Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Ulus Olmak İstersek», sayfa 5

Yazı tipi:

Bu yukarıda söylediklerimizden Halk Üniversitesi’nin edebiyat, folklor, tarih, etnoğrafi, arkeoloji, dil konularıya ilgili kapsamlı ve özel dersler vermekle kalmadığını, göz ardı edilen müzik geleneğimizi tekrar diriltmeye ve halk mirasını derleme ve tanıtmaya, halk arasından yetenekli sanatçıları keşfetmeye ayrıca özen gösterdiğini görüyoruz. Halk Üniversitesi, kültür miraslarını halka ilmi yaklaşımla tanıtmayı başarmıştır.

Kazak edebiyatını, tarihini ve kültürünü başka da bir çok kardeş Türk halklarının mirasıyla kıyaslayarak incelemek, halk üniversitesinin işlerine geniş ufuklar açan, onu özel bir manaya büründüren, gerçek bir ilmi sıfat veren hayatî bir gelenek oldu. Üniversitemiz, sözlü edebiyat derslerini ta kuzeyde yaşayan Sahalar’ın, Altaylı’ların İdil ve Oral yakasında yaşayan –Başkurların, Amuderya kenarında hayat sürdüren Karakalpakların folklor eserlerine de layık olduğu ilgiyi gösterebildi. Yazılı edebiyat derslerinde ise Tatarların, Özbeklerin, Azerilerin, zengin edebî dünyası halkı hayran etti. Kazak edebiyatı ve kültürünün Avrupa halkıyla ilişkisi, üniversite derslerinde anlatıldı. Mesela Rus edebiyatı ve Alman edebiyatındaki önemli meseleler konusunda özel dersler yapıldı.

Egemenliğimizi aldıktan sonra istediğimiz konu üzerinde araştırma yapmabilme, dersler verebilme imkanlarına sahip olduk. Bu yüzden de Kazak Edebiyatı ve Sanatı Halk Üniversitesi tarihî ve edebî mirasımızı halka yayma, tanıtma, araştırma misyonunu başarıyla tamamlamıştır. Ama erişemediğimiz dağlar ve tepeler de vardır.

Kazak Edebiyatı ve Sanatı Halk Üniversitesi için desteklerini esirgemeyen, tüm kalbiyle yardım eden Leyla Muhtarkızı Auezova hanıma minnettarız. M. Auezov anıt müze çalışanlarına da gösterdiği yardımlardan dolayı teşekkür ediyoruz. Özellikle de eleştirmen Balaemer Sahariyev, araştırmacılar Kerimbek Sızdıkov, Mekemtas Mırzahmetov, İvan Bolşokov gibi bilim adamlarına şükranlarımızı sunmak istiyoruz. Halk Üniversitesi ilmi sekreteri Talğat Akimov’a verdiği emekleri ayrıca belirtmek istiyorum. Halk Üniversitesine destek çıkanlar saymakla bitmez ve onlara minnettar olduğumuzu belirtmek isteriz.

Arap halkının zekası Bin bir gece maslını doğurdu. Almatı halk üniversitesi 500 tane akşam dersleri gerçekleştirdi. Biz başladığımız işi devam ettirme kanaatindeyiz. M. Auezov müzesinin meclis salonunda dersler sayısını bine kadar arttırabileceğimize inanıyoruz. Bu işi biz olmazsak da şakirtlerimiz devam ettirecektir. Bunun gibi derslerde söylenen sözler ve yapılan hizmetler Kazak zekasının ulu abidesi olacak diye ümit ediyoruz.

Sönmeyen Namus, Bitmeyen Kahramanlık İzleri
(Abdiğappar Janbosınulu’nın edebyattaki)

Eski tarihimizin aydınlığa kavuşmamış sayfaları bir yana da, bu asrın başında yaşananları bile tam olarak tanıyamamız milli ve medeni bilincimizin geride kalmasının göstergesidir. XX asırda yaşanan, Kazak halkı için büyük bir tarihî olay olan Alaş hareketi hakkında da gerçeklerin saptırılması seksen yıl boyunca beynimizi zehirlemiştir. Halkımızın yaşam tarzına ve bağımsızlığına yapılan haksızlıkların hesabını yapmak için bize zaman lazım. 30’lı yılların başlarında açlıktan halkımızın yarısını kaybettiğimizi gizledik, toplumu “Gelişiyoruz, uygarlığa doğru gidiyoruz.” gibi sözlerle oyaladık. Sayısı açısındanTürk halkları arasında ikinci olan ulusumuz, ekim devriminden sonra onlarca yıl yürütülen sömürücü siyaset yüzünden iki kat azaldı. Sonunda Kazaklar, kendi yurdunda kendi milletinin adını bile doğru söyleyemez hale geldi. Kazakistan’da gerçekleşen tarihî olaylardan hiç biri milli bakış açısından bakılmadı, sadece Rusya’nın sömürücü siyasetine nasıl uygunsa öyle anlatıldı. Uydurulmuş bir tarih, yanlış fikirlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu yüzden de sosyal bilimler sahasında kök salan bu yanlış fikirleri, bir bir düzeltmek boynumuzun borcudur.

