Kitabı oku: «Kardeşlerin Yemini », sayfa 3
BEŞİNCİ BÖLÜM
Thor, arkasında oturan Reece, Selese, Elden, Indra, Matus ve O'Connor ile birlikte küçük kayığın önündeydi. Kimse kürek çekmiyordu, gizemli bir rüzgar ve akıntı tüm çabalarını boşa çıkarıyordu Thor, onları gitmeleri gereken yere götüreceğini biliyordu, ne kadar kürek çekerlerse çeksinler bunun bir faydası olmazdı. Thor omzunun üstünden geri bakarken, Ölüler Ülke'sinin girişini işaretleyen koca siyah kayalardan gittikçe uzaklaştıklarını görünce rahatlamış hissetti. Artık önüne bakıp Guwayne'i bulma ve hayatında yeni bir bölüme başlama vaktiydi.
Thor arkasına bakınca bir de Selese'in kayıkta, Reece'in yanında oturup elini tuttuğunu gördü; kabul etmeliydi ki bu manzara huzurunu kaçırıyordu. Thor yaşayanların arasına döndüğünü ve en iyi arkadaşının mutlu olduğunu görmekten memnundu ancak kabul etmeliydi ki bu ona garip bir his veriyordu. Bir zamanlar ölen Selese yeniden hayata döndürülmüştü. Olayların normal gidişatını bir şekilde değiştirdiklerini hissediyordu. Selese'i incelerken onun şeffaf, dünyaya ait olmayan havasını fark etti. Şimdi gerçekten ete kemiğe bürünmüş halde burada olsa da onu ölü biri gibi görmekten kendini alamıyordu. Kendine rağmen Selese'in aralarına temelli dönüp dönmediğini, tekrar ölüler diyarına dönmeden önce burada ne kadar zamanı olduğunu merak etmekten kendini alamadı.
Reece ise bunu kesinlikle böyle görmüyordu. Aşkıyla tamamen erimiş haldeydi, Thor'un arkadaşı kim bilir ne zamandır böyle neşeli değildi. Thor bunu anlıyordu elbette: neticede yanlış seçimleri düzeltmeyi, geçmiş hataları tamir etmeyi, bir daha asla göremeyeceğini düşündüğün birini yeniden görmeyi kim istemezdi? Reece elini sıkıca kavrayıp gözlerine baktı, yüzünü okşayıp onu öptü.
Thor, diğerlerinin de kendilerini kaybettiklerini, sanki cehennemin derinliklerinde, zihinlerinden kolay kolay silemeyecekleri bir yerde bulunmuşlar gibi görünüyorlardı. İki örümcek ağı asılı dururken onları da hissediyor, zihninde çakan resimlerden kurtuluyordu. Herkes Conven'ın yasını tutarken ağır bir kasvet havası hakimdi. Özellikle Thor zihninde onu gerçekten durdurmak için yapabileceği bir şey var mıydı diye düşünmeden edemiyordu. Denize bakıp gri ufku, sonsuz okyanusu incelerken Conven'ın bu kararı nasıl verdiğini merak ediyordu. Kardeşi için tuttuğu derin yası anlıyordu fakat Thor kendi için asla böyle bir karar veremezdi. Thor, Conven'ın kaybından dolayı bir parça kederli olduğunu hissediyordu, onun varlığını hep bilirdi sanki Lejyon'un ilk gününden beri o hep yanındaydı. Thor onu hapishanede ziyaret ettiğini, hayata tanıması gereken ikinci şanstan bahsettiğini, onu neşelendirmek ve yaslı havasından onu çekip çıkarıp geri getirmek için verdiği tüm çabaları hatırladı.
Fakat ne yapmış olursa olsun Conven'ı asla geri getiremediğini fark etti. Conven'ın iyi tarafı her zaman kardeşi olmuştu. Thor, diğerleri ayrıldığında ve bir tek o kaldığında Conven'ın yüzündeki ifadeyi hatırladı. Pişmanlık ifadesi değildi bu, salt keyifti. Thor onun mutlu olduğunu hissetmişti. Kendinin de çok fazla pişmanlık hissetmemesi gerektiğini biliyordu. Conven kendi kararını vermişti ve bu dünyaya gelen bir çok insanın yaptığından daha fazlasını yapmıştı. Neticede Thor onunla yeniden karşılaşacaklarını biliyordu. Aslında belki, öldüğünde onu Conven karşılardı. Thor'a göre Ölüm hepsi için geliyordu. Belki bugün veya yarın değil ama bir gün.
Thor bu hüzünlü düşünceleri kafasından silmeye çalışıp önüne baktı ve kendini her yönden seğiren dalgalarla dolu okyanusa bakmaya ve Guwayne'den bir iz bulmaya zorladı. Onu burada, açık denizde bulmaya çalışmanın pek mümkün olmadığını biliyordu ama yine de Thor umutlanmıştı yepyeni bir iyimserlikle dolmuştu. En azından şimdi Guwayne'in hayatta olduğunu biliyordu ve bu duyması gereken tek şeydi. Hiç bir şey için onu aramaktan vazgeçmeyecekti.
"Bu akıntının bizi nereye götürmesi gerekiyor?" diye sordu O'Connor kayığın ucundan uzanıp parmak uçlarıyla suya vurarak.
Thor da uzanıp ılık suya dokundu, çok hızlı akıyordu sanki okyanus onları götümesi gereken yere yeteri kadar hızla gidemiyormuş gibiydi.
"Buradan uzağa götürdüğü sürece hiç umurumda değil," dedi Elden, omzunun üstünden geride kalan kayalara korkuyla bakarak.
Thor yukarıda tiz bir ses duyunca kafasını kaldırdı ve eski dostu Estopheles'in daireler çizdiğini görünce sevindi. Etraflarında geniş daireler çizerek aşağı iniyor ve yeniden havaya yükseliyordu. Thor sanki onlara rehberlik ettiğini, onu takip etmeleri için cesaretlendirdiğini hissediyordu.
"Estopheles dostum," diye fısıldadı Thor göğe doğru. "Gözlerimiz ol, bizi Guwayne'e götür."
Estopheles tekrar tiz bir çığlık attı, sanki ona cevap verir gibi kanatlarını iki yana açtı. Döndü ve ufuğa, akıntının onları sürüklediği yöne uçtu. Thor gittikçe yakınlaştıklarından artık daha emin oluyordu.
Thor, yanı başında nazik bir şıngırtı duyunca aşağı baktı ve Ölüm Kılıcı'nın belinde sallandığını gördü. Şok edici bir görüntüydü bu. Ölüler ülkesine yaptığı yolculuğu hiç olmadığı kadar gerçekçi kılıyordu. Thor aşağı uzandı, fildişi kabzasını hissetti, kafatasları ve kemiklerine dokunup sıkıca kavradı ve yaydığı enerjiyi duyumsadı. Bıçağında küçük siyah mücevherler bezeliydi, incelemek için yukarı kaldırdığında ışığın altında parladıklarını gördü.
Onu elinde tutarken verdiği his gerçekti. Kader Kılıcı'ndan bu yana tuttuğu hiç bir silahta bunu hissetmemişti. Bu silah onun için tanımlayabileceğinden daha çok anlam taşıyordu, neticede o dünyadan kaçmayı kendi de bu silah da başarmıştı sanki korkunç bir savaşın kurtulanları olduklarını hissediyordu. Bu işi beraber becermişlerdi. Ölüler diyarına girmek ve oradan sanki kocaman bir örümcek ağından çıkar gibi çıkıp kurtulmak. Ağdan kurtulduklarını biliyordu ancak bir şekilde yine de kendine yapıştığını hissediyordu. En azından bunu ispatlamak için bu silah vardı elinde.
Thor çıkışını, ve ödediği bedeli; hiç farkında olmadan dünyaya saldığı şeytanları hatırladı. Aklına gelince karnına yumruk yemiş gibi oldu, dünya üzerine karanlık bir gücü serbest bırakmıştı. Bu gücü denetlemek kolay olmayacaktı. Sanki bir gün bir şekilde yine ona dönecek bumerang gibi bir şeyi serbest bıraktığını hissetti. Hatta belki de bu düşündüğünden önce olacaktı.
Thor kabzasını tutarak hazırlandı. Bu her ne olursa olsun, onunla korkusuzca savaşacak ve yoluna çıkan her ne olursa öldürecekti.
Fakat asıl korktuğu şey göremediği şeylerdi, şeytanların üzerlerine salabileceği görünmez kargaşadan endişeleniyordu. En çok endişe duyduğu konu bilinmeyen, gizli güçlerle karşı konulabilecek ruhlardı.
Thor ayak sesleri duydu ve küçük kayıklarının sallandığını hissetti. Dönünce Matus'un yanında ayağa kalktığını gördü. Matus onunla beraber ufka bakarak üzgün bir şekilde duruyordu. Karanlık, kasvetli bir gündü, bakınca sabah mı yoksa öğleden sonra mı olduğu anlaşılmıyordu.
Thor, Matus'la kısa sürede nasıl arkadaş olduklarını düşündü. Özellikle şimdi Reece, Selese'e odaklanmışken Thor bir arkadaşını kısmen kaybettiğini ama bir diğerini kazandığını hissediyordu. Thor Matus'un onu burada bir kez nasıl kurtardığını hatırladı, ona karşı bağlılık hissediyordu sanki hep kendi kardeşlerinden biriymiş gibiydi.
"Bu kayık," dedi sessizce, "açık denizler için uygun değil. Bir fırtınayla hepimiz ölürüz. Bu, Gwendolyn'in gemisinden bir filika, açık denizler için yapılmamış. Daha büyük bir kayık bulmalıyız."
"Kara da," diye katıldı O'Connor, Thor'un diğer tarafına gelerek, "ve erzak."
"Ve bir harita," diye ekledi Elden.
"Nereye gidiyoruz gerçekten de?" diye sordu Indra. "Yolculuk nereye? Oğlun nerede olabilir bir fikrin var mı?"
Thor ufku daha önce binlerce kez yaptığı gibi inceledi ve tüm soruları düşündü. Hepsinin haklı olduğunu ve aynı şeyleri düşündüklerini biliyordu. Önlerinde engin bir deniz vardı ve erzakları olmadan bu küçük kayıktalardı. Hayattalardı ve bunun için elbette minnettardı ama durumları pek iç açıcı değildi.
Thor yavaşça kafasını salladı. Orada düşüncelere dalmışken ufukta bir şey olduğunu fark etti. Yakınlaştıklarında, daha net olarak görünmeye başlayınca orada kesinlikle bir şeylerin olduğuna ve gözlerinin onu yanıltmadığına emin oldu. Kalbi heyecanla atmaya başladı.
Güneş bulutların arasından çıktı ve ufukta güneşten yayılan ışınlar dökülerek küçük bir adayı aydınlattılar. Koca okyanusun tam ortasında duran küçük bir ada parçasıydı bu, yanında yamacında başka hiç bir şey yoktu.
Thor doğru görüp görmediğini anlamak istercesine gözlerini kırptı.
"Nedir bu?" diye sordu hepsinin aklındaki soruyu dillendirerek, hepsi bunu görmüştü, durup gözlerini dikerek bakıyorlardı adaya.
