Kitabı oku: «Ulus Olmak İstersek», sayfa 6
Kazak halkı ve yurduna yapılan zülmü ne kadar anlatırsan anlat bitmez. Semey ve Aral bölgesinin felaketi hakkında yazılan kitaplar ve makalelerine göz atamadık. Onlar hakkında ne kadar anlatırsak az olur. Geçmişten sovyet devrinden kalma derdimiz olan, halkın kaderini “yukarıdakilerin” kendi çıkarlarına göre yazdığına dur diyecek zamanın geleceğine inanıyoruz.
Tehlike sadece askeri üslerden gelmiyor. Uzmanların anlattıklarına göre Kazakistan’ı tehdit eden başka da korkunç tehlikeler vardır. Bundan biraz yıl önce askeri üslerin nükleer atıklarını Sarıözek’e gömdüğünü biliyoruz. Bunu da resmi yetkililer halka hiz zararı olmayan masum hareket gibi anlattı. Dünyanın parasını verse de, yerimize ölüm saçan atıkları gömdirmeyecek metin harekter lazım bize. Bunu unutmak isterdik ama, Kazakistan yerine nükleer atıklarını getirip gömme olasılığı hala da yüksek olduğunu söyleyen vatensever canların, yetkilileri tövbeye, yerli halkın haklarıyla oynamalarına son vermeye çağıran sesini çok duyuyoruz. Mesela, “Novoye pokolenya” gazetesinin 1995 yılının aralık sayısında yayımlanan “Kazakistan’a karşı sinsi nükleer savaş” adlı makalesinde R. İbrayev bazı yetkililerin Kazakistan’ı nükleer atıkları mezarlığına dönüşmesine dünden razı olduğunu ve böyle zalimce plan gerçekleşirse Kazak yurdu ve ulusunun geleceği karanlık olduğunu açıkça yazdı ve bunu destekleyen delliller sundu.
Baykonur uzay alanının Rusya’ya uzun süreli kiraya vermenin, iklime, tabiata, insan sağlığına olan zararını yazmayan basın kalmadı. Füzeleri uzaya uçuran Rusya kazanırken, Kazak yurdunun neler kaybedeceğini bugünlerde büyüklerin yanı sıra çocuklar da biliyor. Yurdumuzu bize zarardan başka bir şey kazandırmayan askeri üsleri de, Bay-konur uzay alanını tamamen kapatma, onların sonuçlarında arınma sadece Kazakların değil, bu ğlkede yaşayan tüm halkın dileği olduğu bir gerçektir. Bu tehlikeden kurtulmadan, halın geleceğinden bahsetmek suçtur. Halkın güvenini kazanan Cumhurbaşkanımız ekolojik felaket kaynağını kapatarak halkın rızasını alır diye ümit ediyoruz.
II
Bir yıl önce bir sosyal kuruluş toplantısında Kazakistan Adalet Bakanlığında çalışan bir güzel hanım söz söyledi. Onun sosyal faaliyetler konusunda biraz tecrübesi varmış. Rus okulunda eğitim aldığı, Kazakça sadece konuşma dilini bildiği konuşmalarından anlaşılıyordu. O, Kazakistan’da inanç özgürlüğü meselesinin tamamen çözüm bulduğunu, buna misal olarak da Adalet Bakanlığı’nda dünya çapında geçerli olan dinî akımları içeren 37 konfesyonun resmi olarak kayıtlı olduğunu söyledi. Bu konuda başka ülkeleri arkada bıraktığımızı ve devletimizin önder ülke olduğunu coşkuyla anlattı. Hatta bazı ünlü Kazakların çocuklarının din değiştirdiğini, sanki bir güzel haber veriyormuş gibi gülümseyerek anlattı. Bu arada ben dayanamadım “Bu çok az değil mi, Kazakistan’ı dinler gezegenine dönüştürmek için 370 konfesyon kayıt etseydiniz.” dedim. Bakanlık görevlisi, bana şaşırarak baktı. Ben, “ne olursa olsun başladığım sözü bitireyim.” diye düşündüm ve şöyle devam ettim: “Kazakistan dünyada bulunan her dinî akıma kapısını böyle açarsa ülkemiz kozmopolit ülke olur, milli gelenek, milli görev, vicdan, örf adet gibi kavramlar yok olur, silahsız, füzesiz halkımız yok olur, bir ananın doğurduğu çocuklar türlü inanca sahip olursa dinler arasındaki farklılıklar yüzünden bir birlerine düşman olur, bu manevi çöküntüye giden en kısa yol, siz ve bakanınız da inanılmaz bir işe imza atmışsınız, Kazakistan’ı çökertmek, milli hüvviyetini param parça etmek için bundan güzel ne olabilir ki.” dedim. Bunu söyledşğşm için pişman da olmadım. Çünkü Kazakistan’da gerçekleşen din genişlemesi hakkında gördüklerim ve hissettiklerim o anda bunları söylememi gerektirdi.