Yazımızda dünkü sovyet ideolojisine zıt düştüğü için yanlış kabul edilip, tarihin derinlerine gömülen gerçeklerden sadece bir tanesini anlatacağız. Yani Kazak halkının 1916 yılında gerçekleşen milli mücadelesi başkanı, halk tarafından Han seçilen Abdiğappar Janbosınulı (1870-1919) hakkında söz edeceğiz. Mücadele tarihi, onun sebepleri ve kurucuları, kahramanları, milli mücadeleyi değerlendirmede tek taraflı görüşler ve adaletsizlikler hakkında tarihi uzmanlar tarafından bir sürü yazı yazılmıştır. Biz bu konulara girmeyeceğiz sadece Abdiğappar’ın edebiyattaki kişiliği üzerinde duracağız. Çünkü tarihi şahıslar ve olayların resmi beyanıyla birlikte edebiyattaki yansıması de çok önemlidir.

Çok soylu ve şöhretli sülale mensubu olan Abdiğappar Janbosınulı, kendi boyu arasında itibar sahibi bir ağa olduğu için 1916 yılında Torğay halkı tarafından han seçilir. Halkın onu, Rusya Çarı’nın Kazakları savaşa işçi olarak alma fermanına karşı düzenlenen mücadeleye baş olarak seçtiğini ve yanına da askerlere baş komutan olarak Amangeldi’ni tayin ettiğini tarihten biliyoruz. 1916 yılının yazından 1917 yılın şubat ayındaki devrime kadar Torgay topraklarında Rusya askerlerine karşı mücadeleye Abdiğappar ve Amangeldi başkanlık yapmıştır.

Çarın bu haksız fermanına ve yerli idarenin hesapsız zülmüne dayanamayan halkın eline silah alıp savaşa çıkması, sönmeyen namusun ve bitmeyen kahramanlığın gerçek bir görüntüsüdür. Baskı altında ezilen ulusa istediğini yaptırmaya alışık olan sömürücü emperya, Torgay mücadelesini bastıracağından, mücadeleye katılanları ağır cezaya çarptırarak, savaş cephesine Kazak yiğitlerini zorla alacaklarından emindi. Torgay ayaklanmasını bastırmak için yüzlerce değil de, orgeneral başkanlığında binlerce asker göndermesi halk ayaklanmasının ciddi bir boyut kazandığını gösteriyor. Kazakistan’ın başka bölgelerindeki ayaklanmaları başlamadan bastırmaya alışık askerler Torgay ayaklanması için aylarca ter döker. Böyle olmasının iki sebebi vardır, birincisi halkın namusnun uyanması, bağımsızlık arzusuyla yanıp tutuşması, kölelik hayata kahramanlık ölümü seçmeye kararlı olmasıdır. İkinci bir sebebi ise ayaklanmaya akıllı ve cesur, halkın inandığı liderlerin önderlik etmesidir.

Maalesef Torğay ayaklanmasının liderlerini araştırmada bir takım haksızlıklar yer aldı. Onlarca yıl halk kaharmanları olarak Amangeldi ve Alibi isimleri medhedildi, halkın han seçtiği Abdiğapar’ın ismi tarihte geçmedi. Bazı eserlerde Abdiğappar’ı hakkında olumsuz fikirler de bulunmakta. Bunu sebebini halk biliyor. Yıllar boyunca siyasette üstünlük eden sınıfsal ideoloji Kazakların milli hakkını hayal edenlerin hepsini halk düşmanı olarak göstermeyi amaç edinmiştir. Bunun gibi tek taraflı fikirler, bilinçli olarak hendi hayatını halkı için tehlikeye atan Abdiğappar’ın gerçek kişiliğini tanıtmaya fırsat bırakmadı. Onun 1919 yılında soruşturmadan, yargısız vurulmasının sebebi de, katili de aranmadı. Tarihi belgeler Abdiğappar’ın halk bağımsızlığı için mücadele eden, halk tarafından saygı duyulan bir şahıs olduğunu kanıtlıyor. Onun gerçek kişiliği, özellikle de onun vefatından sonra meydana gelen ağıtlar ve şiir, destanlarda ortaya çıkarıyor. Demek ki 1916 yılında Torğay Kazaklarının bağımsızlık mücadelesine başkanlık eden, bu bölge Kazaklarını bir araya getirerek arkasına alabilen, yüksek zeka sahibi Abdiğappar Janbosınulı’nun edebiyattaki kişiliğini araştırmak yerinde bir hareket olur. Bazen edebi eser, bir olay hakkında tarihi belgelerden daha çok bilgi verebilir. Bu bakımdan Abdiğappar Han hakkındaki halkın görüşünü, gerçek fikrini bildiren edebi eserleri incelemek bazı gerçekleri anlamamıza ışık tutar.

