Kitabı oku: «Ahmet Baytursınulı», sayfa 8
Ana Dili ve Kimlik İlişkisi
Dil ve kimlik, bireyin dünyaya çıkış noktasında ontolojik (varlık bilim) bir dayanışma içerisinde kendilik değerlerini kurgulayan insanı bütünler (Kanter 2010: 115).
Birey içine doğduğu toplumun değer yargıları ile şekillenen kültür çerçevesinde kimliğe bürünür ve dili ile millî kimliğini sergiler. Hayata dair her şey kültürel ögeler barındırır. Olaylara karşısında gösterdiğimiz tepkiler, inançlarımız, vücut dilimiz, misafir ağırlama ve sofra adabımız, selamlaşma şekillerimiz gibi. Kültürel farklılıklar bu açıdan devreye girerek ulusal kimliğimize işaret eder.
Kaybolan diller, bir toplumsal kaybı olduğu kadar yok olan kültürleri de simgeler. Kişinin ana diline hâkimiyetinin azalması, aynı anda kendi kültürüne, benliğine ve kimliğine yabancılaşması anlamına gelir. Kişi, kendini bir ferdi olarak hissettiği toplumsal karakteristiklerden uzaklaşırken çevresine de yabancılaşır. Dünyaya bakışını ve algılayışını yeni edindiği dille geliştirir.
Genel olarak ifade edildiği gibi dil, kimlik ve kültür birbirini izler şekilde bulunan ve birbirleriyle etkileşim hâlindeki kavramlardır. Bu kavramlardan her biri bir diğerinden izler taşır ve ortak bir payda etrafında buluşurlar. Bunlar arasından dil, düşüncelerimizi yansıtması yanında toplumdaki bireylerin iletişimini de sağlar. Kimlik ise, kültürle bağlantılı olduğu kadar çevremizle biçim alan inanç, davranış ve değerlerden örülmüş bir bütündür. İçinde bulunulan bu sosyal durum, kim olduğumuzun da cevabını verir. Sosyal hayat içerisinde diğer bireylerle kurulan ilişkiler, karşılıklı etkileşim vasıtasıyla kazanılan özellikler kimliğin oluşmasında önemli bir yer tutar. Diğer bireylerin bakış açısıyla biz ‘kimliğimiz’ dir. Karaduman’a göre de kimlik, bazı insanlarla nelerinizin ortak olduğuna ve sizi başkalarından neyin farklılaştırdığına ilişkin ait olma sorunudur. (Karaduman 2010: 2886-2889). Kültür ise kimliğimizi biçimlendiren ana etkendir. Bireyin kimliği, sosyal hayat içerisinde kazanılan değerlerle ve sahip olduğu kültürle oluşur. Aynı kültür çevresinden gelen ve ortak kültürel kökene sahip kişilerin dil kullanımları, birbirlerine davranış şekilleri onların kimlikleri arasında kurulan ilişkiler hakkında izler taşır. Hayatın akışı içinde yeni sorumluluk ve görevler, elde edilen yeni kimlikler sebebiyle yeni diller de öğrenen insan, bu akışı bilinçli şekilde yönlendirdiği müddetçe ‘ben’ olarak varlığını korur ve var olmaya devam eder. İçinde yaşadığı sosyal hayatın kendisine kazandırdığı özellikleri kimlik, kimliğini ise dil olarak karşısındaki bireylere yansıtır. İnsan, dilini koruyabildiği sürece kökenine de kimliğine de bağlı kalır. Kimlik, yüzeysel olarak kısaca kişilerin ve çeşitli büyüklük ve nitelikteki toplumsal grupların ‘kimsiniz, kimlerdensiniz?’ sorusuna verdikleri cevaplardır (Güvenç 1993, s. 3). Dil ise, bu kabullerle kültürün ve tabii ki de kimliğin sürekliliğini sağlar.
Ahmet Baytursınulı’nın Ana Dili ve Kimlik Konusundaki Çalışmaları Nelerdir?
Ahmet Baytursınulı’nın ana dili ve bağlantılı olarak kültür ve kimlik konularındaki çalışmalarını iki açıdan ele alabiliriz:
1. Bu alanlarda yapmış olduğu çalışmalarını inceleyerek;
2. Onun makaleleri ve kitaplarında işlediği konulardan hareketle.
A. Ana dili, kimlik ve kültür alanında yayınlarından hareketle görüşleri
Onun bu çalışmalarını eğitim öğretimdeki eksikliklerin giderilmesi meselesinde de ele almak mümkündür. Aşağıda işlenecek bu konularda Baytrusınulı’nın ders araç gereçleri ve eğitim yöntemleri konusunda toplumuna önderlik ettiğini, bir öğretmen olarak yapılması gerekenleri gösterdiğini, ana dili bilincini de oluşturarak kültürel konuların nesiller arasında aktarımını sağlamak yoluyla millî kimlik oluşturulması sürecinde bütün halkına da ‘önder bir öğretmen’ olarak yol gösterdiğini görürüz.
Bu konuda makaleleri yanında (onları alttaki başlıkta ele alacağız) şu yayınlarından bahsedebiliriz:
Ahmet Baytursın, Alaş Orda’nın eğitim ve dil politikalarının hem teorisyeni hem de kaleme alıcısıdır. Bu açıdan ele alındığında onun yaptığı çalışmaları şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a. Ahmet Baytursın’ın Kazak Türkçesi (Ana Dil) Alanında Yaptığı Çalışmalar: Baytursın, çağdaş Kazak Türkçesi ve edebiyatının temellerini atan kişi olarak bilinir. Öğretime yönelik araştırmaları başta olmak üzere ‘alfabe, ders kitapları, imla, terim bilimi, halk eğitimi ve kültürü ile ilgili çalışmalar’ yapmıştır. O, Arap alfabesinin ıslah edilerek kullanılması taraftarıdır. Bu amaçla Okuv Kuralı adlı bir ders kitabı kaleme almıştır. Onun ıslah ettiği alfabe, 1924’te Orenburg’da yapılan ‘Kazak Kırgız Bilim Adamları Kurultayı’nda Kazakistan Türkleri için resmi alfabe olarak kabul edilmiştir. 1928’de Latin harflerinin kabulüne kadar da bu alfabe kullanılmıştır. Anılan alfabe bugün hâlâ Doğu Türkistan’daki Türkler tarafından kullanılmaktadır. İmla ile ilgili çalışmalar da yapan Baytursın, ayrıca Türk lehçeleri ile art ve eş zamanlı bağlantılarla karşılaştırmalar yaparak türettiği terimlerle lehçeler arasında ortak kelime alanı oluşturmaya da çalışmıştır (Biray 2016: 31). Terim türetme yolları ve türettiği terimlerle ilgili açıklamaları ise Til Kural adlı çalışmasında ele almıştır. Onun 1910’lu yıllarda bugün de kullanılan terim yapma yöntemlerini kullandığını görürüz. Kazak dilbiliminde Alaş aydınları ve Baytursın’ın başlattığı Türkçeleştirme çalışmaları, günümüzde de devam etmektedir (Biray 1996: 34].
Okullar için kaleme aldığı ders kitapları da olan Baytursın, dilin farklı yapısal yollarını kullanarak çeşitli alanlarda türettiği terimlerle Kazak terim bilimi alanını kuran ve gelişme yollarını açan bir dilbilimcidir. Terim bilimi konusunda 1910-30 yılları arasındaki ilk çalışmalar ona aittir. O, Kazak dilbiliminin de temellerini atmıştır. Okuv Kuralı/Okuma Kitabı (1912) adlı eserinde Kazak Türkçesinin ses bilgisi özelliklerine uygun bir şekilde düzenlenen Arap harfli alfabe de yayımlanmıştır. Eser, Ceditçilik sisteminin savunduğu eğitim sistemini tanıtmaktadır. Til Kural (Orenburg 1914-15) adlı dil bilgisi kitabı Kazak Türkçesinin ses bilgisi ve ses uyumları üzerine yazılmış bir eserdir. ‘Bayanşı, 1920’ adlı dilbilgisi kitabı, alfabe ve alfabe öğretimi üzerine kaleme alınmıştır. Til Tanıtkış ise isim ve isim çekimi, cümle bilgisi, sıfat, sayı, zamir, fiil, fiil çatıları gibi konuları ele alarak açıklayan bir dil bilgisi kitabıdır. Edebiyat teorisi ile ilgili olarak yazılan Edebiyat Tanıtkış (Taşkent 1926) adlı eser, Kazak estetiğinin temeli olarak kabul edilmektedir. Bu edebi eserlerde dilin kullanılışı gibi bilimsel çalışmalara da yer verilmektedir. Kitapta estetik, güzellik, insanlık, yazılı edebiyatta görülen akımlar, yöntemler ve tenkit konuları da ele alınmaktadır. 1928’de Kızılorda’da yayımlanan Til Jumsar, konuşma, okuma ve yazı dilinin kullanımı ile ilgili yöntemlerin tanıtıldığı bir eserdir.
B. Onun makaleleri ve kitaplarında işlediği konulardan hareketle görüşleri
a. Okuma Sevgisi: ‘Kalam Kayratkerleri Jayınan’ makalesinde yazarın bahsettiği görüşlere göre kültürün ilerlemesi, derleyip toparlama işinin ustaca yapılması ve bilincin artmasıyla mümkün olur. Derleme işinden çıkan ustalığa sanat diyoruz. Bilincin gücünden gelen bilime de ‘ilim’ diyoruz. Bu ikisi insanın doğuştan getirdiği şeyler değil, öğrenilerek elde edilecek şeylerdir. Öğrenmek dediğimiz de eğitimle mümkün. Böylece kültür meselesinde halkın ileri gitmesi, kendinden öndeki halk ile arkadaki halk arasındaki kültür farklılığı ve kültürün yok olması, sonuçta eğitim konusuna gelir dayanır. … Kazaklarda eğitim işleri ise yazarlara bakmaktadır’.
Kültür, sanat ve eğitimle, sanat ve eğitimin gücüyle güçlenir. Okuyup öğrenmekle yükselir. Eğitim ise edebiyatla bağlantılıdır. Eğitim ve okuma edebiyatı güçlendirir, edebiyat okumayı güçlendirir. Okumak, eğitim ve edebiyat birbirlerini kollayıp birbirlerini cesaretlendirirler ve birbirlerini sürüklerler. Eğitimsiz edebiyatın geleceği yoktur, edebiyatsız eğitimin de geleceği yoktur. Kazaklarda okumak da edebiyat da son zamanlarda bir akış içinde gelişmektedir. Onun büyümesi, gelişmesi, çiçeklenmesi için çok çalışmak ve güçlü olmak gerekir. Bu çok fazla işi elinden geldiğince yapan, gücünü bu yolda harcayanlar ise, Kazak yazarlarıdır.
Bu yazarlar, bugün kendi işlerinin başında değiller, başka işlerde çalışıyorlar. Onları farklı işlerden alıp kendi işlerine vermek, Kazak hükûmetinin görevidir. Yazarların işi, edebiyattır ve edebiyatsız eğitimin güçlenmesi mümkün değildir. Eğitim almadan, kültürü güçlendirmeden Kazakların horluktan da zorluktan da kurtulması mümkün değil. Kazakların Ruslardan gördüğü sömürge siyaseti, Kazak kültürünün Rus kültüründen aşağıda olması yüzündendir. Özgürlüğün özü kültürdedir. Kültürü güçlendirmenin mekanizması ise okuma ve edebiyattadır’.
Jana Mektep dergisinin yayınlanması üzerine yazdığı ‘Jana Mektepti şığaruv kerek boldı’ adlı makalede Bolşevik dönemin başlamasıyla eğitime önem verildiği, Kazak gençlerinin de okur yazarlık oranının arttığı belirtilmektedir. Baytursınulı, bu dönemde eğitim için çalışmalar yapıldığını ve ümitli olduğunu da ifade eder. Derginin çıkarılış amacını şöyle anlatır: ‘Rusya’daki eğitim öğretim faaliyetleriyle karşılaştırdığımızda daha zayıf olduğumuzu fark ediyoruz. Rusya’da öğretmenler her gün toplantılar düzenliyor, fikir alışverişinde bulunuyorlar. Tüm gazete ve dergi sayfalarında boy boy eğitim öğretim meseleleri yer alıyor. Bizde ise ortam karmakarışık, halk dağınık ve oradan oraya göçüyor. İki okul arası bir aylık yol. Eğitim araç gereçleri yetersiz, olanlar da çok kötü. Matbaamız az. Eğitim öğretim meselelerinden bahseden bile yok. Eğitim kurumlarının talimatları okullara aylar sonra ancak ulaşıyor. Sözün kısası Kazak bozkırı nasıl kötüyse eğitim öğretim de aynı durumda. Bu bize yakışacak bir durum değil. Tarih bu hâlimizi affetmeyecektir. Bu durumdan hareketle Kazakistan Eğitim Komiserliği ve öğretmenler bir çözüm arayışına girdi. Sonunda eğitim öğretim meselelerine özel olarak yer veren Kazakistan merkezli bir dergi çıkarılması kararı verildi. Bu dergi ‘Jaña Mektep’ dergisidir’.
b. Dersler için müfredat oluşturulması ve yöntem problemleri: ‘Bastavış Mektep’ yazısında: ‘Yukarıda sözü edilen Kazakların içindeki iki türlü okulun ikisi de arzu edilen türdeki okullar değil. Birinde eğitim için gerekli malzeme, plan program yok. Fakat halkın okuması gerekli olduğu için kötü de olsa, ‘hiç olmamasındansa idare edecek kadarı olsun’ diyerek çalışmak şart. Diğerinde ise yani Rus okullarında düzen de malzeme de program da var. Fakat ilerisi için faydası az ya da hiç yok. Onların faydasını azaltacak şey Kazakları Ruslaştırmayı düşünmeleri, bu fikir de tüm faydasını yok ediyor. Bu okullar vasıtasıyla Kazak dilini yok edip, yerine Rus dilini koyabileceklerini, Kazakların tek dayanağı olan Arap harfleri yerine Kiril harflerini yerleştirebileceklerini düşünüyorlar. Bunun için çocuklara ilk önce ana diliyle eğitim verilmiyor, Rusça eğitim alıyorlar. Ana diliyle okusalar da Kiril harfleriyle okumaları isteniyor. Birileri sırf ‘ana diliyle eğitim alıyorlar densin’ diye ilk önce Rus harfleriyle Kazakça kitaplardan okumaya başlatıp daha sonra biraz ilerleyince hem alfabede hem dilde tamamen Rusça’ya dönülsün diyorlar. Bu, bir taktik çerçevesinde hareket edenlerin yolu. Birileri ise kesin ve net bir şekilde Rusça okutulmalı diyor’. Yazar, ‘Mektep Kerekteri’ makalesinde okula gerekli olan üçüncü şeyin ise, hazırlanan program olduğunu ifade eder. Her işin istendiği gibi olabilmesi için onun örnek olması ve zaman sınırlaması ve ayarlamasının olması gerekir. Örneksiz ve zaman ayarlaması olmayan iş, kusurlu gerçekleşir. Ya eksiği ya fazlası olur. Gereksiz şeyleri öğreterek öğrencilerinin zamanını boşa geçirmemek, öğretilmesi elzem şeyleri dar zamana sıkıştırarak asıl lazım olanı göstermemek gibi uygulamalar terk edilmeli. Öğrencilere ilk okulda ne, ne kadar gerekliyse planlanarak öğretilmeli. Buna ‘program’ adı verilir.
O, ‘Bavlıv Mektep’ yazısında şöyle der: ‘Kazaklar plan ve program dâhilinde okullar açan, çocuk eğitiminde tecrübeli olan bir halk değil. Bu yüzden Kazakların çocuk eğitim ve öğretim tarihi diye baktığımızda çok kısa bir süreçten bahsedebiliriz. Bu kısa süreçte de çocuk eğitiminde izlenecek yolun ihtiyaçlara göre şekillendirildiğini görürüz. Her milletin yüksek medeniyete ulaştığı ve sahibi olduğu bir dönem vardır. Bu çağlara bakarsak o milletlerin de çocuk eğitiminin ‘Bavlıv’ türde olduğunu fark ederiz. Onlar da eğitim öğretimde ‘öli oqıv’ (ölü okuma) tarzını başlarından geçirmişlerdir. Onlar da bu türü canlandırıp ‘töte oqıv’a geçmişler, ardından da ‘töte oqıv’ı canlandırıp ‘körneki oqıv’ yani görsel eğitim türünü tercih etmişlerdir. En sonunda ise tekrar ‘bavlıv’ yöntemine dönmüşlerdir. …O yüzden bugünkü çocuk eğitim öğretimi bir geriye dönüş değildir. Tabii ki yörüngesinden çıkıp yönünü kaybeden eğitimi düzeltip geleceğe uyarlamaktır. …Nasıl bir eğitimle istediğimiz türde bir fert yetiştirebiliriz? Asıl mesele budur. ‘Öli oqıv’ türü dünyada gerekli işleri öğretmiyor. Bu yüzden bu eğitim türü hayatla bağdaşık değil. ‘Töte oqıv’ meselenin özünü değil teorisini gereksiz açıklamalarla öğretiyor. Sadece teorik eğitimle yüzeysel bir uzmanlık mümkün olabilir ancak hayat uygulamalı işlerle dolu olduğu için bundan daha fazlasını istiyor. Böyle olunca uygulama olmadan uzmanlık da olmaz. ‘Körneki oqıv’ madde veya nesneyi göstererek öğretir. Görerek öğrenme ise çocuğun tabiatına daha yakın ve uygun bir eğitim sistemidir. Bu kısmen doğru. Çocukların okul öncesi dönemdeki 5- 6 yıllık süreçte pek çok şey öğrendiği malum. Ancak çocuklar bilgiyi görerek olduğu kadar taklit edip uygulayarak da öğreniyorlar. Bu sebeple sadece göstererek uygulatmadan eğitim öğretim veren ‘körneki oqıv’ da amaçlanan türde bir birey yetiştiremez. Görerek öğrenmekle uygulayarak öğrenmek arasında dünya kadar fark vardır. Bir şeye ihtiyacımız olduğundaki farkındalığımız ile ihtiyacımız olmadığındaki farkındalığımız bambaşkadır. Yürürken bir nesneyi gördüğümüzde geçer gideriz. Fakat dikkatimizi çeker de algılama gücüyle bakarsak durum farklı olacaktır. Ormana gezinti amacıyla gittiğimizdeki ağaç dallarına bakışımızla ormanda bir dal aradığımızdaki bakış açımız ve algımız farklıdır ve daha fazla dikkat gerektirir. … ‘Töte oqıv’ ‘öli oqıv’a göre; ‘körneki oqıv’ da ‘töte oqıv’a göre daha canlıdır. Ancak en canlısı ‘Bavlıv’ yöntemle eğitimdir. ‘Bavlıv’ çocuğu hayatın merkezine alarak eğiten bir sistem olduğu için alışıldık çocuk eğitimi olarak ele alınmamalıdır. ‘Bavlıv’ yöntemini kullanan okullar bildiğimiz geleneksel okullardan değildir, onlar tıpkı toplumsal bir sınıf gibidirler. Aile, topluluk, halk veya bir lonca, kooperatif gibi örgütlenir ve faaliyet gösterebilirler. ‘Bavlıv’ sistemli okullar sadece birer okul değil, bir tür toplumsal sınıftırlar’.
‘Baytursınulı Axmettiñ Arab Elip-Biyiñ Jaktağan Bayandaması’ makalesi alfabe ile ilgilidir. Yazar burada şunları belirtir: ‘Yazılı edebiyatı olan bir halka bir alfabeyi bıraktırıp, ikinci alfabenin kullanımını sağlatmak kolay bir iş değil. Bunu yavaş yavaş gerçekleştirmek için uzun bir vakit, çokça para ve bir hayli adam gücü gerekli. İlk önce para ve güç gerekli. İki alfabeyle aynı anda okutmak ve bu şekilde eğitim veren okullar açmak lazım. İkinci olarak, matbaalarda ayrı bölümlerin açılması, birlikte işletilmesi ve basılacak şeylerin hepsinin de iki alfabeyle basılması gerekli. Bu da iki iş ve iki zarar demektir. Bu da daha fazla para ve daha fazla güç gerektirir’.
Baytursınulı, yöntem konusunun işlediği ‘Jalkılav Ayırıňkı Ädis’ yazısında ‘Çocuk eğitiminde de bu şekilde davranılmalı ve bu yöntem uygulanmalıdır. Parçadan değil bütünden başlayarak öğretim sağlanmalıdır. Önce bilinmeyen bir parçayı değil anlamlı bir bütünü ele almalıyız. ….İkinci tür yöntem, yazma aracılığı ile okuma öğretmek olarak tanıtılabilir. Bu yöntemin uygulayıcıları okuma yazma öğretimine okumadan değil yazmadan başlanması gerektiğini ifade ederler. … Üçüncüsü sesli yöntemdir. Sesli yöntem uygulamasıyla verilecek eğitim beş aşamada gerçekleştirilir: 1. Çocuklarla sohbet, 2. Öğretim için hazırlık, 3. Sözcüklerde bulunan sesleri ayırmak, 4. Çocukları harflerle tanıştırmak, 5. Öğrendiği harflerden sözcük oluşturmak ve onları okumak. Çocuklarla sohbet: Sohbetteki amaç çocukları öğretime hazırlamaktır’.
c. Öğretmen yetiştirme.
Yazar, öğretmen yetiştirme konusunu işlediği ‘Mektep Kerekteri’ adlı makalesinde konuyu şöyle dile getirir: ‘Geçen sayıda Kazaklara nasıl ilkokul gerektiğini yazmıştık, şimdi ise o okullara nelerin gerekli olduğu konusunda yazacağız. Kazak çocukları anadillerinde, uygun kurallarla eğitimi iyi bilen öğretmenler tarafından üç yıl eğitim aldığında, bir hayli bilgi sahibi olmaktadırlar. Ana diliyle yazılan kitaplar, gazeteler, dergiler ve diğer yazı çizi işleri ilkokuldan çıkan bir çocuğun elinde oluyor yani çocuk onlardan faydalanabilecek kadar eğitimli oluyor. Şu an ülkemizdeki okullarda yukarıda söylenen şartların bir tanesi var, o da ana diliyle eğitim. Diğer şartlar yerine getirilmediği için çocuklar almaları gereken eğitimi tam anlamıyla edinemeden, çok azını bilerek okuldan ayrılıyorlar. Bizde henüz eski yazıyla okutabilen pedagojik yöntemlerden haberdar olan öğretmenler yok. Okullar için öncelikle bilgili, pedagojiden ve yöntemlerden haberdar olan, iyi eğitim veren öğretmenler gereklidir.
İyi ve kaliteli öğretmen için de adayların gerekli eğitimin verildiği, ilmin öğretildiği okullardan mezun olması gerekir. Rusça eğitim alanların Arap harfleriyle okuma yazmayı öğrenmesi, Arap harfleriyle okuma yazmayı bilenlerin de pedagoji ve yöntem eğitimi alıp yeni usul ve tekniklerle tanışması için bir iki aylık bir süre gereklidir. Bu bir iki ay içindeki öğrenme süresi ve işi her ikisi için de imkânsız değil’.
Eğitim durumunu kimin iyi kimin kötü bildiğini ortaya koyan şey, bu da pedagoji ve yöntemleri iyi bilen öğretmenlerdir. Onların içinde bu özelliklere sahip olanlar alfabe hazırlamalı, karşı karşıya gelip tartışmalı, sonunda savundukları tarz ile çocuklara ders vererek yöntemleri öğretmelidirler. Tartışılmayacak yerde tartışıp kötü şeyler söylemeden bunları yapmak gerek’.
O, ‘Şekispey, Bekispeydi’ yazısında da ‘öğretmenlerin halk için öğretmen olduklarını’ ifade eder.
d. Ders Kitapları ve Araç Gereçleri.
Bu konuyu ele alan ‘Mektep Kerekteri’ makalesinde yazar, ‘ilkokul için gerekli araç gerecimiz yok. Hazırlanmış bir programımız yok. Bu sebeple Kazaklara nasıl okul gerektiğinin yanında o okula nelerin gerektiği de söylenmeli. İkinci olarak eğitim için gerekli malzemeler uygun olmalı, çünkü malzemesiz eğitim yapılamıyor. Üstelik malzemenin yeterli olup olmamasıyla ortaya çıkan işin iyi olup olmaması bağlantılıdır. İşin eksiksiz ve iyi olması için malzemenin de tam ve uygun olması şarttır.’ der.
‘Gerekli olan şey, okul malzemeleridir. Eğitim için gerekli olan; kağıt, kalem, mürekkep, sıra parayla satın alınacak şeyler. Şu an parayla bulunamayacak tek şey, Kazak okullarında okutulacak kitaplardır. Geçen sayıda Kazak ilk okulunda okutulacak derslerin; okuma yazma, dini bilgiler, millî tarih, coğrafya, dil bilgisi, matematik, sanayi-ziraat ve fen bilgisi olduğunu belirtmiştik. Bunları öğretmek için gerekli kitapların Kazak diliyle yazılmış olanları yok. İşte bunlar parayla satın alınamayacak malzemeler. Bunları hazırlayıp ortaya çıkarmalı’.
O, eleştirilere ‘Mektep Kerekteri’ yazısıyla şu cevabı verir: ‘Yeni usullerle eğitim veren öğretmenler için okuma kitapları yazılıyor. Makine gereçlerinin tekniğini bilip faydalanan insanlar için makinalar ve başka gereçler yapılıyor. Ana dilinde eğitimin bizler için de gerekli olduğu tartışılmamalı bile. Nazarov konseyinde Kazakça eğitim için ders kitaplarının olmadığını söyleyip Rusça eğitim verilmesini destekleyen bürokratlar da oldu. Bu sözlere izin vermemek için kendi dilimizde okul kitapları hazırlamalıyız’.
‘Şekispey, Bekispeydi’ makalesinde de ‘‘Kazak’ Gazetesinin sayfalarında konuşulan tek konu bu değildi. Köy okulları hakkında da konuşuldu. Her şeyden önce, Kazakça okul denilen söz ‘Kazak’ Gazetesi’nde çıktığında tartışmalı bir durumu yoktu. ‘Kazak’ Gazetesi, Kazakça yayınlanıp, Kazakça okul ve öğretim gerek dese, bu o kadar sıra dışı bir şey de değil’ cevabını verir.
‘Kazak Arasında Okuv Jumıstarın Kalay Jürgizüv Kerek’ makalesinde de aynı konuyu ele alır. ‘Pek çok teşebbüs ve pek çok güç harcasa da yeterli derecede okul açmak için hükûmetin bir şey yapmadığı açıkça görünüyor. Onlar, Kazakistan Cumhuriyeti’nde açılan her türlü okulda, kütüphanede ve diğer eğitim kurumlarında çalışan sadece 2.616 kişinin masrafını karşılayabiliyor. Fakat eğitimle ilgili eksiklikleri giderip, çocuklara eğitim vermek için yirmi binden fazla kişiye ihtiyaç var. Üstelik bunların da başka masrafları var. Eğitim ücretlerinin çoğu devlet kurumları tarafından toplanan çeşitli vergilerle karşılanmaktadır. Bu konudaki çalışmaların çoğu, resmi görevlilere düşüyor. Fakat onların yetiştirilmesi, eğitim işlerine yetecek kadar maddi bir karşılık ödemeleri, halkın zenginliği, işlerin iyiliği için de vergi vermeleri ve bu vergilerin çabuk ve tam olarak toplanmasına bağlıdır. Buna ilave olarak buralarda toplanacak vergileri bel bağlamak da mümkün değildir. Bunlara güvenilse de resmi görevliler bu kurumları çabuk açamıyorlar. Okul sezonu (dönemi) geçiyor, çocukların bir yıl bile olsa eğitimsiz kalmalarının büyük bir zarara sebep olduğu biliniyor. Bundan sonraki süreçte uykuyu terk etmek gerek. Bu işe halkın katılması şart. Başka türlüsü mümkün değil’.
‘Bir köy idarecisi, zenginden zenginliğine göre, fakirden fakirliğine uygun olarak ev başına vergi toplayıp, bu toplanan vergileri öğretmenlerin ve diğer görevlilerin hizmeti karşılığında ve eğitimin ihtiyaç duyulan konularında harcayarak yerel eğitim kurumlarıyla anlaşmalar yaparak okullar açmalıdır. Bu şekilde açılan okullarda çocukların eğitimi ve yetiştirilmeleri okul dışında kurulan okul dernekleri tarafından takip edilmelidir. Öğretmenlerin hakkı, ‘işçiler kurumu’nun belirlediği ölçüde verilmelidir. Vergi ödemeye ve okumaya güzü olmayan fakir çocuklar için kontenjan açılması gerekir. Kitap, kağıt, kalem gibi okul malzemelerini de okul dernekleri temin etmelidir’.
‘Bavlıv Mektep’ yazısında, ‘‘Bavlıv’ okulun çocukların tabiatına uygun ve hayatla uyumlu bir okul olduğu için çocuk eğitiminde bu yöntemin kullanılması gerektiği düşüncesinin Rusya’da hâkim olduğundan bunun kendi topraklarında da uygulanması gerektiğinden bahseder. … Bu sistem bir kurt yavrusu nasıl avlanmaya alıştırılırken ağıldan kuzu çalıp getiriyorsa o tarz bir eğitim verir. Eğitim öğretim ne zaman nerede yapılırsa yapılsın ilk başlangıcı ‘Bavlıv’ yani uygulamalı eğitim şeklinde olmuştur. Teorik eğitim öğretim sistemi yeni çıkan bir eğitim şeklidir. On yıl boyunca okutup okutup da yazı yazmayı bile öğretemeyen bir eğitim sistemi ne ölüye ne de diriye gerekli değildir’.
e. Kazak Türkçesinin Söz Varlığı.
‘Jalkılavlı-Jalpılav Ädisi’ yazısında yöntemle de ilgili olan bu eğitim yolunda sözcüklerin öğretiminin de önem kazandığından bahsedilir. Bu, öğretimde kısa sözcüklü türdür. Bu türün amacı çocuklara onlar için seçilen kısa sözcükleri okutabilmek ve yazdırabilmektir. Bu yöntemi ilk olarak Pogel, Thomas, Belme gibi Alman eğitimciler kullanmış, daha sonra da bu yöntem farklı şekillerde başka eğitimciler tarafından da kullanılmıştır. Temelde hepsi aynıdır. Yöntemin işleyişi şu şekildedir: Alfabeyi öğretmek için içinde resimler bulunan, resimlerdeki nesneleri karşılayan sözcükler hem düzyazı hem de el yazısı ile yazılmış bir kitap hazırlanmalıdır. Burada seçeceğimiz sözcükler, önceden seçilen sözcüklere benzer olmalıdır. Kitaptaki sözcükler aşamalı olarak öğretilecek harflerden oluşturulmalıdır. Cümleler de burada öğretilecek sözcüklerden hazırlanmalıdır. Burada seçilen cümlelerden de kısa kısa hikâyeler oluşturulmalıdır. En sona da alfabenin kendisi konulmalıdır. Bunun amacı öğretmek değil bütün harflerin öğrenilip öğrenilmediğini kontrol etmektir. Bu şekilde hazırlanacak kitaplarda seçilen sözcük sayısı, sözcük türleri, sözcük yerleşimi ve hikâyeler açısından farklı farklı olabilir. Kısa sözcüklü diye bilinen bu yöntemde işin bir tarafı öğretmendeyken diğer tarafı da çocuktadır. Az sayıda sözcükten yola çıkılarak çok sayıda sözcüğün okunması sağlanır.
Bu tespitler ışığında; Baytursınulı’nın kendi şiirleri yanında çeviri yoluyla Kazak edebiyatına kazandırdığı şiirler de dâhil olmak üzere Kazak Türkçesinin farklı anlatım imkânlarını okuyucuya yansıttığı görülmektedir. Şairin, kendi dilinin anlatım yollarını kullanırken oluşturduğu çeşitlilik ilgi çekicidir. O, bir duyguyu farklı deyimlerle kurguladığı anlatımlarla yansıtmayı, Kazak Türkçesinin anlatım çeşitliliğinden yararlanabilmeyi başarmıştır. Aksan’ın da belirttiği gibi söz varlığını (kelime, deyim, atasözü, kalıp ifade, vs.) doğru anlayıp doğru değerlendirerek ve doğru öğreterek bir milletin hayat tarzı, inançları, gelenek görenekleri, dünya görüşü ve çeşitli nitelikleri konusunda daha gerçek belirlemeler yapabiliriz. Bir toplumun tarih boyunca yaşadığı olayları bilmesek de dil yapılarını çözerek, söz varlığının derinliklerine nüfuz ederek metinleri değerlendirip güvenilir ipuçları elde edebiliriz.
O, 23 Joktavı halk arasından derleyerek de Kazak folkloruna katkıda bulunurken aynı zamanda destandaki söz varlığını tekrar Kazak Türkçesinde kazandırmıştır.
f. Yabancı Sözcük ve Terimlere Karşı Ana Dilinden Terim ve Sözcük Türetilmesi.
Terim Bilimi: Ahmet Baytursınulı, Kazak dilbiliminin önemli konularından biri olan Kazak terim bilimi alanını kuran ve gelişme yollarını açan bir dilbilimcidir. Bu alanın kurulması ve geliştirilmesi konusunda 1910–1930 yılları arasındaki ilk çalışmalar, Baytursınulı’na aittir. Baytursınulı, hem bu alanın kurulması ve gelişmesi konusunda hizmet etmiş hem de ilmî eserleri ile bu alana katkıda bulunmuştur.
Dil bilimci yönüyle Baytursınulı ve Alaş aydınları çalışmalarıyla millî ilim dilini kurmak ve geliştirmek için çalışmışlardır. O, dil ve tarih bağlantıları kurabileceği eserleri esas alarak yaptığı bu çalışmaları ve incelemelerini tecrübeleriyle desteklemiştir. Baytursınulı, ana dilin zenginliklerini kullanmak yanında Türk lehçeleriyle art ve eş zamanlı bağlantılarla karşılaştırmalar yaparak türettiği terimlerle lehçeler arasında ortak terim alanı oluşturma arayışına da girmiştir.
O, 1910–30 yılları arasında hem ana dilden terimler türetmiş hem de yabancı dillerden aldığı terimleri ana dilin kurallarına uygun hale getirmiştir. Bu terimleri, Alaş hareketinin fikir meydanı ‘Dala Velayatı’, ‘Türkistan Velayatı’ gazetelerinde yayımlamış ve ilgili alanlarda kullanılmalarını sağlamıştır. Terimler ana dilinden türetilerek veya millîleştirilerek kullanılınca ve kabul görünce konuyla ilgili ilmî eserler, öğretime yönelik okuma kitapları basılmış, terim sözlükleri hazırlanmıştır.
20. yüzyıl başlarında eserlerin Kazak Türkçesi ile yayımlanması, Kazak ilim hayatı için yeni bir gelişmedir. Bu tür ilmî eserler ile öğretime yönelik okuma kitaplarının ilk yayınları, Kazak ilim dili, terim çalışmaları, edebiyatın kuruluş ve gelişmesi çalışmalarına büyük emek harcayan ‘A. Baytursınulı, E. Omarulı, H. Dosmuhamedulı, M. Avezov, J. Küderin, S. Kanajulı, M. Duvlatulı, M. Jumabayulı, J. Aymavıtulı, N. Törekululı, K. Kemengerulı, Ğ. Karaş, K. Jelenov, T. Şonanulı’ gibi Kazak aydınları tarafından yapılmıştır.
Alaş aydınları arasında daha çok dil çalışmalarına ağırlık veren Baytursınulı’nın türettiği terimler sadece dil ve edebiyat alanında kalmamış, birçok ilmî alanda da terim türetmiştir. O, yabancı dillerden giren terimleri çeviri yoluyla millîleştirmiş; terim türetme sisteminin esaslarını belirlemeye çalışmıştır. Baytursınulı, Kazak terim bilimi alanını kuran ilk dilcidir.
Ahmet Baytursınulı terim türetirken Kazak Türkçesinin kendi imkânlarından faydalanır. Millî terminolojiyi kurarken bazı kuralları gerekli bulur ve uygular. Kazak Türkçesinde ilmî bir terim gerekiyorsa bu, öncelikle ana dilin kelime kökleri ve işlek eklerinden türetilmelidir, bu konu ana dili için önemlidir. Kazak Türkçesinde bulunmayan terimler diğer Türk lehçelerinden alınmalıdır. Avrupa dillerinden Kazak Türkçesine giren, dünyadaki ilmî alanlarda kullanımı yaygınlaşmış, uluslararası terimler diyebileceğimiz terimler kalabilir ama onları Kazak Türkçesinin kurallarına ve söyleyişine uygun hale getirmek gereklidir. Kazak Türkçesi dışında hangi dilden alınırsa alınsın alıntı kelime veya terimler, Kazak Türkçesi söyleyişine ve kurallarına uydurularak kullanıma sokulmalıdır. Yabancı terimler, öncelikle ilmî uzmanlığına göre Kazak bilim adamlarından oluşturulan komisyonlarca incelenmeli, daha sonra dile girmesine izin verilmelidir. Yeni bir terim türetilirken öncelikle, kaynak dilin Kazak Türkçesi olmasından yana kullanılmalıdır. Kazak Türkçesindeki terimler alfabe sırasıyla bir sözlük hâlinde hazırlanmalıdır’.
Onun terim türetmede kullandığı metotlardan kısaca şöyle bahsedebiliriz:
‘* Semantik yolla: jurnak, jalğav, buvın, şuvmaq, tarmak, ray, müşe, ädis, vs.
* Morfolojik yolla: jakşa, sızıkşa, kösemşe, esimşe, däyekşi, buvınşı, bastavış, anıktavış, pısıktavış, tolıktavış, ävrelenis, külis, älektenis, älipteme, zavıktama, mazmundama, ermekteme, korıpta, usınba, suktanıs, azaptanıs, jalğavlık, esimdik, vs.
* Sentaks yoluyla: davıssız dıbıs, davıstı dıbıs, katañ dıbıs, uyañ dıbıs, tübir söz, tuvındı söz, kos söz, katar söz, kıstırma söz, menzil pısıktavış, meken pısıktavış, sın pısıktavış, turlavlı müşe, turlavsız müşe, salalas söylem, sabaktas söylem, jalañ söylem, jayılma söylem, bolımdı söylem, bolımsız söylem, tolımdı söylem, vs’. (Biray, Eynel 2015: 487–496).
Sonuçta Ahmet Baytursınulı’nın Kazak Türkçesinde bugün de kullanılan terim yapma yöntemlerini 1910’lu yıllarda kullandığını görmekteyiz. Kazak dilbiliminde Ahmet Baytursınulı ve Alaş aydınlarının başlattığı Türkçeleştirme çalışmaları, günümüzde de devam etmektedir. Bu açıdan Baytursınulı, Kazak dilbilimindeki terimbilimi çalışmalarını ilk başlatan, temelini atan, birçok çalışmayla alanı geliştiren ve genişleten bir dilbilimci olarak karşımıza çıkmaktadır.
O, ‘Kazak hem türli meseleler’ adlı makalesinde ana diliyle eğitimin öneminden bahseder. Daha okuma yazmayı bile yeni öğrenen çocukların Rusça ve Kiril harfleriyle eğitim almasının doğru olmadığını söyler. ‘Onların faydasını azaltacak şey Kazakları Ruslaştırmayı düşünmeleri, bu fikir de tüm faydasını yok ediyor. Bu okullar vasıtasıyla Kazak dilini yok edip, yerine Rus dilini koyabileceklerini, Kazakların tek dayanağı olan Arap harfleri yerine Kiril harflerini yerleştirebileceklerini düşünüyorlar. Bunun için çocuklar ilk önce ana diliyle eğitim almıyor, Rusça eğitim alıyorlar. Ana diliyle okusalar da Kiril harfleriyle okumaları isteniyor. Birileri sırf ana diliyle eğitim alıyorlar densin diye ilk önce Rus harfleriyle Kazakça kitaplardan okumaya başlatıp daha sonra da biraz ilerleyince hem alfabede hem dilde tamamen Rusça’ya dönülsün diyorlar. Bu, bir taktik çerçevesinde hareket edenlerin yolu. Birileri ise kesin ve net bir şekilde Rusça okutulmalı diyor.’ şeklinde konuyu değerlendirir.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.