Kazakistan’da sovyet sisteminin çöküşü ve dış ülkelere sınırların açılması ülkemizin başka ülkelerle ilişkisini arttırmıştır. Yabancı ülkelerden gelip Kazakistan’da çalışanlar kendine uygun yaşam şartları kurmaya çalıştı. Büyük şehirlerimiz ve kasabalarımızda çeşitli dinî akımlar yerleşmeye başladı. Almatı’nın merkezinde bulunan müzeler, kültür merkezlerinde salonlar kiralayarak, her pazar günü kendi dinî merasimlerini gerçekleştirdiklerini herkes biliyor. Mesela, devlet müzesinin büyük salonunda baptist mezhebinin kendi planlarına uygun misyonerlik faaliyetlerini rahatça sürdürdüklerini, propaganda yaptıklarını, yerli gençleri kendilrerine katılmaları için teşvik ettiklerini kendim gidip, kendi gözlerimle gördüm. Almatı’da Hıristiyan dinî mezhepleri ve Krişnaitlerden ayak koyacak yer bulamazsın. Bazen sokaklarda küçücük çocuklar Krişna toplantılarına davetler dağıtıyor. Çeşitli konfesyon takipçileri sadece ayinlerini yapmakla kalmıyor, onlar kendi takipçilerini arttırmak ve Kazak gençlerini kendi aralarına çekmek gibi gizli amaçlar güdüyorlar. Onlar propaganda için hiçbir masraftan kaçınmıyorlar. Toplanan cemaati coşkuyla karşılamak, hediyeler dağıtmak, rahatlatıcı müzik dinletmek, bedava inglizce öğretmek gibi faaliyetleri meyvesini vereceğinden emin vaptizciler, hızla çoğalıyor. Bu faaliyetlerini gizlemiyorlar da, açık açık kaç tane Kazak gencine kendilerini kabul ettirdiklerini, kendi dinlerinin “üstünlüğünü” metheden yazılar yayımlıyorlar. “Veçernıy Almatı” gazetesi bir sayısında tıp bilimler doktoru bir Kazak kadının krişnaçı olduğunu müjdelemiş, hatta resmini bile basmış. Bilim adamı olacak o kadının yeni ismi Surattama Dasi Devi olmuş. Kapımıza gelip, Hıristiyan dini ile ilgili kaynakları dağıtan bakımlı, Kazakçayı çok iyi konuşan Kazakları her gördüğümde kendimi tutamadan “dininizi satmışsınız, şimdi de başkalarını da mı kendinize benzetmek istiyorsunuz.” diyerek kovduğum günler de oldu. “Türkistan” gazetesinde yayımlanan bir makaleden başka dini kabul eden Kazaklar sayısının binin yüzerinde olduğu acı gerçekleri öğrendim. Bunun sonu nasıl bir felakete yol açacağını Allah’tan başka kimse bilemez. “Veçernıy Almatı” gazetesinin 1996 yılındaki 24 nisan sayısında krişnaçıların başkanı Sergey Han’n gazete muhabirine verdiği repörtaj yayımlanmış. Missiyoner bu dinin beş bin yıllık tarihi var kutsal bir din olduğunu söyledi. Hepimizin merak ettiğimiz “Krişnaçıların arasında en çok hangi halk var?” sorusunun cevabı “Kazak gençleri.” oldu. Dün ata babaları İslam dinini kabul eden, bugünkü ateistlerin çocukları, kendi yurdunda çaresiz serçe gibi çeşitli mezheplerin ağına düşüyorlar.
Yabancı ülkelerden gelen misyonerler yurdumuzda gece gündüz sokak sokak gezerek, her evin kapısına kadar giderek, gençler arasında kendi dinlerini aktif bir şekilde propaganda ederken, müftilerimiz ve imamlarımız bizim geleneksel dinimiz olan İslam dininin gelişmesi için parmaklarını bile kıpırdatmamaları beni hayretlere düşürüyor. Bunlar ölüme gidip cenaze çıkarma ve camide sadaka toplama işinden başka iş yokmuş dibi davranıyorlar. Uzun zaman göz ardı edilen, yasaklanan İslam dinimizin kalkınması için bu hareket az eder. İslam dini propagandasının çok zayıf olduğunu gören misyonerler, “bundan iyi şans mı olur” diye işlerine eki elleriyle sarılmış durumda. Gerçi son zamanlarda camiler inşa ediliyor, medreseler açılıyor, dinî geleneklerimiz canlanıyor, ama İslam hizmetçilerinin çalışma hızı, eğitim düzeyi çok düşük olduğu ortadadır. Üstelik Kazakça bilen imamların sayısı da çok azdır.
Tabi ki demokratik toplum kurmayı amaçlayan ülkede herkesin inanç özgürlüğü olması dünyada kabul edilen bir kaidedir. Ama her güçlü devlet için asırlarca devam eden geleneksel dinini muhafaza etme ve geliştirme kutsal bir görevdir. Kendi dininin üstünlüğünü vurgulama affedilir bir davranıştır, ama ikinci bir dini küçümsemek, hatta açıkça kötülemek yanlış bir harekettir. Yabancı ülkelerde güzel kağıtlara basılan hristiyan v.s. dinleri propaganda amaçlı kılavuzlarda İslam dinine yönelik olumsuz fikirleri görüyoruz. Bu zoraki bir davranıştır ve tüm müslüman halkına olan hakarettir.
Kazakistan’da yaşayan halklar ve etnik grupların yüzde altmışı müslümandır. Buna rağmen bir müslüman ülkemizi “İslam Cumhuriyeti” olarak adlandıralım talebinde bulunmadı. İslam, barış dini olduğu için başkalarına zorla veya hileyle İslamı kabul ettirme gibi hareketlere karşı, inanç özgürlüğüne saygı duyan bir dindir. Ama “insan hakları” adı altında müslümanları karalamaya çalışanlara “kimse engel olamaz” diye düşünmek hata olur. Başka dinler gibi İslam dininin de geleneksel değerlerini korumaya ve geliştirmeye, genişletmeye hakkı vardır. Bu konuda düşünülmesi gereken çok mesele vardır.
Rusya Duma’sı Ortodoks Klisesinin gelişmesi için büyük adımlar attığı bellidir. Daha düne kadar dünyadaki en büyük güç olan ve bir kaç ülkeyi yok edebilecek çeşitli silahlar sahibi, nüfusu da çok olan Rusya’nın bile kendi dinini korumaya çalışması bizim için bir örnek davranış olmalı. Sovyetler döneminde yasaklanan, yok olma eşiğinden dönen İslam dininin tekrar kalkınması için devlet desteği lazım.
Kazakistan’da dinî akımlar ve mezheplerin çoğalması yasamızdaki açıklık yüzünden oluyor. Geçen sene kabul edilen Ana Yasamız’da bir çok beşeri değerlerin öngörüldüğü konuşulmakta. Ama bu Yasa’nın zamanla .. mesela 22. Maddede “Herkesin inanç özgürlük hakkı var” denilmekte. Ama bu madde azmış gibi Ana Yasa’nın bir yerlerinde “yabancı Dinî Topluluklarının cumhuriyet sınırındaki hizmeti, Cumhuriyet sınırlarında faaliyet gösteren dinî toplulukların başkanlarını tayin etme Cumhuriyetin ilgili makamlarının anlaşması üzerine gerçekleşir” gibi açıklamayı da eklemiş. Bunun gibi açıklamalar Ana Yasa temelinde yazılan ek rehberliklerde yer alabilirdi.
Bir zamanlar Kazakistan’ı yüz dilli gezegen olarak göstermek adet olmuştu, ama etnik gruplar sadece Rusça konuşmak zorundaydı. Hatta devlet dili olan Kazakçanın da kullanım alanı o kadar daralmıştı ki, artık Kazaklar bile unutmuştu. Şimdi de Kazakistan yüz din gezegeni oluyormuş. Bu hareketin asıl amacı, dinler özgürlüğü adını kullanarak İslamı uzaklaştırmak, Kazakların Rusça okuyan gençlerini hristiyanlığa ve başka dinlere teşvik ederek Kazaklar birliğini paramparça etmektir.
Şimdi dünyanın her tarfında yer alan tartışmalar ve savaşların en önemli sebebi ülke ve ülkeler arasındaki dinî farklılıklarla ilgili olması gizli saklı bir haber değildir. Daha dün hristiyan Sırpların müslüman Boşnakları katletmesine dünya şahit oldu. Amerika Birleşik Devletleri araya girmeseydi, şovenizm siyasetiyle gözleri dönen Sırbıstan yöneticileri eskiden komşu olan bir halkı yer yüzünden silecekti. Dinî tutuculuğun böyle vahşi bir zülme sebep olduğunu eski tarih sayfalarından da görebiliriz. Bu dehşet sadece Yugoslavya yerinde değil, dünyanın her tarafında yer almaktadır. Dini hristiyan olduğu için Rusya Ermenistan’a destek çıktı ve onu Azerbaycana karşı kışkırttı. Bunun neticesinde Ermenistan, komşusu olan Azerbaycan’a ait toprağın beşte birini işgal etti, milyondan fazla insan mülteci oldu. Bu da azmış gibi Rusya ve Ermenistan Askeri Birlik Sözleşmesi imzaladı. Böylece I Petr zamanında başlatılan müslüman ülkelerini işgal planı, yeni zamanda da sürdürüldü. Eğer Azerbaycan Ermenistan topraklarını işgal etseydi, hristiyan Avrupa ülkeleri bir gün bile dayanamaz, “işgal durdurulsun” diye yaygara koparırdı. Bu iki memleketin arasındaki meseleyi başka türlü yorumlamak isteyenler, konuyu tersine çevirmek isteyenlerdir. Müslüman devletlere karşı ayni dine mensup başka bir halkı kullanmak Rusya emperyasının eski siyasetidir, şimdiki idareciler de bunu takip ediyorlar. Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) kurumu, Ermenistan’ın agresif hareketine karşı gelmedi, bir devletin başkasına baskı uygulamasına izin verdi. Adaleti ayak altına alan, bir birine destek olamayan dostluğun ne önemi var.
Küçücük İsrail, kaç milyon halkı var Arap devletlerine aklına gelen kötülükleri yapmasının sebebi bunların arasındaki dinî fark değil de nedir? Arapların birine destek vererek, ikincisini köstek olup, bir olmaya fırsat vermeyen, eziyet eden İsrail’i dini bir Batı Avrupa devletleri kollamasalardı, Flistinlilerin eziyeti bu kadar uzun sürer miydi? Müslümanların Kudus’taki kutsal camisinin dibinden Yahudiler için konut inşa etme kararı zülümlerin en büğüdür. Yahudiler ve hristiyanların bir birlerine yakın olması, onların müslüman devletlerin çökertme siyasetinde bir olduklarını gösterir.
Yerdeki cennet olan Livan’ın da trajedisi yerli halkın hristiyan ve müslüman olarak bölünmesinden kaynaklanmaktadır. Hepsi ayni dili konuşan Arapların dinî farklılığını dış güçler faydalanarak bir halkı ikiye ayırdı. Sonunda gül bahçesi gibi olan bir memleket harabeye dönüştü. Dünya meselelerinde son kararı veren güçlü devletler, bu dehşeti durdurma gücüne sahip olduklarına rağmen, onları barıştıramadı.
Son zamanlarda tartışmalar ve savaşların dinî sıfatta gelişmesi dünya için ders olmalıdır. Farklı dinlere sahip halkları bir birlerine karşı kışkırtmak, hiçbir zaman barışmayacak bir hale sokmak yayılmaktadır. Rusya’nın Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki dini bir Yunan halkına silah satma kararını alması da Türkiye’ye gözdağı vermek için yapılan harekettir.
Rusya’nın bağımsızlığını isteyen Çeçenistan’a karşı açtığı savaş ta dinî sıfat içermektedir. Tabii burada Rusya’nın Çeçenistan’ın petrolünden ayrılmak istemediğini de göz ardı edemeyiz. Yine de Çeçenlere olan kör düşmanlığının kökü, dini farklı halkı hasım sayan eski emperyalist görüşe bağlı olduğunu da hesaba katmalıyız.
Allaha şükürler olsun ki, Jonğar savaşının dışında bugüne kadar Kazakların başına gelen felaketler arasında dinî çatışma olmadı. Bizim Rusya’ya bağımlılığımız üstün halk ve yenik düşen halkın arasındaki kalıplaşmış ilişkidir. Bağımsızlığını yeni kazanan Cumhuriyetimiz çok dinliliği kabul ederse, bu kaçınılmaz kader olur. Tarihte olanlar da, günümüzde olup biten savaşlar da bunun delilidir. Öyleyse demokrasi kelimesini kullanarak, Kazakistan’ın asırlar önce kabul ettiği geleneksel İslam dini üzerine onlarca mezhebi eklemenin ne gereği var sorusu yerinde olur. Adalet Bakanlığı tarafından kaydedilen 37 mezhep ve dinî akımlar kendi kliselerini inşa ederek, herbiri kendi topluluğuna tesir etmeye başlarsa, halkı biraraya getirme yolunda yeni adım atan devletimizin yeni yetişen genç kuşağı arasında ateş yakarsa, gerçek felaket o zaman başlar. Çeşitli dinî akımlar tatlı dilleriyle çocuklarımızın beynine girerse, hiç savaşsız, gürültüsüz milli geleneğimizi de, geleceğimizi de kaybederiz. Şimdi İslama karşı manevi hücüm dünya çapında etkili olduğunu sadece mankurtler hissettmeyebilir. Amerika’nın direkt desteğiyle organize edilen “Svoboda” radyosunu veya “Amerika dauvısı” radyosunu dinlerseniz hep olumsuz haberler veriliyor. Çeşitli ülkelerde olan yolsuzluklar, mülteciler meselesinden İslam dinini sorumlu tutmak alışkanlık haline geldi. Avrupa, Amerika ve Afrika’da gerçekleşen aşırıcılık, terör olayları için açıkça İs-lamı suçlamak vicdansızlıktır. Dünyada olup biten irili ufaklı cinayetin aslını bildirmeden, İslam kelimesine ekleyenler, barış düşmanlarıdır. “İslam Fundamentalizmi” kavramının aslını bilmeden, canavar olarak gösterenler de onlardır. Bağımsızlık bayrağını yeniden dalgalandırdığımız bu günlerde çok dikkatli olmamız gerekiyor. Dışarıda olsun, içeride olsun devletimize kuyu kazanların sayısı az değildir. Onların ince düşünülen planı, Kazakistan’da İslam dininin gelişmesini engellemek, çeşitli mezhepleri propaganda ederek Kazakları öz dininden ayırmaktır. Evin dışına yerleştirilen bomba gibi bu tehlikeyi durdurma önlemleri alınmazsa, korkunç sonuçlara katlanmak zorunda kalırız.
III
Dünyadaki en asil varlığımız, ebedi hazinemiz ana dilimiz resmi devlet dili derecesini aldı ama, kıymet bilmez zalim düşmanlar ve kendi aramızdan çıkan dışı Kazak, içi yabancı kimselerin, namussuz koltuk severlerin yüzünden yıllarca hakettiği hürmeti göremiyor. Çeşitli kurum idaresinde oturan bazı başkanlarımız şovinistler ve aşırı görüşlü birileri tarafından söylenen “Kazak dili Rus dilini sıkıştırıyor.” gibisi lafların gerçek olmadığını bile bile korkudan o lafı atanlara destek çıktı. Kazak dilinin yoluna taş koymaya devam ediyor ve bu hareket doğal bir hale dönüştü son zamanlar. Dilimize hürmet göstermeyen, yüksek mevkilerde oturan Kazaklar laftan anlamıyorlar. Milletvekillerinin büyük bir kısmı Kazaktır, ama ana dilimizi kürsüden duymak mümkün değildir. Çünkü pasaportlarında Kazak yazılmış ama Kazakça konuşma dili biliyor olsa bile edebi dili konuşamayanlardır bunlar. Onlardan çoğu Kazak dilinde gazete, kitap, dergi sayfasını hiç açmamış Kazaklardır. Onlar, Kazak dilinin acılı haline için için sevinenlerdir. Çünkü Rusça konuşan Kazaklar’ın ana dilini öğrenme gibi bir amaçları yoktur, eğer Kazakça’nın kaderi gizli oylamayla çözülseydi, bu közkamanların hepsi olmazsa da yarısı kesin “devlet dili” statüsünden “Kazakça” kelimesini düşünmeden çizerdi. Şu anki hakikat bundan ibarettir, bu yüzden de gizlemeyeceğiz, acı gerçeği yüze vuracağız. Oysa Meclis Kazakça konuşmaları çevirecek tercüman bulamamış diyene kim inanır ki. Bir defasında Meclis Evi’ne Kazak dili hakkında konuşmaya gittiğimizde halkın çok iyi tanıdığı bir senatör bilim adamının “Kazakça ve Rusça’yı çok iyi bilen, anında çeviri yapabilen adamlar var mı bizde” sorusu beni çok şaşırtmıştı. O adamın halktan, hayattan ne kadar uzak olduğunu ve sadece kendi çıkarları dışında hiçbirşeyi önemsemediğini anlamıştım ve bu durum beni çok korkutmuştu. Bazı milletvekillerinin Kazakça konuşmasını, ülkemizde onlarca sene yaşamasına rağmen Kazakça bir tek kelime bile öğrenemeyen kalın kafalı zatlar için çevirecek tercüman bulamayan Meclis’ten hayır beklenir mi?
Böylece tepelerden başlayan ve yıllarca değişmeyen “örnek davranışın”, toplumu nasıl etkilediğini hepimiz anlıyoruz. Bundan bir kaç sene önce açılan Kazak okulları ve kreşlerin tekrar kapatılması, Kazak diline desteğin olmamasından kaynaklanıyor. Tabi ki piyasa ekonomisine alışmak zordur. Ama mesele bu değildir, mesele milli kültürümüzün devlet tarafından iltifat görmemesidir.
Bu durumda ne yapılmalı? Sadece bir gerçek vardır. O Kazak dilini Kazakların kendileri öğrenmezse başkalara ne diye küselim ki. Bu yüzden Kazakları Kazak yapmakla başlamak lazım bu işe.
Amerika Birleşik Devletleri’nde o ülkenin vatandaşlığını almak için Amerikan tarihi ve İngliz dili sınavlarına girmek şarttır. Bunu gibi bir şart koşmaktan ne zamana kadar korkabiliriz. Bu şartı duyanın kalbi patlamaz, tam tersine nerede ve hangi memlekette yaşadığını bilmeye, düşünmeye mecbur olur, zaman geçtikçe de yaşadığı ülkenin değerini de bilmeye başlar.
İran İslam Cumhuriyeti halkının yarısının Farsi, üçte birinin Türk dilli halklar, kalanı ise başka etnik gruplara mensup olduğunu duyduğumda hayran kalmıştım. Oradaki milletin hiçbiri Farsça ile beraber kendi öz dilimizde okul istiyoruz, basın yayın istiyoruz gibi taleplerde bulunamıyorlar. Devlet dili Farsça, buna kimse şüphe getiremez. Çünkü oradaki türlü halk diyasporası, kendilerinin İran topraklarında yaşadığını idrak ediyorlar ve Farsça bilmek onlar için bir borç olduğunu kabul ediyorlar. Hepsi ulu İran devletini geliştirme uğruna çalışıyorlar. Hükümet te, meclis de her etnik grubun gönlünü almaya çalışmıyor. Bu sözümüze şüphe edenler İran tecrübesiyle tanışabilir. Biz Kazakistan’da da İran tertibi olmalı demiyoruz. Ama çok milletli bir ülkenin barış içinde böyle yaşaması medeniyetin güzel bir örneğidir.
Kazak dilinin tam anlamıyla gelişmesi için aynı dili konuşan milli bir ortam yaratma ihtiyacı gündeme getiriyor. Kazak az yerde dilin gelişim göstereme şansı yoktur. Başka milletin de Kazakçayı öğreneceğini ummuyoruz. Aslında kararın gücüyle veya milliyetçi ruhtaki davetlerle ülkemizde yaşayan çeşitli millet diasporasının Kazak dili hakkındaki fikrini değiştirmek bir hayal olur. Kazakça’nın kullanım alanını genişletmek için kaderin fermanıyla dünyanın her ucuna dağılan Kazakları ata yurtlarına geri getirmek lazım. Onlara geri dönmek için imkan sağlamak en güvenilir yol olur. Bu meseleyi çözmek Cumhurbaşkanı ve bu işle ilgili tüm devlet makamlarının görevidir. Bir zamanlar öz vatanından sürgün edilen, açlık döneminde göç eden Kazaklara özel statü verilerek, onların geri dönüş yolundaki suni engelleri kaldırmadan iş gerçekleşmez. Milli bilincimizi o kadar yitirmişiz ki “Yabancı ülkede yaşayan Kazaklar kendi vatanına hiç bir engelsiz geri dönmeli.” demeye bile dilimiz varmıyor. Artık korkuyu atmanın zamanı gelmiştir. Rusya yabancı ülkelerde yaşayan vatandaşlarını hiç bir zaman unutmaz. Onlar, “Dış ülkelerde yaşayan Rusların hakkını korumaya hazırız.” diye sık sık tekrarlar. Madem Ruslara imreniyoruz o zaman onların kendi vatandaşlarına olan desteğini de örnek alalım. Son yıllarda yabancı memleketlerde yaşayan Kazakların vatana dönmeleri için Cumhurbaşkanımız’ın fermanı ile kontenjan sağlandı. Böyle bir destek sayesinde dışarıda yaşayan kardeşlerimiz az da olsa dönmeye başladı. Ama bu gidişle kardeşlerimizin ata yurtlarına kesin dönüş meseleleri yakın zamanda çözülemez. Bu konu cesur değişimler ister. Ancak başka memleketlerde yaşayan dört milyon Kazak vatanına döndüğünde ana dilimizde konuşan ortam yaratabiliriz.
Kazakların büyük bir kısmı Rusya, Çin ve Özbekistan’da yaşıyorlar. Bunlar uzun zamandan beri yabancı dil ortamında yaşayanşardır. Mesela Rusya’da yaşayan 1 milyon Kazak, milli dil ve kültürümüzden ırak yaşam sürdürmekte. Oradaki vaytandaşlarımızın bugüne kadar ana dilinde ne okulu ne de basın yayını oldu, bundan sonra olacağını hiç zannetmiyorum. Rusya’daki kardeşlerimiz kendi dillerini çoktan unuttular. Onları vatana döndürmek zordur, ama milli geleneklerinden tamamen ayrı kalmamaları için Kazakistan ve Rusya bir anlaşma yapmalı. Kazakistan’daki milyonlarca Rusun ağzından çıkan isteği anında yerine getirmeye çalışan hükümetimize Rusya’daki Kazakların durumunu düşünmenin zamanı geldi diyoruz. İran İslam Cumhuriyeti başkenti Tegeran’da Kazak dilinde haberler sunulacakmış. İran memleketi, topraklarında yaşayan az Kazaklar için böyle bir iltifatta bulunurken, Rusya, idaresi altında yaşayan yüz binlerce Kazakların hakkını göz ardı edemez. Sadece bu işi Kazakistan’ın ilgili makamları organize etmeli. Özbekistan’da yaşayan iki milyon Kazak kardeşlerimizin durumunu da ciddi bir şekilde ele almalı. Onların hemen hemen hepsi Kazakistan’a dönmek istiyor. Özellikle de Karakalpakistan’da yaşayan vatandaşlarımız yardıma muhtaçtırlar. Özbekistan Kazaklarının yarısından fazlası kendi ata yurdunda yaşıyor. Onlar doğup büyüdüğü yerlerden kopabilecekler mi acaba? Çin’de yaşayan Kazakların hepsi mi Kazakistan’a dönmek istiyor. Biz onların hepsi Kazakistan’a dönecek gibi bir beklenti içerisinde değiliz. Onların büyük bir kısmı yaşadığı yeri de seçebilir. İşte bunun gibi karışık durumları araştıran, göç meselesini devlet seviyesinde çözümleyen, yabancı ülkede yaşayan Kazaklar meselesiyle ilgilenen özel bakanlık veya ona benzer resmi kurum, araştırma merkezi kurmak şarttır. Eğer bu ciddi mesele göz ardı edilirse diş ülkede yaşayan Kazaklar ana dillerinden mahrum kalırlar. Dil ebedi yaşaması için desteğe ihtiyacı vardır. Bu destek dediğimiz, ana dilinde okullar, basın yayın, çeşitli manevi ve kültürel merasimlerdir. Hükümet, Rusya, Çin, Özbekistan Cumhuriyetleri ile özel bir anlaşmaya varmayınca, bu iş çözülmez. Bugüne kadar Özbekistan’da 600 Kazak okulu var diye övündük. Bu okulların halini düşünenler var mı? Kendi memleketinde milli demokratik devlet olmayı amaçlayan Özbekistan’ın, topraklarında yaşayan Kazakların ihtiyaçlarını karşılamaya imkanı ve isteği var mıdır? Özbekistan’daki Kazak okullarında ana dilinde ders kitapları yeterli derecede midir? Kazakça basın yayının hali nasıl? Kazak gençleri üniversite kazanabiliyor mu? Bunun gibi çok soru var. Kazakların yoğun yaşadığı ülkelerle bunun gibi ve de başka sorular üzerine devletlerarası bir sözleşme imzalanması gerekmiyor mu?
Kazakistan’da Kazakçanın durumu, tüm engellere rağmen düzeleceğine inanmalıyız. Kısa sürede Kazak halkının sayısının artmasında bir takım ilerlemeler elde ettik. Buna bir de dili, dini, geleneği ve kaderi yakın Özbek, Kırgız, Başkır, Türk, Tatar, Uygur, Azeri, Nogay, Kumıkları eklersek Türk dilliler sayısı artacaktır. Kazakların milli şuuru kemale erdikçe Türk dilli kardeşlerle olan irtibatının da genişleyeceğine inanıyoruz.
Ülke içinde Kazakları “Kazaklaştırmak” ne kadar önemli ise, başka ülkede yaşayan kardeşlerimizin milli dil, kültür ve geleneğini unutmaması için zemin hazırlamak ta bekletilmesi zor bir iştir. Devlet tüm ilgisini piyasa ekonomisine geçme sürecine yönlendirirken milli gelişme problemlerini unut bırakırsa bu büyük bir trajediyle sonuçlanır. Bu yüzden de ben bu meseleyi üçüncü felaket olarak görüyorum. Ekonomik durumları düzeltmeye çalışırken, dillerini kaybeden uluslar vardır. Allah bizi böylesinden korusun. Zülümlerin sayısız baskısına dayanan, eski cesur kişiliğini yitiren, ama eğer gerçekten arzu ederse istediğini almadan durmayan yetenekli halkım, kendi bağımsızlığı için yüzlerce sene mücadele etti. bağımsızlık bayrağını elimize aldıktan sonra kulluk
1997