Ayaklanmanın hemen ardından Abdiğappar’n vefatı için çıkarılan ağıt şiirleri çok önemli bir belge sıfatındadır. Bu ağıt, ilk defa A. Baytursınov’un “23 Joktau” adlı kitabında yer almıştır. Abdiğappar’ın çocukları bu ağıdı, “Baytursınov’un kendisi yazdı veya düzeltmiş olabilir.” diyor. Ne olursa olsun, acı kayıp üstünde çıkarılan ağıdın ilk nüshası zamanla geliştirilmiş ve halk mirası değerini kazanmış. Bu eserin çok güçlü bir tarzda yazılması onun son zamanlarda güçlü bir şairin elinden geçtiğini kanıtlıyor. Şu anda herkesin bildiği nüsha, 1926 yılında basılan nüshadır. Bu baskının yeni versiyonunda bazı dörtlükler kısaltılmıştır. Ama ne kadar kısaltıldı ve sebebi açıklanmamıştır. Ağıdın türlü sebeplerden dolayı kısaltılan veya düzeltilen yerlerini göz önünde bulundurursak, asil nüshanı geri kazanmanın ne kadar önemli olduğunu anlarız.

Ağıdın metnine bu kadar özen göstermemizin doğal sebebi vardır. Genellikle, dünyadan göçen insanın hayatta yaptığı iyilikler, boyundaki haysiyetler, hayatındaki tartışmalar, savaştığı düşmanlar, uğradığı haksızlıklar, pişmanlıkları, hayalleri ağıtta dizililerek dile getirilir. Ne kadar tasvir edilse de gerçeği çekirdek olarak alır. Ağıt, halkın önünde söylenir ve vefat eden adamın yakınlarının sırrı da, üzüntüsü de burda anlatılır. Ağıt söyleyenler, acı içinde kaybettiği insanın ölümüne sebep olanları da söyler. Onları halk tarafından hükm ediyor. Çünkü hayat mücadelelerin, büyük işlerin, adalet ve zülmün farkını gösteren, keskin acı ifadeler kullanmak ağıdın tarzıdır. Söylenen üzüntü, nala ne kadar gerçek olursa, ağıt o kadar tesirli olur. Onu sonradan ezbere söyleyenler asil nüshanın çekirdeğini korur, onu gelştirir. Özellikle de vefat eden kişi itibarlı birisi ise ağıt halkın ortak eserine dönüşür. Bazı araştırıcılar, Kazak destanlarının bazılarının temelini oluşturan işte bu ağıtlar olduğunu öne sürüyor.

Abdiğappar hakkında söylenen ağıt üzüntü, bu dünyanın fani olduğunu kabul etme, burdaki kaderin önemsiz olduğunu ifade eden geleneksel sözlerle başlar.

 
Toplanmış burada cemaat jıyılıp kelgen aleumet
Başıma geldi bir akıbet
Sultnımdan ayrıldım
Başkanı idi vilayet
Keder düştü başıma
İçime doldu hasret
Başımdan bahtım düştü
Kalmadı bizde haysiyet
 

Halkın kendi isteğiyle han seçtiği Abdiğappar’ın boyundaki iyilikleri tasfir eden satırlar hakikat sır olarak duyulur.

 
Argımak tulpar aldıran
Bir biz değil orta juz
Ortaya koyup han kılan
Rus, kazak herkes te
Yaptığı işe hayran kalan
 

Bundan sonra da bugünkü topluma sır olan, ama ağıt söyleyenlere malum olan bir sırrın ucu görünür. Abdiğappar’ın yolunu şaşırtan birisinin olduğu, onun yüzünden kahraman ecele duçar olduğu söylenir. O insanın kim olduğu ağıdın eski nüshalarında yer aldığına inanıyoruz, sonraki baskılarda bu ismin yerine nokta işareti konulmuş. Metindeki:

 
Gözle görmeden günahını
Başından ne ayıp buldu ki
Gözle gören biri yok
Bunun gibi aslanı
Nasıl kıydı da vurdu
 

Bu satırlar Abdiğappar’ı vurup öldürenin uzaktan değil, kendi yakınından birisi olduğunu ima ediyor. Ağıdın bir çok gerçeği aydınlatacak özelliği de burda belli olur. (Gitti inandı düşmana, sırrını bilmeden kafirin, kendisi gibi adil saydı, sınamadı düşmanı, dostuyla bir safa koydu.)

Merhumun halk için yaptığı hayırlı işleri, aşağıdaki satırlarda açıkça görülür:

 
Berrak gölün içinde,
Bir ulus sığan gemiydi.
Zalalı yok insana,
Gök ve yer gibi genişti.
İdaresi hakka malûm,
İyiliği çok idi.
Hakim oldu halkına,
Sözleri merhem idi.
Rus, Kazak iyileri,
Kendi bakan ulusa,
Sevap hayırı çok idi.
Deniz kaynar taşırsa,
Su çıkamaz kaya idi.
Yoksullara göl derya,
Zülümlere dar idi.
Ulustaki zalime,
Göğe uçsa ağ idi,
Yerde ise hendekti.
 

Asil kahramanı böyle tasvir ediyor. “Dağ uçmuş gitmiş sanki yerinden, öyle bom boş etrafımız.” deniliyor. “Başkan oldu önü geniş, sineksiz bir yaz geldi”, “Sultanımı sorarsan aklı derya göl idi, siyasetini sorarsan padişahla bir idi”, Kaburgamla eşit kederim, omurtkamla bir üzüntüm.” ifadeleri destanlardaki mübalağa anlatım yoluyla verilmiştir.

Ağıtın en önemli yeri de halkın zor günlerinde Abdiğappar’ın halkı için asker toplayarak, düşmana karşı çıkmasını anlattığı yerdir.

 
Halkını korkup vermedin,
Korkaklarla gitmedin.
Karşı çıktın kafire,
Yapmadın işini başkanın,
Ağzından ateş saçan
Nikolay’dan kaçmadın.
Altmış bin askerinle,
Şehirlere yürüdün.
 

Bu ifadelerin gerçek olduğunu tarihî belgeler de kanıtlıyor.

Bu ifadeler hayatın gerçekleri olduğunu belgelerle kanıtlayabiliriz.

Söz konusu ağıtta tarihi gerçekler öyle çok yansımış ki bu gerçekler bir destan veya roman olur. Halkın başına ansızın gelen acı, Çar fermanı, şiddetten kurtulmak için yol arayan halkın buhranı, bu durumda Abdiğapar’ın kendini düşünmeden halkına sahip çıkması, güçlü ve hileli düşmana karşı gitmesi, son nefesine kadar aldığı kararın arkasında durması, vaz geçmemesi, Kazaklar arasına giren düşmanın ihaneti, yakınından saydığı birilerinin sırtından bıçaklaması, başbuğundan ayrılan ulusun kederli anı, acı günleri, Abdiğapar’ın insancıl, adaletli ve cesur lider olması, “vicdanımın uğrunda canım feda olsun” diye düşmana karşı çıkan cesur kişiliği, hepsi ağıtta çok güzel tasvir edilmiştir. Bu ağıt tarihî şiir derecesindedir.

Konumuzla ilgili bir başka eser de şair Fayzolla Satıpaldıulı’nın “Abdiğappar Han” adlı poemidir. Burada resmi belgelerde bulunmayan bazı bilgiler rastlanmaktadır. Bu eserin yazarı bu olayın yaşandığı bölgede doğmuş büyümüş, Abdiğappar ve Amangeldi’ye akrabalık yakınlığı da vardır. Şair, Abdiğappar gibi halk kahramanını değerlendirmede tek taraflı fikirleri öne sürmenin çok yanlış olduğunu dile getiriyor. 1916 yılında gerçekleşen ayaklanma ve onun liderleri için yanlış ifadelerde bulunanlar sorguluyor.

 
Kulıkpen kelgen baylık bilsen arzan
Al şındıq su tübinde jatkan marjan
Körsetti köp tarihti boyamalap
Karamay obalına Ibıray Aljan
Keşer me kos arıstın aruagı
Biliner o düniyede kımnin ağı
Ündemey ötirik sözdi qoştap ketti
Jan küyer tuısınız Alidağı
 
 
Hileyle kazanılan varlık kıymetsizdir,
Hakikat su dibinde yatan mercandır.
Tarihi yanlış anlattı
Acımadan Ibıray ve Aljan
İki yiğidin ruhu affeder mi?
Öbür dünyada belli olacaktır
Sesini çıkarmadan yalanı doğruladı
En yakın akrabanız Ali de var
 

Bu satırlar adeta Amangeldi ve Abdiğappar ölümünün gizli sırlarından haber veriyor. Abdiğappar’ın kişiliği satırlarda

 
Eske alsam eljireydi jürek bauır,
   Her aklıma geldiğinde yüreğim ezilir
Düniyeye siyrek keler munday tauir
   Dünyaya bunun gibi kişiler az gelir
Sabırlı akıl iyesi bilimge bay,
   Sabırlıdır, akıllıdır, eğitimli,
Erekşe belgisi de minezi auır,
 

şeklinde tasvir ediyor. Bu poemde Amangeldi ve Abdiğapar yiğitlerinin çar askerleriyle savaşı gerçekçi verilmiştir.

Abdiğapar’ın Kazak halkının bağımsızlığını hayal ettiğini, ama toplumdaki anlaşmazlık yüzünden amacına ulaşamadığını üzülerek anlatıyor. Bu eserde hiç bir belgede adları geçmeyen ama bu ayaklanmada çok önemli rol oynayan Jağıpar ve Amen’in kahramanlıkları anlatılıyor. Burada böyle sonuca varıyoruz, biz bu ayaklanmanın başka da kahramanları hakkında hiç bir şey bilmiyoruz. Bu savaşta şehit olan kahramanlarımızın hiç biri unutulmamalı. Bu, araştırmacılarımızın ihtiytla ele alması gereken ilk iştir.

1916 yılında gerçekleşen tarihi olayların gizli hikayesi, bilinmeyen gerçekleri olduğundan haberdar şair Fayzolla Satıbaldıulı kendi eseri sayesinde bazı gerçekleri aydınlığa kavuşturdu. O, Abdiğapar’ın ölümüne sebep olanı da açıkça söylüyor. Bunun gerçekle ne kadar ilgisinin olduğunu araştırmacılar incelemeli. Bu eser 1916 yılındaki ayaklanma hakkında çok önemli malumatlar içermekte. Şairin bağımsızlık arzusunu bu satırlardan görebiliyoruz.

 
Bul jırım keleşekke jeter meken
  Bu şiirrim geleceğe gider mi?
Jok alde bir okılmay keter meken
  Yoksa hiç okunmadan kalır mı?
Kazağım ün şığarmay bodan bolıp
  Halkım boynu bükük, sömürülüp
Bir küni abden kurıp biter meken
  Sonunda yok olup gider mi?
 

Abdiğapar’ın edebiyattaki kişiliğini kapsamlı bir şekilde incelemek için halk hafızasında korunan efsaneler ve şiirleri derlemek gerekir. Maalesef bu konunun yasaklı olduğu zaman içerisinde bu gerçeği bilenlerin bir çoğu o dünyaya göç etmiştir. Halk arasında söylenen hikayelere tarihi olaylar ve kahramanlar hakkında halkın düşüncesi ve onların bu olay hakkındaki görüşleri yansımıştır. Ünlü yazar, Torğay bölgesinin evladı Tölen Abdikov bana böyle bir hikaye anlatmıştı. Rusya çarının fermanını duyan halk çok heyecanlanmış ve ayaklanan halka bir lider seçmek gerektiğinde Amangeldi ve Abdiğapar isimleri arasında seçim yapmak zorunda kalır. Sonra “Tutunacak eteği yani köklü sülalesi, malı mülkü var Abdığapar han olsun.” diye karar vermişler. Bu sözler, halkın gönlünden çıkan, halkın düşüncesinin yansımasıdır. Sözlü yayılan şiir, efsane, hikayeler temelini halkın özgür düşüncesi ve hayalleri oluşturur, öyleyse bu eserleri ilmi araştırmalarda faydalanarak doğrulara varmalıyız.

Bağımsızlığımızın sayesinde tarihimizin karanlık sayfalarını aydınlatmak, saptırılan gerçekleri düzeltmek, onlara layık olduğu değeri verme imkanlarına sahibiz. Son zamanlarda bu konuda çok başarı elde ettik. Bundan sonra da düzenli olarak ele alacağımız işler çoktur. Halkımızın kahramanı, halkın zor günlerinde yanında bulunan, halkın geleceği için bilinçli olarak yıllarca baskı altında tutan güce cesurca karşı çıkan Abdiğappar Janbosınulı’nın 125. yıldönümünü ülke çapında kutlama milli değerlerimize hurmet olur.

1995

Üç Tehlike

İlk önce gönlümüzü ferahlatan ulusual düzeydeki başarılarımızı gözden geçirecek olursak bir sürü kazançlarımızı sıralayabilecek durumdayız. Elbette en büyük, eşsiz sevincimiz milletimizin bağımsızlığa kavuşmasıdır. Uzun zamandan beri bir kaç kuşağın, halk kahramanlarının uzak, erişilmez hayali, ümidi haline dönüşen bağımsızlığa kavuşmamız büyük bir nimettir. Buna ulusal bilinçten yoksun, garip, zavallı mankurtler ve kendi milletinin iyiliğini istemeyen, olaya yabancı gözüyle bakan, kötü niyetli hainler dışında tüm halkın mutlu olduğu şüphesizdir. Bugün elde edilen başarıların hepsi bağımsızlığımızın meyvesidir. İnsanların fikirlerinin serbestçe açıklayabilmeleri, basın özgürlüğü, geçmişteki manevi miraslarımızı layık olduğu gibi değerlendirme iradesi göstermemiz, dış memleketlerle ekonomik ve kültürel ilişki kurmamız, yabancı devletlerde elçilikler açmamız. Birleşmiş Devletler Örgütü, İslam Konferansı gibi saygın örgütlere üye olmamız, ulusal simge ve milli marşımızı bağımsızlık ruhu ile doldurmamız özgürlüğümüzün simgeleri ile eşdeğerdir. Kendi Cumhurbaşkanımızı da ilk defa seçmiş olmamız önemli gurur kaynağımızdır. Sıralamaya devam edersek gururla sunacağımız başarılarımız bitmez. Fakat herkese belli olan bu gerçeklerin gölgesinde gizli kalan üzücü bilgileri hatırladığın zaman o heyecan yerini keder değişir. Kazakistan’ın bugünü ve geleceği için tehlike ve tehdit kaynağı olan felaketleri düşündüğünde başın ve gözün döner. Bunların çoğunu toplum hissediyor ancak onların üzüntü ve efkarını hesaba alan, bozulanı tamir edeyim diyecek niyet görülmüyor. Böylece bu tür ihtiyaçlar muazzam ağırlığıyla gündemde kalmaya devam ediyor.

I

İlk sırada kazak toprağına gelen ekolojik afetin hızla geliştiği korkunç yüzü geliyor. Ebedi kutsal varlığımız olan toprağımız perişan olmuş, keyfi hareket ve vıcdansızlığın kurbanı olalı yarım asır oldu. Bu dönemi topraklarımızın gövdesinde yerleşen ölüm ocağı Semey üssünde 40’lı yılların başlarında başlayan nükleer denemelerinden başlıyoruz. Sovyet hükümeti, tüm zülmleri haince gizli yapmaya alışık olduğu için nükleer deneyimlerinin ülkenin hangi köşesinde kaç kere yapıldığına dair bilgiler, sayılı özel uzmanlar dışında topluma açık değildir. Halkımızın başına bela olan Semey üssü bir kaç yıl önce kapatıldı. Toprağımızda bulunan bir canavarın azaldığını bundan biliyoruz. Kalan canavarlar hala topluma meçhuldur.

Genellikle bu tür korkunç olayları araştırdığımızda dünkü sovyet yönetim sisteminin üstünlüğü sırasında meydana gelen yolsuzluklardan söz eder, yerel halkın çıkarlarını hiçe sayan kızıl emperyanın politikasını ayıplıyoruz. Yeryüzünde binlerce yüzyıl dalgalanan Aral denizinin 25 sene içerisinde yok olmasının sorumlusu kimdir. “Bu tür suçları işleyen zorbakiler kim?” sorusuna kesin cevap bulamayız. Koskoca denizin yok olmasına yol verenlerin hiç biri belirlenemedi. Sırderya çekilmedi. Aral’a asırlarca dökülen iki ulu derya Amuderya ve Sırderya’nın suyunu yukarıdan bağlayan ve çöllere akıtan insanların da kim olduğunu bulamadık. Ürgenç ve Karakalpak yakınlarından dolu dolu akan Amuderya suyunu Türkmen’in çölüne çevirip, Aral’a bir damla su bırakmayan zalimler de cezasız kaldı. Bir zamanlar Sırderya o kadar dolu akardı ki, o taşıdığında bölgede bir kaç derya fayda olurdu. Sırderya’nın baharda suyu kabarınca köprüler ve feribot kayıkları harab olurdu, sonbaharda Sırderyanın suyu azaldıktan sonra köprü ve feribotların tamir edildiğini 50’li yıllarda kendi gözümüzle görüyorduk. Özbekistan, “Sovyet Birliğinde pamuk üretimini hızlandırma” pilanını kullanarak Sırderya’nın suyunu pamuk üretimi için her taraftan kullanmaya başladı ve Kazakistan’a derya suyunun artılanı geliyordu. Pamuk üretimini 100 kat arttırmanın nedeni, sovyet ülkelerinin emperyalistlere karşı güçlü olduğunu kanıtlamaktı. İnsanı ürperten gerçek bu ki, Moskova idarecileri pamuk ve pirinç üretimini arttırma talimatını verirken halkın sağlığı ve geleceği hiç hesaba katılmadı. Pamuk alanlarına uykarıdan uçaklarla zehirli ilaçlar saçıldığında onun kokusu tüm eyalete dağılırdı. Sıcak güneş altında, zehirli koku arasında özbek, kazak, karakalpak, tacik kadınları pamuk topluyordu. 60’lı yıllarda Kazak Hükümeti Kazak Sovyet Ansiklopedisi’ni yayınlama kararı aldığında, basın yönetimi tarafından yapılan araştırmalarda ülkemizde büyük, küçük kırk bin göl ve seksen bin nehrin kaydedildiğini hala hatırlıyorum. Onlardan en büyükleri hakkında Ansiklopedi’nin 12 cildinde bilgi verildi. Şu anda o binlerce göl ve nehirlerin hangileri var hangileri kuruyup gitti anlamak çok zordur. Aral, Sırderya bir yana, Kazak toprağının tam ortasında bulunan Balkaş gölünün de yok olma tehlikesinin eşiğinden döndüğünü biliyoruz. Halk tam vaktinde hareket etti ve gölü kurtarabildi. Adı efsanelerle anılan, bütün Kazak şairleri aşık olan Kökşe’nin seksen gölünden geriye kaç tanesinin kaldığını hesaplamak için matamatik olmaya gerek yoktur. Bizim bildiğimiz ülke Karatau dağının güneyi ve batısındaki o güzelim derelerin bir çoğu izsiz kayboldu. Bunları kurutan yaratığın adını sorarsan, dağ altından uran, gaz ve sayri madenleri arayan, yüzlerce metre derinliklere su barajları inşa ederek, kaynak sularını yerin yedi katındaki barajlara akıtan jeologlardır. Aral denizindeki “Barsa Kelmes” adasında insanlığı yok eden bakteriolojik silah deneyiminin yapıldığı son zamanlarda belli oldu. Kazak topraklarındaki deneme üslerininin çoğu gizli kaldı. Bu nükler denemeleri yapılan, askeri hazırlıklar alanı sıfatında yıpranan millyonlarca hektar yeri radyason ve başka zararlardan arındaırmak için yüzlerce yıl lazım. İşte Sovyetler Birliğinden beklenilen denklik, uygarlık hayallerimizin sonucu bu oldu. Daha düne kadar uzaya uçan gemiler Jezkazgan ve Torgay eyaletlerine geri döndüğünde halkımız davullu çanaklı törenle karşılıyordu. Uzay gemileri, askeri teknik konusunda Rusya’nın önemli malumatlar almasını sağlamış olabilir, ama Kazak toprakları bunun uğruna bir o kadar zarar gördü. Bu gizli siyasetin ve her kötülüğü halka iyilik gibi göstermenin neticesidir.