Yakına gelince Thor adanın etrafının sisle kaplı olduğunu ve ışıkta parladığını gördü; bu yerde sihirli bir enerji hissetti. Biraz yukarı bakınca, yüz metre kadar uzunlukta, dar ve dik kayalıkların doğruca havaya yükseldiği bu yerin sadeliğini gördü. Suların çarparak etrafını sardığı kayalıklar, kadim yaratıklar gibi okyanustan yukarı çıkıyorlardı. Thor varlığının tüm zerresiyle buraya gitmeleri gerektiğini hissediyordu.
"Dik bir tırmanış," dedi O'Connor. "Başarabilsek bile."
"Zirvede ne olduğunu bilmiyoruz," diye ekledi Elden. "Tehlikeli olabilir. Silahlarımız yok, kılıcın dışında. Burada savaşmayı göze alamayız."
Fakat Thor burayı düşündü ve bir şeylerden aldığı kuvveti hissederek merak etti. İyice yukarı baktı ve Estopheles'in etrafında daireler çizdiğini görünce buraya gitmeleri gerektiğinden emin oldu.
"Guwayne'i arayışımızda her taşın altına bakmak zorundayız," dedi Thor. "Hiç bir yer ulaşılamaz değil. Bu ada ilk durağımız olacak," dedi. Kılıcı daha sıkı kavradı.
"Tehlikeli ya da değil."
ALTINCI BÖLÜM
Alistair tanıyamadığı garip bir arazinin ortasında dururken buldu kendini. Çeşitli çöl yataklarından oluşan bir yerdi burası ve çöl zeminine baktığında kuruyup siyahtan kırmızıya dönerek ayaklarının altında kırıldığını gördü. Kafasını kaldırınca uzakta Gwendolyn'in bir kaç düzine adamdan fazla olmayan ayaktakımı güruhuyla durduğunu gördü; bunlar bir zamanlar Alistair'in bildiği Gümüş üyeleriydi, yüzleri kanlı, zırhları kırılmıştı. Gwendolyn'in kollarında küçük bir bebek duruyordu, Alistair bunun yeğeni Guwayne olduğunu hissetti.
"Gwendolyn!" diye bağırdı Alistair, onu gördüğüne sevinerek. "Kardeşim!"
Fakat Alistair birden milyonlarca kanadın çıkardığı ve giderek daha yükselen korkunç bir ses duydu, bunu gürültülü bir viyaklama takip etti. Ufuk kapkara oldu ve birden ona doğru gelen kuzgunların doldurduğu bir gök ortaya çıktı.
Alistair koca bir sürü halinde gelen kuzgunları görünce korktu, siyah bir duvar oluştrup aşağı daldılar ve Guwayne'i Gwendolyn'in kollarından alıp çığlık atarak göğe doğru yükseldiler.
"HAYIR!" diye çığlık attı Gwendolyn, göğe uzanırken bir yandan da saçlarını yoluyordu.
Alistair çığlıklar atan bebeği alıp uzaklaştırmalarını hiç bir şey yapamadan çaresizce izledi. Çöl zemini giderek kırılıp kurudu ve ikiye bölünürken Gwen'in adamları birer birer yerin içine düştüler.
Bir tek Gwendolyn kalmıştı, orada durup Alistair'e bakıyordu; gözleri Alistair'in asla görmemeyi dilediği korkunç bir bakışa sahipti.
Alistair gözlerini kırptı ve kendini okyanusun ortasındaki koca gemide dururken buldu, dalgalar her taraftan çarpıyordu. Etrafına bakınca gemide bir tek kendisinin olduğunu gördü. İleri bakınca önünde beliren bir gemi daha fark etti. Pruvasında Erec duruyor, ona doğru bakıyordu. Ona Güney Adalar'dan yüzlerce asker eşlik ediyordu. Onu bir başka gemide ondan uzağa açılırken gördüğü için mahvoluyordu.
"Erec!" diye bağırdı.
Alistair'a bakıp ona doğru uzandı.
"Alistair!" diye seslendi. "Bana geri dön!"
Alistiar, gemiler gittikçe uzaklaşırken korkuyla bu sahneyi izledi. Erec'in gemisi akıntılarla beraber ondan ayrılıyordu. Gemisi suyun içinde yavaşça dönmeye başladı sonra hızlandı ve Erec ona doğru uzanırken hızını arttırdı. Alistair hiç bir şey yapamadan sadece geminin bir girdabın içine çekilerek görüntüden kaybolana kadar daha derinlere gitmesini çaresizce izledi.
"EREC!" diye yalvardı Alistair.
Birden onunkine eş bir ağıt duyuldu, Alistair kucağına bakınca bir bebeği, Erec'in çocuğunu, tuttuğunu gördü. Bu bir erkekti ve çığlıkları göğe kadar ulaşıyor, rüzgar, yağmur ve adamların çığlıkları arasında boğuluyordu.
Alistair çığlık atarak uyandı. Doğruldu ve nerede olduğunu, neler olduğunu merak ederek etrafına baktı. Nefes nefese, kendine gelmeye başladı. Tüm bunların bir kabus olduğunu anlaması için biraz zaman geçmesi gerekti.
Kaktı ve güvertenin gıcırdayan tahtalarına bakınca hala gemide olduğunu fark etti. Birden tüm olanlar zihnine üşüştü: Güney Adalar'dan ayrılmaları, Gwendolyn'in özgürlüğüne kavuşması için çıktıkları yolculuk.
"Leydim?" dedi nazik bir ses.
Alistar döndü ve Erec'in yanı başında endişeyle ona baktığını gördü. Erec'i gördüğü için rahatlamıştı.
"Başka bir kabus mu?" diye sordu.
Kafasını sallayarak mahcup bir halde gözlerini kaçırdı.
"Rüyalar denizde daha gerçekçidir," dedi bir başka ses.
Alistair dönünce Erec'in kardeşi Strom'un yanı başında olduğunu gördü. Biraz daha dönünce Güney Adalar'ın yüzlerce askerinin gemide olduklarını gördü ve hatırladı. Adadan ayrılmalarını, annesiyle beraber Güney Adalar'ın yönetimine geçmesi için geride bıraktıkları kederli Dauphine'i hatırladı. O mesajı aldıklarından beri hepsi İmparatorluk'a yelken açmaktan, vefa borçlarının olduğu Gwendolyn'i ve Halka'dan geri kalanları aramaktan başka şansları olmadıklarını hissediyordu. Bunun yerine getirmesi imkansız bir görev olduğunun farkındaydılar ama kimsenin umurunda değildi bu. Bu onların göreviydi.
Alistair gözlerini ovuşturdu, kabusları zihninden çıkarmaya çalıştı. Bu sonsuz denizde kaç gün geçirdiklerini bilmiyordu bile, şimdi ise ileri bakıp ufku incelediğinde hala fazla bir şey göremiyordu. Her şey sis tarafından engelleniyordu.
"Sis bizi Güney Adalar'dan beri takip ediyor," dedi Erec, bakışlarını takip ederek.
"Bunun bir işaret olmaması için dua edelim," diye ekledi Strom.
Alistair nazikçe karnını okşadı, onun İYİ olduğundan, bebeğinin İYİ olduğundan emin oldu. Gördüğü kabus çok gerçekçiydi. Bunu çabucak ve gizlilikle yaptı, Erec'in bilmesini istemiyordu. Ona henüz söylememişti. Bir yanı söylemek istiyor fakat diğer bir yanı mükemmel zamanı beklemek, ona doğru zamanda söylemek istiyordu.
Erec'in ellerini tuttu, onun hayatta olduğunu görünce rahatlamıştı.
"İyi olduğuna sevindim," dedi.
Erec onu yakınına çekip gülümsedi ve öptü.
"Neden iyi olmayacakmışım?" diye sordu."Rüyaların sadece gecenin izleri. Her bir kabusa denk güvende olan bir adam vardır. Burada, seninle, sadık arkadaş ve adamlarımla her zaman umut ettiğim şekilde güvendeyim."
"En azından İmparatorluk'a ulaşana kadar," diye ekledi Strom yüzünde bir gülümsemeyle. "Sonra zaten küçük donanmamız on binlerce gemiyi karşılarken her zamankinden daha güvende oluruz."
Strom bunları söylerken, çıkacak savaşın korkusunu hafifletmeye çalışırmış gibi gülümsüyordu.
Erec ciddi bir ifade takınıp omuzlarını silkti.
"Arkamızda Tanrılar olduğu sürece," dedi, "kaybetmemize olanak yok. İhtimaller ne olursa olsun."
Alistair geriye çekilip dudak büktü, bunların ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordu.
"Seni ve gemini denizin dibini boylarken gördüm. İçinde seni gördüm." Bebekleriyle ilgili ayrıntıyı da eklemek istedi ama kendini tuttu.
"Rüyalar her zaman göründükleri gibi değildir," dedi. Fakat gözlerinin derinliklerinde bir endişe dalgasının belirdiğini gördü. Alistair'in olacakları gördüğünü biliyordu ve gördüklerine saygı duyuyordu.
Alistair derin bir nefes alıp aşağı, suya baktı. Erec'in haklı olduğunu biliyordu. Hepsi buradaydı, sonuçta hayattalardı. Fakat gördükleri de çok gerçekçiydi.
Orada dururken Alistair, elini kaldırıp karnına götürmek ve karnını hissedip içinde büyüttüğünü bildiği çocuğu ve kendini rahatlatmak için yanıp tutuşuyordu ama henüz açık etmek istemiyordu durumu.
Alçak ve yumuşak sesle gelen bir boru sesi havayı kesti, bir kaç dakikada bir ötüyor, donanmadaki diğer gemileri sis içindeki yerlerine dair uyarıyordu.
"Bu boru bizi ele verebilir," dedi Strom, Erec'e.
"Kime karşı?" diye sordu.
"Bizi sislerin arkasında ne beklediğini bilmiyoruz," dedi Strom.
Erec kafasını salladı.
"Belki," diye cevap verdi. "Ama şu an düşmandan daha tehlikeli olan kendimiz varız. Eğer birbirimize çarparsak, tüm donanmayı kaybederiz. Sis kalkana kadar boruları çalmalıyız. Tüm donanma sadece bu yolla anlaşabilir. Birbirimizden fazla uzağa gitmemek de aynı şekilde önemli."
Sis içerisinde Erec'in donanmasındaki tüm gemiler birbiri ardında borularını öttürerek yerlerini doğruladılar.
Alistair gözlerini sise dikip merak etti. Çok uzağa yol almaları gerektiğini, İmparatorluk'a dünyanın diğer ucundan ulaşmak zorunda olduklarını biliyordu. Gwendolyn'e ve adamlarına vaktinde nasıl ulaşabileceklerini merak etti. Şahinlerin o mesajı getirmesinin ne kadar sürdüğünü ve hala hayatta olup olmadıklarını merak etti. Sevdiği Halka'ya ne olduğunu düşündü. Tüm halk ne kadar korkunç bir şekilde can vermiş diye düşündü, yabancı topraklarda, evlerinden çok uzakta.
"İmparatorluk dünyanın diğer ucunda, lordum," dedi Alistair Erec'e. "Bu, uzun bir yolculuk olacak. Neden güvertede duruyorsunuz? Neden aşağıdaki kamaraya inip biraz dinlenmiyorsunuz? Günlerdir uykusuzsunuz," dedi gözlerinin altındaki mor halkaları incelerken.
Erec kafasını salladı.
"Bir kumandan asla uyumaz," dedi. "Ayrıca ulaşmak istediğimiz yere neredeyse geldik."
"Ulaşmak istediğimiz yer?" diye sordu şaşkınlıkla.
