Kitabı oku: «Kardeşlerin Yemini », sayfa 4
YEDİNCİ BÖLÜM
Darius savaş alanında, çelikten yapılma bir kılıcı tutarak durup etrafına baktı ve araziyi anlamaya çalıştı. Buranın gerçek üstü bir havası vardı. Kendi gözleriyle görüyor olsa bile, biraz önce ne olduğuna inanamıyordu. İmparatorluk'u yenmişlerdi. O, bir kaç yüz köylüyle tek başlarına, gerçek silahları olmadan. Tabii bir de Gwendolyn'in bir kaç yüz adamıyla birlikte yüzlerce İmparatorluk askerinden oluşan profesyonel bu orduyu yenmişlerdi. En iyi zırhlarla kuşanmışlardı, en iyi silahlara sahiplerdi ve çok sayıda zertaları vardı.Fakat silahlı bile sayılamayacak Darius, savaşı başlatmış ve hepsini yenmişti. Tarihte İmparatorluk'a karşı alınan ilk zaferdi bu.
Burada, Loti'nin onurunu korurken ölmeyi beklediği bu yerde şimdi zafer kazanmış halde duruyordu.
Bir fatihti.
Darius alanı incelerken, İmparatorluk'un cansız bedenlerine karışmış çok sayıda köylünün öldüğünü görünce sevinci üzüntüye karıştı. Kaslarını gevşetti ve pazularında, kalçalarında henüz aldığı yaraları hissetti, sırtında bulunan izlerin nedeni kırbaçların batışı hala tazeydi. Aldıkları öcü düşünürken zaferin bir bedeli olduğunun farkına varıyordu.
Ama yine de edindiği tüm bu özgürlük hissi onu cesaretlendiriyordu.
Darius bir hareket hissedince döndü ve arkadaşları Raj ve Desmond'un yaralı ama rahatlayarak gördüğü kadarıyla hayatta olup ona yaklaştıklarını gördü. Ona farklı bir şekilde baktıkları gözlerinden okunuyordu, artık tüm halkı ona farklı bir gözle bakıyordu. Gözlerinde derin bir saygı, bundan da öte hayranlık vardı. Sanki yaşayan bir efsaneydi. Neler yaptığını, İmparatorluk'a tek başına karşı koyup hepsini yendiğini görmüşlerdi.
Ona artık çocuk gibi bakmıyorlardı. Ona liderleri gibi bakıyorlardı. Bir savaşçı gibi. Ondan daha büyük olan çocukların ve köylülerin gözünde asla göreceğini düşünmediği bir bakıştı bu. O her zaman görmezden gelinen, kimsenin bir şey beklemediği biriydi.
Yanına gelen Raj ve Desmond'a onlarca silah arkadaşı katıldı. Günler boyu birlikte dövüşüp antrenman yaptıkları belki elli kadar çocuk yaralarını ovuşturup, ayağa kalktılar ve etrafında toplandılar. Orada dururken, çelik kılıcını tutup yara bere içinde kalmış Darius'a hayranlıkla ve umutla bakıyorlardı.
Raj öne geldi ve onu kucakladı. Ardından sırayla silah arkadaşları da ona sarıldılar.
"Bu çok düşüncesizceydi," dedi Raj koca bir gülümsemeyle. "Sendeki bu cesaretten haberim yoktu."
"Mutlaka teslim olursun diye düşünmüştüm," dedi Desmond.
"Burada durduğumuza inanamıyorum," dedi Luzi.
Hepsi savaş alanını incelerken hayretler içindeydi, sanki hepsi bambaşka bir gezegene iniş yapmış gibiydi. Darius güzel zırhlı ve güneşte parlayan en iyi silahlara sahip cansız bedenlerin hepsine bakarken, kuşların öttüğünü duyup yukarı bakınca akbabaların daha şimdiden daireler çizdiklerini gördü.
"Silahlarını alın," diye emrederken buldu Darius kendini, görevi üstlenerek. Bu derin bir sesti, daha önce hiç kullanmamış olduğu bir derinlikteydi. Kendinde daha önce hiç bilmediği bir yetkinlik taşıyordu. "Ölülerimizi de gömün."
Adamları onu dinlediler ve hepsi bir yana dağılarak askerleri tek tek gezip üstlerindekilerini aldılar. Her biri en iyi silahları seçiyordu, bazıları kılıçları, bazıları, gürzleri, topuzları, hançerleri, baltaları ve savaş keskilerini aldılar. Darius kumandandan aldığı kılıcı elinde tutarak kaldırıp güneşin altında hayran gözlerle ona baktı. Ağırlığına, ince sapına, kılıcına hayranlık duydu. Gerçek çelikti. Hayatı boyunca asla tutabileceğini düşünmediği bir şeydi bu. Darius bunu iyi bir amaçla kullanmaya niyetlenmişti, mümkün olduğunca çok İmparatorluk adamını öldürecekti.
"Darius!" dedi çok iyi tanıdığı bir ses.
Döndüğünde Loti'nin gözleri yaşlarla dolu bir halde kalabalıktan sıyrılıp tüm adamları geçerek ona doğru koşuşturduğunu gördü. Öne atılıp Darius'u sıkıca kucaklarken sıcak göz yaşları boynundan aşağı süzülüyordu.
Loti ona sıkıca sarılırken Darius da onu kavradı.
"Hiç unutmayacağım," dedi göz yaşlarını silerken, öne eğilip kulağına fısıldadı. "Bugün burada yaptıklarını asla ve asla unutmayacağım."
Onu öptü ve Darius ona karşılık verirken Loti aynı anda hem gülüyor hem ağlıyordu. Onun yaşadığını gördüğü, ona sarılabildiği ve bu kabusun en azından şimdilik bittiğini, arkalarında kaldığını bildiği için rahatlamıştı İmparatorluk'un ona dokunamayacağını bilmekten memnundu. Onu sıkıca tutarken, bu yaptığını onun için milyonlarca kez tekrar yapacağını iyi biliyordu.
"Kardeşim," dedi bir ses.
Darius dönüp Gwendolyn ve aşık olduğu adam Kendrick'le birlikte kardeşi Sandara'yı görünce sevindi. Darius Kendrick'in kolundan akan kanı, zırhında ve kılıcında yeni açılmış çentikleri fark edince yepyeni bir minnet dalgasıyla sarmalandı. Eğer Gwendolyn, Kendrick ve onların halkı olmasaydı o ve kendi haklı bugün bu savaş alanında kesinlikle ölmüş olurlardı.
Sandara öne gelip Darius'u kucaklarken Loti geri çekildi, Darius da kardeşine sarıldı.
"Hepinize büyük bir borcum var," dedi hepsine bakarak. "Ben ve tüm halkım. Hiç bir zorunluluğunuz yokken bizim için geri döndünüz. Sizler gerçek savaşçılarsınız."
Kendrick öne geldi ve Darius'un omzuna elini koydu.
"Gerçek savaşçı olan sensin dostum. Bugün bu savaş alanında büyük bir cesaret gösterdin. Tanrı bu cesareti zaferle ödüllendirdi."
Gwendolyn öne gelince Darius kafasını eğdi.
"Bugün adalet, kötünün ve zalimin karşısında zafer kazandı," dedi. " Savaşına dahil olmamıza izin verip zaferini izletmenden bir çok sebepten dolayı kişisel zevk duyuyorum. Biliyorum ki kocam Thorgrin de aynı şekilde hissederdi."
"Teşekkür ederim, leydim," dedi söylediklerinden etkilenerek. "Thorgrin hakkında harika şeyler duydum, umarım bir gün onunla tanışabilirim."
Gwendolyn kafasını salladı.
"Halkın için ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.
Darius bu konuda hiç bir fikri olmadığını fark edince düşünmeye başladı, o kadar ilerisi hakkında kafa yormamıştı. Kurtulacaklarını bile düşünmemişti.
Darius bu soruya cevap vermeden önce aniden bir kargaşa sesi duyuldu, kalabalığın arasından çok iyi tanıdığı bir yüz çıktı: Darius'a eğitim verenlerden biri olan ve gömleksiz üstüyle kaslarının ortaya serildiği vücudundaki savaş yaralarıyla Zirk ortaya çıktı. Onu köyün büyüklerinden oluşan yaklaşık altı kişilik grup ve bir çök köylü takip ediyordu, halinden pek memnun görünmüyordu.
Darius'a küçümser bir biçimde bakıyordu.
"Şimdi kendinle gurur duyuyor musun? diye sordu aşağılayarak. "Yaptığına bak. Burada ne kadar çok insanımızın öldüğüne bak. Bu adamların hepsi iyiydi ve mantıksız bir ölümün kurbanı oldular, hepsi senin yüzünden öldü. Hepsi gururun, kibirin ve bu kıza duyduğun aşk yüzünden öldü."
Darius alevlenen bu öfkeyle kızardı. Zirk her zaman, onunla ilk tanıştığı günden itibaren ona ters gidiyordu. Bir şekilde her zaman Darius tehdit ediliyor gibi hissediyordu.
