacak gibiydi; kendisine ihtiyaç duyuluyordu. Silahların bulunduğu ayaklığı inceleyen Thor, duruma en uygun olduğunu düşündüğü bir tanesini seçti. Silahın deri gövdesini tuttuğu zaman, doğru olanı seçmiş olması için dualar ediyordu. Hızla sahanın içine fırladı. Binlerce insanın gözünü üzerinde hissedebiliyordu. Tüm gücüyle koşarak, Erec’e silahı uzattı. Mızrağı ilk getiren silahtar olduğunu anlayınca kendiyle gurur duydu.

Onurlu bir dövüşçü olan Erec, saldırmak için rakibinin de silahlanmasını beklendi. Feithgold’un hatasını tekrarlamak istemeyen Thor, hızla kenara çekilmeye başlamadan önce diğer silahtarın vücudunu sahanın kenarına sürükledi.

Thor birden yanlış giden bir şeyler olduğunu sezdi. Mızrağını alan şövalye onu yukarı kaldırdıktan sonra garip bir hareketle silahı indirmeye başlamıştı. Tam o anda Thor kendini hiç olmadığı kadar odaklanmış hissetti. Yanlış giden bir şeyler olduğunu hissedebiliyordu. Gözleri şövalyenin mızrağının ucuna takıldı. Dikkatle bakınca mızrağın ucunun gevşek olduğunu ve şövalyenin bunu bir bıçak gibi fırlatmak niyetin olduğunu anladı.

Aşağı doğru inen mızrağın ucundan fırlayan sivri uç, Erec’in tam kalbine doğru ilerliyordu. Erec öldürülmek üzereydi ve Thor’un buna engel olmasına hiçbir yol yoktu.

Ancak Thor vücudunda garip bir sıcaklık hissetmeye başladı. Tıpkı Karanlık Orman’da Sybold’la karşılaşmadan önce yaşadığı karıncalanma duygusuna benziyordu. Etrafındaki her şey yavaşladı. Ağır çekimde dönen sivri ucu hissedebiliyor ve daha önce varlığını hiç bilmediği bir enerji Thor’un içinde yükseliyordu.

Sanki istese sivri ucu kontrol edebilecekmiş gibi hissediyordu. Kafasının içinde onu durduğunu düşünüyor, etkisiz hale gelmesi için kendini zorluyordu. Erec’in acı çekmesi, istediği son şeydi. Hele ki bu acıya böyle aşağılık bir hareket neden olacaksa.

“HAYIR!” diye haykırdı.

Avucunu mızrağın sivri ucunun olduğu tarafa doğru kaldırarak, ileri atıldı. Cisim anında hızını keserek, tam Erec’in kalbine saplanmak üzereyken havada asılı kaldı ve sonra kimseye zarar veremeden, yere düştü.

Önce iki şövalye, ardından ise iki kral Thor’a baktı. Tabii onlarla beraber binlerce izleyen de. Sanki tüm dünya kendisini izliyormuş gibi hisseden Thor, az önce gerçekleştirdiği şeyin herkes tarafından görüldüğünü anladı. İnsanlar artık onun normal olmadığını, içinde bir çeşit güç olduğunu ve oyunları etkileyerek, Erec’in ölmesini engellediğini ve böylece krallığın geleceğini değiştirdiğini biliyorlardı.

Yerinden kıpırdayamayan Thor az önce yaşananları idrak etmeye çalışıyordu. Artık herhangi biri olmadığının farkındaydı. O da, bu insanlar da bunu biliyordu.

Peki o zaman gerçek Thor kimdi?

Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
09 eylül 2019
Hacim:
283 s. 6 illüstrasyon
ISBN:
9781632910752
İndirme biçimi:
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 4 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 1, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre