Kitabı oku: «Nutuk», sayfa 13
“Bütün bu söylediklerimiz karşısında siz kardeşimin de bir düşüncesi varsa lütfen bildirmenizi rica ederim.” cümlesinden sonra, “Anadolu ve Rumeli Müdafaaihukuk Cemiyeti Heyetitemsiliyesi adına Mustafa Kemal” diye imzamı koydum.
Bundan sonra, Kerim Paşa: “Önce, zatıalileriyle birlikte bulunan muhterem zatların hepsine selam ve hürmetlerimi arz etmek ve iletmek lütfunda bulunmanızı rica ederim.” girişi ile görüşmemizin ikinci safhasını açtılar. Kerim Paşa, devam etti:
“Başladığım kısa konuşmanın bütün safhalarını zatıaliniz anlattınız. İki yerde, işin hallinde isabet gösterilmediğini söyleyerek mazur sayılacağımı ileri sürdünüz. Gerçi, her yanda olup bitenler bütünüyle bilinemeyince bir meselede hakemlik etmek güç ise de memleketle ilgili işin çözümlenmesinde bize ışık tutan, tertemiz vatan endişesi olduğundan, dayanağımız sağlam ve bellidir. Vatanın alın yazısının çizileceği şu sıralarda bütünlük içinde bulunan bir millet ve hükûmetin göreceği işi göz önünde tutarak bunun kolay çözüme ulaşması dileğimi arz etmek isterdim.
Hareket noktası olarak aldığıma işaret buyurduğunuz Padişah’ın beyannamesini anlamakta, mümkündür ki bendeniz yanılmış olayım. Yalnız müsaade ediniz de asıl işlerin hallinde en büyük bir dayanak sayılan bu yüksek beyannamedeki toplayıcı yönleri açıklayarak, Padişah’ın dediklerinin neleri içine aldığını anlatayım. Ben zannediyorum ki, Padişah’ımız…”
Ben, hemen Kerim Paşa’nın devam etmesini önleyerek, şunu yazdırdım:
“Kerim Paşa hazretleri, lüzumundan fazla açıklama yapmak, asıl maksattan ikimizi de uzaklaştırabilir ve bir de, Padişah’ın beyannamesinin yorumlarıyla fazla uğraşmak faydasızdır. Rica ederim, asıl mesele üzerinde görüşelim.
Kerim Paşa cevap verdi:
“Asıl mesele üzerinde görüşeceğiz. Müsaade buyurunuz, devam edelim efendim.”
Ben: Rica ederim, en son söz ve teklif üzerinde anlaşalım, dedim. Kerim Paşa: Evet, oraya geleceğiz efendim.
Ferit Paşa Kabinesi Çekilmelidir
Söze ben devam ettim ve “Kerim Paşa hazretleri, meşru çalışmalarımızın ve millî tepkilerin artık daha fazla kötüye yorulmasına ve düzeltilmeye muhtaç görülmesine ve hele bu düzeltmeler ve değiştirmeler için de suçluluğu ve hainliği açıkça ortaya çıkan kabine üyelerinin meşru olmayan savunmalarının esas olarak alındığını görmeye tahammülümüz yoktur. Biz, son durumu açıkladık ve milletin kesin isteğini arz ettik. Bilmem tekrarı lazım mıdır? Zatıalileri bu sonuçlandırılması gerekli millî arzuya karşı, Ferit Paşa kabinesinin sadrazamlık gibi devletin en yüksek mevkisini hâlâ kirletmesine aracılık etmek istiyorsanız, bu gayretiniz hiçbir faydalı netice vermeyeceğinden başka, siz kardeşim hakkındaki bizim eski kardeşlik duygularımızın da sarsılmasına yol açacağından endişe ederim.
Şimdi, Ferit Paşa, bir an kaybetmeksizin mevkini bir namuslu kimseye bırakacaksa ve buna inanıyorsanız, hallolunacak hiçbir güçlük kalmamıştır. Aksi takdirde, aracılığınız, kalbinizin kırılmasından ve faydasız bir yorgunluktan başka bir netice vermeyecektir.
Ferit Paşa, mevkisini korumaya devam ederse, bu, kendisinin çok acı bir akıbete uğramasına yol açacaktır. En son ve en kesin söz şudur: Maksadımız, bu sarsılmaz hakikati Padişah’ın bilgisine sunmaktır. Siz ancak bu asil vazifeyi yapmakla, bugün vatan ve milletin yüksek şahsiyetinizden beklediği dinî ve millî vazifeyi yerine getirmiş olursunuz.”
Kerim Paşa, “Sözü uzatmamak tabii asıl maksattır.” diye başlayarak sözü lüzumundan fazla uzattı. Bu uzun sözler şu cümle ile son buldu: “Vatan için burada yaptığım şu teşebbüs elbette Allah ve millet katında, bütün asaletiyle değerli kalır ve işin gerçek sahibi olan her şeye kadir Ulu Allah, millet ve vatanın kurtuluşunu sağlayacak esasları, arada bulunanlara böylece bağlayarak tamamlar. Ulu Allah güçlükleri çözücüdür. Değerli gözlerinizden öperim.”
Tekrar cevap vermek sırası bana, gece yarısından sonra saat 4.30’da geldi. Kerim Paşa’nın temas ettiği noktaları cevapsız bırakamazdım. Ben de uzun düşünceler ileri sürdüm ve sonunda: “O hâlde, dedim, bizim ve zatıalileri gibi gayretli ve vatansever kimselerin yapacağı teşebbüsün gayesi ne olmak gerekir? İdaresinin her dakikasından millet için gelecekteki mukadderatımız için yeni bir felaket sebebi hazırlamaktan başka bir netice beklenmeyen Ferit Paşa ile milletin arasını bulmak imkânsızlığıyla uğraşmak mı yoksa bir an önce bu meşru olmayan kabinenin yerine millet ve memleketin ihtiyaçlarına ve mukadderatına uygun bir yeni heyetin devlet işlerini üzerine alması lüzumunu Padişah’a bildirmek için yol aramak mıdır? Lütfen bu iki noktadan biri için evet veya hayır şeklinde cevap verirseniz, Allah ve millet katında bütün asaletiyle değerli kalacağına şüphe olmayan bu asil teşebbüsünüzün bizlerle ilgili yöndeki safhasını tamamlamış olursunuz.”
Kerim Paşa, istediğimiz kısa cevaba yine uzun cevap verdi. Fakat bu uzun sözler arasında, bazı cümlelerle, bize Padişah’ın aldatılmış olmayıp her şeyi bildiğini anlatıyordu.
Kerim Paşa’nın bazı cümlelerinde şu sözler vardı: “Yüce Padişahlık katı kesin karar ve çözüm makamı olup meşru bir devlette bu yüksek makam, bütün millet fertlerinin yöneleceği mihraptır. Anadolu’nun bütün dileklerinin Halife hazretlerine duyurulduğu hakkında bendenize bilgi vermişlerdir. O hâlde millet işlerinin yöneleceği ve dileklerin kabul olunacağı yüksek makam olan Padişahımız Efendi’mizin her şeyden haberi vardır.”
Kerim Paşa, kendine mahsus cümlelerle devam ettiği düşüncelerine şöylece son verdi: “Yüce Mevla, nice derin sebepler yaratarak ve telkin ederek bu çözülmesi güç düğümü tamamen çözecektir. Elbette ki Allah’ın işi güzeldir ve yakındır. Tanrı’nın eli her elden üstündür. Geleceğimiz, Allah’ın lütfu ile milletçe layık olduğumuz yücelikte uğurlu ve hayırlı olacaktır. İşte, kerim inanç budur, aziz ruhum.”
Bu defa Efendiler, gece yarısından sonra saat 6.10’a gelmiş olmasına rağmen üçüncü safhanın açılmasına ben teşebbüs ettim.
Rahmetli Kerim Paşa’nın pek hoşlandığını bildiğim bir ifadeyle, “Büyük Hazret!” ifadesiyle söze başladım:
“Ümmetin ve milletin yüce mihrabı olduğu içindir ki milletin dileklerini bildirmeye yol bulmak gayesiyle teşebbüsten geri durmadık. Yalnız, büyük bir hatadan zatıalinizi kurtarmak maksadıyla arz edelim ki Anadolu’nun bütün dileklerinin Halife’ye duyurulduğu hakkındaki sözlere, milletin henüz güveni kesin değildir. Çünkü millet emindir ki Padişah, ihanetleri ortaya çıkmış olan birkaç kişiyi millete tercih buyurmazlar.”
Kerim Paşa’nın temas ettiği noktalara cevap verirken şunları söyledim:
Pek güzel ve yakın olan Allah’ın emrinin tecellisiyle bahtsız ve zulme uğramış asil milletimizin kurtuluşa ve selamete ermesini, yüce Allah’ın rahmet deryasından ümitle diler ve ufukları daima (inatçı bir dumanla) sarılı olan İstanbul’daki bazı kişilerin hakikati görmemekte bayağıca direnen duygularının ortadan kalkmasını bekleriz. Milletin asil ruhu da işte böyle duygularla doludur.
Yalnız, tekrar etmekliğime müsaadenizi rica ederim ki evet veya hayır şeklinde cevap verilmesini istirham ettiğimiz sorular ne yazık ki cevapsız bırakılmıştır. Azizim, Allah’ın eli her elden üstündür fakat bununla beraber, güçlükleri ve meseleleri çözmeye girişenlerin kesinleşmiş bir hedefi olmak gerektir… Millet, Allah’ın emrini yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi milletçe elde edeceklerimiz hayırlı ve uğurlu olacaktır. İyilik dileyen dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Çalışmak bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Allah’tandır.
Mustafa Kemal
Artık Kerim Paşa’nın yorulduğu anlaşılıyordu. “Son iki sözüm, ruhum.” diyerek “Millî davanın esaslarını yüce tutmak ve korumak şartıyla içten temennilerin sayılıp döküldüğünü ve Allah’ın eli… ulu ayetinin, hayırla kabul buyrulması için kullanılmış” olduğunu söyledikten sonra “Allaha ısmarladık yine görüşeceğiz…” dedi ve çekilmek istedi. Bırakmadık.
Son sözü biz söylemek istedik ve dedik ki: “Kardeşimizin hatırında kalması için son bir cümle arz ediyorum: Millet güçlü, her şeyi kavramış ve yolunda kesin inançlıdır. Fiilî mücadele hızla gelişmektedir. Yüce ve Şevketli Padişah’ımız Efendi’mizin lütuf ve sevgisinin eseri olmak üzere karar vermeleri ve meseleyi çözmeleri zamanıdır.” (Ves. 112).
Efendiler, bundan sonra Ferit Paşa kabinesi ancak üç gün dayanabilmiştir.
Görüşmeye muvaffak olamadığım dostum rahmetli Kerim Paşa’nın bazı kimselere söylediğine göre, bu konuşmamızı olduğu gibi Padişah’a göstermeyi başarmış ve onun üzerine direnme gücü kırılmış.
Kerim Paşa’nın, Kara Vasıf Bey’e olan 8 Kasım 1919 tarihli mektubunda da bu nokta işaret edilmiştir.
Rahmetlinin bu mektubunda şu satırlar vardır:
“Eski sadrazam, en son görüşme üzerine ve bunun pek devamlı tesiri ve önemle söz konusu edilmesiyle sonunda çekilmek gerektiğine inanarak ve bütün direnme gücü yok olarak istifasını takdim etti… İşte sessiz sedasız, vatan için çalışılan ve tek başına bendenizin tertemiz gayretiyle başarılan büyük hadise budur…
Dikkat edilmelidir ki bu yazıları ben yazmış ve eski sadrazam ile Padişah’ımız Efendi’miz hazretleri bütün bu görüşmeden sonra, neticelerini öğrenmeleri üzerine bunların sağlam esasları karşısında kararlarını vermişlerdir… Teşebbüsün ve yazılan yazıların ne dereceye kadar yüksek noktaları ihtiva ettiği ve nasıl bir temiz vicdan ve keskin görüşle yaşanan hakikatlerin kâğıda geçirildiği, elbette Allah katında ve milletin tarihi önünde asaletle bezenmiş bir değer olarak kalacaktır…
Bütün bunları sayıp dökmeye beni sevk eden sebepler, geride kalmış hadiselerin gerçeklerini göstermektir…” Rahmetli Kerim Paşa, mektubun sonunda: “Bu kâğıdımın bir suretini Heyetitemsiliye’ye göndermek lütfunu esirgemezseniz, büyük hakikatlerin tam olarak ve birlikte yayımlanmasına yardım etmiş olursunuz.” demiş ve sureti değil fakat mektubun aslı bana gönderilmişti. Bu mektubu da yayımlanacak vesikalar arasına koyacağım (Ves. 113).
Efendiler, bu görüşmenin yapıldığı gecenin ertesi yani 28 Eylül günü, özeti bütün kolordulara şifre ile bildirildi.
Trabzon’dan Gelen Teklif
Rahmetli Kerim Paşa’nın Fuat Paşa’ya yazdığı ilk telgrafında, İstanbul’dan yüksek şahsiyetlerin mücadelenin liderleriyle ve belli bir yerde buluşmalarından söz edildiğini görmüştük. Buna benzer fakat tersine, yani Anadolu’dan İstanbul’a gitmek yolunda bir teklif de bundan daha önce Trabzon’dan çıkmıştı. Bunu müsaade buyurursanız biraz açıklayayım: Trabzon Valisi Galip Bey, 18-19 Eylül tarihlerinde vazife gezisiyle Ardase’de bulunuyordu. Kazım Karabekir Paşa’nın Ardese’ye gidip vali ile görüşmesi söz konusuydu. Bu konu üzerinde 19 Eylül’de telgraf başında Kazım Karabekir Paşa ile görüştük. Vesile, 18 Eylül tarihli Trabzon’dan aldığım bir telgraftı. Kendisine olduğu gibi verdiğim bu telgrafta: “Millî menfaatlere dokunan 6 maddeyi kabul etmiyoruz (Bu 6 madde İstanbul ile münasebeti kesmeyle ilgili emirdir.). Arz edeceklerimizin Zatışahane’ye ulaştırılması ise gönderilecek bir heyet ile sağlanabilir kanaatindeyiz.” denilmekteydi (Ves. 114). Kazım Karabekir Paşa, makine başında Trabzon Valisi ile görüşmüş, özetini bildirdi. Vali soru şeklinde birtakım düşünceler ileri sürmüş, Karabekir Paşa uygun cevaplar vermiş. Vali en sonunda: “İstanbul’a bir heyet gönderilerek konunun Padişah’a arzını ve bu heyetle kendisinin gitmesini teklif etmiş ise de biz çeşitli vasıtalarla konuyu arz için çare düşündüğümüze göre bu fikirden vazgeçmiştir. Böyle bir heyetin gitmesi ve buna Saray’ın durumunu bilen Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey’in de katılması teklif edilmektedir.” denilmekteydi (Ves. 115).
Gariptir ki iki gün sonra, yani 21 Eylül 1919’da Torul’da Yarbay Halit Bey’in gönderdiği bir şifrede de bu heyet meselesinden söz ediliyordu. Fazla evhama kapılan Padişah’ı, yabancıların ve Ferit Paşa’nın kucağına atmamak için İstanbul’a gizlice bir heyet gönderilmesinin uygun olacağı ve bu heyete temsilci Servet ve Zeki Beyler alınırsa memnun olarak kabul edecekleri Zeki Bey’in ağzından bildiriliyordu (Ves. 116). Halit Bey’e, 22 Eylül’de verdiğim cevapta, Zeki ve Servet Beylerin içinde bulunacağı bir heyetin İstanbul’a gönderilmesinin uygun olmadığını bildirdim. 24-25 Eylül tarihinde Halit Bey’den aldığım bir telgrafta, Trabzon’daki karşı hareketin başı olan Trabzon Valisi Galip Bey’i, kolordu ile Erzurum valisinin davetini kabul edip Erzurum’a gitmediğinden, mecbur kalarak silahlı kuvvetle muhafaza altında bu gece (24-25 Eylül) Erzurum’a gönderdim.” deniliyordu (Ves. 117).
Efendiler, garip tesadüf değil midir ki rahmetli Kerim Paşa’nın ilk aracılık telgrafı Trabzon valisinin tevkif olunduğu gecenin ertesi günü, Trabzon’da Vali ile Zeki ve Servet Beylerin ve bunların aldatmaları üzerine bazı kimselerin İstanbul ile ilgiyi kesme hareketini önlemek hususundaki teşebbüslerinin ve İstanbul’a gizli bir heyet hâlinde gitmek hususundaki planlarının başarısızlığa uğratılmasının gerçekleştiği bir günde, yani 25 Eylül günü çekiliyor ve bizi ancak 27-28 Eylül gecesi aramak lüzumu hissediliyor. Yapılan yazışmalardan anlaşıldığına göre Erzurum’a giden Vali Galip Bey, tekrar Kazım Karabekir Paşa’ya, İstanbul’a bir heyet aracılığı ile başvurmaktan söz etmiştir ki bununla ilgili olarak Paşa’nın 27 Eylül tarihli bir izin isteme telgrafını alıyoruz. Buna 28 Eylül’de cevap olarak çekilen telgrafta, Kerim Paşa ile yapılan görüşmenin özeti verildikten sonra, “Söz konusu müracaata lüzum görülüp görülmeyeceğinin bildirilmesini rica ederiz. Lüzum görülürse Trabzon Valisinin Dâhiliye Nazırı Adil Bey’den, millî mücadelemize karşı gelmek hususunda hiçbir farkı olmadığından kendisinin asil millî mücadelemize hiçbir şekilde karışmasına müsaade buyurulmaması” cevabı veriliyor. (Ves. 118). Kazım Karabekir Paşa’nın 30 Eylül’de verdiği cevapta: “Trabzon valisinin bu gibi işlere karıştırılmaması hakkındaki” düşüncemizin yerinde olduğu kabul olunduktan sonra, “Trabzon’un durumunda çoktandır beklenen düzelme oldu.” deniliyordu (Ves. 119).
Efendiler bu son arz ettiklerimle bir hakikat üzerinde daha fikirleri aydınlatmak isterim. Trabzon valisi Galip Bey ile Zeki Bey’in Saray ve Ferit Paşa ile münasebetleri vardı. Bir heyet hâlinde İstanbul’da gerekenleri aydınlatmak ve bazı tedbirler tavsiye etmek ve yeni emirler almak gibi maksatlara dayandığı bence şüphe götürmüyordu. Nitekim Zeki Bey daha sonra İstanbul’a gittiğinde, arkasından gerektiği kadar para ve cephane gönderilmek vaadiyle ve özel talimatla Trabzon ve Gümüşhane dolaylarında teşkilat yapmak üzere gönderilmiştir. Kendisini, İnebolu’da tevkif ettirmiş ve Ankara’ya getirtmiştim. Bana, bu söylediğim şeylerin hepsini itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul’u aldattığını, alacağı para ve silahları sözde bize teslim etmek niyetinde bulunduğunu söyledi. Buna, o gün ve hatta bugün inanacak safdiller bulunabilir mi? Bununla beraber, ben bu zatı, Erzurum Kongresi’ndeki münasebet hatırasına hürmet göstererek, yalnız gerekli ihtar ve nasihatlerde bulunmakla yetinerek serbest bırakmıştım.
İlk Bozkır Hadisesi ve İzmit Mutasarrıfının Muhalefeti
Efendiler, İstanbul hükûmeti tarafından, kolordu komutanı olarak Konya’ ya gönderilen Sait Paşa’yı 30 Eylül’de İstanbul’a geri gönderdik. Konya Valisi Cemal Bey’in kaçmasından önce tertip ettiği ilk Bozkır hadisesinin önüne geçmek için, 20’nci Kolordu ve Niğde’de 11’inci Tümen’in vasıta ve yardımlarıyla gerekli tedbirler alınarak İstanbul’un çıkmasını beklediği hadiseleri önledik. Ereğli; Bolu, Adapazarı, İzmit dolaylarında kurulmaya çalışılan Kuvayımilliye teşkilatı, eylül ayının son günlerinde büyük hassasiyet göstermeye başladı ve o civarlardaki Kuvayımilliye liderleri kabinenin direnmesi hâlinde İstanbul’a harekete hazır bulunduklarını bildiriyorlardı. Bu hususu, 28 Eylül’de bütün memlekete ve tabiatıyla İstanbul’a da bir genelgeyle bildirdik. Ancak İzmit şehrinde 2 Ekim gününde menfi denebilecek yeni bir durum karşısında kaldık. O tarihte İzmit mutasarrıfı, Suat Bey adında bir zattı. Kendisini telgraf başına çağırdık. Son günlerdeki tebliğlerimizin tamamen alınıp gerekenlerin yapılıp yapılmadığını sordum. Mutasarrıf Bey verdiği izahatta diyordu ki: “Tebliğleri aldım. Anlaşmazlık ve karışıklık olmaması için halkı serbest bırakarak dinlemeyi en doğru hareket bildim. Menfi söylentiler vardır. Heyetitemsiliye’den açıklama istemek ve bilhassa maksadın (İttihat hükûmetini önceki şekliyle ihya etmek olup olmadığını kesin olarak anlamak kararındalardır. Bendeniz tarafsız bir adam olmak üzere sükûn ve asayişi korumakla mükellefim. Bendeniz her kim ve her ne için olursa olsun, neticesi meçhul bir maceraya başkalarını sürüklemeyi doğru görmem; tedbirli ve ihtiyatlı hareket edilmesi taraftarı olduğumu tam bir tecrübem üzerine arz ederim.” (Ves.120).
Verdiğim cevap, aynen şuydu:
Suat Bey’e,
Sivas, 2 Ekim 1919
C. İzmit’te zerre kadar anlaşmazlık ve karışıklığa meydan vermemek, esas vazifeniz olduğu gibi tarafımızdan da bilhassa rica edilmiş bir husustur. Millî teşkilat ve mücadelemizin meşru maksat ve mahiyetini, gerek zatıalinize ve gerek İzmit’te birçok kimselere ve bütün dünyaya karşı yazmış ve yazmakta bulunduğumuz beyanname ve açıklamalarla en kinci düşmanlarımıza bile anlatmış olduğumuza şüphemiz kalmamıştır. Artık ancak ayak takımının dedikodusundan başka bir mahiyeti olmayan söylentilerin karar vermek hususunda tesiri olabileceğini imkân tasavvur etmiyoruz. Bundan başka, halkın öğrenmek istediği noktalar vardıysa bunlar neden derhâl bize sorulup mesele halledilmemiş bulunuyor? Zatıaliniz tarafsız durumda kalmayı tercih buyuruyorsunuz. Hâlbuki takip ettiğiniz yol, kesinlikle tarafsızlık olamaz. Çünkü zatıaliniz milletin meşru mücadelesine karşı tarafsızlığınızı iddia ettiğiniz hâlde, haince hareketleriyle gayrimeşru ve esasen yok hükmünde olan Ferit Paşa kabinesinin emirlerini yerine getirmekle meşgulsünüz. İttihatçılığın ihyasıyla uğraşacak kısır görüşlülerden olmadığımızı zatıaliniz pek güzel takdir buyurabilirsiniz. Zatıalinize pek samimi ve fakat bütün kesinliğiyle şunu arz ederim ki zatıaliniz henüz Ferit Paşa kabinesine itimat beslemiyorsanız bunu, Dâhiliye Nezaretine resmen bildirmelisiniz. Eğer milletin hüküm ve arzusuna aykırı olarak Ferit Paşa kabinesine güveniniz varsa İzmit’in muhterem halkını meşru olan millî mücadelesinde serbest bırakmak üzere derhâl mevkinizi terk ile İstanbul’a hareket ediniz. Bu iki noktadan herhangi birine uymamanız hâlinde, yüksek şahsınızın uğrayacağı akıbetin yaratıcısı ve sorumlusunun yine zatıaliniz olmuş bulunacağını büyük bir samimiyetle bildirmeyi vicdani bir vazife sayarım.
Heyetitemsiliye adınaMustafa Kemal
Mutasarrıf Bey’in “Kulunuzu sükûnetle dinleyiniz efendim, bendeniz iyi ifade edemedim. Maksadınızın yüce ve meşru olduğundan zaten şüphe edilemez.” cümleleriyle başlayan cevabında yazılan satırlar “Bizi, yarınki cuma namazı toplantısına kadar kendi halimize bırakınız. Ferit Paşa’ya, kim bilir kaç defa kalemle hücum eden bendenizi ne kadar kötü gözle görüyorsunuz, efendim.” cümleleriyle son buluyordu (Ves. 121).
Bunun üzerine ertesi günkü cuma namazı toplantısına kadar bekleyeceğimize dair yazdırdığım telgrafa, şu iki cümleyi ilave ettim: “Zatıalinizi kötü gözle gördüğüm hakkındaki zan doğru değildir. Çünkü vicdanımız sızlamaksızın verebileceğimiz hükümler ancak fiilî neticelere bağlıdır, efendim” (Ves. 122).
O tarihte, İzmit’te, Albay Asım Bey adında bir zat tümen komutanı olarak bulunuyordu. Asım Bey’e de bir iki günden beri, telgraf başında tebligatta bulunulmuştu. Fakat hiçbir cevap alınamıyordu. Onu da, 2 Ekim günü makine başına çağırdım, konuştum. Kendisine: “Kabinenin düşeceği ve belki de düşmüş olması muhakkaktır; bu bakımdan milletin azim ve iradesi her türlü tereddütün üstünde bir kudrete sahiptir.” dedikten sonra kesin düşünce ve kararını beklediğimi söyledim (Ves. 123). Tümen Komutanı Asım Bey’in uzun mazeretler ve düşüncelerle dolu cevabından çıkan müspet mana, şimdiye kadar cevap vermeyişinin sebebinin İstanbul’daki Kolordu Komutanından sorduklarına cevap almayışından ileri geldiği (Ves. 124) ve yarınki cuma namazında karar alınacağı cümleleriyle özetlenebilir (Ves. 125). Bazı nasihat ve teşvikleri ihtiva eden cevabımızda ayrıca şunları da söyledim: “Ferit Paşa’nın yarına kadar çekilmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu takdirde, yarınki toplantınız neticesinde zatışahaneye ve belli olduğu takdirde yeni hükûmet başkanına kabinenin millî gayeyi tamamen benimsemiş tarafsız şahsiyetlerden kurulmasını istirham etmek hususunu ve bunun beklendiğinin arz edilmesini sağlayınız. Bir de vatanımızı ve millî istiklalimizi kurtarmak için kurulacak yeni kabineyle birlik olarak daha pek çok çalışmaya ihtiyacımız olduğundan tamamen sükûnet içinde Heyetitemsiliye kararıyla arz ettiğim hususları göz önüne alarak teşkilata devam buyrulmasını rica ederim.” (Ves. 126).