"Benim yüzümden ölmediler," diye cevapladı Darius. "Benim sayemde yaşama şansı elde ettiler. Gerçek bir yaşam. İmparatorluk'un elleriyle öldürdüler, benim değil."
Zirk kafasını salladı.
"Yanlış," diye karşı çıktı. "Eğer sana söylediğimiz gibi teslim olsaydın, belki içimizden birini kaybetmiş olurduk. Fakat bunun yerine bazılarımız hayatını kaybetti ve onların kanı senin elinde."
"Hiç bir şey anlamıyorsun!" diye bağırdı Loti onu savunarak. "Darius'un sizin için yaptıklarından sadece çok korkuyorsunuz!"
"Bunun burada biteceğini mi sanıyorsun?" diye devam etti Zirk. "İmparatorluk'un geride kalan milyonlarca adamı var. Sen sadece bir kaçını öldürdünse ne olmuş? Yaptıklarını öğrendiklerinde, bu adamların beş katı adamla gelecekler. Sonraki sefer ise her birimiz katledileceğiz. Tabii önce işkence gördükten sonra. Hepimizin ölüm cezasını imzaladın sen."
"Yanılıyorsun!" diye bağırdı Raj. "Size hayatta bir şans verdi. Onurunuzu kurtarma şansı. Hiç hak etmediğiniz bir zaferi."
Zirk kaşlarını çatıp Raj'a döndü.
"Bunlar aptal ve hesapsız bir çocuğun davranışları," diye cevapladı."Büyüklerini dinlemesi gereken bir grup çocuğun işleri. Seni asla eğitmemeliydim."
"Yanlış," diye bağırdı Loc, Loti'nin yanına gelerek. "Bunlar bir adamın cesur hareketleriydi. Çocukları adam yapan bir erkeğin. Sizler erkekmişsiniz gibi davransanız da değilsiniz. Bir adamı adam yapan yaşı değil, cesaretidir."
Zirk kıpkırmızı oldu, kaşlarını çattı ve kılıcının kabzasını sıkı sıkı tuttu.
"Böyle dedi sakat," diye cevapladı Zirk ona doğru tehditkar bir şekilde yaklaşarak.
Bokbu kalabalıktan çıkarak avucunu uzatıp Zirk'i durdurdu.
"İmparatorluk'un bize ne ne yaptığını görmüyor musunuz?"dedi Bokbu. "İçimizde ayrılık yaratıyorlar. Fakat bizler biriz. Tek bir davamız var. Düşman onlar, birbirimiz değiliz. Şimdi her zamankinden daha çok birleşmemiz gerektiğini anlamalıyız."
Zirk elleri belinde durup Darius'a baktı.
"Kelimeleri güzel kullanan aptal bir çocuksun sadece," dedi. "İmparatorluk'u asla yenemezsin. Asla. Biz ise birleşmiş değiliz. Bugünki hareketlerini onaylamıyorum– hiç birimiz onaylamıyoruz," dedi büyüklerin yarısını ve kalabalık köylü grubunu göstererek. "Sizinle birleşmek bizi ölüme yaklaştırıyor ve bizler hayatta kalma niyetindeyiz."
"Peki bunu nasıl yapmayı düşünüyorsunuz? "diye sordu Darius'un yanında duran Desmond, öfkeyle.
Zirk kıpkırmızı kesilip sustu, Darius o an tıpkı diğerleri gibi hiç bir planı olmadığını, sadece korkudan ve çaresizlikten bu şekilde konuştuğunu anladı.
Bokbu nihayet öne gelip ortalarında durarak gerginliği azalttı. Tüm gözler ona döndü.
"İkiniz de hem haklı hem haksızsınız," dedi. "Şimdi önemli olan gelecek. Darius, planın nedir?"
Darius tüm gözlerin koyu sessizlikte ona döndüğünü hissetti. Düşündü ve aklında yavaşça bir plan oluşturdu. Yapılabilecek sadece bir şeyin olduğunu biliyordu. Başka yol seçmek için çok fazla şey yaşanmıştı."
"Bu savaşı İmparatorluk'un kapısına götüreceğiz," diye bağırdı canlı sesiyle. "Yeniden toparlanamadan onlara bedelini ödeteceğiz. Diğer köle köylerle birleşip bir ordu oluşturacağız ve acı çekmenin ne olduğunu onlara öğreteceğiz. Bu uğurda ölebiliriz ama hepimiz özgür olarak, davamız için savaşarak ölürüz."
İşte o an Darius'un arkasından, köylülerin çoğunluğundan bir tezahürat yükseldi, çoğunun arkadan kendisine destek verdiğini görebiliyordu. Küçük bir grup ise Zirk'in arkasında pek emin görünmeden duruyorlardı.
Zirk'in öfkelendiği belli oluyordu, sayıca azınlıkta kalmışlardı, kıpkırmızı kesilmişti. Kılıcının kabzasını gevşetti, döndü ve bir hışımla giderek kalabalıkta kayboldu. Köylülerden oluşan küçük grup da onunla birlikte ayrıldı.
Bokbu öne gelip ciddiyetle Darius'a baktı. Yüzü endişe ve yaşla kırışmıştı, bu çizgiler hayatta çok şey görmüş geçirmiş olmasının sonucuydu. Darius'a gözlerinde duran bilgelik ve bir de korkuyla bakıyordu.
"Halkımız onları yönlendirmen için sana ihtiyaç duyuyor," dedi yavaşça. "Bu çok kutsal bir şeydir. Güvenlerini sakın ola boşa çıkarma. Bir orduyu yönetmek için çok genç olsan da bu görev sana düşüyor. Bu savaşı sen başlattın şimdi bitirmek zorundasın."
*
Gwendolyn, köylüler dağılmaya başlarken öne geldi. Yanında Kendrick ve Sandara vardı, arkasında da Steffen, Brandt, Atme, Aberthol, Stara ve onlarca adamı. Darius'a saygıyla baktı. Gözlerinden bugün savaş alanına yardımına gelmeye karar verdiği için minnet duyduğu okunuyordu. Zaferlerinden sonra haklı olduğu kanıtlanmış gibi hissediyordu, doğru kararı ne kadar zor olursa olsun verdiğini biliyordu. Bugün burada onlarca adamını kaybetmişti ve hepsinin yasını tutuyordu. Ayrıca eğer geri dönmemiş olsaydı, Darius ve burada duran tüm herkesin kesinlikle ölmüş olacaklarını da biliyordu.
Burada İmparatorluk askerlerine karşı böylesi bir cesaretle duran Darius'u görünce, aklına Thorgrin geldi ve bu düşünceyle kalbi kırıldı. Darius'un cesaretini bedeli her ne olursa olsun ödüllendirmeye kararlı olduğunu hissetti.
"Burada davanızı desteklemek için hazır bulunuyoruz," dedi Gwendolyn. Darius, Bobku ve tüm diğerlerinin dikkatini çekip kalan köylülerin de ona doğru dönmesini sağladı. "İhtiyaç duyduğumuzda bizi yanınıza aldınız – bizler de ihtiyaç duyduğunuzda sizleri desteklemek için buradayız. Sizlere silahlarımızı veriyoruz, davanız davamızdır. Sonuçta hepsi bir düşmana karşı. Bizler evimize özgür olarak dönmek istiyoruz, siz de evinizde özgürlüğünüzü kazanmak istiyorsunuz. Her birimize gaddarlık eden tek bir düşmanımız var."
Darius ona baktı, etkilendiği belli oluyordu; Bokbu grubun ortasına doğru gelip orada durdu ve yoğun sessizliğin ortasında tüm halkı onu izlerken onlara baktı.
"Bugün burada sizi aramıza almakla ne kadar doğru bir karar verdiğimizi gördük," dedi gururla. "Bizlere hayallerimizin ötesinde bir hediye verdiniz ve harika bir ödül aldık sizden. Halka halkı, onurlu ve gerçek savaşçılar olarak edindiğiniz ün gerçekmiş. Sizlere sonsuza dek borçluyuz."
Derin bir nefes aldı.
“Yardımınıza ihtiyacımız var,” diye devam etti. “Yalnız ihtiyacımız olan savaşacak adamlarınızdan birkaç yüzü daha değil. Vereceğiniz daha fazla adam bize yetmeyecek, en azından sıradaki savaşta. Eğer davamıza gerçekten yardımcı olmak istiyorsanız, yapmanıza ihtiyaç duyduğumuz şey bize takviye güçler bulmanız. Eğer bir şansımız olacaksa bu, yardımımıza gelecek onbinlerce adam sayesinde olacak.”
Gwen kocaman açılan gözleriyle ona baktı.
“Pekiyi on binlerce şövalyeyi nerede bulacağız?”
Bokbu acı acı baktı.
“Eğer İmparatorluk dahilinde özgür adamların yaşadığı büyük bir şehirde, yardımımıza gelmeye gönüllüler varsa –ki bundan şüpheliyim– bunları mutlaka İkinci Halka’da buluruz.
Gwen ona şaşırarak baktı.
“Bizden ne istiyorsunuz?” diye sordu.
Bokbu onlara ciddiyetle baktı.
“Eğer bize gerçekten yardım etmek istiyorsanız,” dedi, “sizden imkansız bir göreve çıkmanızı isteyeceğim. Bu, savaş alanında bize katılmanızdan çok daha zor ve tehlikeli. Sizden asıl planınıza, yani bugün dönmek üzere olduğunuz yolculuğunuza çıkıp Büyük Çöl’ü geçerek İkinci Halka’yı aramanızı ve eğer oraya canlı olarak varırsanız ve eğer öyle bir yer varsa ordularını davamıza katılmaları için ikna etmenizi isteyeceğim. Bu savaşı kazanmamızın tek yolu bu.”
Ciddi bir ifadeyle ona bakarken sessizlik o kadar yoğundu ki Gwen sadece çöl boyunca esen rüzgarı duyabiliyordu.
“Kimse Büyük Çöl’ü geçemedi,” diye devam etti. “Kimse İkinci Halka’nın varlığını doğrulayamadı. Bu imkansız bir görev. İntihara yolculuk. Bunu istemekten nefret etsem de şu an en çok buna ihtiyacımız var.”
Gwendoly Bokbu’yu incelerken yüzündeki ciddiyeti fark etti ve kelamlarını uzun süre ve son derece detaylı olarak düşündü.
“Gereken neyse onu yapacağız,” dedi. “Davanıza en çok yarayacak olan neyse onu. Eğer müttefikler Büyük Çöl’ün diğer tarafındalarsa öyle olsun. Hemen yola çıkacağız ve hizmetinize sunacağımız bir orduyla döneceğiz.”
Gözlerinden yaşlar süzülen Bokbu, öne çıkıp Gwendolyn’i kucakladı.
“Siz gerçek bir kraliçesiniz,” dedi. “Halkınız size sahip olduğu için çok şanslı.”
Gwen halkına döndüğünde, ona korkusuzca ve ciddiyetle baktıklarını gördü. Nereye giderse gitsin onunla birlikte geleceklerini biliyordu.
“Yolculuğa hazırlanın,” dedi. “Büyük Çöl’ü geçip İkinci Halka’yı bulacağız. Ya da bu uğurda öleceğiz.”
*
Sandara orada durup, Kendrick ve halkının Büyük Çöl’e çıkacakları yolculuk için hazırlandıklarını görünce ikiye bölünmüş hissediyordu. Diğer tarafında Darius ve halkı, birlikte büyüdüğü, bu hayatta tanıdığı insanlar dönüp İmparatorluk’la savaşmak için köylerine gitmeye hazırlanıyorlardı. İçindeki bölünmüşlük hissiyle ne yöne gideceğini bilemiyordu. Kendrick’in sonsuza kadar yanında olamayacağı düşüncesine katlanamıyordu fakat halkını terk etmeye de gönlü razı gelmiyordu.
Zırhını hazırlayıp kılıcını kınına koyan Kendrick,kafasını kaldırınca Sandara’nın gözleriyle buluştu. Ne düşündüğünü her zamanki gibi biliyordu. Sandara da Kendrick’in gözlerindeki acıyı, taşıdığı ihtiyatı görebiliyordu ve bunun için onu suçlamıyordu. İmparatorluk’ta geçirdikleri tüm bu zaman boyunca onunla arasına mesafe koymuş, Sandara köyde yaşarken Kendrick mağaralarda yaşamıştı. Büyüklerini onurlandırmaya ve bir başka ırktan olan biriyle evlenmemeye niyetliydi.
Fakat yine de aşkı onurlandırmadığını fark ediyordu. Hangisi daha önemliydi? Birinin aile kurallarını onurlandırması mı yoksa kalbini onurlandırması mı? Bu konu hakkında her gün acı çekiyordu.
Kendrick ona doğru geldi.
“Sanırım halkınla burada kalacaksın?” diye sordu, sesinden ona ihtiyatla yaklaştığı belli oluyordu.
Ona yorgun, ızdıraplı gözlerle baktı, ne diyeceğini bilmiyordu. Cevabını kendisi de bilmiyordu. Sanki mekanda ve zamanda donduğunu, ayaklarının çöl zeminine mıhlanmış olduğunu hissediyordu.
Birden Darius yanı başında belirdi.
“Kardeşim,” dedi.
Sandara dönüp onu selamladı, havayı dağıttığı için ona minnettardı; Darius bir kolunu omzuna atıp Kendrick’e baktı.
“Kendrick,” dedi.
Kendrick saygıyla kafasını salladı.
“Sana duyduğum sevgiyi biliyorsun,” diye devam etti Darius. “Bencil hislerimle burada kalmanı istiyorum.”
Sonra derin bir nefes aldı.
“Fakat yine de Kendrick’le gitmeni istiyorum.”
Sandara şok olmuş bir halde ona baktı.
“Fakat neden?” diye sordu.
“Ona duyduğun onun da sana beslediği aşkı görüyorum. Böylesi bir aşk iki kere çıkmaz insanın karşısına. İnsanlar ne düşünürse düşünsün, kanunlarımıza rağmen kalbinin peşinden gitmelisin. Bu konu çok mühim.”
Sandara küçük kardeşine duygulanarak baktı, bilgeliğinden etkilenmişti.
“Seni bıraktığımdan bu yana gerçekten büyümüşsün,” dedi.
“Halkını bırakmak gibi bir harekette sakın bulunma, sakın onunla gitme,” dedi acımasız bir ses.
Sandara döndü ve onları konuşurken duyup da birkaç büyükle beraber yanlarına gelen Zirk’i gördü.
“Senin yerin bizim yanımız. Eğer bu adamla gidersen döndüğünde hoş karşılanmazsın.”
“Bundan size ne?” diye sordu Darius öfkeyle, onu koruyarak.
“Dikkatli ol Darius,” dedi Zirk “Şimdilik bu orduyu yönetiyor olabilirsin ama bizim başımız değilsin. Halkın adına konuşuyormuş numarası yapma.”
“Ben kardeşim adına konuşuyorum,” dedi Darius, “kim adına istersem de konuşurum.”
Sandara, Zirk’e tepeden bakan Darius’un elinin kılıcın kınını kavradığını gördü ve çabucak uzanıp bileğine onu sakinleştirir şekilde dokundu.
“Bu kararı ben verebilirim,” dedi Zirk’e. “Zaten çoktan verdim,” dedi; içindeki kızgınlık dalgası ve aniden vermiş olduğu kararı hissederek. Bu insanların kendi adına karar vermesine izin vermeyecekti. Kendini bildi bileli büyükler, hayatıyla ilgili her şeyde söz sahibi olmuştu ve şimdi zaman gelmişti.
“Kendrick sevdiğim adam,” dedi ona şaşkınlıkla bakan Kendrick’e dönerek. Bu sözleri sarf ederken bunların gerçek olduğunu biliyordu ve ona karşı hissettiği aşk tüm benliğinde akıyordu. Diğerlerinin önünde ona daha önce sahip çıkmadığı için bir suçluluk dalgası hissetti. “Onun halkı benim halkımdır. O benim ve ben onunum. Hiçbir şey, hiç kimse, ne siz ne de bir başkası bizi ayırabilir.”
Sandara, Darius’a döndü.
“Hoşça kal, kardeşim,” dedi. “Kendrick’e katılacağım.”
Darius kocaman sırıtırken Zirk kaşlarını çattı.
“Bir daha yüzümüze asla bakma,” diye çemkirip döndü ve büyüklerle beraber oradan uzaklaştı.
Sandara Kendrick’e döndü ve ikisi buraya geldiklerinden beri yapmak istediği şeyi yaptı. Onu hiç korkmadan, herkesin ortasında görünür şekilde öpüp ona duyduğu aşkı nihayet ifade edebildi. Kendrick onu öpüp kollarına alırken çok keyifli hissetti.
“Güvende ol kardeşim,” dedi Sandara.
“Sen de kardeşim. Yeniden buluşacağız.”
“Bu dünyada ya da diğerinde,” dedi.
Bu sözlerle Sandara döndü, Kendrick’in koluna girdi ve birlikte Kendrick’in halkına katılarak Büyük Çöl’e, şüphesiz ölüme doğru ilerlemek için yol aldı. Sandara dünyada neresi olursa olsun, Kendrick yanında olduğu sürece gitmeye hazırdı.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Finli kıyafetlerine bürünen Godfrey, Akorth, Fulton, Merek ve Ario Volusia'nın parlak sokaklarında birbirinden hiç ayrılmadan tetikte ve son derece gergin bir şekilde yürüyorlardı. Godfrey'in çakırkeyifliği çoktan yok olmuşken, belindeki altın keseleriyle bu görev için gönüllü olmasından ve sonraki adımı bulmak için beyin patlatmasından dolayı kendine küfrederken, bilmediği bu sokaklarda yürüyordu. Şimdi bir içki içmek için her şeyi verirdi.
Buraya gelmek ne kadar korkunç, berbat bir fikirdi. Neden bir anlık şövalyelik ruhuna teslim olmuştu ki sanki? Şövalyelik de neydi ayrıca diye merak etti. Bir anlık tutku, kendini düşünmeme ve delilik. Şimdi boğazı kuruyor, kalbi çarpıyor ve elleri titriyordu. Bu histen ve geçirdiği her andan nefret ediyordu. Koca ağzını kapamış olmayı diledi. Şövalyelik ona göre değildi.
Yoksa ona göre miydi?
Artık hiç bir şeyden emin değildi. Şu anda tek bildiği bu maceradan kurtularak hayatta kalmak, içmek ve burası hariç başka bir yerde olabilmekti. Bir bira için neler vermezdi. Bir yudum biraya dünyadaki en destansı hareketi değişirdi.
"Biz tam olarak kimden intikam alacağız?" diye sordu Merek, sokaklarda birlikte yürürken tam yanına gelerek.
Godfrey beynini zorladı.
"Ordularında olan birine ihtiyacımız var," dedi nihayet. "Bir kumandan. Yüksek rütbeli olmasına gerek yok. Orta karar rütbe olsa yeter. Altına öldürmekten daha kıymet veren biri olmalı."
"Böyle birini nerede bulacağız?" diye sordu Ario. "Kışlalarına dalacak halimiz yok."
"Deneyimlerime göre, kusurlu ahlaka sahip olan birini bulmak için gidebilecek tek güvenilir yer var," dedi Akorth. "Tavernalar."
"Şimdi oldu," dedi Fulton. "Nihayet biri mantıklı bir şey söyledi."
"Bu korkunç bir fikir bana göre," diye karşı çıktı Ario. "Bana sadece içmek istiyorsunuz gibi geliyor."
"Kesinlikle istiyorum," dedi Akorth. "Bunda utanılacak bir şey mi var?"
"Ne sanıyorsunuz?" diye cevap verdi Ario. "Tavernaya öylece girip, bir kumandan bulup onu satın alabileceğinizi mi? Bu kadar kolay mı?"
"Vallahi, çocuk nihayet doğru bir şey söyledi," diyerek katıldı sohbete Merek. "Bu kötü bir fikir. Altınlarımızı görünce bizi öldürüp hepsini alırlar."
"Bu yüzden altınlarımızı götürmeyeceğiz," dedi Godfrey karar vermeye çalışarak.
"Ne?" diye sordu Merek ona dönerek. "Ne yapacağız onları öyleyse?"
"Saklayacağız," dedi Godfrey.
"Tüm altınları saklayacak mıyız?" diye sordu Ario. "Delirdin mi? Zaten çok fazla miktardalar, şehrin yarısını satın alacak kadar."
"Tam olarak bu nedenle saklayacağız altınları," dedi Godfrey bu fikre iyice alışarak. "Doğru kişiyi, doğru fiyata bulup, güvenebileceğimiz birine onu yönlendireceğiz."
Merek omuz silkti.
"Bu aptalca olur. İşler iyice kötüleşecek. Senin peşinden neden geldik Tanrı bilir. Bizleri mezara sokacaksın."
"Peşimden geldiniz çünkü onur ve cesarete inancınız var," dedi Godfrey. "Beni takip ettiniz çünkü peşimden geldiğiniz anda kardeş haline geldik. Cesaret kardeşleri. Kardeşler birbirlerini asla bırakmazlar."
Yürümeye devam ederken diğerleri sustu, Godfrey kendine şaşmıştı. Zaman zaman ortaya çıkan bu karakteri kendi de anlamakta zorlanıyordu. Acaba konuşan babası mıydı, kendisi mi?
Bir köşeyi dönünce, şehir önlerinde açıldı ve Godfrey bir kez daha buranın güzelliğiyle büyülendi. Her şey parlıyordu; altınla döşenmiş, deniz suyunun kanallarıyla keşen sokaklar dört yanda altın rengini yansıtıp gözlerini kör eden ışıklarla parlıyordu. Sokaklar canlıydı ayrıca ve Godfrey, hayret ederek kalabalık gruplara karışıyordu. Omzuna bir çok defa çarpmıştı insanlar, bir de İmparatorluk askerlerinin onu fark etmemesi için kafası sürekli önde geziyordu.
Her çeşit zırha sahip askerler farklı yönlere koşturuyorlar, İmparatorluk soyluları ile hemen tanınır sarı tenleri, küçük boynuzları ve Volusia'nın sokaklarında bir aşağı bir yukarı sattıkları mallarıyla ülkenin vatandaşları birbirine karışıyordu. Godfrey, bir de İmparatorluk kadınlarını gördü uzun zamandır ilk kez. Adamlar kadar uzun, onlarınki kadar geniş omuzlulardı, arkadan bakınca Halka'nın adamları kadar iri görünüyorlardı. Boynuzları daha uzun ve sivri uçluydu, su yeşili renkte parlıyordu. Adamlardan daha vahşi görünüyorlardı. Godfrey onlardan biriyle dövüşmeyi hiç istemezdi.
"Belki hazır buradayken kadınları yatağımıza alabiliriz," dedi Akorth geğirirken.
"Sanırım boğazını keserken onlar da en az senin kadar zevk alacaklardır," dedi Fulton.
Akorth omuz silkti.
"Belki ikisini de yaparlar," dedi. "En azından mutlu bir adam olarak ölürüm."
Kalabalıklar artarken şehrin sokaklarında kendilerine yol açmak için birbirlerini ittiriyorlardı. Godfrey terliyor, endişeyle titriyor, kendini güçlü ve cesur olmaya, köyünde geride bıraktıklarını, yardımına ihtiyacı olan kız kardeşini hatırlamaya zorluyordu. Karşı koymak zorunda oldukları adamların sayısını düşündü. Eğer bu görevi başarırsa, belki bir fark yaratıp onlara gerçekten yardım edebilirdi. Bu, cesur ve şanlı savaş kardeşlerinin izlediği bir yol değildi ama Godfrey'in yoluydu, hatta bildiği tek yoldu.
Bir köşeyi daha dönünce Godfrey ileriye baktı ve tam olarak aradığı şeyi gördü: orada, uzakta, taştan bir binadan dışarı dökülen bir grup adam birbirleriyle güreşiyor, etraflarına toplanan kalabalık onlar için tezahürat yapıyorlardı. Birbirlerini yumrukluyor ve Godfrey'in hemen tanıdığı bir şekilde sendeliyorlardı: sarhoş şekli. Sarhoşların dünyanın her yerinde aynı görünmesi onu hayrete düşürüyordu. Aptallık kardeşliğiydi bu. Binanın üstünde siyah bir bayrağın dalgalandığını görünce ne olduğunu hemen anladı.
"İşte," dedi Godfrey, sanki Mekke'ye bakıyormuş gibi. "İşte aradığımız bu."
"Bu şimdiye dek gördüğüm en temiz taverna," dedi Akorth.
Godfrey zarif ön cephesini fark etti ve onunla hem fikir olduğunu düşündü.
Merek omuz silkti.
"İçeriye girince tüm tavernalar aynıdır. Buradakiler de diğer her yerdekiler kadar sarhoş ve aptallardır."
"Benim tarzımdaki insanlar," dedi Fulton, sanki biranın tadını alıyormuş gibi dudaklarını yalayarak.
"Buraya nasıl girebiliriz?" diye sordu Ario.
Godfrey ileri baktı ve neyi kastettiğini gördü: sokak bir kanalda son buluyordu. Buradan sonra yürüyecek bir yer yoktu.
Godrey küçük altın bir kayığın hemen yanı başlarından geçerken içindeki iki İmparatorluk askerini gördü. Dışarıya çıktılar ve hiç arkalarına bakmadan şehre doğru ilerlerken iple direğe bağladıkları kayığı orada bıraktılar.
Godfrey ve Merek aynı anda bildik bir bakış attılar. Harika akıllar, ya da en azından aynı zindanları ve arka sokakları birlikte yaşayan harika zihinler, diye düşündü Godfrey, benzer şekilde düşünür.
Merek öne gelip hançerini çıkardı ve kalın ipi kesti. Sırayla küçük altından kayığa doluştuklarında kayık şiddetle sallandı. Godfrey, botları güverteden sarkar halde durarak arkasına yaslandı.
Su yollarında salınıp, sallanarak ilerlediler, Merek uzun küreği alıp çekmeye başladı.
"Bu delilik," dedi Ario, subaylara doğru bakarak. "Geri gelebilirler."
Godfrey doğruca ileriye bakıp kafasını salladı.
"O zaman daha hızlı kürek çekmeliyiz," dedi.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.