Kitabı oku: «Şafak Sökmeden », sayfa 4

Yazı tipi:

YEDİNCİ BÖLÜM

Öğrencilerin çoğunun yangın alarmından dolayı otoparkta toplandıklarını bilen Kate okulun arka tarafından çıktı ve uzaklardan itfaiye araçlarının yaklaşan seslerini duydu. Bütün bunlara sebebiyet vermiş olmaktan dolayı kendini kötü hissediyordu, ama başka çaresi olmadığını biliyordu.

Elijah Rocky Nook Park’ın yakınındaki Mountain Drive’da yaşıyordu. Burayı iyi biliyordu, çünkü burası Santa Barbara Doğa Tarihi Müzesi’nin yakınlarındaydı ve çocukken oraya gitmeye bayılırdı. Sadece bir saatlik yürüyüş mesafesindeydi. Kate buraya doğrudan giden State Caddesi yerine Foothills Road üzerinden, daha uzak yoldan gitmeye karar verdi. Bu yol yolculuğunu iki katına çıkartacaktı, ama Elijah’ın birkaç saat içerisinde okuldan eve dönmemiş olacağını bildiğinden, ana yoldan uzak durmanın daha güvenli olacağını hissetti.

Tek sorun, etrafta hiç gölgelik yer olmayışıydı. Ağaçların altından yürümeyi çok isterdi, ama bunun yerine acı verici, sıcak Kaliforniya güneşinin altında yürüyordu.

Bu sırada Kate, Elijah’ın evini bulduktan sonra nasıl zaman geçireceğini düşündü ve daha sonra hemen aslında hiç de zaman geçirmesine gerek olmadığını fark etti. Adresi bulmak neredeyse imkânsızdı. Mountain Drive civarında ileri-geri yürüyüp onun evini bulmaya çalıştı. Ana yoldan evlere ayrılan sadece birkaç yol vardı ve bunların hepsine girdi, ama hiçbir evin kapısında onun soyadı yoktu: Ackerman.

Bu evlerden birisinin verandasında oturan yaşlı bir kadın Kate’e kızgın kızgın baktı.

“Evimin önünde ne yapıyorsun?” diye sordu.

Kate, “Ackermanları arıyorum,” diye cevap verdi.

Kadın “Öyle birilerini hiç duymadım,” diye küçümseyerek cevap verdi. “Şimdi polisleri çağırmadan buradan kaybol.”

Kate oradan hızla uzaklaştı.

Adresi yanlış yazmış olabileceğini düşünerek, daha fazla evin bulunduğu diğer sokaklara da saptı. Ama bunlardan hiçbirisi aradığı ev değildi.

Yine aşırı derecede sıcaklamaya başlamıştı ve en azından altına girebileceği ağaçların bulunduğu Mountain Drive’a döndü. Bir kez daha bir şeyleri gözden kaçırmış olabileceğini düşünerek yolda boydan boya yürüdü. Ama sadece çimenler, ağaçlar ve kayalar vardı.

Üçüncü seferinde tek kişinin geçebileceği bir patikayı fark etti. Burada durdu, bu patikanın daha önce burada olmadığına emindi. Daha önceki iki sefer bunu görmüş olsaydı mutlaka buraya da sapardı. Ama görmediğine emindi.

Meraklı bir şekilde buraya doğru bir adım atıp girip bakındı. Bir anda patika ağaçlar tarafından tamamen gizlenmişti. Artık görünmüyordu. Ağaçların arasında bir açıklık olduğu bile belli değildi.

İki adım geri attı. Patika yeniden gözüktü.

Cesareti kırılan Kate ürperdi. Patikanın ancak tam o anda bulunduğu yerden bakıldığında görülebildiğini anladı. Aradığı çocuğun gözlerinin önünde iki kere kaybolduğunu düşününce bu ona çok uygun geldi, Kate bu yolun on acıkacağını anladı.

Haydi bakalım, diye düşündü.

Patikayı takip etmeye koyuldu. Başlangıçta patika normal asfalt bir yoldu ve bir kamyonun geçebileceği genişlikteydi. Ama ilerledikçe daralıyordu. Üzerine karanlık gölgeler düşüren ağaçlar üzerine gelmeye başladı, dallarıyla dört bir yana uzanıyordu. Kate aşırı derecede sıcaklamışken, kafasının üstündeki örtünün güneşi tamamen engellemesinden dolayı donmaya başlamıştı. Buraya kadar yürürken ne kadar terlediyse, gölgede de o kadar üşümüş ve titremeye başlamıştı.

Sanki bir ormanın derinliklerine doğru yürüyormuş gibiydi. Birisi bu kadar erişilmesi zor bir yerde nasıl yaşayabilirdi ki? Elijah her gün okula gelebilmek için bu çalılık ve ağaçlığın arasından geçmek zorunda kalıyor olmalıydı. Bunu kim isterdi ki?

Kate bunun insanları uzak tutmayı amaçladığını düşündü. Onun gibi meraklı kişileri.

Daha sonra bir nehir sesi duydu. Duyduğu bu ses onu durmaya zorladı.

Tam o anda, tıpkı bu gizli patikayı bulduğu gibi, büyük bir konağın siluetini gördü. Sanki birdenbire karşısına çıkmış gibiydi. Konağın birden görünmesi onu ürküttü.

Kafasını yavaşça ve gergince çevirdi ve konağın tamamını görmeye çalıştı.

Konak sanki dağın içine oyularak yapılmış gibi görünüyordu. Vahşi bir bahçenin içerisinden geçip konağa döne döne giden merdivenler vardı. Kate göğüs hizasına gelen çalılık ve çimenlikten ancak heykellerin tepelerini görebiliyordu. Konağın tüm kapı ve pencerelerine kazık çakılarak kapatılmıştı. Pencereler fildişinden yapılmıştı ve o kadar kalındı ki, ilk bakışta göze çarpıyordu. Kırık pencerelerin arasında dışarı çıkıntı yapıyorlardı.

Kate geniş ve hurda şeklindeki bu eve baktı. Aradığı ev bu olamazdı. Bu ev tamamen terk edilmişti, yıkık döküktü ve bakımsızdı. O kadar uzun bir süre burada unutulup kalmıştı ki, doğa güçlerine teslim olmuştu. Yeryüzü onu kendine benzetiyordu.

Daha sonra, basamakların yanında aşırı uzamış bir çalı topluluğu gördü, bunlar neredeyse dikdörtgen gibi garip bir şekildeydi. Çimenliğin içinden kendine yol açarak ilerledi, bu çalılıkları itti ve böcekler kaçıştı. Burada dağdan geldiği açık seçik belli olan büyük bir kaya vardı. Birisi bunun üzerine şu sözcükleri kazımıştı: Ackermanların Evi.

Demek ki ev buydu. Ama terk edilmişti. Kimse böyle bir evde yaşayamazdı. Bu düşüncelerini doğrularcasına, tavan arasından birkaç yarasa ciyak ciyak bağırarak uçtu ve Kate ürkerek birkaç adım geri çekildi.

Yarasalar ormanın derinliklerinde kaybolduklarında Kate doğruldu ve şaşkınlıkla etrafına bakındı. Her şey daha da gizemli bir hal almıştı.

Elijah, diye düşündü, sen kimsin?

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Kate orada, yıkık dökük konağa bakarak kalakaldı, ne yapacağını bilmiyordu ve başarısızlığa uğradığını hissediyordu. Daha sonra cebindeki cep telefonu çaldı ve terli elleriyle onu eline aldı. Nicole’den mesaj gelmişti.

Bugün dersi astın mı? O kazadan sonra tam bir asi oluverdin!

Kate sözcüklere bakakaldı. Arkadaşları neden ona eskisi gibi sıcak gelmiyorlardı? Neden şu an aklında sadece Elijah vardı?

O zaman onun onu sakinleştirecek ve zihnini yatıştıracak tek şeyin arkadaşları olduğuna karar verdi. Her ne olursa olsun ona her zaman destek olmuşlar. Şimdi de ona yardımcı olup onu rahatlatabilirlerdi.

Cevap yazdı.

Biliyorum. Sanırım delireceğim. Buluşalım mı?

Nicole’ün cevabı neredeyse bir saniye sonra geldi.

Tabii ki! Haydi gel.

Kate Elijah’ı evine son bir kez daha baktı ve daha sonra ağaçlarla çevrili, kıvrıla kıvrıla giden yoldan ilerleyerek geldiği yoldan geri döndü.

*

Nicole’ün yatak odasında oturmak Kate’i biraz sakinleştirmeyi başardı. Nicole Kate’den mesajı alır almaz hemen Amy ile Dinah’ı da davet etmişti. Onlarla yeniden bir arada olmak ve tıpkı eskiden olduğu gibi -tabii ki Nicole’ün babasının yaptığı- Meksika biberli cips ve eritilmiş peynir yemek kendisini iyi hissettirmişti.

Kızların üçü de arkadaşlarını yeniden aralarında görmekten çok mutluydular. Bu sabahki halinden sonra onun için kaygılanmışlardı.

Kate belki milyonuncu defa özür diledikten sonra Amy, “Hiçbirimiz sana kızgın değiliz,” diye ısrar etti. “Başından çok kötü bir şey geçtiğini biliyoruz. Sadece sana yardım etmek istiyoruz.”

Kate kafasını salladı. “Sanırım şu anda bana yardımcı olacak tek şey bu konu hakkında düşünmemek.”

Nicole’ün gözleri parladı. “Kafamızı dağıtacak harika bir şey biliyorum.” Üç kız da ona baktı. Nicole sırıttı. “Finn’in partisi.”

Kate sıkıntıyla sızlandı. Şimdi diğer insanlarla, özellikle de kuşlarla ilgili olan biteni gören okuldakilerle birlikte olmak istemiyordu.

Kararsız bir şekilde, “Bilmiyorum,” dedi.

Nicole, “Haydi!” diye bağırdı. “Amy bile geliyor ve biliyorsun ki partilere gitmesi defalarca yasaklandı.”

Amy sırıttı. “Ailem matematik sınavıma çalışacağımı sanıyor. Mini eteğim çantamda.”

Kate içinde bulunduğu duruma rağmen gülümsedi. Amy ile partiye gitmek pek sık rastlanan bir durum değildi ve kaçırmaması gereken bir şeydi.

İçlerinden en heyecanlı olan Dinah idi. “Finn fikri harika,” dedi ve dudaklarına bir kat daha dudak parlatıcısı sürdü. “Sence son sınıftan çocuklar da orada olurlar mı?”

“Son sınıf” sözcüğü Kate’in dikkatini çekti. Eğer partide son sınıftan çocuklar olacaksa, belki Elijah da orada olurdu. Bunun olasılığının ancak yüzde bir olduğunu biliyordu -özellikle de dün bir grup son sınıf öğrencisi onu dövdüğünden- ama yüzde bir bile şu anda elinde olan yüzde sıfırdan iyiydi.

Kate, “Belki de,” dedi, “parti iyi bir fikir olabilir.”

Dinah aniden “Aman Tanrım!” diye bağırdı. “Kate’e doğum günü hediyesi olarak makyaj yapabiliriz!”

Herkes bunun iyi bir fikir olduğunu düşündü ve Kate isteksiz bir şekilde yüzüne yapış yapış şeyler sürmelerine, saçını taramalarına ve kendini bir vitrin mankeni gibi giydirmelerine izin verdi.

Dinah geriye açılıp ortaya çıkardığı eserden memnuniyet duyarak, “Git de aynaya bak,” diye ısrar etti.

Kate bocaladı. Ana. Ya aynaya baktığında yine o garip gri şeyi görürse ne olacaktı?

Kate Nicole’ün masasındaki aynaya baktı. Ortası oldukça geniş olan ve iki yanında da küçük aynalar bulunan bir aynaydı. Aynada bir grilik dışında hiçbir şey görünmüyordu.

Kate, “Harika görünüyor!” diye heyecanlı bir şekilde bağırdı.

Nicole, “Haydi bir selfie çekelim,” diye teklifte bulundu.

Kate birlikte poz verirlerken neredeyse ağlayacaktı. Ya fotoğrafta da bir şey çıkmazsa? Ya fotoğrafta gülümseyen üç arkadaşı ve ortalarında büyük, şekilsiz bir grilik çıkarsa ne olacaktı?

Dört kız da poz verdi, Amy kendisiyle özdeşleşen barış işaretini yaptı ve Nicole fotoğrafı çekti. Flaş bir yıldırım kadar parlaktı ve Kate dönüp gözlerini kaçırdı.

Nicole, “Aman Tanrım!” diye bağırdı.

Kate gerildi. Demek ki doğruydu. Fotoğrafta gri bir leke olarak çıkmıştı.

Nicole, “Bu hayatımda çektiğim en güzel fotoğraf!” diye sözlerini tamamladı.

Fotoğrafı diğerlerine gösterdi. Gri bir leke yerine kazadan sonra fotoğrafta ilk olarak kendisini tam olarak gördü. Tam rüyasında Elijah ile birlikteyken olduğu gibi giyinmişti. Koyu kırmızı ruj, uzun siyah elbise, sürmeli gözler. Harika görünüyordu. Ama kendisini hayalindeki elbisenin aynısıyla görmek onu sarsmıştı.

Fotoğraftaki görüntüsünde dikkatini çeken başka bir şey de vücudunda kazadan hiçbir eser olmamasıydı. Görebildiği tek değişiklik, boynundaki grimsi yaraydı. Elleriyle buraya dokundu ve parmaklarının altında kabartıları hissetti.

Nicole, “Tamam, haydi gidelim,” dedi. “Bizi babam götürecek, böylece hepimiz içebiliriz.”

Nicole’ün babası kızının eğlenmesini istiyordu, kızı bu konuda biraz fazla dikkatsiz olsa bile. Kızının annesi öldükten sonra kendisini tamamen kızının hayatına adamıştı. Kızları dışarıda geçirdikleri bir geceden sonra arabayla almak onun alıştığı bir şeydi. Nicole babasına “Baba Taksi” adını takmıştı.

*

Finn’lerin evi Leadbetter Plajı’nın hemen aşağısındaki Luneta Plaza’daydı. Nicole’ün babası onları bıraktığında parti tüm hızıyla devam ediyordu.

Nicole, “Kim bir şeyler içmek ister?” dedi.

Kate kazadan dolayı doktorların ona içmemesini söylediklerini ileri sürerek reddetti. Amy de istemedi; kendisinde tek seferde anne ve babasının kurallarından sadece bir tanesini çiğneyecek gücü buluyordu. Sonunda sadece Nicole ve Dinah mutfağa gidip bira alacak kadar cesur davranabildi.

Kate diken üstündeydi. Bütün bu insanların yakınında olmak duyularını yine hassaslaştırmıştı. Müziğin sesi çok yüksekti ve ev çok doluydu. Her bir konuşmayı beyninin içinde duyuyordu.

Amy onu bir koltuğa doğru götürerek, “İyi misin?” diye sordu.

Oturdular.

Kate, “İyiyim,” diye cevapladı. “Sadece kazadan beri kendimi biraz garip hissediyorum. Sanki biraz dağınık gibiyim, anlatabildim mi?”

Amy kafasını sallayıp onayladı ve arkadaşının kolunu sıktı. “İstediğin zaman buradan gidebiliriz.”

Kate, “Teşekkürler,” dedi.

Ama tam olarak nereye gidebilirdi? İğrenç ailesiyle karşılaşmak üzere eve mi? Yoksa bir sokak kedisi gibi Kaliforniya sokaklarını arşınlayıp Elijah’ı aramaya mı? Bunlardan hiçbirisi şimdikinden daha iyi bir seçenek değildi.

Amy, “Hey baksana,” dedi. “Tony burada.”

Kate bir zamanlar Tony’i görebilmek fırsatını kesinlikle kaçırmazdı. Ama şimdi ona önemsiz görünüyordu. Tony onu ve Amy’i görünce yanlarına geldi.

“Merhaba,” dedi. “Vay canına Kate, harika görünüyorsun. Gözlerine yine o şeyden yapmışsın.”

Amy Kate’i dürttü. Kate sadece gülümsemekle yetindi.

“Ona maskara deniyor,” dedi.

Tony biraz çekingen görünüyordu. “Peki, şey, oturabilir miyim?”

Kate bir şey diyemeden Amy kenara kaydı ve ona yer açtı. Tony aralarına oturdu. Kate Tony’nin kendisine temas eden kalçasını hissedebiliyordu.

“Senin hakkında etrafta dolaşan bir takım çılgın dedikodular duydum, Kate Roswell,” dedi.

Tony’nin üzerinden Kate Amy’nin kaşlarıyla işaretler yaparak senden hoşlanıyor demeye çalıştığını gördü.

Kate biraz ilgisi bir şekilde, “Gerçekten mi?” dedi. “Hangilerini?”

Tony Kate’in alçakgönüllü bir şaka yaptığını düşünerek güldü. “Pekala,” diye başladı Kate’in ilgisizliğini anlamayarak, “önce sadece sırt çantanla son sınıfa giden öğrencilerden oluşan bir çeteyi dağıttığına dair olanı duydum. Daha sonra bir karavanın sana çarptığını ve yara bile almadan kurtulduğunu. Sonra da otoparkta bir sürü kuşun sana saldırdığını duydum.”

Sesi Kate’in kulaklarında yankılanıyordu. Kate gerildi.

Kate, “Pekala,” diye başladı, konuşmak için bile isteksizdi. “Bu dedikoduların yüzde yüz doğru olduğunu doğrulayabilirim.”

Tony bir kez daha güldü. Şaka yaptığını düşünüyordu. Amy bu konuşmanın gidişatından dolayı heyecanlanmıştı. Kate’in acayip havalı biri gibi davranmaya çalıştığını düşünüyor olmalıydı. Kimse artık bunların onu çok sıktığını fark edemiyordu. Sadece Elijah’ı görmek istiyordu.

Tony, “Hey,” dedi. “Sana bir içki getirmemi ister misin?”

Kate o kalkınca biraz daha rahat oturabileceğini düşünerek, “Tabii ki, “dedi.

O gider gitmez Amy arkadaşının kolunu yakaladı. “Kızım, sen ne kadar havalısın böyle! Haydi devam et, onu peşinden koşturacaksın.”

Kate kaşlarını kaldırdı ve iç geçirdi. İstediği şey bu değildi.

Bir süre sonra Tony oturma odasının kapısından elinde iki birayla göründü. Ama onlara gelemeden Madison ortaya çıktı ve onun yürümesine engel oldu.

Kate, “Harika,” diye homurdandı. “Ablam burada.”

Amy kaşlarını çatıp gözlerini Tony’e diken Madison ve arkadaşlarına baktı. Elindeki biralarla onların oturduğu koltuğu işaret etti, sanki nereye gitmek istediğini göstermek ister gibiydi. Madison omzunun üzerinden baktı ve Kate’i gördü. Gözlerini kıstı. Kafasını yeniden Tony’e çevirdi, parlak siyah saçları onunla birlikte havalandı ve kusursuz manikürlü elini Tony’nin göğsüne bastırarak onu geri mutfağa yönlendirdi.

Amy olan biteni şaşkın bir yüz ifadesiyle izleyip, “Olamaz,” dedi. “Bunu onun yanına bırakacak mısın?”

Kate omuz silkti.

Madison Tony ile birlikte gözden kaybolunca, arkadaşlarından birisi, Clara, doğrudan koltuğa doğru yürüdü.

“Patilerini onun üzerinden çek, tamam mı?” diye parmağını Kate’e doğru uzatarak kızgın kızgın söylendi. “Madison ile Kate birbirine yakınlaşıyor ve araya girmemelisin.”

Kate yüzünden birkaç santimetre uzaklıktaki parmağa ifadesizce baktı. Amy ayağa sıçradı. Bunu onun yanına bırakmayacaktı. Topuklu ayakkabılarla bile Amy hala Clara’dan bir karış kadar kısaydı.

“Bana bak, buradan gitmeye ne dersin,” diye Clara’yı tersledi.

Clara ona dönüp ölümcül bir bakış attı. “Bu seni ilgilendirmez, bücür.” Onu itti ve Amy koltuğa geri düştü.

Kate’in görüşünü birden kırmızı bir sis kapladı. Koltuktan sıçrayarak kalktı. Beyninin ne yaptığını düşünmesine fırsat bırakmadan Clara’yı omuzlarından tuttu ve geri itti.

Kate’in beklediğinden de uzaklara uçarak gitti ve doğrudan çay masasının üzerine düşerek masayı paramparça etti. Kulakları sağır edecek kadar yüksek bir ses çıktı.

Kate ağzı şaşkınlıktan ardına kadar açık kalmış bir şekilde orada kalakaldı. Amy’nin gözleri ardına kadar açılmıştı.

Ses herkesin dikkatini çekti. Tony ve Madison mutfaktan hızla ger döndüler, Dinah ve Nicole de onları takip etti. Herkes şaşkın görünüyordu, bakışlarını bir yerde yatıp inleyen Clara’ya bir Kate’e çeviriyordu.

Masanın kırım parçaları Clara’yı yaralamıştı ve Klara teninde bir parça kan gördü. Kate kendisini buna iştahla bakarken gördü, midesi gurulduyordu.

Madison arkadaşının üzerine atılırken, “Birisi ambulans çağırsın!” diye bağırdı. Kate’e kızgın kızgın baktı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun?”

Kate paniğe kapılmış bir şekilde geri çekildi. Hızla kapıya ilerledi.

Dinah, Nicole ve Amy’nin üçü birden, “Bekle!” diye bağırdı.

Ama Kate durmadı. Kapıyı çekerek açtı ve nereye gideceğini bilemeden sokağa çıktı, sadece herkesten, her şeyden uzaklaşmak istiyordu. Sadece gitmek istiyordu.

Kate koştukça koştu ve kendisini Leadbetter Plajında bulana kadar da durmadı. Ayakları kuma gömülmüştü ve onu yavaşlatıyordu. Dudu ve öne doğu eğilip hızla nefes almaya başladı. Yorulmuştu, çok açtı ve başı dönüyordu. Kesik kesik nefes alabiliyordu.

Sahile vuran dalgaların sesi ona sanki fırtınanın ortasındaki okyanustaki dev dalgaların sesi gibi geliyordu. Kate bu sesi duymak istemiyordu. Kulaklarını elleriyle kapadı ve dizleri üzerine çöktü.

Birden duyuları yeni bir sesin saldırısına uğradı. Bu uzaklardan gelen derin, gürleyen, kükremeye benzer bir sesti. Kate ayağa kalkıp dönerek arkasına baktı. Shoreline Drive üzerinden gelen bir motosikletin farlarını görebiliyordu.

Derinlerden gelen ilkel bir içgüdü ona bu ışıklara doğru koşmasını söylüyordu.

Ayakları harekete geçti, kumsal üzerinde hızla yola doğru koşmaya başladı. Tam motosikletin yanından geçtiği noktada yola ulaştı. Ama sürücü de onu görmüş olmalıydı, çünkü onu geçtikten kısa bir süre sonra durdu; dumanlar çıkartan motor gürültüyle çalışmaya devam ediyordu.

Kate motosiklete doğru yürüdü. Sürücü ona döndü. Bu Elijah idi.

“Atlamak ister misin?”

DOKUZUNCU BÖLÜM

Elijah’ın motosikletinin arkasında oturup kollarını ona sarmak dünyadaki en doğal şeymiş gibiydi. Kate kafasını onun sırtına bastırdı, yumuşak deri ceketini yanağında hissetti ve bisikletin altında gürüldediğini hissediyordu. Motorun sesi, diğer sesler gibi ona acı vermek yerine onu rahatlatan, iyi bir sesti. Kazadan beri ilk defa kendisini sakin hissediyordu.

Elijah’ın motoruyla ilerlediği yolları tanımıştı; bu yolun Rocky Nook Park’a doğru gittiğini fark etti. Mountain Drive’a geldiklerinde o patika birden ortaya çıktı. Elijah patikada hızla ilerlemeye başladı. Ağaçlar onlar geçtikçe üstlerine kapanıyor gibiydi ve Elijah bunlar arasından ustaca ilerliyordu.

Kate, bu okula nasıl gittiğini açıklıyor, diye düşündü.

Sonunda durdu ve konak Kate’in gözleri önüne serildi. Onu en son gördüğünde parıl parıl gün ışığı altındaydı ve o zaman bile ağaç kümeleri onu karanlık bir görünüme kavuşturmuştu. Şimdi, gecenin ortasında ise anlatılamayacak kadar karanlık görünüyordu. Kate birden korkarak eliyle Elijah’ı aradı ve onun elini hissetti.

“Haydi,” dedi ve önüne düşüp konağa giden ve aşırı büyümüş çalılıklara kaplı yola girdi.

Aşırı derecede büyümüş çimenlerin içinde boğuluyormuş gibi görünen taştan heykelleri geçtiler ve döne döne çıkan merdivenleri tırmanarak konağın ön kapısına ulaştılar.

Kate, “Gerçekten de burada mı oturuyorsun?” diye sordu.

Elijah, “Evet,” dedi ve kapıya bir omuz attı. Kapı gıcırtıyla açıldı ve etrafa bir toz saçıldı.

Kate, “Belki de bir temizlikçi tutabilirsin,” dedi.

Elijah bu şakaya tebessüm etti ve kasvetli eşikten içeri adımını attı.

Eskiden olsa Kate tanımadığı bir yabancının arkasından böyle ürkütücü bir eve girdiğini hayal bile edemezdi, ama kaza her şeyi değiştirmişti. Başına gelen bütün o çılgınca şeylerden ona en mantıklı geleni buydu.

Elijah’ın konağın içinde bir siren gibi çınlayan sesi, “Buradan,” dedi. “Kırık döşemelere dikkat et.”

Kate eve girdi ve onu büyük bir merdivenden yukarı çıkarıp büyük örümcek ağlarının bulunduğu bir koridora götüren Elijah’ı takip etti. Kapısı ardına kadar açık bir odanın yanından geçti. Bu, içinde yıpranmış kırmızı deri bir koltuk ve altın çerçeveli bir aynadan başa bir şeyin bunulmadığı geniş bir odaydı.

Kate yutkundu. Bu rüyasında gördüğü odaydı.

Elijah yumuşak bir şekilde, “İyi misin?” diye sordu.

Kate kafasını evet anlamında salladı, konuşamayacak kadar şaşkındı. Odadan hızla uzaklaştı. Aklını kaçıracaktı.

Elijah ile, sonunda çekerek açtığı bir ambar kapısına gelene kadar iki sıra merdiven daha tırmandılar. Ortaya bir merdiven çıktı; merdiven açıldı ve alt tarafı yerdeki döşemelere çarptı.

Kate, “Odan tavan arasında mı?” diye sordu.

Elijah, “Evde hala su geçirmeyen son odalardan birisi,” diye yanıtladı, sanki içinde bulundukları durumda her şey açıklanabilirmiş gibi.

Kate merdivenden yukarı çıktı ve tavan arasındaki dev odaya baktı. Ne görmeyi beklediğini bilmiyordu, ama beklediği şey kesinlikle bu değildi.

Elijah’ın devasa bir sayvanlı karyolası vardı ve etrafını krem rengi perdeler çevreliyordu. Mobilyaları koyu renkte ve eskiydi, üzerlerinden tüm odaya eski ahşap kokusu saçılıyordu. Mermerle çevrili bir şömine vardı. Sanki daha önceden buraya gelecekleri biliniyormuş gibi ateş yakılmıştı, ve bu ateş Kate’in eve geldiğinden beri gördüğü tek ışık ve ısı kaynağı idi.

Odanın tamamı eski, antik bir görünüme sahipti. Ama yine de modern eşyalar da vardı. Bir televizyon, bir PlayStation, bir plakçalar ve genç bir çocuğun odasında olmasını beklediğiniz diğer tüm eşyalar. Ama aynı zamanda 1920’lerden kalma gibi görünen eski bir beyzbol sopası ve birbirine bir iple bağlanmış eski gazeteler gibi bir sürü eski eşya da vardı ve bunların hepsi karmaşık bir şekilde üst üste duruyordu.

Kate cesur bir şekilde, “Bana neler olup bittiğini açıklayacak mısın şimdi?” diye sordu.

Elijah, “Hemen,” dedi. “Öncelikle…”

Ahşap bir kutudan bir şey alıp Kate’e uzattı. Bu gümüş halkalardan yapılmış çok güzel bir kolyeydi.

Kate parmaklarını birbirine geçmiş halkalarda dolaştırırken, “Bu nedir?” diye sordu.

Elijah, “Bu senin için,” dedi. “Bu bir tür uğurlu eşya.”

Kate’e daha önce Nicole’den başka kimse bir takı hediye etmemişti. Çok etkilenmişti, hatta belki de Elijah’ın etkilemek istediğinden de çok etkilenmişti.

Kate kolyeyi boynuna taktı ve bunu yaparken gözlerini Elijah’ın yüzünden ayırmadı. Ateşten yansıyan ışık yüzünü aydınlatıyor ve onu her zamankinden daha yakışıklı gösteriyordu. Kalbinin çarptığını hissetti.

Kate, “Teşekkürler,” diye fısıldadı.

Elijah kafasını salladı ve daha sonra tavan penceresini işaret etti.

“Buraya,” dedi.

Kate, “Oraya mı gideceğiz?” diye sordu.

Elijah kafasını sallayarak onayladı, ambar kapağını açtı ve kendisini kolaylıkla yukarı attı. Kate yukarı baktı. Atlamak için çok yüksekti ve kaslarının onu kaldıracak kadar kuvvetli olmadığını biliyordu.

Elijah kapıda belirdi, eğilmişti. Ona elini uzattı. “Haydi,” dedi. “Sana yardım edeceğim.”

Elijah’ın solgun elini tuttu. Elijah bir anda onu tavan penceresinden yukarı çekti ve çatının üstüne nazikçe indirdi.

“Şimdi arkanı dön,” dedi, gözleri heyecanla parlıyordu.

Kate döndü. Önünde uzanan manzara nefesini kesti. Konağın çatısı ağaçların üstüyle aynı hizadaydı. Görebildiği yere kadar ağaçların tepeleri görünüyordu ve Santa Barbara’nın evlerini ve yolları bu ağaçların altında kalıyor ve okyanus çizgisinden başka bir şey görünmüyordu. Ay ışığı okyanusun üzerinde parlıyordu. Artık bir şehirdeymişler gibi hissetmiyordu. Sanki ıssız bir yerdeydiler. Sanki yeryüzündeki son iki insan onlardı.

Kate, “Ah,” diyebildi, “Çok güzel.”

Elijah, “Biliyorum,” dedi. Ve daha sonra Kate onun elini tuttuğunu hissetti. “Ve sen de öylesin.”

Kate’in kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Bakışlarını aşağı kaydırıp Elijah’ın elinin içindeki eline baktı. Sanki hep birbirinin içinde olmak için yaratılmış gibi birbirlerine çok iyi uymuşlardı.

Kafasını kaldırıp Elijah’ın gözlerine baktı. Yüzünde yoğun bir ifade vardı, ne anlama geldiğini anlayamıyordu. Elijah’ın onu öpmek isteyip istemediğini bilemiyordu, belki de Elijah’ın bunu istediğini düşünecek kadar kendini beğenmişti. Kate’in tek bildiği onun dudaklarını kendi dudaklarında hissetmeyi her şeyden çok istediğiydi. Ama bir süre geçtikten sonra elini bıraktı.

Elijah kırık birkaç parça kiremidin üzerine oturarak, “Sorularına yanıt almak için buradasın,” dedi.

Kate onun yanına oturdu, Nicole’ün siyah giysisi etrafında uçuşuyordu.

“Evet,” dedi ve ellerini kucağında birleştirdi. Sormak istediği soru dilinin ucundaydı ama bunu nasıl ifade edebileceğini tam olarak bilemiyordu. Çünkü eğer bunu söylerse, başına gelenler hakkında duyduğu korluların hepsinin gerçek olduğunu öğrenebilirdi. Derin bir nefes aldı ve yavaş yavaş verdi. Sonunda konuşmaya hazır olduğunda sesi oldukça kararlıydı. “Karavan çarptığında,” dedi, “Aslında öldüm, değil mi?”

Elijah ona üzgün üzgün baktı. “Evet. Öldün.”

Kate kafasını salladı. Bunu bir şekilde biliyordu. En azından bunun doğrulanması bile onu rahatlatmıştı. “Ama buradayım. Ve bunun neden olduğunu sen biliyorsun.”

Elijah, “Biliyorum,” diye cevapladı. “Ama sana anlatamam.”

Kate, “Neden?” diye sordu. “Bilmeyi hak ediyorum.”

Elijah hararetle, “Hak ettiğini biliyorum,” dedi. “Ama sana söylersem…” Gözlerini ağaçların tepelerine dikti. “Anlatılmaması gereken bazı sırlar vardır. Ve bazı güçlü ve tehlikeli insanlar bunların anlatılmaması için ellerinden gelen her şeyi yaparlar.”

Kate durakladı. “Elijah, tehlikede misin?” diye sordu.

Cevap vermedi.

Kate midesinde acı dolu bir düğüm hissetti. Kendisine ne olduğunu öğrenmeyi çok istiyordu, ama bunun için Elijah’a zarar vermek istemiyordu.

“En azından neden her şeyin böyle sesli ve sıcak olduğunu söyleyemez misin?”

Elijah, “Vücudun değişiyor,” dedi. “Her şey daha da kötü olacak ve daha sonra düzelecek.”

Alaycı bir şekilde, “Bunu bilmek oldukça rahatlatıcı,” dedi.

Elijah onun bu üstü kapalı cevaplarının Kate’in sinirlerini bozduğunu hissediyor gibiydi.

“Tüm sorularını yanıtlayabilmek isterdim,” dedi. “Ama bunu yaparsam bana çok büyük verecek kişiler var.”

Sanki çok şey söylemiş gibi yeniden sessizliğe büründü.

Kate midesinin tam ortasında kaygıdan doğan bir kasıma hissetti. Elijah’a bir şey olacağı düşüncesi, onu dehşete düşürmüştü.

Kate yavaşça, “Yani söylersen seni öldürürler mi?” diye sordu.

Elijah acı içerisinde uzaklara baktı. Üzerine bir dalgınlık çökmüştü. “Ölüm benim için bir kurtuluş olur,” dedi. “Bana yapmak istedikleri şey bundan çok daha kötü. Beni hapsetmek istiyorlar. Bana artık yaşamak istemeyeceğim bir hayat vermek.” Sırrını onunla paylaşmak için can atıyor, ama sırrını çok fazla açığa vurmak istemiyormuş gibi Kate’e baktı. “Evlenmiş olmam gerekiyordu,” dedi. “Kl… Ailem tarafından her şey ayarlanmıştı,” diye kendisini düzelterek konuştu. Ama onu sevmiyordum. Onunla birlikte olmak istemiyordum.”

Kate güçlükle nefes alarak, “Seni sevmediğin biriyle evlendirmek mi istiyorlar?” diye sordu. Elijah’ın ailesiyle karşılaştırıldığında kendi ailesi melek gibi kalıyordu.

Elijah tedirgin bir şekilde aniden ayağa fırladı. Kate bundan tam olarak emin olamasa da, sanki aydan gelen ışık kesiliyor ve gökyüzü simsiyah bir hal alıyordu.

Kate de kalktı ve kolunu tutarak, “Lütfen Elijah,” dedi. O kadar karanlıktı ki, Kate onun üzerindeki elleri neredeyse göremiyordu bile. “Sana yardım etmek istiyorum. Bana sadece ne yapabileceğimi söyle.”

Elijah kafasını sallarken yüzünden bir ıstırap ifadesi geçti. Boğuk bir sesle, “Bana yardım edemezsin,” dedi. Kolunu ondan kurtardı ve uzağa gitti. Karanlığın içinde kayboldu. “Aileme ettiğim yemini bozdum,” dedi, sesi karanlığı içinden geliyordu. “Ya o kıza geri dönerim, ya da burada kalır ve özgürlüğümün son günlerini yaşarım.”

Kate’in tüm vücudu tepeden tırnağa buz kesti.

“Son günlerimi derken neyi kastediyorsun?” dedi titreyen sesiyle. Karanlıkta Elijah’ı aradı ama ondan bir iz bile bulamadı. Ayaklarının altındaki kiremitler bile kaybolmuş gibiydi. “Elijah? Elijah?”

Karanlık dört bir yanını kaplıyor, onu omuzlarından aşağı bastırıyor ve Kate artık ayaklarının altında sağlam bir zemin bulunmadığını hissediyordu.

“Keşke seni bütün bunların içine hiç çekmemiş olsaydım, Kate.” Elijah’ın fısıldayan sesini kulağının dibinde duydu. “Bütün bunları hak etmiyorsun.”

Daha sonra karanlık her şeyi yuttu.