Erece kafasını salladı ve sisin içine baktı.
Bakışını takip etse de hiç bir şey göremiyordu.
"Büyük Kaya Adası," dedi. "İlk durağımız."
"Fakat neden?" diye sordu. "Neden İmparatorluk'a ulaşmadan önce duruyoruz?"
"Daha büyük bir donanmaya ihtiyacımız var," diye ekledi Erec adına cevap vererek Strom. "İmparatorluk'u bir kaç düzine gemiyle karşılayamayız."
"Büyük Kaya Adası'nda bunları bulabilecek miyiz?" diye sordu Alistair.
Erec kafasını salladı.
"Bulabiliriz," dedi Erec. "Büyük Kayalı adamların gemileri ve adamları var. Bizimkinden fazla. İmparatorluk'u sevmiyorlar ve geçmişte babama hizmet ettiler."
"İyi de neden şimdi size yardım etsinler?" diye sordu şaşırarak. "Kim bu adamlar?"
"Paralı askerler," dedi Strom. "Zorlu denizlerde zorlu bir ada tarafından yoğrulmuş zorlu adamlar. En fazla para veren kimse ona çalışırlar."
"Korsanlar," dedi hiç tasvip etmeyerek, durumu fark eden Alistair.
"Tam olarak öyle değiller," diye cevapladı Strom. "Korsanlar yağmalamak için yaşarlar. Büyük Kayalılar ise öldürmek için."
Alistair dikkatle Erec'e baktığında bunun doğru olduğunu yüzünden anladı.
"Yerinde ve adil bir dava için korsanlarla işbirliği yapmak asil bir davranış mı?" diye sordu. "Paralı askerlerle?"
"Bir savaşı kazanmak asil olandır," diye cevapladı Erec, "özellikle de bizimki gibi adil bir dava için. Bir savaşı kazanmanın yolu her zaman istediğimiz gibi asil olmayabilir."
"Ölmek asil değildir," diye ekledi Strom. "Asaletle ilgili yargılar zafer elde edenler tarafından verilir, kaybedenler tarafından değil."
Alistair somurttu. Erec ona döndü.
"Herkes sizin kadar asil değil, leydim," dedi. "Ya da benim. Dünya bu şekilde dönmüyor. Savaşlar bu şekilde kazanılmıyor."
"Pekiyi, bu adamlara güvenebilecek misiniz?" diye sordu ona sonunda.
Erec iç geçirerek elleri belinde ufka döndü ve aynı şeyi kendi de merak ediyormuş gibi uzaklara daldı.
"Babamız onlara güvenmişti," dedi sonunda. "Onun babası da. Askerler onları asla yarı yolda bırakmadı."
"Bu, sizi de yarı yolda bırakmayacakları anlamına mı geliyor?" diye sordu.
Erece ufka bakarken, sis aniden kalktı ve güneş kendini gösterdi. Manzara ciddi biçimde değişti, aniden görüş mesafeleri arttı ve uzakta karayı gördüklerinde Alistair'in kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. İşte orada, ufukta sert kayalardan oluşan yükseklerdeki ada, göğe doğru yükselerek duruyordu. Yanaşacak bir kara, sahil ya da girişi yoktu. Ancak Alistair daha yukarıya bakınca dağın doğruca içine oyulmuş ve okyanus dalgalarının çarptığı bir kemer, bir kapı gördü. Bu, demir dalgakıranlarla korunan büyük ve heybetli bir girişti, tam ortasında sert kayadan oyulmuş bir kapı duruyordu. Daha önce gördüğü hiç bir şeye benzemeyen bir görüntüydü bu.
Erec ufka bakıp incelerken, gün ışığı sanki bir başka dünyanın girişini aydınlatıyormuş gibi kapıya vuruyordu.
"Güven, leydim," diye cevap verdi sonunda, "gereksinimle doğmuştur, isteyerek değil. Oldukça da belirsiz bir kavramdır."