Kitabı oku: «Eğri Ağaç», sayfa 3
6. Süreli Yayınlardaki Yazıları
Magavin’in edebî ve bilimsel çalışmaları dışında çeşitli dergi ve gazetelerde çok sayıda yazıları çıkmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir6:
Joğalğan Poema Tariyxınan “Kaybolan Poemin Öyküsü”, Abay’ın oğlu Akılbay’ın Zulıs Qiyssası “Zulıs Epik Şiiri” hakkındaki yazısıdır. Jalın dergisi, S. 1 (1985), s. 1.
Abaydıŋ Aqın İnisi “Abay’ın Şair Yeğeni”, Abay’ın ağabeyi Kudayberdi’nin oğlu Şakarim ile ilgili yazdığı yazısıdır. Juldız dergisi, S. 8 (1988), s. 184-185.
Şäkärimniŋ Şeberligi “Şakarim’in Ustalığı”, büyük şair ve tarihçi ile ilgili yazmıştır. Juldız dergisi, S. 10 (1988), s. 178-185.
Qazaq Ordasındağı Xan Saylaw Dästüri “Kazak Ordası’nda Han Seçme Ritüeli”, Qazaq Ädebiyeti dergisi, 13 Mayıs 1994, s. 10-11.
Täwekel Xan Zamanında “Tavekel Han Döneminde”, XVI. yüzyıldaki Kazak Hanlığı’nın devlet politikası, iç ve dış durumu ile ilgili yazısıdır. Qazaq Ädebiyeti dergisi, 25 Temmuz 1995, s. 10-11.
Yedil Boyın Jaylağan Bawırlar Bar “İtil Boylarında Meskûn Kardeşler Var”, Rusya’nın Astrahan eyaletinde yaşayan Kazak diasporası ile ilgili yazısıdır. Qazaqstan Äyelderi dergisi, S. 10 (1996), s. 20-21.
Çeşenstan Azattıq Aldı “Çeçenistan Bağımsızlık Aldı”, Çeçenistan’daki durumu anlatan yazısıdır. Qazaq Ädebiyeti dergisi, 13 Şubat 1996, s. 3.
‘Alasapıran’ Romanı Qalay Jazıldı “Alasapıran Romanı Nasıl Yazıldı”, Qazaq Tarihxı dergisi, S. 6 (1997), s. 36-39.
Jambıldıŋ Ulılığı “Jambıl’ın Ululuğu”, büyük şair Jambıl Jabayev ile ilgili yazdığı yazısıdır. Juldız dergisi, S. 12 (1997), s. 165-193.
Qaraşa Ötken Joq “Kasım Geçmedi”, Egemen Qazaqstan gazetesi, 26 Aralık 1997, s. 3.
Ustaz “Üstad”, yazarın hocası, Kazak edebiyatının klasik yazarı Muhtar Avezov ile ilgili hatıraları üzerine sohbetidir. Jalın dergisi, S. 1-2 (1997), s. 2-11.
Şeŋberdiŋ Şeşüwi “Çemberin Çözümü”, yazar Orazbek Sarsenbay’ın edebî kişiliği üzerine yazdığı yazısıdır. Egemen Qazaqstan gazetesi, 20 Ağustos 1998, s. 3.
Jer – Qazaqtiki “Toprak, Kazaklarındır”, Juldız dergisi, S. 8 (1999), s. 168-173.
Kuŋfudzınıŋ Danalıq Däristeri “Konfüçyüs’ün Bilgelik Öğretileri”, eski Çin filozofu Konfüçyüs ve öğretileri hakkında yazdığı yazısıdır. Juldız dergisi, S. 5 (1999), s. 164-185.
Abaydıŋ Suwreti “Abay’ın Resmi” adlı denemesidir. Juldız dergisi, S. 8-9 (2000), s. 3-33.
Geteniŋ Soŋğı Maxabbatı “Goethe’nin Son Aşkı”, uzun hikâyesinden kesit. Qazaq Ädebiyeti dergisi, 28 Ocak 2000, s. 5-8.
Şanışqılı Berdiqoja Batır “Bahadır Şanışkılı Berdikoja”, Ulağat dergisi, S. 10 (2000), s. 108-109.
Şortanbaydıŋ Zar Zamanı “Şortanbay’ın Kederli Zamanı”, büyük şair Şortanbay’ın doğumunun 175. yıl dönümü münasebetiyle ele aldığı yazısıdır. Juldız dergisi, S. 2 (2003), s. 185-187.
Şortanbaydıŋ Jaŋa Zarı “Şortanbay’ın Yeni Ağıtı”, Şortanbay Kanayulı’nın Moskova arşivinden alınan el yazma eserleri ile ilgili yazısıdır. Juldız dergisi, S. 10 (2004), s. 169-174.
Yeskilikti Sözder “Eski Sözler”, ozan Şal Akın’ın eserlerini bir araya getiren Gabbas Yelevsizulı’nın defterinden, Juldız dergisi, S. 9 (2004), s. 195-203.
Murattıŋ Arman-Nalası “Murat’ın Ülküsü-Sitemi”, şair Murat’ın doğumunun 150. yıl dönümü münasebetiyle yazdığı yazısıdır. Juldız dergisi, S. 2 (2003), s. 186-188.
Aqır-Düniye “Son Dünya” adlı hatıralarından oluşan öyküleri, Juldız dergisi, S. 11 (2004), s. 121-140.
Ultsızdanuw Uranı “Milletsizleşme Sloganı”, millî ruh, Kazakça üzerine düşüncelerini ele aldığı yazısıdır. Juldız dergisi, S. 7 (2004), s. 96-169.
Abaydıŋ Belgisiz Äŋgimesi “Abay’ın Bilinmeyen Hikâyesi”, Dala Uwalayatı (1888-1902) gazetesinde çıkan hikâyenin yazarı ile ilgili ele aldığı yazısıdır. Şäkärim dergisi, S. 1 (2005), s. 12-19.
Duwlat, Ämir, Nuğıman. Belgisiz Nusqalar “Duvlat, Emir, Numan. Meçhul Nüshalar”, Rusya’nın Omsk şehrindeki arşivde bulunan, avukat N. Ya. Konşin envanterine kayıtlı edebî nüshalarla ilgili yazısıdır. Juldız dergisi, S. 11 (2005), s. 113.
Alaştıŋ Azamatı “Alaş’ın Değerli Kişisi”, bilim adamı Kamal Ormantayev ile ilgili yazısıdır. Juldız dergisi, S. 8 (2006), s. 172-174.
Bir Beybaq ‘Ötiniş’ “Bir Biçare Dilekçe”, büyük şair Mağjan Jumabayev’in eşine emeklilik maaşı bağlama üzerine yapılan tartışmaları konu alan yazısıdır. Juldız dergisi, S. 11-12 (2006), s. 197-199.
Qırıq-Oşaq – Abaydıŋ Ölgen Jeri… “Kırk Ocak, Abay’ın Öldüğü Yer…”, Juldız dergisi, S. 7 (2009), s. 127-132.
Türki Jurtınıŋ Qara Şaŋırağı – Bizbiz! “Türk Milletinin Atayurdu Biziz!”, bir Türk halkı olan Kazakların tarihi üzerine sohbet, Diydar gazetesi, 1 Şubat 2010, s. 5.
Mağjannıŋ Äni “Mağjan’ın Şarkısı”, büyük şair Mağjan Jumabayev ile ilgili yazısıdır. Egemen Qazaqstan gazetesi, 30 Temmuz 2011, s. 4.
Şäkärimge Qatıstı Üş Derek “Şakarim’le İlgili Üç Belge”, büyük şair Şakarim’le ilgili yazısıdır. Juldız dergisi, S. 4 (2011), s. 130-144.
Qazaq Xandığı “Kazak Hanlığı”, Taŋ-Şolpan dergisi, Almatı, S. 1 (2013), s. 189-190; S. 2 (2013), s. 189-190.
Qazaq Ädebiyetiniŋ Xal-Axuwalı “Kazak Edebiyatının Durumu”, Parasat dergisi, S. 9 (2013), s. 4-5, 14-15.
Qazaq Ordasınıŋ Xan Saylaw Dästüri “Kazak Ordası’nda Han Seçme Ritüeli”, Dästür dergisi, S. 5 (2013), s. 6-7.
Qazaqsız Qazaqstan “Kazaksız Kazakistan”, günümüz Kazakistan’ın siyasi, sosyo-kültürel durumunu ele aldığı ve hükûmeti eleştirdiği yazısıdır. Karlovy Vary, 16-20 Eylül 2013.
7. Çevirileri
Rus yazarı N. Pogodin’den Kreml’ Kuranttarı “Kremlin Kuleleri” (Almatı 1968) adlı dört perdeli piyesi, İngiliz yazarı W. Somerset Maugham’in öykü kitabını Kazak Türkçesine çevirmiştir. 1968 yılında Maugham’dan çevirdiği dokuz öykü şunlardır: Sarı “Sarı”, Qarasuw “Karasu”, Yel Şetinde “Ülkenin Sınırında”, Mister Bilgir “Mister Bilgiç”, Material İzdew Jolında “Materyal Peşinde”, Xat “Mektup”, Bolmaşı Oqiyğa “Küçük Olay”, Oraluw “Dönüş”, Tilenşi “Dilenci”. 1973 yılında İngiliz yazarı Henry Rider Haggard’ın Süleymen Patşanıŋ Kenişi “Hz. Süleyman’ın Hazineleri” romanını Kazak Türkçesine çevirmiştir (Amantay, 2020).
Kaynaklar
Baltabayeva, G. S. (2012a). “Qazirgi Qazaq Prozasında Ağaş Toteminiŋ Qoldanısı”, İzvestiya Natsional’noy Akademii Nauk Respubliki Kazahstan, S. 6, s. 40-42.
Baltabayeva, G. S. (2012b). Täwelsizdik Kezeŋindegi Qazaq Prozası. Almatı: Kazak Memlekettik Kızdar Pedagogikalık Universiteti.
Kınacı, C. (2016). Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik. Ankara: Bengü Yayınları.
Magavin, M. (2004). Kökbalaq. Almatı: Atamura.
Magavin, M. (2007). Qıpşaq Aruwı. Almatı: Atamura.
Magavin, M. (2007). Şığarmalar Jiynağı. Äŋgimeler. Almatı: Jazuvşı.
Toksambayeva, A. O. (2015). “M. Mağawin Xiykayattarındağı Ulttıq Harakter”, Ewraziya Gumanitarlıq İnstitutınıŋ Xabarşısı, Astana, S. 1, s. 250-254.
İnternet Kaynakları
Amanjol, Korganbek (02.02.2010). “Klassik nemese Muxtar Mağawinniŋ Mäŋgilik Küyi”, https://egemen.kz/article/1619- klassik-nemese-mukhtar-maghauinninh-manhgilik-kuyi, Erişim Tarihi 03.07.2020.
Amantay, Didar (05.01.2020). “Muqtar Mağawin: Titan Tulğa”, https:// adebiportal.kz/kz/news/view/22441, Erişim Tarihi 03.07.2020.
Hasan, Serikkali (21.01.2016). “Muxtar Mağawin: Meni Jazuwşılıq Yeŋbekke Jetelegen – 32-Jılğı Azap”, http://anatili.kazgazeta. kz/?p=34987, Erişim Tarihi 03.07.2020.
Jurtbay, Tursın (28.09.2017). “Qos Qayırım”, https://adebiportal.kz/kz/ news/view/19376, Erişim Tarihi 09.01.2021.
“Qazirgi Qazaq Prozası: M. Mağawin ‘Qıpşaq Aruwı’”, http://www.elarna.net/koru_kk.php?tur=30&id=383968, Erişim Tarihi 03.07.2020.
Korgasbek, Jüsipbek (02.02.2020). “Mağawin Mifi”, https://egemen.kz/ article/218796-maghauin-mifi, Erişim Tarihi 03.07.2020.
“Mağawin Muxtar Muqanulı (1940 j.) – jazuwşı, jurnalist, qoğam qayratkeri, awdarmaşı”, (30.01.2020), http://imena.pushkinlibrary.kz/ kz/pisateli-i-poetykz/764-.html, Erişim Tarihi 03.07.2020.
“Muxtar Mağawin”, https://adebiportal.kz/kz/authors/view/1181, Erişim Tarihi 03.07.2020.
“Muxtar Mağawin 80 Jasqa Toldı”, (02.02.2020), https://ult.kz/post/ mukhtar-magauin, Erişim Tarihi 03.07.2020.
“Ruwxaniy Jaŋğıruw: Mäŋgilik Yel Alıptarı” Jobası: Muxtar Mağawin”, (07.02.2018), http://www.presidentlibrary.kz/kk/news/ruhanizhangyru-mngilik-el-alyptary-zhobasy-muhtar-magauin, Erişim Tarihi 03.07.2020.
Toyşanulı, Akyedil (30.01.2012). “Mağawinniŋ Jaŋa Prozasınıŋ Altın Özegi”, https://abai.kz/post/12393, Erişim Tarihi 21.12.2020.
HALKLARARASI SKANDAL
Almatı’nın batı yönünde, şehrin bu ucundan pek uzak olmayan bir yerinde Rahman Ata köyü var. Aladağ’ın dümdüz eteğinde çukur, bataklık bir yer. Havası hoş, suyu bol, toprağı bereketli… Kışın ılık, temiz havalı; yazın serin rüzgârlı, sineksiz böceksiz. En önemlisi de sakin. Nereden bakarsan bak. Gürültülü şehirden güney bölgesine doğru uzanan Taraz, Çimkent güzergâhındaki kara yolu, iki buçuk kilometre kadar uzakta, aşağıdan geçiyor. Aladağ’ın yamacından köylere giden yol yukarıda, o da epey uzak. Rahman Ata köyü; gürültü patırtıdan, çer çöpten, dumandan uzakta sükûnete bürünmüş durumda. Bazen içi geçmiş, uyukluyor gibi. Çıt yok. Bu köyün sakinleri, sokağa da pek çıkmaz. Çıkmak için işi, fazla bir eğlencesi yok. Yalnızca arada sırada bir evden ötekine gidip gelen tek tük insanlar göze çarpar. Uzaktan dört beş karaltı belirirse, bil ki şehre giden arabayı bekleyenlerdir. Günde sadece iki ya da üç kez şehir seferi yapan, iyice yıpranmış olan eski model otobüs genellikle vaktinde gelmez, bazen hiç uğramaz. Bu yüzden sebatkâr kimseler hariç çoğunluk tabana kuvvet, ya yukarıdaki ya da aşağıdaki büyük yola doğru yaz kış demeden yaya gidip geliyor. Buna kimsenin aldırış ettiği de yok. Sağlığa faydalı. Yaya gidip gelmenin avantajlarını kabul etmek istemeyen yaşlı ve uyuşuk, tembel bazı vatandaşlar oraya buraya dilekçe gönderdilerse de, bundan bir sonuç elde edemediler. Nedeni şu anki pazar ekonomisi, maddi sıkıntılarmış. Bundan işkillenen köy sakinleri, imza toplayarak “Yakınımızdaki Drujba, Enternasyonal, İvanovka gibi köylere otobüs düzenli gidip geliyor da bize niye gelmiyor?” şeklinde ve daha nice şikâyette bulunmuşlar. Hiç cevap alamamışlar. Bunun nedenini, birazdan anlayacaksınız, açıkça söylenmese de anlayan Rahman Ata torunları, boş verip kendi yaya yürüyüşlerini daha da geliştirmişler.
Bu köy, eskiden hayvancılıkla uğraşırdı. Kendi malına da sovhoz7 malına da bakardı. Şimdi ise bakmıyor. Sovhozun malı, prihvatizatsiya8 esnasında yitip gitti. Köylünün malı ise serbest ekonomiye geçiş döneminde azala azala tükenmek üzereydi. Malın yerinde yeller esiyor. Olsa da bakamazlardı. Otlaklar yok. Köyün toprakları etraftan sarılmış, iyice küçülmüş durumda. Meçhul kimseler, arazileri kendi mülkiyetine geçirerek çitlerle ayırmışlar. Yalnız köyün kendisi paylaşılıp dağılmadan ayakta duruyor.
Eskiden ekin ekerler, patates yetiştirirlerdi. Sovhozun ekini, sovhozun patatesi… Artık sovhoz yok. Herkes kendi evinin hemen bitişiğindeki toprağı kazıp eşelemeye başladı. Hiç uğraşmayıp arazisini yabani yoncalara terk edenler de var.
Eskiden her hafta düğün dernek, bir ay geçmeden kökpar9 veya at yarışı yapılırdı. Artık at yarışı da yok, kökpar da. Bunun yerine her gün ziyafet var. Kalabalığa özel gösterişli toylar değil, sınırlı ailelerin ve insanların ziyafetleri. Gündüzleri tek tük mutlu, çakırkeyf, sallanarak yürüyenler, güneşin batışıyla birlikte ikişer üçer şekilde bir araya gelerek şarkı tutturanlar görülüyor. Bazen kanlı bıçaklı kavga ettikleri de oluyor. Önemli değil, ertesi gün yine barışırlar. Ziyafet bir başka ziyafetle devam eder. Ancak kavgadan gürültüden uzak eski mülayim köyün askerî ruhu yüksek bu aralar. Köyün çocukları sadece son dört yılda iki kişiyi vurarak, üç kişiyi de yaralayarak öldürdüler. Büyük bir yer, ortalama hesaba göre bu hiçbir şey. Genel olarak köyün huzuru bozulmadı. Her şey yolunda. Her şey yolunda olmasaydı, bu köye güneydeki Karakalpak’tan, yanı başındaki Semey’den onca insan göç ederek yerleşir miydi? Köyün iyi ve sakin oluşundandır bu.
İşte bu uyuyuverecekmiş gibi sükûnet içinde yaşayıp giden, kavga gürültü ve kanlı bıçaklamaların ağabey-kardeş arasından dışarı sızmadığı barışsever köyde, yakında az kalsın halklararası büyük bir skandal oluyordu. Oluyordu değil, tansiyon yükseldi ve çok tehlikeli boyutlara ulaştı. Köy, ikiye ayrıldı; yanıbaşındaki Almatı uzlaştırmasaydı, büyük bir tehlike patlak verecekti. Halklararası skandal!
İlk kavga, tabii ki, azıcık anlaşamamaktan çıktı. Sonra büyüdü, büyüdü. Sonuç… (Sonucu hikâyenin sonunda öğreneceksiniz). İlk başta o ufak anlaşmazlığın neden çıktığını, sorunun aslını astarını dosdoğru belirlemek, çok hassas ve zor bir konudur. Biz, tabii ki, gizleyecek değiliz ya, Kazak olduğumuz için doğrusunu yanlışını dikkate almadan, kan çeker ya, skandalın çıkış sebebini başka türlü değerlendirebiliriz. Ancak biz, eski Sovyet vatandaşı değil miyiz? Yani enter… nasyonalist. Ayrıca bugünkü ülkenin sahibi. Yani çok uluslu; sırası gelmişken, çok azınlık tek uluslu bir devletin başlıca ve en önemli temsilcisiyiz! Ülkedeki huzur ve istikrarlılık benim, yani Kazak halkının sabrına, sağduyusuna, tahammül gücüne ve siyasetine doğrudan bağlıdır. Bunların hepsini dikkate almak suretiyle, içe dönük, dar görüşlü milliyetçi zihniyetimizden sıyrılıp gerçeği, doğruyu anlatmaya gayret edeceğiz.
Evvel zaman içinde, Büyük Ekim Sosyalist Devrimine kadar… Affedersiniz, alışmış ağız saçmaladı, daha düne, yani ülkemizin egemenliğine kadar Rahman Ata, Almatı civarındaki tek Kazak köyü olarak biliniyordu. Çünkü çoğunluk Kazak. Çoğunluk değil, neredeyse hepsi Kazak. Hepsi de diyebiliriz ama tamamı değil. Beş yüz haneli köyde dört Rus, üç Alman, iki Koreli, bir Uygur, bir Yahudi ve milliyeti kesin olarak bilinmeyen bir kişi daha olmak üzere toplamda Kazak olmayan on iki aile vardı. Kalan dört yüz seksen sekiz aile Kazak. Eskisi gibi olsaydı, resmî verilerde Rahman Ata köyünde yedi Sovyet halkının temsilcileri bir arada mutlu bir şekilde yaşamakta, diye yazardı. O kalabalığı oluşturan Kazaklar, sosyalizmi hallederek komünizme doğru emin adımlarla yol alan yedilinin sadece bir parçasıdır. Buna göre Rahman Ata’nın tamamen bir Kazak köyü olmadığını kabul etmek gerekir. İşin aslına esasına bakılırsa, değil tamamına yakını veya yarısı, yalnızca yedi milletten biri demeleri bile sırf laf olsun diyedir. Köydeki bütün idari yazışmalar ve evrak işleri, büyük Rus halkının kudretli dilinde yürütülüyor. Resmî toplantılar, görüşmeler, törenler, tabii ki, tamamen Rusça. Bu doğru da: Böyle büyüklü küçüklü toplantılara hiç değilse iki üç Rus’un veya Kazakça anlamayan bir iki kişinin daha katılması mümkün ya! Peki, ya tek Rus’u istese bile bulamayacak olan çobanlar kurulu? O da Rusça. Kışın kumlara açılan, yazın dağlara çıkan vahşi çoban varsın bir şey anlamasın; özellikle çağrıldığı için konunun hayvancılıkla ilgili olduğunu kavrayamayacak kadar cahil değil ya! Üstelik günümüz çobanı Rusça bilmese bile, Kazakça okuma yazması var; gerekli sözü (tabii ki yüce Rus dilinde yazılan sözü) bir kâğıda yazıp verseniz, kürsüye çıkarak tane tane okumaya hepsinin de gücü yeter. Demek ki dil-vasıta konusunda hiçbir sıkıntı yok. Hülasa bütün işlerde komünizm fikirleri saltanat sürüyordu. Bu bağlamda, Rahman Ata köyünün Kazaklarla ne yakından ne de uzaktan bir ilgisi var. Bir tek okul. Karışık. Karışık derken, on sınıf Kazak, yirmisi Rus sınıfı. Dil bakımından. Diğer bakımdan, daha az önemi olan, okuldaki dokuz yüz çocuğun sekiz yüz doksan biri Kazak, kalan dokuzu ise üstün milletlerden olup iki Rus, dört Alman, bir Koreli, iki Uygur çocuğu var. Bir zamanlar işte bu üstün ırkların, baskın kardeşlerin isteği üzerine yarısı veya çeyreği Rusça olan sınıflar açılmıştı; zamanla Kazak çocuklarıyla tamamlanıp doldurularak ve sayıca giderek artarak bu kadar parlak bir seviyeye ulaştı. Komünizme yaklaştığımız her saat Kazakça sınıflar azalarak sonunda tamamen yok olmaya mahkûm idi. Rahman Ata köyünün, o zamanlar tabii ki adı farklıydı, ya Falanca-skoye ya da Filanca-ka; bu Falancanın kim olduğunu, Filancanın ne gibi anlam ifade ettiğini kimse bilmez fakat her şey hak ve hukuka göreydi, işte bu Fal-Fil-skoye-ka köyünün parlak geleceğinden kimsenin kuşkusu yoktu.
Derken nasıl olduğunu yine kimse bilmez, yerküreyi titreten, dünyanın yarısının dizginini elinde tutan süper güç sovyet devletimiz tarumar oldu. Darmadağın oldu. Tarumar olması bir şey değil, biz ayaktayız. Darmadağın olması da bir şey değil, biz bir bütünüz. Uğursuzluk bu ya, en üstte oturan Kanlıkafa Parlakbaş çarın ahmaklığından faydalanan, ondan bir basamak daha aşağıda olmasına rağmen, yiğitliğine yenik düşen Basıkburun Kalınsaç knyaz, Büyük Rusya’yı zihniyeti farklı Baltık milletlerinden, mizacı farklı Kafkasya’dan, dini farklı Orta Asya’dan azad, bağımsız ülke olarak ilan etti. Parlakbaş ile Kalınsaç, aralarında sürüp giden taht kavgalarına kendilerini kaptırınca Kazakistan’ı unutuvermişler. Peki, biz ne yapmalıyız? Moskova’yı dize getirip her şeyi yerli yerine koymaya gücümüz yetmiyor. Öyleyse başka çare kalmadı… Biz de özgürüz! Egemen Ülke olduk, yaşasın!
Bu tarihî olay hakkında o gün, o hafta, o ay Rahman Ata köyü duydu veya duymadı fark etmez, kimse sevinmedi; kimse de üzülmedi, eskiden olduğu gibi uyuklamaya devam etti. Ancak devir, insanı kendi başına bırakır mı hiç? Çok geçmeden Rahman Ata halkı, egemenliğin anlamının farkına varmaya başladı. Kendinin değil, başkasının egemenliğinin.
İlk önce bir Yahudi gitti. Uzaktaki tarihî vatanına dönecekmiş. Yetmiş yedinci atası bundan iki bin yıl önce baskı altındayken oradan göç etmek zorunda kalmış. Öylece Avrupa’yı aşıp Rusya’yı geçip bize ulaşmış. Şimdi ise niyeti, yeniden kurulan eski ulusunu geliştirmekmiş. Rahman Ata köyü, iyi yolculuklar diledi.
Ondan sonra üç Alman. Yedinci ataları, bundan iki yüz yıl önce mutluluk peşinde göç etmişler. Önce göç etmişler, sonra onları göç etmeye mecbur etmişler. Sonunda bize gelip yerleşmişler. Şimdi ise bir parçası oldukları, oldukça zengin ve güçlü vatanlarına kavuşma niyetindeler. Rahman Ata köyü, gözü yaşlı vedalaştı.
Daha sonra dört Rus. İkisi, elbette kendileri değil üçüncü ataları, bundan yüz yıl önce bu bölgeyi yerli yabanilerden temizlemek üzere gelmişler. Üçüncüsü, elbette kendisi değil babası, her ne kadar yoğun faaliyetler yapılsa da, bir türlü temizlenmek bilmeyen bölgeyi nizama sokmak ve düzen vermek üzere bundan yetmiş yıl önce gelmiş. Biri de, dedesi veya babası değil kendisi, çorak, ıssız ve uçsuz bucaksız bozkırı bayındır hâle getirmek, cehaletten arınamayan yerli halkın elinden tutup uygarlığa ulaştırmak üzere bundan kırk yıl önce gelmiş. Bunlara da teşekkürler. Tarihî misyonlarını yerine getirdiler. Artık eski yurtlarına dönmek istemişler. Çok zor oldu. Bütün köylüler, dil döküp caydırmaya çalıştılarsa da, durduramadılar. Gittiler. Rahman Ata köylüleri ile kadehlerini tokuşturup eklemleri gevşeyip ayrıldılar.
Şimdi de iki Koreli… Diğerlerini uğurlamakla meşgulken yüzleri kendilerininkine benzeyen kardeşlerin nereye gittiklerini kimse fark etmemiş. Rahman Ata köyü, küstü. O arada köydeki tek Uygur da kayıplara karıştı. En yakın olanı da oydu sanki hiç olmazsa vedalaşmaya tenezzül etmemiş. Rahman Ata köyü, dargındı. Ancak hiçbirine karşı kin beslemedi, neyse, yolları açık olsun, dedi.
Böylece, bizde yedi ulusun temsilcileri var, diye hava atan köyde kala kala iki ulus kaldı. Eskisinden de sayısı artarak altı yüz kırk haneye ulaşan kalabalık Kazak nüfusu ve tek hane -genç karısı ve hastalıklı, küçük kızı olan, soyu sopu, sülalesi, ırkı belli olmayan ama Kazak olmadığı kesin şoför Marat. Soyadı ya Mirzoyev, ya Mirzoyan, ya da Mirzozade, belki de Mirzopulo. Adı Marat. Evet, bunu söyledik. Sosyalizm platformundaki bütün uluslara ortak, hem güzel hem de heybetli bir isim. Marat Mirzo… Milliyeti belirsiz olduğu için, kendi de pek dikkate alınmıyordu. Eskiden beri. Şimdi iyice dikkatlerden uzak kaldı. Yani burada tamamen Kazakların yaşadığına kanaat getiren Rahman Ata köyü, enternasyonal görevini unutmuştu. Ancak çok geçmeden aklı başına geldi.
Kimisi üç yüz yıl der, kimisi de bin yıl der, biz de yüz elli yıl diyerek kimseyi ikna edemedik; her ne olursa olsun hasreti çekilen bağımsızlıktan sonra ya iki üç ya da beş altı yıl geçti veya geçmedi, yakını ilçeden, ilerisi ilden, uzağı başkentten özel komisyon gelmişti. Cefa çekenlerin, suçsuz yere mağdur olanların tam beş şikâyet mektubunun izinden. Birini yazan M. Mirzoyev. İkincisini yazan M. Mirzoyan. Üçüncüsünü yazan M. Mirzozade. Dördüncüsünü yazan M. Mirzopulo. Beşincisini yazan M. Marat… Bu beşinin de aynı kişi olduğu bize malum. İnceleme ve denetim yapan muhterem komisyon da bundan emin oldu. Ama bu durum, işin gidişatını değiştirir mi? Değiştirmez. Biri öğrenci defterinin ortasından koparılan çift sayfaya Rusça olarak, biri de hesap kitap tutulan bir defterin çizgili sayfasına Kazakça olarak, biri ise Rusça ve Kazakça karışık olarak büyük bir sarı kâğıda, diğeri yine Kazakça ve Rusça karışık olarak mavi bir kâğıda ve biri de meçhul bir dilde, köy postanesinin telgraf formlarının kenarlarından bir araya getirilmek suretiyle dikilen dokuz adet kâğıda yazılmış olan bunca dilekçenin feryat figanı Aladağ’da yankılandı. Başta sen de hayret edersin, sonra ürkersin, sonunda kendin de feryat figan edersin.
Rahman Ata köyünde insanlık dışı, sadece faşist rejime ait kan donduran milliyetçilik var, demiş mektupları yazanlar, yani beş mektubu da kendi eliyle yazan Marat Mirzo-yev-yanzade-pulo. Kazak milliyetçileri, şiddet ve zulüm uygulayarak Rahman Ata köyünü Büyük Rusya’dan tamamen ayırdı ve yasadışı olarak kendilerini Egemen Köy diye ilan etti. Kimseye sormadı; halkın iradesini hiçe sayarak suç işledi. Şimdi ise bütün dünya karşısında çekinmeden kötü niyet, fitne fücur işlerini gerçekleştirmeye başladı. Burası şimdi Rahman Ata köyü olarak adlandırılır. Tarihe apaçık ihanet. Utanmazlık, arsızlıktır. Buranın eski adı Falanca-skoye. Yeni toprakları bayındırlaştırmanın destek ve dayanağı olmuştu bir zamanlar. Adı yine yasadışı olarak Almatı’ya değiştirilmiş olan Güvenilir10 kalesini yabani yerlilerden koruyan karargâhlardan biriydi. Bu bozkır bölgesini silahlı ordusuyla dize getirip Büyük Rusya’ya ebediyen dâhil eden jandaral11, kendi elleriyle temelini atmıştı buranın. Falanca-skoye! Aklınızda olsun! Geri kalmış bölgeyi yabanilerden tamamen temizleyip yeni yöntemlerle bayındırlaştırma dönemindeki adı Stalin kolhozuydu12. Ondan sonra, ıssız ve bakir olan toprakları gelişigüzel karıştırma sırasında Bilmemneka oldu. Şimdi yine değiştirdiler. Peki, devir değişti, tamam, eski hâline getiriniz. Öyleyse Stalin. Stalin’den korkuyorsanız, daha eski olan tarihî adı Falanca-skoye. Ama öyle yapmadılar işte. Kim olduğunu iblisin bile bilmediği bir Rahmançik. Bu azmış gibi bir de Ataşka. Komik bir şey yok. Ağlamak da olmaz. Herkesi ayağa kaldırmak gerek. Yılmadan karşı durmak gerek. Dünyadaki iyi niyetli insanlar, böyle bir kepazeliğe yol vermemeliler. Bu adın altında tarihi sil baştan yazma niyeti var. Tam bir su katılmamış milliyetçilik. İlk sonucunu kendi gözlerimizle görüyoruz. Önceden bu küçücük Falanca-skoye kolhozunda, ondan sonraki gelişip kalkınan Filanca-skoye sovhozunda Sovyetlere bağlı yedi ulusun temsilcileri, Ulu Rus halkının ağabeylik himayesi sayesinde musmutlu, barış içinde geçinip gidiyorlardı. Efendime söyleyeyim. Kazaklardan başka ulusların yerinde yel esiyor şimdilerde. Beş ulus, kaçtı gitti. Altıncı ulustan sadece ben kaldım. Çünkü gidecek bir yerim yok. Benim tarihî vatanımda, Sovyet hükûmeti düşerek yerli milliyetçilerin iktidara gelmesinden bu yana siyasi istikrarlılık sağlanamadı, orada millet birbirini kırıyor, şimdi ben nereye gideyim? Bir bütün ve kudretli olan Sovyetler Birliği’nin ayrılmaz bir parçası olarak, kendimin de doğup büyüdüğüm, emeğimin geçtiği Rahman Ata, önceki tarihî Falanca-skoye köyünü ikinci vatanım bilirdim. Buradaki durum da ortada. Bu köyü geliştiren, okuma yazma öğretip uygarlığa eriştiren Ruslar, buranın köy işlerini kalkındıran Almanlar ile Koreliler, bu köye bilim ışığını yağdıran Yahudiler, bu köyün meyve ve sebze ihtiyacını karşılayan Uygurlar; manevi baskıya, etnik ayrımcılık temelli zulme uğradılar; doğrudan can güvenliğine kasteden tehdit ve tehlikelerden dolayı göç etmek zorunda kaldılar. Önce bunların hepsi birer birer işten çıkarıldılar; Rusça konuşmaları yasaklandı hatta taşlanarak sokakta bile yürüyemez hâle geldiler. Her gün kapılarına dayanarak tehdit yağdıranlar, dayak atanlar… Def olun, evinizi barkınızı bedava bırakıp derhâl göç ediniz, dediler. Yoksa küçük çocuklarınızdan başlayarak hepinizi boğazlayacağız, dediler. Sonuç olarak, ne çare, bu köyün çalışkan, dürüst Rus’u, Alman’ı, Koreli’si, Uygur’u, Yahudi’si ve bir ulusun daha temsilcileri ağlaya ağlaya, istemeye istemeye göç etmeye mecbur kaldılar. Şimdi de benden kurtulmak istiyorlar. Şahsen kendim ve büyük ailem, tehlikeyle karşı karşıyayız. Evimi kundaklayacaklar mı, penceremin dibinde bomba mı patlatacaklar ya da kızımın ırzına geçip karımı aşağılayıp beni de işkenceyle öldürecekler mi bilmiyorum. Başka çarem yok, ben de buralardan gideceğim. Yalnızca dördüncü sınıfa giden zavallı kızımın okulu bitirmesini bekliyorum, demiş. Okula giden çocuğunun hâli ise daha da içler acısıymış. Rus sınıflarının hepsini dışarıya atmışlar, dokuz yüz öğrencisi olan büyük okulu baştan sona Kazaklaştırmışlar. Eskiden Rus-Kazak karışık okulu olarak bilinirdi. Şimdilerde Kazak sınıflarını kapatıp tamamen Rus okuluna çevirdik, diyorlar. Bu, göz boyamadır. Öğrencilerin hepsi Kazak, öğretmenlerin hepsi Kazak, öyleyse bu nasıl bir Rus okuludur? Bu nasıl bir hilekârlıktır? Buna bir çare var mıdır? Yapacak bir şey yok, demişler. Ama yine de ilçe, il ve ülke çapında, daha önce parti görevlerinde yetişen, dürüst enternasyonalist, akıllı ve iş-bilir yöneticilere umut bağladım. Tamamı olmasa da, birçok yönetim bu yoldaşların elindedir, diye düşünüyorum. Eğer, demiş, mektubunun sonunda Mirzo-yev-yan-zade-pulo, bu çığlığımı yansıtan dilekçem dikkate alınmazsa, ben Rus Dumasına yazacağım, Amerikan Senatosuna yazacağım, Alman Federal Meclisine yazacağım, Jirinovski ile Soljenitsin’e, Karimov ile Akayev’e yazacağım. Birleşmiş Milletler’in, İngiltere kraliçesinin huzurunda meseleyi gündeme getireceğim. Günümüzde insan hak ve hukukunu ayaklar altına almaya kimsenin hakkı yoktur. Ölürüm ama son damla kanım kalana kadar da namus ve şerefimi koruyacağım!
İlçe, il ve ülke düzeyinde çeşitli makam sahiplerinden kurulmuş yirmi yedi kişilik muhterem komisyon; Rahman Ata köyü ile Kaskelen arasında, Kaskelen ile Almatı arasında, Almatı ile Rahman Ata arasında üç ay boyunca mekik dokudu; üç dört yüz kişiyle konuştu ve kırk dört sayfalık esaslı bir sonuç raporu hazırladı. Fitneci köyün erkeğini, kadınını, yaşlısını, gencini toplayıp tavanından su damlayan, zemini delik deşik olan, duvarları çatlak veren eski, kocaman kültür evinde halkın geleceği için kilit öneme haiz bir uzlaşma toplantısı yaptı. Tabii, yeterli sayıda asayiş polisleri geldiler. Cefa çekip tüyleri diken diken eden dilekçeyi yazmak zorunda kalan Marat Mirzo-yev-yan-zade-pulo, saygıdeğer polislerin himayesinde, saygıdeğer komisyon üyeleriyle kürsüde yerini aldı.
Toplantı gösterişli, tumturaklı şartlarda başladı. Tabii, kudretli halkın yüce dilinde. Ondan sonra gündemi oluşturan konular dile getirildi. Rusça. Sıra muhterem komisyonun sonuç raporunu kalabalığa bildirmek üzere konuşma yapacak olan başkandaydı. Kazakça. O anda davacı Mirzo… -pulo, cin çarpmış gibi yerinden fırladı. “Siz yine ne yapmaya çalışıyorsunuz?” dedi. “Nasıl başladıysanız, öyle devam ediniz! Toplantı baştan sona ulu Rus dilinde yapılmalıdır. Ben sizin eciş bücüş dilinizi anlamıyorum!” dedi. Kazakça. “Siz”den başlayıp “eciş bücüş”e kadar tamamen Kazakça. Çünkü bu Mirzozade, Kazakçayı sular seller gibi konuşurdu. Rusçası ise burada bulunanların çoğundan daha zayıftı; sadece zayıf değil, Orta Asya-Kafkas usulü eski arabalar kadar kırık dökük, derme çatma ve çok kötüydü, konuşurken. Yazarken ise, tabii, sesi ve vurguyu yerli yersiz kullanıyor, eklere gelince ancak tahmin yoluyla ne demek istediği anlaşılıyor; en önemlisi içerik ki, işte içeriğin anlamlılığı sayesinde toplanmadı mı bu millet? İçerik ve güven. “Sabraniya na belikom ıruskom ayazıke! İya trebuyu!”13 dedi hem kendine hem de diğerlerine güvenen Mirzo-yan-pulo, Kazakça zayıf sözcüklerini Rusçanın gücüyle sağlamlaştırarak. Konuşmacı, yani muhterem komisyonun kır saçlı başkanı, il merkezinde önemli bir kurumun koskoca yöneticisinin yardımcısı, derhâl özür diledi ve sonuç raporunun herkesçe anlaşılan, halklararası iletişim dilinde yazıldığını, kendisinin de doğru yoldan sapmayacağını belirtti. Sonra bütün dillere hâkim yardımcılarının son derece becerikli bir biçimde yazıp verdikleri derin manalı sonuç raporunu Kazakça bariz aksanla, dili sürçerek takılarak okumaya başladı. Halkın arasına sokulan fitneye dur diyecek olan, kırk yedi sayfadan oluşan siyasi bildirinin esas noktaları aşağıdaki gibiydi:
Muhterem komisyon; Egemen Ülkemizde halklararası anlayış, saygı ve hoşgörü meselesinin hayati, kilit önemine büyük değer veriyor. Kalıcı bağımsızlık, topyekûn ve ivedi kalkınma, ülkedeki tüm ulusların birlik beraberliği ve dayanışmasına doğrudan bağlıdır.
Egemen Ülkenin önemli ulusu olduğundan dolayı Kazakların görevi farklı, sorumluluğu oldukça büyüktür. Sadece akıl, sağduyu, ilim ve siyaset değil, sınırsız sabır, büyük tahammül gerekir.
Bu bakımdan Rusça konuşan M. Mirzoyev, M. Mirzoyan, M. Mirzozade, M. Mirzopulo, M. Marat beylerin herkesi ayağa kaldırışı, bizim hızla gelişen yaşamımızda rastlanabilir bazı nahoş durumları önlemeye ilişkin iyi niyet göstergesidir.
Halklar arasındaki anlaşmazlık; adının anılması ayıp, dikkate alınmaması ise çok kötü sonuçlar doğuracak olan, her birimizin deruni düşünmesi ve temkinli davranması gereken, çok gizemli, sonu tehlikeli bir durumdur.
Ayrıca bütün Egemen Ülkemizde olduğu gibi Rahman Ata köyünde de halklar arasında alışılagelmiş, sakin bir durumun muhafaza edildiğinin altını çiziyoruz. Bununla birlikte halklararası anlayış ve saygı hususunda elde edilen başarılar karşısında rehavete kapılmadan, işbu son derece hassas konuda anlayış, iyi niyet ve ileri görüşlülüğün gerektiğini unutmamaya davet ediyoruz.
Rahman Ata köyünün sakinleriyle, öğrencilerinden ev hanımlarına kadar, işsiz gençlerinden emekli yaşlılarına kadar olmak üzere üç yüz otuz dokuz kişiyle güvenilir şartlarda gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda ve il, ilçe mahkeme, savcılık arşivlerinin incelenmesinde, mevzubahis Rahman Ata köyünde son yarım yüzyılda ve Egemenliğe ulaştığımızdan sonraki beş yılda halklar arasında uyuşmazlığa dayalı herhangi bir dava, skandal olduğuna dair hiçbir bilginin ve evrakın olmadığını gördük. İlgili şikâyet mektubuyla herkesi ayağa kaldıran M. Mirzoyev, M. Mirzoyan, M. Mirzozade, M. Mirzopulo, M. Marat beyler de konuya ilişkin elle tutulur herhangi bir tatsız olay gösteremedi. Rahman Ata köyünden topyekûn göç eden kardeş beş ulusun temsilcileri -dört Rus ailesi, üç Alman ailesi, iki Kore ailesi, bir Uygur ve bir Yahudi ailesi- hiçbir zorlama olmadan, kendi irade ve isteğiyle göç etmişlerdir. Onların uzak veya yakın ülkelere gittiklerine dair de elimizde bir bilgi yok. Devrimiz kentleşme, köylerden çıkıp şehirlere yerleşme devridir. Yerli ulus olan Kazaklar bile durmadan göç ediyorlar. Belki yukarıda adı geçen kardeşlerimiz de yakınımızdaki Almatı’da ya da ülkemizin sanayileşmiş bir şehrinde yaşamlarına devam ediyorlardır. Bunlardan bazıları yurt dışına gitmiş olsalar dahi, bunun doğal bir süreç olduğunu söylemeliyiz. Biz uygarlığa, demokrasiye adım atan bir ülkeyiz; eşit haklara sahip vatandaşlarımızın geliş gidişlerini, göç etmelerini kısıtlamaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu Rus dilli kardeşlerin tüm evlerini barklarını yasal yolla, bazen de aşırı pahalıya sattıkları saptanmıştır. Şu anki ev sahipleri olan Kazakların hepsinin ellerinde alım satımla ilgili gerekli belgeler mevcut. Bu belgelerin noter tasdikli kopyaları işbu sonuç raporunun sonuna eklenmiştir.