Kitabı oku: «Kahramanların Görevi », sayfa 7
9
Kendinden geçmiş haldeki Thor, Kral’ın en küçük oğlu ve yeni idman partneri olan Reece tarafından kalabalığın içinden geçiriliyordu. Demin yaşananlardan sonra gerçekleşen şeyleri hayal meyal hatırlıyordu. Erec’i son anda kurtarmak için kullandığı bu güç her neyse, artık tüm krallık onun varlığından haberdardı. İki kral anlaşıp maçı durdurmuş, geçici bir ateşkes ilan edilmişti. Dövüşçüler kendi taraflarına çekilmiş, kalabalığı bir tedirginlik sarmıştı.
Koluna giren Reece’in etrafını derhal soylulardan oluşan bir grup sarmış ve ikisinin kalabalığın içinden geçişini kolaylaştırmışlardı. Thor’un vücudu halen titriyordu. Yaptığı şeyin ne olduğunu halen bilmiyor, sebep olacağı sonuçlardan emin olamıyordu. O sadece Kraliyet Lejyonu’ndaki herhangi bir savaşçı olabilmeyi istemiş, herkesin ilgi odağı haline gelmeyi aklından bile geçirmemişti.
İşin kötü yanı Reece’in onu nereye götürdüğünü bile bilmiyordu. Belki müsabakaya müdahale ettiği için onu cezalandıracaklardı. Şüphesiz Erec’in hayatını kurtarmıştı, ama bir silahtar olarak iki şövalyenin müsabakasına da karışmıştı ki bu ciddi bir suçtu. Onu bekleyenin ödül mü yoksa ceza mı olduğunu bilmiyordu.
“Bunu nasıl başardın?” diye sordu Reece. Bir yandan Thor’u çekiştiriyordu. Kalabalığın tuhaf bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Benim bir çeşit ucube olduğumu düşünüyor olmalılar, dedi kendi kendine.
Thor, “Bilmiyorum.” derken dürüsttü. “Sadece ona yardım etmek istemiştim… ve o şey oldu.” dedi.
Kafasını sallayan Reece, “Erec’in hayatını kurtardın. Bunun farkındasın değil mi? O bizim en ünlü şövalyemizdir. Ve sen onu kurtardın.”
Reece’in böyle düşündüğünü gören Thor epey rahatladı. Zaten onu tanıştıkları andan itibaren sevmişti; insanı rahatlatmayı bilen bu çocuk, her zaman doğru cümleleri kuruyordu. Thor, belki de ceza almayacağım, diye düşündü. Hatta belki onu küçük çaplı bir kahraman olarak bile görebilirlerdi.
“Özellikle yaptığım bir şey yoktu.” dedi Thor. “Sadece Erec’in hayatta kalmasını istedim. O an yapabileceğim en doğal şey buymuş gibi geldi. O yüzden abartmaya gerek yok.”
Şaşıran Reece, “Abartmaya gerek yok mu?” diye sordu. “Ben bunu yapamazdım. Hatta içimizden kimse yapamazdı.”
Biraz daha ilerledikten sonra karşılarına Kral’ın gökyüzüne doğru uzanan kalesi tüm heybetiyle karşılarına çıktı. Yaşanacak herhangi bir taşkınlığa karşı hazırlıklı olan askerler, kalenin içine uzanan köprüyü koruyorlar ve kalabalığı uzakta tutuyorlardı. Reece ve Thor’u görünce kenarar çekilerek, geçmelerine izin verdiler.
Sağlam demir menteşelerle tutulan yüksek kemerli kapıya doğru ilerliyorlardı. Kapıyı açan dört asker derhal kenara çekilip, esas duruşlarına geri döndüler. Gördüğü muameleye şaşıran Thor, kendini kraliyet ailesinden biri gibi hissediyordu. Kaleden içeri girer girmez kalenin kapısı arkalarından kapandı. Thor gördüğü manzara karşısında epey etkilenmişti; içerisi devasa boyutlardaydı, kalın duvarlarla örülü mekanın tavanı çok yüksekteydi ve her yerde geniş odalar vardı. Saray’ın yüzlerce çalışanı heyecanlı bir tartışmanın içindeydiler. İçeri girmesiyle tüm gözlerin ona çevrildiği Thor, bu heyecanlı atmosferi sezebiliyordu. Bunca ilgi onu rahatsız etmişti.
Apar topar yanlarına yaklaşan kalabalık, Reece ve kendisini şaşkınlıkla izliyordu. Bu kadar şık giyinen onlarca insanı daha önce hiç bir arada görmemişti. Farklı yaşlardan hoş giyimli kızlar kol kola girmiş kendi aralarında fısıldaşıyorlardı ve Thor’u işaret edip kıkırdıyorlardı. Utanmıştı. Ondan hoşlanıyorlar mı yoksa alay mı geçiyorlar, anlayamıyordu. Kraliyet Sarayı bir yana, şu ana kadar hiçbir yerde ilginin odağı olmamıştı ve bu yüzden nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu.
“Bana neden gülüyorlar?” diye Reece’e sordu.
Kıkırdayan Reece, “Sana güldükleri yok.” dedi. “Senden hoşlandılar, çünkü ünlüsün.”
“Ünlü mü?” diye sordu. Şaşırmıştı. “Bu nasıl olabilir ki? Daha içeri yeni girdik.”
Gülümseyen Reece, Thor’un sırtına bir şaplak attı. Thor’un dedikleri onu eğlendirmiş gibiydi. “Sarayda haberler hayal edebileceğinden daha hızlı yayılırlar. Hele insan bir de senin gibi bir giriş yaptıysa!”
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Thor. Reece’in kafasında belli bir yer olduğunu anlamıştı.
Başka bir koridora dönerlerken Reece, “Babam seninle tanışmak istiyor” dedi.
Thor yutkundu. “Baban mı? Yani Kral’ın ta kendisi?” Birden endişelenmeye başladı. “Niye benimle tanışmak istesin ki? Bundan emin misin?”
Reece tekrar güldü. “Oldukça eminim. Endişelenmeyi kes. Alt tarafı babam.”
Duyduklarına inanamayan Thor, “Alt tarafı baban mı?” dedi. “Fakat senin baban Kral!”
“Çok da kötü biri değildir. Görüşmenizin iyi geçeceğinden eminim. Ne de olsa Erec’in hayatını kurtardın.”
Avuç içleri heyecandan ter içinde kalan Thor, Reece’in önderliğinde büyük bir salona girdi. Yüksek ve kemerli tavandan çok etkilenen Thor, vitraylara hayranlıkla baktıktan sonra karşısında yer alan kalabalığa inanamadı. En az bin kişi kadar olan kalabalık, odanın her yerine sızmıştı. Uzun ve şık masalarda oturan bu insanlar yemek yiyorlardı. Masaların arasından geçen kırmızı halıyla örtülü koridor ise doğrudan Kral’ın tahtına uzanıyordu. İnsanlar kenara çekilerek, Reece ve Thor’un geçmesine müsaade ettiler.
“Onu nereye götürdüğünü sanıyorsun?” dedi kulağa düşmanca gelen bir ses.
Yaşça Thor’dan fazla büyük görünmeyen biri, karşılarına dikilmiş, çatık kaşlarıyla onlara bakıyordu. Üzerindeki kraliyet cübbesini gören Thor, onun bir prens olduğunu anladı.
Sinirlenen Reece, “Babamın emirleri böyle” dedi. “Eğer onlara karşı çıkmak istemiyorsan, yolumdan çekilsen iyi olur.”
Yerinden kıpırdamayan prens, iğrenen gözlerle Thor’u inceledi. Thor da onu sevmemişti; bu adamda güvenilmez bir şeyler vardı, bakışları insanı rahatsız ediyordu.
“Bu salon sıradan insanlar için değildir” dedi prens. “Bu köylüyü geldiği yere geri göndermelisin.”
Thor bu sözlere bozulmuştu. Bu adamın kendisinden bariz şekilde nefret ettiğini görebiliyordu ama nedeni hakkında hiçbir fikri yoktu.
“Bu söylediklerini babama da iletmemi ister misin?” diye cevap veren Reece’in geri adım atmaya niyeti yok gibiydi. Sinirle onlara arkasını dönen prens, kalabalığın içinde kayboldu.
Thor, “O da kimdi?” diye sordu.
“Sen onu aldırma” dedi Reece. “Ağabeylerimden biri. Adı Gareth. En büyüğümüz. Aslında tam öyle de değil. Babamın meşru çocukları arasında en büyüğü desek daha doğru olur. Asıl en büyüğümüz arenada tanışmış olduğun Kendrick’tir.”
“Gareth neden benden nefret ediyor? Birbirimizi tanımıyoruz bile.”
“Endişelenme. O herkesten nefret eder. Aileye yaklaşan herhangi birini tehdit olarak görür. Onu asla ciddiye alma. Onun gibi o kadar çok insan var ki.”
Thor’un Reece’e olan minnettarlığı gittikçe artıyordu. Onunla gerçek birer dost olacaklarını anlamaya başlamıştı. Meraklanan Thor, “Neden ona karşı beni savundun?” diye sordu.
Reece omuz silkti. “Seni babama götürmem emredildi. Hem ayrıca idman partnerimsin de. Hem de buralara yaşıtım olan ve konuşmaya değer insanlar çok nadir gelir.”
“Fakat beni bu kadar değerli yapan ne?” diye Thor sordu.
“Sende bir savaşçının ruhu var. Herkes buna sahip değildir.”
Bunu her ne kadar garip bulsa da, Thor sanki bu çocuğu daha önceden tanıyormuş gibi hissediyordu. Onu kardeşini gibi görmeye başlayan Thor, öz ağabeylerine karşı bile böyle hissetmemişti.
“Merak etme, diğer kardeşlerim onun gibi değildirler.” dedi Reece. Etraftaki kalabalığın içinde Thor’u seçmekte zorlanıyordu. “Aralarında en iyisi Kendrick’dir. Üvey kardeşim olsa bile onu Gareth’tan daha üstün tutarım.. Kendrick benim için adeta ikinci bir baba gibidir. Eminim sana da aynı şekilde davranacaktır. Benim veya başka birinin iyiliği için yapmayacağı şey yoktur. Ailemiz içinde halk tarafından en çok sevilen de, gene Kendrick’dir. Onun Kral seçilemeyecek olması çok üzücü.”
“Başka bir kardeşin daha olduğunu söyledin. O kim?” diye sordu Thor.
Derin bir nefes alan Reece, “Evet, bir tane daha var. O kadar yakın sayılmaz. Adı Godfrey. Ne yazık ki günlerini sıradan insanlarla meyhanelerde harcıyor. Bizim gibi savaşçı değil. Ne savaş ne de herhangi bir şeye karşı ilgisi var. Tabii içki ve kadınlar hariç.”
Karşılarına çıkan genç bir kız ilerleyişlerini aniden kesti. Thor büyülenmişti. Kızın mavi, badem gözleri onlara çevrilmişti. Harika tenini örten beyaz, saten elbisesinin omuzlarına uzun ve alev renkli saçları dökülmüştü. Parlayan gözlerinden neşe ve hınzırlık akıyordu. Thor adeta bu gözlerin esiri olduğunu hissetti. İstese bile yerinden kıpırdayamazdı. Bu kız hayatında gördüğü en güzel şeydi.
Sanki onun aklını başından almak için bu kadar yetmemiş gibi bir de gülerek, bembeyaz dişlerini gösteren kızın bu hareketi Thor’un kalbindeki ateşin yakan kıvılcım oldu. Kendini hiç olmadığı kadar hayatta hissediyordu.
Thor ağzını açıp da, tek bir laf bile edemiyordu. Soluğu kesilmişti. Hayatında ilk defa böyle bir şey hissediyordu.
Kız, Reece’e, “Bizi tanıştırmayı düşünmüyor musun?” diye sordu. Thor, sesi görünüşünden bile daha tatlıymış, diye düşündü.
İç geçiren Reece, “Ve tabii bir de kız kardeşlerim var” dedi gülümseyerek. “Gwen, bu Thor. Thor, Gwen.”
Gwen dizini bükerek reverans yaptı.
Gülümseyen kız, “Nasılsın?” diye sordu.
Ağzını açamayan Thor’un hali kızı güldürdü.
“Bu kadar çok konuşmana gerek yok” dedi gülümseyerek.
Suratı kızaran Thor yutkunduktan sonra, “Be…Ben.. üzgün..üm” dedi. “Adım Thor.”
Gwen gülümsüyordu.
“Onu zaten biliyorum.” dedi. Kardeşine döndü, “Tanrım, Reece, arkadaşının ağzı bayağı bir laf yapıyormuş.”
“Babam onunla tanışmak istiyor” dedi, sabırsızlanmaya başlayan Reece. “Geç kalıyoruz.”
Thor, kıza, ne kadar güzel olduğunu, onunla tanışmaktan ne kadar mutlu olduğunu, ona vakit ayırdığı için minnettar olduğunu söylemek istiyordu. Ancak dili tamamen bağlanmıştı. Hayatında bu kadar heyecanlandığı başka bir an hatırlamıyordu. Ağzından çıka çıka şu çıktı, “Teşekkür ederim”.
Kahkahalar atan Gwen, “Teşekkür mü? Fakat ne için?” diye sordu. Gözlerinden neşe saçan kızın, bu muhabbetten epey hoşnut kaldığını anlamak zor değildi.
Thor tekrar kızardığını hissetti. Geveleyerek, “Bilmiyorum, öylesine.” dedi.
Kahkahalara boğulan Gwen’in karşısında Thor yerin dibine batıyordu. Reece eliyle bir işaret yapınca, ikili ilerleyişlerine devam etti. Birkaç adım ilerledikten sonra omuzunun üzerinden geriye bakan Thor, kızın halen bıraktığı yerde, arkasından bakıyor olduğu gördü.
Nefesi kesilmiş haldeki Thor, kızla konuşmak ve onunla ilgili her şeyi öğrenmek istiyordu. Söyleyecek kelime bulamamak onu utandırmıştı. Ancak böylesine bir güzel kızla karşılaşmak bir yana, köyündeki kızlarla hiçbir zaman samimiyet kurmamıştı. Nasıl davranması veya konuşması gerektiğini ona öğreten kimse olmamıştı.
“Çenesi düşüktür.” dedi Reece. Kral’a yaklaşmak üzereydiler. “Kafana takma sen.”
Thor, “Adı ne?” diye sordu.
Saçma bir şey söylemiş gibi ona bakan Reece, “Söyledi ya!” dedi gülerek.
Utanan Thor, “Üzgünüm…Unut..tum da.” cevabını verdi.
“Gwendolyn. Ancak herkes ona kısaca Gwen der.”
Gwendolyn. Thor bu ismi kafasına iyice kazımaya çalıştı. Gwendolyn. Gwen. Bir daha unutmak istemiyordu. Bu isim hep kafasının bir yerinde olsun istiyordu. Acaba onu bir daha görebilecek miyim, diye içinden geçirdi. Büyük ihtimalle göremeyeceğini sanıyordu. Ne de olsa sıradan biriydi. Bunu düşünmek bile acı vericiydi.
Kral’a yaklaşmış olduklarını fark eden Thor, kalabalığın sessizleşmeye başladığını gördü. Sırtında mor pelerini, kafasında tacı ile tahtında oturan Kral Macgil’in insanı ürküten bir duruşu vardı.
Artık tüm salon susmuştu. Önce Reece, ardından Thor diz çökerek kralı selamladılar. Salon tamamen sessizliğe bürünmüştü.
Konuşmaya başlayan Kral’ın gür sesi tüm salona yayıldı, “Batı Krallığı’na ait Güney Eyaleti’nin Alçak Topraklar kısmından gelen Thorgrin.” diye sözüne başladı. “Bugün bizzat Kral’ın düzenlediği bir mızrak müsabakasına müdahale ettiğinin farkında mısın?”
Thor korkmaya başlamıştı. Nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu; ilk karşılaşmalarının böyle olması kötü olmuştu. Kendisine bir ceza verileceğini düşünmeye başladı.
“Üzgünüm lordum.” dedi. “Niyetim bu değildi.”
Öne eğilen MacGil tek kaşını kaldırdı. “Niyetin bu değil miydi? Yani Erec’in hayatını istemeden mi kurtardın?”
Thor her şeyi eline yüzüne bulaştırdığını düşündü. Tek yaptığı durumu daha kötü hale getirmekti. “Hayır lordum. Niyetim—”
“O zaman müdahale ettiğini kabul ediyorsun?”
Ne diyeceğini bilemeyen Thor heyecandan bayılmak üzereydi. “Üzgünüm lordum. Sanırım tek istediğim yardım etmekti.”
“Yardım etmek mi?” diye gürledi MacGil. Ardından tahtına yaslanıp kahkahalar atmaya başladı. “Demek yardım etmek istedin ha! Erec’e, öyle mi? Hani şu en ünlü, en büyük şövalyemiz olan Erec’e?”
Tüm salon kahkahaya boğuldu. Thor’un ise kim bilir kaçıncı kere suratı kızarıyordu. Aynı gün için bu kadarı da fazlaydı. Bu insanların karşısında doğru yapabileceği tek bir şey bile yok muydu?
Kral emrederek, “Yanıma yaklaş evlat” dedi.
Kral’ın ona gülümsediğini gören Thor şaşırdı. O, Kral’a yaklaşırken, adam onu dikkatle inceliyordu.
“Suratında asaletin izlerini görebiliyorum. Sen sıradan bir çocuk değilsin. Hayır, hem de hiç değilsin…” dedi. “Erec herkesçe sevilen bir şövalyemizdir. Bugün harika bir iş başardın. Hem de hepimizin adına. Buna ödül olarak, seni, bugünden itibaren ailemin bir parçası yapıyorum. Oğullarımın gördüğü hürmet ve şerefe sen de sahip olacaksın.” Geriye yaslanan Kral gürledi, “Bunu herkes böyle bilsin!”
Salondaki herkesten coşkulu bağırışlar yükseldi.
Etrafına bakarak neler olduğunu anlamaya çalışan Thor’un kafası fena halde karışmıştı. Kraliyet ailesinin bir parçası olmak mı? En uçuk rüyalarının bile ötesinde bir şeydi bu. O sadece Lejyon’a seçilebilmek istemişti halbuki. Şimdi ise yaşadığı tüm bu sevinç ve minnettarlık, onun için çok fazlaydı.
O daha bir cevap veremeden tüm salon çoktan şarkılar söyleyip, dans etmeye başlamıştı bile. Herkes çılgınca bir kutlamaya kendini kaptırmıştı. Kral’a bakan Thor adamın gözlerindeki sevgiyi, takdiri ve memnuniyeti görünce, bunu hak etmek için ne yaptığını düşünmeye başladı. Baba sevgisi nedir, hiçbir zaman öğrenememişti. Fakat artık onu seven herhangi bir adam değil, Kral’ın ta kendisiydi. Bir gecede tüm hayatı değişmişti. Tüm bunların bir hayalden ibaret olmaması için dua ediyordu.
*
Kalabalığı yararak hızla ilerleyen Gwendolyn, saraydan çıkarılmadan önce o çocuğu bir kez daha görebilmek istiyordu. Thor. Onu düşünmek bile kızın kalbini hızlandırıyor, çocuğun ismi kafasının içinde yankılanıp duruyordu. Karşılaşmalarından beri onu aklında çıkaramamıştı. Çocuk ondan en fazla bir veya iki yaş küçük olmalıydı. Ancak çocuk da, onu diğer yaşıtlarından daha olgun ve bilge gösteren bir hava vardı. Kendini sanki onu daha önceden de tanıyormuş gibi hissediyordu. Onunla tanıştıkları ilk anı düşününce, gülümsedi. Çocuğun aklı nasıl da başından gitmişti ama. Çocuğun bakışlarından, onun da kendisi için aynı şeyleri düşündüğünü anlamıştı.
Gerçi çocuğun kim olduğunu bile bilmiyordu. Fakat mızrak müsabakası esnasında yaptığı şeyi görmüş ve erkek kardeşiyle epey iyi anlaşıklarını fark etmişti. O andan beri çocuğu izliyor, çocukta, onu diğerlerinden farklı kılan bir şey olduğunu hissediyordu. Onunla tanıştığı an ise bu hisleri doğrulanmıştı. Onda insanı canlandıran, kendine has bir şeyler vardı. Halbuki o sarayın dışında geliyordu ve halktan biriydi. Ancak şaşırtıcı derece asalet dolu bir çehresi vardı. Sıradan biri olamayacak kadar gururlu görünüyordu.
Üst balkonun ucuna ulaşan Gwen, sarkarak aşağı baktı. Çocuğu kardeşi ile dışarı çıkmadan önce kısa da olsa görebilmeyi başardı. Diğer oğlanlarla çalışmak için kışlaya gittiklerinden emindi. Şimdiden onu tekrar görebilmek için planlar yapmaya başlamıştı. Kesinlikle onu daha iyi tanımalıydı. Bir şekilde öğrenmeliydi. Bunun için herkes hakkındaki her şeyi bilen ve kraliyette ondan habersiz kuşun bile uçamadığı birisiyle konuşması gerekiyordu; annesiyle.
Tekrar kalabalığın arasında dönen Gwen, sarayın ezbere bildiği koridorlarında hızla yola koyuldu. Epey yorucu bir gün olmuştu. Önce babası ve kardeşleriyle yaptığı görüşme. Ardından krallığı yöneteceğini öğrendiği zaman yaşadığı şok. Milyon yıl geçse böyle bir şeyin gerçekleşeceğini ummazdı. Halen de aklı almıyordu. Koca bir krallığı yönetmek mi? O günün hiçbir zaman gelmeyeceğini umarak bu düşünceyi bir yana itti. Ne de olsa babasının gücü kuvveti halen yerindeydi. Onun hayatta kalmasını her şeyden çok istiyordu. Hep burada yanında ve mutlu olmasını.
Ancak yapılan o görüşmeyi kafasından çıkaramıyordu. Artık günü geldiğinde, tahta çıkacak bir sonraki kişinin kendisi olduğu fikri, kafasının içinden dolaşıp duruyordu. Kardeşleri değil, kendisi olacaktı tahta çıkan. Düşünmesi bile onu ürpertiyordu; fakat bir yandan da kendini önemli biri gibi hissettiriyor ve kendisine olan güvenini pekiştiriyordu. Babası taht için en uygun ismin kendisi olduğunu söylemişti. Gwen hem bunun, hem de babasının kendisini diğerlerinden daha bilge buluyor olmasının nedenini merak etti.
Fakat biraz huzursuzluk da hissediyordu. Kendisinin, yani bir kızın, taht için seçilmesinin çok fazla yaygara ve kıskançlığa neden olacağını tahmin ediyordu. Gareth’ın kıskançlığını çoktan hissedebiliyor ve bundan korkuyordu. Çünkü o bir şeyi elde etmek istediğinde, kimsenin onu durduramayacağını biliyor ve bundan korkuyordu. Ağabeyi her zaman kendi çıkarlarının peşinde olurdu ve kimsenin göz yaşına bakmazdı. Gwen ona görünmek bile istemiyordu. Toplantıdan sonra onunla konuşmaya başlamış, fakat Gareth kızın suratına bile bakmamıştı.
Gwen’in ayakkabılarından çıkan sesler sarmal merdivenlerde yankılanıyordu. Bir koridoru dönüp, küçük bir şapelin yanından geçtikten sonra muhafızların koruduğu kapıya ulaşıp, kalenin ailesine ayrılan kesimine girdi. Annesi burada dinleniyor olmalıydı, çünkü onu şölenden ayrılırken görmüştü. Annesinin artık bu tür uzun süren kutlamalara pek tahammülü yoktu. Onun kimseye belli etmeden sık sık buraya gelip dinlenmeyi sevdiğini biliyordu.
Birkaç muhafızın daha yanından geçen Gwen, annesinin soyunma odasına ulaştı. Tam açmak üzereyken durdu. Hafif aralık kapının ardından gelen kısık sesli konuşmalar, ona ters giden bir şeylerin olduğunu söylüyordu. Annesi birisiyle tartışıyor gibiydi. Biraz daha dikkatli dinleyince bu sesin babasına ait olduğunu anladı. Bir şey için kavga ediyorlardı ama ne için?
Yaptığının yanlış olduğunu bilen Gwen yine de kendini alamıyordu. Ağır meşe kapının kulpundan tutarak onu hafifçe biraz daha araladı. Aralıktan içeriyi dinlemeye başladı.
“O benim evimde kalamaz.” diye bağırıyordu annesi. Kadın epey sinirlenmiş gibiydi.
“Çok çabuk hüküm veriyorsun. Halbuki hikayenin tümünü bile bilmiyorsun.”
“Biliyorum” dedi kadın. “Yeteri kadar duydum.”
Annesinin sesindeki öfkeyi gören Gwen epey şaşırdı. Ailesinin böyle kavga ettiği zamanlar oldukça nadirdi. Annesini daha önceden hiç böyle öfkeli gördüğünü hatırlamıyordu. Nedenini merak etti.
“Diğer oğlanlarla beraber kışlada kalacak. Onu çatımın altında istemiyorum. Beni anlıyor musun?” diye bağırdı kadın.
Sinirlenmeye başlayan Kral, “Burası büyük bir kale.” dedi. “Onun varlığını bile hissetmeyeceksin.”
“Hissedip hissetmemem umurumda bile değil. Burada olmasını istemiyorum. Bu senin sorunun. Onu buraya getirmeye karar veren sendin.”
Kral sert bir sesle, “Sen de o kadar masum sayılmazsın.” dedi
Babasının odanın içinde dolaşan ayak seslerini işitti. Odanın içindeki diğer kapıdan çıkan Kral, kapıyı öyle bir çarptı ki Gwen olduğu yerde titrediğini sandı. Odanın ortasında tek başına kalan annesi ise ağlamaya başladı.
Gwen perişan olmuştu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. En iyisi ortadan toz olmakmış gibi gelse de, annesini böyle bırakmaya gönlü elvermiyordu. Ayrıca ne hakkında kavga ettiklerine dair hiçbir fikri yoktu. Thor’un hakkında olabileceğini düşündü. Fakat niçin? Annesine neydi ki? Bu kalede onlarla beraber yaşayan hali hazırda onlarca insan zaten vardı.
Gwen kapının önünden ayrılamıyordu. Kadını teselli etmesi gerektiğini düşünerek, nazikçe kapıyı açmaya başladı. Ancak çatırdayan kapının sesi içerdeki kadını irkiltti. Annesi kaşlarını çatarak ona baktı. “Kapı çalmayı bilmez misin?” diye çıkıştı. Kadının hiç keyfinin olmadığını göre Gwen kendini çok kötü hissetti.
“Sorun ne anne?” diye sordu Gwen. Yavaşça ona yaklaşıyordu. “Burnunu sokuyormuş gibi görünmem istemem ama, babamla tartıştığınızı duydum.”
Kadın, “Haklısın; burnunu sokmaman en iyisi.” diye kesip attı.
Gwen şaşırmıştı; genelde ele avuca sığmaz bir kadın olan annesi, nadiren bu halde olurdu. Kadının öfkesinden çekinen Gwen, annesine yaklaşmayı kesip, ne yapacağını bilemeden kalakaldı.
“Tüm bunlar şu yeni çocukla ilgili miydi? Thor?” diye sordu.
Gözünden yaşları silen annesi dönüp, Gwen’e baktı.
Gwen öğrenmek için can atıyordu. “Anlayamıyorum. Onun burada kalıp kalmamasını neden umursuyorsun ki?”
Konuyu kapatmak istediği belli olan kadın, “Benimle ilgili şeyler seni hiç ilgilendirmez.” diye soğuk bir sesle yanıtladı. “Ne istiyorsun? Neden buradasın?”
Gwen gerildi. Annesinden ona, Thor ile alakalı her şeyi anlatmasını istemek için daha kötü bir zaman seçemezdi. Kararsızlık içindeydi. “Aslında onunla ilgili neler bildiğini öğrenmek için gelmiştim. Herhangi bir fikrin var mı?”
Şüphelenen annesi kısık gözleriyle ona baktı ve “Neden?” diye sordu inanılmaz bir ciddiyetle. Annesinin onu dikkatle incelemeye başladığını gören Gwen, kadının o esrarengiz algılama gücüyle Gwen’in bu çocuktan hoşlanıyor olduğunu çoktan anlamış olduğunu görebiliyordu. Duygularını saklamaya çalışsa bile çabasının boşuna olduğunu biliyordu.
Hiç de ikna edici olmayan bir sesle, “Sadece merak ettim.” dedi.
Birden yerinden fırlayan Kraliçe, kızı kolundan tutup doğrudan gözlerinin içine baktı. “Dinle beni” dedi fısıldayarak. “Bunu bir kere söyleyeceğim. O çocuktan uzak dur. Anlıyor musun? Ne olursa olsun seni o çocuğun yakınında görmek istemiyorum.”
Gwen dehşete düşmüştü. “Fakat niçin? O bir kahraman.”
“Çünkü bizden biri değil.” diye cevapladı annesi. “Baban aksini düşünse dahi. Ondan uzak durmanı istiyorum. Beni anlıyor musun? Yemin et. Şu an bana yemin et.”
Kolunu annesinden kurtaran Gwen, “Yemin falan etmeyeceğim.” dedi.
“O halktan biri, sense bir Prensessin.” diye bağırdı annesi. “Bir Prenses. Anlıyor musun? Eğer ona yaklaştığını duyarsam, o çocuğu buradan sürgün ederim. Anladın mı?”
Annesini daha önce hiç böyle görmemiş olan Gwen ne diyeceğini bilmiyordu. En sonunda, “Bana ne yapacağımı söyleme anne.” dedi.
Sesini elinden geldiği kadar cesurca çıkarmaya çalışmış olsa da, aslında içten içe titriyordu. Buraya her şeyi öğrenme umuduyla gelmişti ama, şu an dehşete düşmüş durumdaydı. Neler olup bittiğine dair hiçbir fikri yoktu.
“Dilediğin gibi davran o zaman.” dedi annesi. “Ama unutma, onun kaderi artık senin ellerinde.” dedikten sonra hızla odadan çıkarak kapıyı çarptı. Tüm neşesi mahvolan Gwen, sessiz odanın içinde bir başına kalmıştı. Annesi ve babasını bu hallere getiren şeyin ne olduğunu çok merak ediyordu.
Kimdi bu Thor?