Bağımsızlığa kavuştuktan sonra halk, totaliter sistem sürecinde yer alan zülümler ve yolsuzluklar durdurulur, yıpranmış onca şeyi tamir etme planları yapılır, toprağımız radyason yetkisinden temizlenir, askeri deneme üsleri kapatılır, milyonlarca hektar yer tekrar halkın niymetine dönüşür diye düşünmüştük. Cumhurbaşkanı Semey üssünü kapattığında toplum böyle faaliyetlerin gerçekleşmeye başladığına inanmıştı. Maalesef, bu sevincimiz uzak olmadı, toprağı alt üst eden askeri oyunlar, füze ateşlemeleri hala devam etmekte. Kazakistan Hükümeti Rusya’nın emirlerine uyarak çeşitli sözleşmeler imzalamış görünüyor. Bu meselenin korkunç tarafı şudur ki, o sözleşmeler Rusya için ne kadar faydalı ise Kazakistan için o kadar zararlı olduğunu çok iyi bilen başkanlarımızın “halka, ülkemize barış lazım, nükler denemelerine karşıyız.” diyemedi. Rusya’nın “karşılığını vereceğiz” sözü için ulus geleceğine tehlike saçan hareketlere yol verildi. Bunun neticelerini son zamanlarda basında yer alan çeşitli haberlerden görüyoruz.

Sovyet döneminde Kazakistan’ın uğradığı haksızlıklar ve gördüğü zararları yazarsak cilt cilt kitap olur. Bunlardan bazıları tüm ülkeyi etkileyecek derecede önem taşıyor. Kazakistan Halk (ekoloji) Akademisi Başkanı, İhtisat Bilimleri doktoru, Devlet Üstün Hizmet Madalya sahibi Smentay Tileubergenov “Egemen Kazakistan” gazetesinin 1995 29 Kasım ayı sayısında yayımlanan makalesinde Kazakistan’ın bugünü ve geleceğini tehdit eden tehlike sebeplerini açıkça bildiriyor. “Kazakistan’da 165 milyon hektarlık arazi önceden de bakım isteyen susuz yerlerdi. Arazinin durumu 40 seneleik nükleer denemelerinden sonra berbat hale geldi. Dünyada hiç bir ülke, hiç bir halk, insanoğlunu yok eden çeşitli silahların denemelerinden bizim halkımız kadar zarar görmemiştir. Kazakistan’ın güzelim bozkırları, sadece deneme üssü değil, nükleer teknolojinin zararlı atıklarının, nükleer bombaların mezarına döndü. Bu bombalar bir ülkenin biosferi ve noosferini tamamen yok edebilecek kadar zararlıdır ve zararı ülke dışına kadar yayılabilecek kapasitededir.” diye yazıyor alim. Böyle ilmî delillere bakıldığında çevre ekolojisinin aciz durumunun ciddiyetini anlayabiliriz. S. Tileubergenov şöyle devam ediyor: “Kazakistan uranyum üretiminde dünyada ikinci geliyor. Ülkemizde 116 uranyum madeni mevcuttur. 1946 yılından başlayarak biolojik ve kimyasal bomba icadı için gizli askeri kurumları birleşmeye başladı. Onların deneme noktası, aral denizinde “Vozrajdeniye” adası oldu. Tam burda ülser, tulasremi, burtsellez, veba ve çiçek hastalığı yol açan bakteriler denemesi yapıldı. 1950’li yıllardan 1990’lı yıllara kadar sadece Aral bölgesi ahalisine değil, başka bölgelere kadar yayılan tehlikeli deneme üssü faaliyetine rahatça devam etti. “Ekoloji tarafından zararsız” olarak kabul edilen zararlı maddelerin 200 kilosü yarım milyon insanı yok edebilir kapasiteye sahiptir. Stepnagorski’de “Progres” fabrikasında bunun gibi ölümcül maddelerin stratejik muhafazası için özel kapalı depo çalıştı.”

Bu Kazak topraklarında yapılan kötülüklerin ne kadar hacimli olduğunu gösteriyor. Sovtyet idarecilerinden hiçbirinin, “Bu bölge ahalisi, onların geleceği nasıl olur.” diye düşünmemesi çok korkunç bir şey. İnsanoğlunu yok edecek böyle silahlar denemelerinin yapıldığını bildiği halde Kazakistan’ın D. Konaev baş olan eski resmi makamlarından hiçbirinin “nasıl olur” demeye bile gücü etmemesi, onların yukarıdakilerin emirlerini yerine getirmekten başka bir yetkisi olmadığının delilidir.

Yukarıda adı geçen makalede S. Tileubergenov, “Bakir ve nadas arazileri geliştirme projesinin Kazak toprağını büyük felakete duçar etti.” diye yazıyor. “Cumhuriyetimiz’in sosyal ekonomik durumunu inceleyen ilmi araştırmaların ortaya çıkarttığı gibi, radyasyon yüzünden şu anda toprağın üçte biri kullanılmaz bir durumdadır. Yirmi beş bin hektar bakir ve nadas arazi verimliliğini yitirmiş, 63,3 milyon hektar alan çırıl çıplak olmuştur.” Bunlara şahid olan herkes Kazak yerinin geleceğini düşünmeden edemez. Bu felaketi hissetmemek mangurt olmak demektir, bilmezlikten gelmek, susmak ise ihanet ve sabotaj demektir.

S. Tileubergenov’un “Ekologiya Çeloveka” (1993) ve başka da monografilerinde uzun süren araştırmalar neticesinde varılan çok önemli sonuçlar vardır. Bu eserden Kazakistan’da her yıl yarım milyon yer kumlu bir alana dönüştüğünü öğrendik. Yıl mı çok yer mi çok, böyle giderse 50 sene içerisinde 25 milyon hektar alan çöl olacak. Gereken önlemler alınmazsa devletin ekolojik siyaseti doğru temellere oturtulmazsa, gelecek asırda Kazakistan yaşam için elverişsiz çöl ve kumlu bir yere dönüşebilir. Bunları düşünürsekbiz ekolojik durumumuzu halka anlatmanın zamanı gelip geçtiğini görüyoruz. Ekolojik felaketin eşiğinde olduğumuzu, buna karşı tedbirleri planlamak, onu halka bildirmek, sıra beklemeyen acik bir durumdur. Bu malumatları her köy, kasaba, şehir

Bu konunun ciddiyetini, söylenmesi gereken yolsuzluklar yüzünden Kazak yerine düşen belanın çokluğu yalın dille aktarmak mümkün değil. Bu yüzden de basında yer alan ilmi makaleler temelinde konuşmak istiyoruz. Kazakistan’ın batı bölgelerinde nükleer silahları, yeni teknolojiler denemesinin durmadan yapılageldiğinden son zamanlara kadar halkın haberi olmadı. Bu “sırları” açığa çıkaran malumatları “Tolkındı Kaspiy” bağımsız sosyal-siyasi gazete sayfalarından bulabiliriz. Onların içinden “Narın” toplumsal hareket başkanı Kaken Köbeysinov’un “Atayurt ve onun kederi” adlı makalesinde Kazak yurduna durmadan yapılan hücümleri bulabiliriz. “Atayurdumuz çok felaketlere maruz kaldı. Yeri füze ve nükleer silahı deneme üssüne dönüştü. Halk göç etti, kalanları ekolojik afet kurbanı oldu. Hala devam etmekte. Askeri kurumlar yerli ahalinin rızası olmadan Orda ve Jana-kala ilçelerinin bir milyon 555 bin 692 hektar arazisini zorla ellerinden almıştır. Böylece Orda ve Janakala yerinde iki deneme üssü inşa edildi. Birincisi Kapustin Yar üssü, burada 46 sene füze denemeleri yapılmakta. Son yıllarda burada yapılan füzeleri lağvetme işleri de yürütülmekte. Bu deneme üssünde havada iki defa nükleer patlaması gerçekleştirildi. İkincisi ise Azğırdaki nükleer deneme üssü. Bu deneme üssünde 17 defa nükleer silahı denemesi yapılmıştır. İlk patlama, Azğır köyünden bir kilometre uzaklıkta, 165 metre derinlikte gerçekleştirildi. Patlama sırasında yüz bin CI radioaktiv parçalar yer yüzüne yayıldı. Azğırdaki nükleer patlamaların hepsi şimdiki “Balkudık” köyünün sınırlarında, ekimlik ve hayvan otlakları arasında, Kazakların sık yaşadığı yerlerde gerçekleşti. Bazı patlamalar sırasında nükleer radyasyonu on bir ay boyunca havaya yayılmıştır.”

Rusya emperyasının gücüne güç katmak için, başkalara baskısını altına almak için yaptığı hareketlerin sonucunun ne olduğunu görmek ister misiniz? Öyleyse bu alıntıyı dikkatlice okuyunuz “nükleer ve füze denemeleri yüzünde Narın bölgesi doğal güzelliğini yitirdi. Yer yüzü delik deşik oldu, hava durumu değişti, yer yer suni göller meydana geldi, toprak düşen füze ve uçak atıklarına, bozuk tanklere dolu. Toprak verimi azaldı, iklim değişti, arazi verimliliğini yitirdi. En kötüsü de tabiat denkliği bozuldu. İnsan ölümü arttı. Uzmanların ispatladığı gibi Azgır ahalisinin sağlık durumu Çernobil ahalisinin durumundan da kötü.”

Kazakistan’ın batısında ölüm saçan denemeler tarihi ve onun korkunç yüzünü anlatan hüzünlü hikayeyi belli bir derecede özetleyen, gerçek delillere dayalı sonuçları, Kazakistan milletvekili Engels Gabbasov’un “Egemendi Kazakistan” gazetesinde (16.01.1997) gazetesinde yayımlanan “Nükleer ejderinin zehiri”, “Kazahstanskaya Pravda” (11.12.1996) gazetesinde yayımlanan “Askeri Üsler, Kazakistan’ın kanayan yarası. Kapatmanın zamanı geldi.” Makalelerinden okuyabiliriz. Bu makelelerde Engels, askeri üsleri tamamen kapatma meselesi ele alınmıştır. Bu fikre başka milletvekilleri de destek çıktı ve Cumhurbaşkanı N. Nazarbayev’a resmi mektup yollayarak, Kazakistan yerinde nükleer denemelerine izin vermemesini talep ettiler.

₺71,01

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
522 s. 21 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6494-64-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre