Sadece Litres'te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Nutuk», sayfa 12

Yazı tipi:

Kastamonu Valisinin İstanbul Hükûmetince Değiştirilmesi ve Buradan Çıkan Hadise

Efendiler, Kastamonu’da vali bulunan İbrahim Bey, ben ordu müfettişi iken Kurmay Başkanı’m bulunan Albay Kazım Bey’in şahsen tanıdığı bir kimse idi. Bu sebeple kendisine her türlü sırlar bildirilmişti. Aramızda şifreli yazışmalar yapılmaktaydı. Kendisi İstanbul hükûmeti tarafından İstanbul’a çağrıldı. Bu çağrıya asla uymaması gerekirken, anlaşılmaz sebepler ve düşüncelerle -İstanbul’da tevkif olunmak için Kastamonu’yu terk etmişti. İstanbul, İbrahim Bey’in yerine bir başkasını Kastamonu’ya vali tayin etmişti. Bu zat, 16 Eylül’de İnebolu’ya varmış bulunuyordu. Kendisinin tevkifini oradaki ilgililere emrettik. Bu meselede enteresan küçük bir safha oldu. Müsaadenizle biraz etraflıca anlatayım: Kastamonu’da ve Kastamonu vilayeti içinde gevşeklik ve kararsızlık eserleri görülmeye başlayınca, Kastamonu’ya güvenilir ve becerikli bir subayın gönderilmesini Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa’dan rica etmiştim. Fuat Paşa, Kastamonu Mevki Komutanı sıfatıyla oraya Albay Osman Bey’i göndermişti. Osman Bey, tam 16 Eylül günü Kastamonu’ya varmıştı ve yeni gelen vali hakkında verdiğimiz emrin uygulanmasını kendisinden bekliyorduk. Arz ettiğim emri verdikten sonra, uygulama ve yürütme hakkında telgraf başında bilgi bekliyordum. Gece olmuştu. İstediğim bilgiyi vererek, Kastamonu’da konuşabileceğim bir kimse bulamıyordum. Nihayet, 16-17 Eylül gecesi, Kastamonu ve dolayları Komutanı Albay Osman Bey, Kastamonu telgrafhanesine geldi ve aynen şu telgrafı verdi:

Bugün Kastamonu’ya geldim. İstanbul hükûmetinin adamları ve Vali Vekili ile Jandarma Komutanı’nın bir oyunuyla evimde tevkif edildim. Yiğitlik timsali subaylarımızın yardımlarıyla şimdi kurtuldum. Ben de Vali Vekili’ni ve Jandarma Alay Komutanı’nı birlikte tevkif ettirdim. Telgrafhaneyi işgal ettim. Buradaki durum ciddidir. Kongreden çok rica ederim, bütün kararlarından buraya bilgi vererek Kastamonu’nun muhterem halkını aydınlatsın. Yeni valinin İnebolu’ya indiği haber alınmıştır, hakkında ne muamele yapılacaktır? Burada Vali Vekili ve başkalarının tayini hakkında millî kongrenin bana yetki vermesini ve bu istirhamımın cevabını makine başında şimdi beklediğimi arz ederim.

Osman Bey ile makine başındaki görüşmemiz şöylece devam etti. Kendisinden sordum: Şimdilik orada duruma hâkim misiniz? Ne kadar kuvvetiniz var? Orada vilayet ileri gelenlerinden güvenilir kim vardır? Yeni tayin olunup İnebolu’ya geldiği haber alınan valinin adı nedir?

Osman Bey’in cevabı şu idi:“Hâlen vilayete hâkimim. Her hâlde, kongrenin yardımcı olarak beni aydınlatması gereklidir. Tayin olunan valinin, Konya valiliğinden emekli, çok eski bir zat olduğu söyleniyor. İsmi Ali Rıza’dır. Kuvvetim, iki yüz elli kişi çıkarır bir tabur ve dört tüfekli bir ağır makineli bölüğünden ibarettir. Halk ile henüz görüşülememiştir. Vilayet ileri gelenlerinden Defterdar Ferit Bey vardır.”

Osman Bey’e şu emri verdim: “Şimdi kendiniz vali vekilliğini üzerinize alınız ve bütün askerî ve sivil kuvvetleri elinize almaya tam yetkilisiniz. Gelmekte olan valiyi, hemen tevkif ettirecek süratli tedbirler alınız. Yaptıklarınıza açıktan karşı çıkanlara tereddütsüzce silah kullandırınız. Vilayet defterdarı, benim Diyarbakır’dan tanıdığım Ferit Bey ise size yardım etmesi gerekir. Bolu Mutasarrıfı’na, aldığınız vaziyeti ve yetkiyi şimdi bildirerek onun da İstanbul’a karşı aynı şekilde hareket etmesini tarafımızdan söyleyiniz. Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevkif Bey’e de benim tarafımdan aynı talimatı veriniz. Yanınızda hangi şifre anahtarı vardır?”

Osman Bey’in cevabı: “Vali vekilliğini Defterdar Ferit Bey’e vereceğim, kendi üzerime almayacağım. Bildiğiniz Ferit Bey’dir. Sinop Mutasarrıfı bildiğinizdir, kendisi vazifeden alınmıştır. Vekillik, Jandarma Tabur Komutanı Remzi Bey’dedir. Mazhar Tevfik Bey’in Sinop’ta olduğu bildiriliyor. Şifre anahtarı tevkif edilen alay komutanındadır; istendi, alacağım cevaba göre arz ederim, efendim.”

“Yanınızda başka şifre anahtarı var mıdır? Ferit Bey şimdi nerededir, durumdan bilgisi var mıdır?” diye sordum.

“Durumdan bilgisi yoktur, şimdi çağrıldı, gelecektir. Ben hiç şifre anahtarı almadım çünkü tevkif edileceğimi bilmiyordum, makam şifresiyle yazarım ümidindeydim.” cevabını verdi.

“Oradaki jandarma tabur komutanı kimdir, ne kadar jandarma kuvveti vardır, emriniz altına girdi mi?” sorusunu yazdırdım. Buna da verdiği cevapta: “Jandarma Komutanı Emin Bey, yanımda ve benimle iş birliği yapmıştır, merkezde jandarma sayısı otuz beş kadardır. Polis Müdürü Halil Bey de yanımda ve benimle iş birliği yapmıştır, polis sayısı kırktır. Piyade Tabur Komutanı Şerif Bey, kendisi biraz budala olduğundan şimdilik tevkif edilmiştir. Jandarma Tabur Komutanı Emin Bey yüzbaşıdır. Defterdar Ferit Bey geldi, yanımdadır.”

“Emin Bey’i biraz anlatır mısınız?” sorusuna “1902 mezunlarından, Üsküplü Emin, tanırsınız. Ayrıca ellerinizden öpüyorlar.”

Bunun üzerine şu satırları yazdırdım: “Emin Efendi’yi tanırım, teşekkür ederim. Ferit Bey’e durumu anlattınız mı? Önemli hususlar makam şifresiyle bildirilebilir. Sinop Mutasarrıf Vekili olan Jandarma Komutanı’na güvenilmezse onun yerine sizce uygun görülecek birinin vekilliğe geçirilmesi için gerekli tedbirler düşünülmeli. Yardıma ihtiyaç görüyor musunuz?” Osman Bey: “Kuvvetçe ihtiyaç görüp görmediğimi daha sonra arz edeceğim; Jandarma Tabur Komutanı, yeni geldiği için tutumu anlaşılamamıştır, efendim.” cevabını verdi. Osman Bey’e başka bir söyleyeceği olup olmadığını ve Ferit Bey ile durum üzerinde görüşüp görüşmediklerini sorup anladıktan sonra, şu telgrafı yazdırdım:

16-17 Eylül 1919

Osman Bey ve Ferit Beyefendi’ye,

Tedbirlerinizde ve çalışmalarınızda başarı dilerim. Bize durumunuzdan ve gelmekte olan valinin tevkif edildiğinden haber vermenizi bekleriz.

Mustafa Kemal

Kastamonu da İstanbul’a Karşı Harekete Geçiyor

Ferit Bey, Vali Vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları Komutanı olarak çalışmaya başladıktan bir iki gün sonra, kendilerini tekrar telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim.

İstanbul’da gereken makamlara, istenildiği gibi halkın imzası altında telgraflar yazıldığı ve bütün vilayetlere ve sancaklara da bu telgrafların gönderildiği bildirilmekle beraber birtakım sorular da soruluyordu. Bu arada “halk diyormuş ki:

1- Diğer vilayetlerin umumi efkârı bizimle beraber değiller midir?

2- Bu olağandışı durum ne zamana kadar devam edecektir?

3- Kabinenin direnmesine karşı ne gibi tedbir buyuruldu? Lütfen bizi aydınlatınız, Paşa’m.”

Halk adına yöneltilen bu soruların Vali Vekili ve Komutan Beylerin de zihinlerini işgal etmekte olduğunu düşünmek ve ona göre cevap vermek zahmete değerdi. Bundan dolayı Sivas-Kastamonu telini saatlerce işgal eden uzun bilgi verildi ve açıklamalarda bulunuldu. Bu açıklamaları şöyle özetleyebilirim:

1- Millî galeyan, vatanın her köşesinde kuvvetli ve ateşli bir şekilde vardır. Bütün vilayetlerin en ufak köylerine kadar halk ve en ufak birliğine kadar bütün ordularımız baştan aşağı hassasiyetle ve tam bir birlik hâlinde, bildirilen kararları uygulamakta ve yürütmektelerdir. Ve halkın ikinci ve üçüncü sorusuna cevap olmak üzere de:

2- Ne vakit ki Kastamonu halkı, bu durumu olağan dışı bulup endişeye düşmek zaafından kurtularak maksadımıza erişinceye kadar dayanmakta tereddüt eseri göstermeyecektir, işte o zaman olağan dışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Kabinenin direnişi tabiidir. Buna karşı başka tedbire kalkışmadan önce ilk tedbirimizi hakkıyla ve her tarafta kesinlikle uygulama çarelerini düşünelim. Mesela: Bolu’nun durumu hakkında ne yapılmıştır? Bolu hizasına kadar bütün mevkilerin İstanbul ile resmî haberleşmesinin kesildiğinden emin miyiz? Bununla ilgili olarak, beklediğimiz bilgiler henüz gelmedi. İşte, bu dediğim tedbir İstanbul’a kadar genişletildiği takdirde kabinenin direnmeye gücü kalmayacağını sanırım. Bunun beraber bundan sonra da çok cahilce ve çok ahmakça bir direnişe devam etmek isterlerse, her hâlde daha tesirli tedbirler uygulanmasına imkân vardır.

Bundan sonra Vali ve Komutan’ın verdiği bilgilerden şunlar anlaşıldı: İnebolu’dan İstanbul’a geri gönderilen yeni vali Zonguldak’ta, Dâhiliye Nazırı’ndan şöyle bir emir almış:

“Bolu ve çevresi serbesttir. Zonguldak’a çıkınız, vilayetin gereken yerleriyle haberleşiniz ve son emre kadar orada bekleyiniz.” Gerçekten yeni vali, Zonguldak’ta kalmış ve tehditlere başlamış. Ferit ve Osman Beyler, Zonguldak Mutasarrıfı’na yeni valiyi tevkif edip karadan Kastamonu’ya gönderilmesini emretmişler, Mutasarrıf bunu yapmamış. Bununla beraber teşebbüsü öğrenen yeni vali, orada barınamayarak, İstanbul’a dönmüş (Ves. 106).

Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu Kuvayımilliye Komutanı

Bir münasebetle arz etmiştim ki 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Kongre adına bazı kararlar almış ve hazırlıklar yapmıştı. Ali Fuat Paşa’ya, Kongrece “Batı Anadolu Kuvayımilliye Komutanı” unvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını millî bir bölge sayıp komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Bey’i; Afyonkarahisar dolaylarını da millî bir bölge sayıp komutanlığına 23’üncü Tümen Komutanı Ömer Lütfü Bey’i tayin etmişti. Bu Tümenle Anadolu’ya geldiğimizin daha ilk günlerinde ilgilenildiğini ve meşgul olunulduğunu o günlere ait açıklamalarım sırasında söylemiştim. İstanbul hükûmeti Fuat Paşa’nın yerine Hamdi Paşa’yı tayin etmiş ve göndermişti. Hamdi Paşa, Eskişehir’e kadar geldi. Orada, kendisine 16 Eylül’de İstanbul’a dönmesi gerektiği bildirildi.

İngilizler, Eskişehir Bölgesi Kuvayımilliye Komutanı olan Atıf Bey’i tevkif edip İstanbul’a gönderdiler. Kuvayımilliye Komutanı olan bir kimsenin kendini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu husustaki gaflet ve tedbirsizlik kendisini kurtarmak için uzun zaman arka arkaya teşebbüslerde bulunmamızı gerektirdi. Bildiğiniz gibi o tarihte Eskişehir’de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği millî kuvvetlerle birlikte Eskişehir’e yakın Cemşit denilen yere gitmişti. Eskişehir’i uzaktan sardı. Eskişehir’de bulunan İtilaf Kuvvetleri Komutanı General Sally Clade’in Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta kullanılan ifadeler ve Kuvayımilliye’mizi vasıflandırış şekli, millî komutanlarımızın ve Kuvayımilliye’mizin yüksek şeref ve haysiyetlerine karşı bir tecavüz sayıldığından ve adı geçen generalin hak ve yetkisi dışında görüldüğünden bu hususta İstanbul’da bulunan İtilaf Devletleri siyasi temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 tarihinde General Sally Clade’in Fuat Paşa’nın yanına gönderdiği bir heyet -ki bir kurmay binbaşı ile Eskişehir İngiliz kontrol subayından meydana gelmişti İngilizlerin iç işlerimize ve millî mücadelemize hiçbir şekilde karışmayacaklarına dair söz verdiler. Bu sıralarda İngilizler, Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geri alınması hâlinde memnun olup olmayacağımızı dolaylı yoldan anlamak istemişlerdi. Tabiatıyla, pek memnun olacağımızı, bildirmiştik. Gerçekten, oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıklarıyla birlikte, önce Samsun’a çektiler. Sonra oradan da İstanbul’a götürdüler. Eskişehir’e hâkim olduktan sonra Fuat Paşa’yı, Bilecik ve Bursa dolaylarına göndermeyi düşünüyorduk.

Konya Valisi Cemal Bey İstanbul’a Kaçıyor ve Konya Halkı da İstanbul’u Tanımıyor

Efendiler, Konya’da vali bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa kabinesinin Anadolu’da önemli bir dayanak noktası hâline geldi. Konya’da Ordu Müfettişi olan Cemal Paşa’nın İstanbul’a gidip gelememesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Selahattin Bey’in kararsızca davranışları ve en sonunda habersiz İstanbul’a çekilip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemal Bey’in hükmü altında bırakmıştı. Oraya, gayeyi yakından anlamış olan bir kimsenin gönderilmesine ihtiyaç vardı. Sivas’ta yanımızda bulunan Refet Bey’in gönderilmesi uygun görüldü. Refet Bey hareket etti. Konya’da, Heyetitemsiliye tarafından gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca, vatansever kimseler canlanmış, öte yandan da Vali Cemal Bey cezaevinde ne kadar kanlı katil, tutuklu varsa hepsini çıkarıp silahlandırmış ve kendisine bir kuvvet yapmak istemişti. Konya’nın muhterem halkı, bu alçakça harekete karşı ayaklanarak vatanseverliğin gerektirdiği şeyi yapmaya karar vermiş ve bunun farkına varan Cemal Bey, 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmıştır (Ves. 107). Halk, belediye dairesinde toplanarak, Hoca Vehbi Efendi’yi vali vekilliğine getirmişti.

Refet Bey’in Yersiz Bazı Teklifleri

Efendiler, dikkate değer bir noktadır; bu anda hatırıma geldi, yüksek heyetinize arz etmeden geçemeyeceğim; Sivas-Konya yolu üzerinde bir telgraf merkezinden, Refet Bey’den özel bir telgraf aldım. Refet Bey, bunda Konya ve dolaylarında başarı sağlamak için kendisine 2’nci Ordu Müfettişliği unvan ve yetkisinin verilmesi lüzumunu bildiriyordu. Refet Bey birçok zaman sonra Ankara’da bulunduğum sırada, Bolu dolaylarındaki asilerin tepelenmesine memur edildiği zaman dahi oradan bir şifre ile halk üzerinde mühim tesiri olacağından söz ederek kendisine Paşa unvanının verilmesini benden istemişti. O zamanlar Refet Bey’in gerek birinci ve gerek ikinci arzularını yerine getirecek resmî mevki ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya lüzum yoktu. Özellikle bunu Refet Bey’in en iyi bilmiş olmasına şüphe edilebilir mi? Refet Bey, bu arzularını yerine getirtmek için benim İstanbul hükûmeti nezdinde aracılık etmemi ima etmek istiyordu da denilemezdi. Çünkü dünyaca biliniyordu ki ben, ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etmiş olduktan başka, Padişah ve İstanbul hükûmeti tarafından sürülmüş ve idama mahkûm bulunuyordum. Çalışmalarım bir kongrenin seçtiği heyet içinde, Heyetitemsiliye içinde, onun adına oluyordu. Millî çalışmalarda bulunmak ve bilhassa bu hususta başarılı olmak için resmî unvan ve yetki şart idiyse de zaten o, benim kendimde yoktu. Başarı sağlamak için içinde bulunduğum durum ve şartların ne olduğu anlaşıldıktan sonra, benden resmî şekiller içinde sıfat ve yetki aramaya lüzum olmayacağı tabii idi. Şüphesiz Refet Bey’i Konya’ya gönderirken biz kendisine gayeye uygun her türlü iş ve hareket için tam ve geniş yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve uygulanması onun kendi becerikliliğine ve kudretine bağlıydı.

Efendiler, her tarafı faaliyete ve millî teşkilatlar kurmaya yöneltmek için çalışırken, İstanbul hükûmetinin emeline hizmet eden bazı sivil idare amirleri tarafından sözde manevi tehditle dolu telgraflar da alıyorduk. Mesela, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından, yaptıklarımızın İtilaf Devletleri’ne karşıymış gibi sayıldığı ve bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilaf Devletlerince askerî işgal altına alınarak Türk hükûmetine son verileceği, temas neticesinde aldığı bilgiye göre bildiriliyor ve kabine ile uzlaşma teklif olunuyordu. Bu telgrafın Mutasarrıf’a yabancılar tarafından yazdırıldığına şüphe yoktu. Buna, tabiatıyla gereği gibi cevap verildi (Ves. 108).

General Harbord Heyeti ve Generale Verdiğim Cevap

Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki memleketimizde ve Kafkasya’da incelemeler yapmak üzere Amerika hükûmeti, General Harbord’un başkanlığı altında bir heyet göndermişti. Bu heyet Sivas’a geldi. 22 Eylül 1919 günü, General Harbord ile uzun uzadıya görüşmelerde bulunduk. Generale, millî mücadelenin maksat ve gayesi ve millî teşkilat ve birliğin ortaya çıkış sebebi, Müslüman olmayanlara karşı olan duygular ve yabancıların memleketimizdeki yıkıcı propagandası ve yaptıkları hakkında geniş ve delilli açıklamalarda bulundum. Generalin bazı garip sorularıyla da karşılaştım. Mesela: “Millet, düşünülebilecek her türlü teşebbüs ve fedakârlıkta bulunduktan sonra da başarı sağlanamazsa ne yapacaksın? Verdiğim cevapta -yanlış hatırlamıyorsam- demiştim ki: Bir millet varlığını ve istiklalini elde etmek için düşünülebilen teşebbüsleri ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarı sağlar. Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Öyle ise millet yaşadıkça ve fedakârca teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık söz konusu olamaz.

Generalin sorduğu sorudan asıl maksadın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Fakat verdiğim cevabın takdirle karşılandığını bugün yeri gelmişken belirtmek isterim.

Abdülkerim Paşa’nın Aracılıkları

Efendiler, Eylül’ün 25’inci günü akşamı Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey’den aldığım bir şifre telgrafta şunlar bildiriliyordu: “Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa’yı telgraf başına istediler. Dâhiliye Nezaretinin vilayet şifresiyle bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti, Padişah’ın beyannamesindeki en doğru yol göstermelere göre hareket etmek suretiyle vatanın kurtulması kolaylaşacaktır. Millî mücadele, medeniyet âlemine nefretle karşılanan gayeler gibi aksettirildi. Hükûmetle milletin ayrılığı yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, hakkımızda karar verirken bu anlaşmazlık hayır ve selamet işareti olmayacaktır. Neticede, mücadelenin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle bildirilecek yerde buluşma, oldubitti şeklinde istenmekte ve vaktin darlığından cevap beklenilmektedir. Şahsi görüşlere saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını uzun uzadıya ilave ediyor. Telgrafı yazan bu zat, Kurmay Tuğgenerallerden Abdülkerim Paşa’dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nazırı Hadi Paşa vasıtasıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçen kişinin, bu hilesi ile müracaatın bizden olduğunu ilan etmek ve yaymak gayesini güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklemekte bulunduklarından, bir dakika önce kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin bildirilmesi istirham olunur.

Ali Fuat Paşa hazretlerine de yazılmıştır.” (Ves. 109).

Mahmut Bey’e aynı günde saat 7 sularında makine başında verdiğim telgrafta şunları bildirdim: “Kerim ve Hadi Paşalara, Fuat Paşa’nın Ankara’da bulunmayıp meşgul olduğunu ve fakat görüşmek istiyorlarsa Sivas’ta bulunan Heyetitemsiliye ile ve bu Heyet arasında bulunan Mustafa Kemal Paşa ile makine başında arzu ettikleri tarzda görüşmenin mümkün olduğunu bildirirsiniz. ‘Onlar görüşmek arzusundalarsa’ diye bildirmekte dikkatli bulunmak lazımdır.” (Ves. 110).

Mahmut Bey, Kerim Paşa’nın Ankara’ya çektiği telgrafı aynen bize de yazdı. İçindekiler, aşağı yukarı Mahmut Bey’in özetlediği şeylerdi. (Ves. 111).

Efendiler, İstanbul hükûmeti ile resmî haberleşmeleri kesişimizin on beşinci günündeyiz. Millî karara karşı muhalefet durumuna geçen bazı yerler, ister istemez millî akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul hükûmetine hizmet eden bazı memurlar ya kaçtılar ya da boyun eğme durumuna getirildiler. İstanbul’a, bütün memleketten, her gün İstanbul hükûmetinin düşürülmesi isteğiyle ilgili binlerce telgraf yağdırılmaya başlanıldı. İtilaf Devletleri’nin, Anadolu’da dolaşan subay ve memurları, Millî Mücadele’ye karşı tarafsız olduklarını, memleketin iç durumuna karışmayız sözünü her yerde açıktan söylemeye başladılar. Bu durum karşısında artık Padişah ve Ferit Paşa, Millî Mücadele’nin liderleriyle anlaşmaktan başka çare kalmadığına ve fakat herhâlde, mevkilerini bırakmamak şartıyla, bu anlaşma yolunu bulabilecek aracılar araştırmaya başladıkları kanaatine varılırsa, hata edilmiş olmaz inancındayım.

Efendiler, ismi geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok yakın arkadaşımdı. Çok namuslu, çok gayretli ve temiz kalpli bir vatanseverdi. Selanik’te ben yüzbaşı, o binbaşı olarak bir büroda çalışmış, senelerce hususi arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve hâllerinden tarikat mensubu olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Fakat herhangi bir şeyhe bağlandığını bilen yoktur. Çünkü kendisini, inançları ve vicdan anlayışında, manevi derecelerde -birinci hazret, büyük hazret kabul ediyordu ve kardeşlik dairesinde bulunanlara hazret, kutup vesair gibi -kendisince karşısındakinde gördüğü kabiliyete göre makamlar verirdi. Bana “kutuplar kutbu” derdi. Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz. Kerim Paşa’nın kendine mahsus bir konuşma üslubu ve yazış tarzı vardı. Kerim Paşa, çok samimi ve zamanında kendisine pek çok şöhret kazandıran yüksek bir belagatla görüşür ve öyle yazardı. Kendisinde, inandırma gücü ve kudreti olduğu da sanılır ve farz edilirdi. Bizim Selanik’te bulunduğumuz sıralarda, orada ordu komutanlığı ve ordu müfettişliği ile bulunmuş olan Hadi Paşa, Kerim Paşa’yı açıkladığım vasıflarıyla dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı.

İşte, Ferit Paşa’nın kabine arkadaşı Hadi Paşa, sıkışmış olan Padişah’ın ve Ferit Paşa’nın, pek uygun bir aracı ile imdadına yetişmek istiyordu. Kerim Paşa, Ali Fuat Paşa’yı da Selanik’ten tanıyordu.

Efendiler, 27-28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik. İki taraf birbirini şu sözlerle tanıdı:

Sivas: “Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa’ya söyleyiniz, buyursunlar, diyorlar.”

İstanbul: “Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa hazretleri misiniz, ruhum?”

Ben: “Evet, Muhterem Kerim Paşa hazretleri” dedikten sonra:

Kerim Paşa: ”Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” adresini yazdırdı ve “Paşa’ya söyleyiniz anlar; Birinci Hazret karşınızdadır.” sözlerini bir çeşit parola gibi ilave etti. Kerim Paşa, “Zatıalilerinin afiyetleri iyidir inşallah kardeşim.” diye başladı.

Kerim Paşa’nın, İstanbul hükûmeti tarafından kalbinin temizliğinden ve ahlakının yükseldiğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını anlamak için sözlerinin başlangıcını aynen kendisine tekrar ettireceğim. Rahmetli Kerim Paşa şöyle devam etti:

“Vatanın menfaati için büyük vatansever kardeşimle ve muhterem temsilci kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına ulaştırılmak üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim. Yüksek elinize ulaşan işte, o telgraftaki esaslar üzerinde sevindirici bir çözüm inşallah buluruz. Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek mühim karışık devreyi Allah’ın lütfu ile kolayca feraha çıkartırız. Bunun için Allah’ın keremiyle, nurdan yaratılmış, kurtarıcı emellerimizin gönül mürşidiyle bununla ilgili önemli şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi bir araya getirelim değil mi pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim? Ne buyurursunuz, ruhum? Yere geçesice kötü niyetlilerin bu güzel memleketimiz üzerindeki iftiralarına ve açıkça kötülük gütmelerine son verelim ve onları kendi ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız bırakalım ve yalnız, hükûmet ile milletin sırf vatanın selameti ile ilgili hizmetlerini ve işlerini uzlaştıralım ki ortak ve yüce gaye aslında hep birdir. Vatan endişesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşısında aziz topraklarımızın gözetilip korunması ile ilgili en büyük vatanseverlik gayreti olduğunu bir kere daha belirtmek için bugünkü durumun güçlüklerini ortadan kaldıralım ve buna bir çare bulmak için de bu aziz kardeşinizle görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında, hükûmetin geniş ölçüde iyi niyet gösterdiğini ilave ederim, ruhum.”

Efendiler, Kerim Paşa ile 27-28 Eylül, gece yarısından önce saat 11’de başlayan bu görüşmemiz, gece yansından sonra saat yedi buçuğa kadar, tam sekiz buçuk saat devam etti. Üç safhaya ayrılabilen bu görüşmemiz, esercedit denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfa doldurdu. Bunların hepsini burada okuyarak, tahammülünüzü kötüye kullanmaktan korkarım. Rahmetli Kerim Paşa’nın, esaslı görüşlere ve -kendisinin inancına uymasa da- yazık ki güçlü bir mantığa dayanmakla beraber tatlı sözlerinin ve oturaklı cümlelerinin okunup işitilmesini sağlamak için yayımlayacağım vesikalar arasına bu görüşmemizi de aynen alacağım.

Yalnız, bu görüşmede iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları esas noktalar hakkında, bilhassa neticesine dair kısa bir fikir verebilmek için müsaade buyurursanız, her safhasından birer parça bahsedeceğim.

Kerim Paşa’nın arz ettiğim ilk telgrafına cevap verirken, biraz da onun tarz ve üslubuna uymuş olduğum görülecektir.

Cevabımda ben de şöyle başladım:

“Kerim Paşa Hazretlerine: ‘Kutuplar kutbu’ deyiniz, anlar.” diye seslendikten sonra “Şimdi cevap veriyorum.” dedim.

“Pek muhterem ve temiz kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri’ne,

Allah’a şükürler olsun, afiyetim yerindedir. Büyük ve asil milletimizin meşru haklarını anlamış ve korumaya ve savunmaya bütün varlığı ile girişmiş olduğunu görmekle pek mesudum… Görüşmek hususunda gösterilen arzuya samimiyetle teşekkür ederiz… Fuat Paşa hazretleri vasıtasıyla çekilmiş olan telgrafın içindekileri öğrenmiş bulunuyoruz. Dayanak noktası olarak kabul buyrulan beyannamede öne sürülen hususların Ferit Paşa ve arkadaşlarına karşı bir hitap ve çıkışma olduğu azıcık bir düşünme ve inceleme ile ortaya çıkacak açıklıktadır. Padişah’ın kalbini derin üzüntülere uğratan durumlar ve davranışlar, milletimiz tarafından değil fakat Ferit Paşa, Dâhiliye Nazırı Adil Bey, Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların çalışma arkadaşları bulunan Harput Valisi Ali Galip Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey, Konya Valisi Cemal Bey tarafından ortaya konulmuştur.

Malatya’daki ihanet teşebbüsü, Çorum’daki haince tertip, Konya’daki alçakça teşebbüs sizce gerçek yüzleriyle bilinmiyorsa, zatıalilerinizi meselenin çözümüne başlangıç olmak üzere düşündüğünüz noktadaki isabetsizlikten dolayı mazur görürüz… Yabancıların görüşünün lehimizde değişmesi tam bir hakikattir. Ancak bu değişme, hiçbir vakit Ferit Paşa hükûmetinin takip ettiği siyaset neticesi değildir. Bu netice, milletimizin varlığını gösterme ve ispatlama yolunda kendi kendisine giriştiği azimli teşebbüsünün eseridir. İşte bu hususta, zatışahaneyi aldatıyorlar…

Kurtuluş çaresi ve yaşama prensibi ancak ve ancak Kuvayımilliye’nin önderliğinde ve millî iradenin üstün olmasındadır. Bu sağlam ve meşru esastan en küçük sapma, Allah korusun, devlet, millet ve vatanımız için çok acı bir yıkım doğurur… Asil millî mücadelemizi kötüye yormak ve kötü göstermekten geri durmayan, aşağılık şom ağızlıların çok olduğu muhakkaktır. Fakat pek çok üzülmeye değer ki bu kötülükten başka bir şey düşünmeyenlerin başında, Devlet-i ebed-müddetimizin sadrazamı Ferit Paşa ve Nezaret mevkilerinde bulunan Adil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamları bulunuyor.

Memleketimize, takım takım Bolşevik girdiğini ve Millî Mücadele’nin Bolşevik mücadelesi olduğunu resmî olarak ilan eden ve yayan bu bedbahtlardır.

Asil ve temiz millî mücadelemizin, İttihatçıların son çırpınışları olduğunu ve İttihatçıların parası ile yürütüldüğünü resmen ve açıkça dünyaya, yabancı gazetecilere söyleyen bu gafillerdir.

Anadolu’da, karışıklık olduğunu ajanslarla resmen ilan eden ve Ateşkes Anlaşması’nın özel maddesine göre, aziz vatanımızı düşman işgaline uğratmak isteyen bu cahillerdir.

Malatya’nın Müslüman halkı ile Sivas’ın Müslüman halkını birbirleriyle boğazlaşmaya sürüklemek isteyen bu zavallılardır. Millî Mücadele’nin önüne geçeceğim diye, Sivas’ın ve millî hassasiyetin görüldüğü her yerin yabancılar tarafından işgalini isteyen bu hainlerdir. Bununla beraber, bizim en yüce gayemiz, tıpkı siz kardeşimin düşündükleri gibi kötü niyetlilerin bu güzel memleket üzerindeki iftiralarını ve açıkça takip ettikleri melun maksatlarını kırmak ve onları kendi ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız bırakmak ve devlet ile milletin yaptığı işleri sırf vatanın selametiyle ilgili noktada uzlaştırmaktır. Allah’a şükürler olsun, bu gayenin gerçekleştirilmesinde, artık milletimiz her türlü kötü niyetli davranışları kırmış ve bütün kahramanlığıyla azimli adımını atmıştır. Yabancılar bile milletin yaygın kuvvetini ve azimli kararını ve buna karşılık İstanbul hükûmetinin ne kadar sallantıda ve milletle ilgisi bulunmayan âciz bir heyet olduğunu takdir etmiştir. Merzifon’u boşalttılar. Samsun’u da boşaltmaya başladılar. İç işlerimize ve millî mücadelemize karşı tarafsız kalacaklarını söylüyorlar. İşte millî teşebbüslerimizin, istiklali elde etmek yolunda elde etmeyi başardığı ilk netice budur.

Millî akım, İstanbul’da, Kanun-i Esasi hükümlerine uyulmasını sağlamakla neticeye ulaşacaktır.

Şimdiki hükûmetin, geniş ölçüde bir iyi niyet taşıdığını sanmanın yerinde olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim.

Ben, daha Erzurum’dan Ferit Paşa’ya hakikati, durumu izah ederek milletin kuvvet ve iradesine karşı çıkacak hiçbir kuvvet kalmadığını yazmıştım ve kendisine karşı gelme ve engelleme yolunda devam etmemesi gerektiğini ihtar etmiştim. Bu gafil zat, buna cevap vermediği gibi millî akımın birkaç kişinin tahriklerinden doğduğunu ilan etti ve menfaat hırsı ve bilgisizlik gafleti ve körlüğü ile iki tarafı idare ederek mevkilerini koruyabilecekleri gibi asılsız bir zanda bulunan birkaç valisinin aldatıcı raporlarını, benim temiz ve vatanseverce yol göstermelerime tercih etti. Bugün, her türlü kötülük ve hainlik ve âciz ve zavallılık durumunda kaldıktan ve millet de bütün olup bitenlerin gerçek yüzünü tam bir açıklıkla öğrendikten sonra, bize düşen vazife, bir an durmaksızın, millî davaya yararlı yeni bir kabinenin işbaşına gelmesini sağlamaktır.

Eğer bugünkü kabinenin şahısları ve hayatları hakkında herhangi bir tereddütleri varsa, bugün için bu gibi şeylerle uğraşma tenezzülünden pek yüksek olan milletimiz adına kendilerine istedikleri söz ve teminatı vermeyi de milletimizin menfaati için gerekli şeylerden sayarız. Fakat tuttukları yanlış yolda inatla direnmekte devam edecek olurlarsa, ortaya çıkacak akıbetlerin sorumluluğu kendilerine ait olacaktır.

İşte, yaptığınız bu iyi niyetli teşebbüs dolayısıyla bir defa daha ve son olarak, asil yüksek şahsiyetiniz gibi kalbi gerçekten vatan ve millet sevgisiyle ve Padişah’a sevgi ve bağlılıkla dolu olan ve kardeşlik hatıralarını daima hürmetle taşıdığım kardeşim Abdülkerim Paşa hazretleri ile de bildirmiş olmak, bizim için her türlü vicdan huzurunun bir defa daha duyulmasına vesile olmuştur.”

Efendiler, buraya kadar söylediğim sözler bir maddenin özetidir. Bundan sonra gelen maddede:

“Millî Mücadele, bütün genişliği ile İstanbul’a doğru ilerlemektedir. Ferit Paşa ve arkadaşları bunu bilmektedir. Zatıalileri de bu bilgileri isteyiniz ve aydınlanınız.” dedikten sonra, gerçekten o günlerde yapılmış olan başarılı birtakım hareketlerin raporlarını özetleyerek açıklamada bulundum ve “Artık, bütün bu hareketleri durdurmak, yalnız ve ancak bir şeye bağlıdır. O da millî davaya bütün manasıyla uyacak bir zata kabine başkanlığının verilmesine ve o zatın da millî davayı anlayarak ona göre tedbir almaya girişmesine bağlıdır.” dedim.

₺60,39

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
941 s. 3 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6862-56-2
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap