Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Ulus Olmak İstersek», sayfa 7

Yazı tipi:

İyi Niyet Büyük Düşünce

Şu anda eski sömürgecilik, totolitar sistemin zorla verdiği ülke adlarından arınma, gündemdeki önemli meselelerden biridir. Bir çok su, köy, ilçe, kolhoz ve sovhoz adları değiştirildi, eski isimleri tekrar verildi. Bu halkın şuurunun uyandığını, öz toprağının ve yerinin tarihini, geleneği koruma arzusunu gösterir. Yer, mekan adlarını değiştirmenin altında derin ve zalimce bir amacın olduğunu halk yeni anlamaya başladı. Bir halkı eritmek için tarihini unutturmak, sömürücü siyasetin eskiden kullanıla gelen denenmiş bir metodudur. Başka halkı sömürmeyi ata babasından kalan miras gibi görenler, önce yer su adlarını değiştirir, sonra da tarihi kendi işlerine göre yeniden yazar ve coğrafi haritaları istediği gibi çizerler. “Elli yılda memleket yeni, yüz yılda tamam.” bir asır sonra geçmişten habersiz bir nesil fayda olur, onlar tarihi nerden baksın, gördüğü ve duyduklarına inanır, eskilere yapıln haksızlıklardan habersiz yaşar gider. Mesela Simferopol’un eski adının Akmeşit olduğunu tarihçilerden başka bilen yok. Odessa’nın da eskiden Türkçe adı vardı. Şimdiki Sevastopol şehrinin eski adının Tatarca Akjar olduğunu “Literaturnaya Gazeta” gazetesinde Rus yazarı V. Mojaev ispatlamıştı. Tarih kitaplarına dikkatlice bakarsak bugünkü Rusya topraklarındaki bir çok yer adlarının(toponymy), su adları (hydronym), dağ adlarının (oronymy) eskiden Tatarca, Noğayca, Başkurca, Kazakça olduğunu çok kolay görebiliriz. Ama biz bağımsız, egemen Rusya’nın iç meselelerine karışmıyalım. Kendi ülkemizdeki yer-su adlarını yerine koyalım da, o da bize yeter.

Bu çalışmada karşılaşacağımız zorluklardan bir tanesi bir kaç kuşağın kulağına sinen mekanların eski adını aramaktır. Kazakistan’daki yer-suyun eski adlarını ancak arşiv belgeleri ve kitaplardan bulabiliriz. Cumhuriyetimiz’in kuzey bölgelerinin Kazakça adları S. Mukanov’un “Ömir mektebi” adlı romanında çok güzel dizilmiş.

Eski yer adlarını değiştirme meselesi çok ciddi yaklaşım talep eder. Acele kararlarla yola çıkılmamalı, bunun maddi tarafını da düşünmeliyiz. Çünkü yer adı değiştirmek masraf demektir. Yanlışlıklar şu anda sık sık yer almaya başladı. Bu yüzden bu konuda fikir bildirmek istiyorum.

Bizim kanaatimizce yer adlarını değiştirme sırasında iki türlü yanlışlık yapılmakta. Bunlardan ilki, bir zamanlar zorla verilen mekan adlarını değiştirirken bu mekanın eski tarihî adını değil de, kişi adlarını vermeye çalışmaktır. İkincisi ise aynı kişi adının her eyalette, ilçede tekrarlanmasıdır. Bu acele iş böyle devam ederse Kazakistan toponomisi tamamen değişir ve tarihe yeni bir haksızlık yapılır. Bu yüzden kişi adlarını vermeyi olduğu kadar azaltmamız icap eder. O yerlerin eski, tarihî adları vardır, onlarin geri verilmesi doğru olur. İlla da yeni ad vermek istiyorsak o bölgenin tabiyatına uygun isimler verilmeli.

Her hangi bir köye veya şehire ulusal tarihte özel önemi olan kişilerin isimlerini verme konusunda çok dikkatli davranlamıyız. Kazakistan’ın Onomastik kurumunun şartları ve kaidelerini göz ardı ederek, büyük ilçelere kişi adını vermeye çalışanların çok olduğunu “Egemen Kazakistan” gazetesinde yayınlanan listenin uzunluğunu gördüğümde anlamış oldum. Eğer ünlü şahısların ismini ilçelere vermek istiyorsak o zaman bütün ilçe ismini değiştirmek lazım olur. Çünkü Kazaklarda ne kadar boy varsa, boyların bir o kadar da liderleri olmuştur. Tabii ki onların vatan önündeki emeklerini unutmamak borcumuzdur, ama toprak kutsaldır. Her kahramanın anısı için yer adını değiştirmenin bir anlamı yoktur. Ama illa ki geçmişteki ünlü kişilerin adını koymak istersek, o kişilerin doğduğu, büyüdüğü, sülalesinin yaşadığı köylere verelim.

Yine de at verme boy ve soy büyükleri değil de Kazak halkına emek geçen, ulusal tarihte özel önemi olan meşhur kişileri anma prenseplerine dayalı olmalı. Bizim zamanınımızda ilçelerin coğrafik konumunun sık sık değiştiğini hesaba alırsak, onlara kişi adını vermenin iyi fikir olmadığını anlarız. Bunun ikinci bir tarafı var. Çeşitli boyların yaşadığı bölgeye, belli bir boya ait şecere zincirinin başı sayılan şahısın ismini verme hala unutulmayan “ruşıldık” (boy üstünlüğü) tartışmasının tekrar tutuşmasına sebep olabilir. “Mahallenin delisi” her yerde bulunur, “Bizim atamızın adıyla anılan topraklarda başkaların ne işi var” diyebilir. Bu düşünce sadece köy delisinin değil, yüksek lisanslı okumuş insanlar arasında ruşıldık duygusuna kapılanların da aklına gelebilir. Halk arasında böyle bir sorunun olduğunu unutmamalıyız. Bizim amacımız, tamam ata-baba ruhuna değer verelim, ama onların isminin ruşıldık ve toprak meselesini tutuşturmaya sebep olmasına önceden engel olmaktır.

Tarihimizin bütün devirleri ve dönemleri, tarihteki ayaklanmalar ve mücadeleler, sömürü hayatın gerçekleri ğzerinde hala doğru düzgün araştırmalar yapılmadığını herkes biliyor. Bunun sebebi, 70 sene boyunca halk şuurunu dogmatik fikirlerle uyuşturan totalitar sistemdir. Bununla beraber, maalesef tarihçilerimiz tarafından kapsamlı araştırmalar çok az yapıldı. Bu eksiklikler, bizim zamanımıza kadarki Kazak tarihinin gerçeklerini açıkça söylememize engel oldu.

Son zamanlarda bilim adamları ve alimlerin işi olan şecere derleme ve tetkiki, halk arasından çıkan gönüllü kişilerin büyük bir arzuyla yaptığına tanık oluyoruz. Bunların arasında ilçe okur-yazarlarının yanısıra ülke çapında tanılan yazarlar, gazeteciler de vardır. Onlar kendilerinin mensup olduğu soyların şeceresini, ata-babalarnın tarihini tanıtmak istiyorlar. Şecere derleme ve tanıtma konusunda “Ana Tili” gazetesi çok faydalı hizmetlerde bulunmakta.

Halk ağzından veya bugüne kadar bilinmeyen kaynaklardan derlenen şecerelerin, sorunlu ve şüpheli yanlarının da olacağını unutmayalım. Bu çalışmalar, ilmi dergilerde veya özel basınlarda ilmi açıklamaları ve gerekli notlarla birlikte yayınlanmalı. Eğer isteyen herkese çeşitli gazetelerde şecereleri yayınlamaya izin verirsek, bilim ve hayalin bir birine karışmasına sebep olur. En tehlikeli yanı da bu, şecereler tarihin inceliğinden habersiz sıradan okurların kafasını karıştırabilir. Şecere derleme işleri hızla ilerlediği bu sıralarda metodolojik kılavuzlara ihtiyaç vardır. Bu kılavuzlar, Kazakistan Bilim Akademisi Tarih Enstitüsü tarafından hazırlanmalı. Gazetede yayınlanan şecereler uzmanların ilmi açıklamalarıyla beraber basılması lazım. O zaman okurlar verilen bilgileri daha kolay anlar. Hatta şecere meselesi üzerine ilmi toplantı veya konferans düzenlenebilir. Şecereler tarihi, bugünkü durumu, gelecekteki vazifeleri üzerine ilmi monografilerin yayınlanması şarttır. Ama şecere kaderini amatör ellere bırakmak doğru değildir. Şecerelerin en kutsal görevi, her bir insanın soyunu unutturmamaktan ibarettir. Ama boylar ve kabilelerin olağanüstü efsanelerini tarihin son gerçeği gibi göstermek, bilim prenseplerine karşıdır. Şecereleri kullanarak bir boy ve soyun geçmişini medhetme, onu başkalarından üstün gösterme hiç hoş olmayan şeylerdir. Öyle sonuçlara derin araştırmalar ve karşılaştırmlar neticesinde varılır. 70 yıl boyunca hiç el sürülmemiş karışık şecereleri bir kaç yazarın çözemeyeceği bellidir. Şecere derleme ve yayınlama işini kendi çıkarları için faydalanmak çok yanlıştır. Bu iş Kazak tarihini sistemleştirmede önemli rol oynar. Hatta ilmi denetimden geçmeyen şecereleri basında yayınlama çok hata olur. Bu mesele hakkında uzmanlar da kendi fikirlerini bildireceğini umuyoruz.

Bu konuda kafamıza takılan başka fikirleri de söylemek istiyoruz. Halkın tarihi şuur devamlılığını muhafaza etme, ölenlere saygı gibi iyi niyetini hayırlı işlere yönlendirmek lazımdır. Ata baba ruhuna saygıyı, özel maksat için değil, geleceği parlak, eğitici özelliğe sahip görevlerle birlikte bakma ihtiyacı duyulur. Toplum onlarca yıl iman eğitiminden ırak kaldı, gelenek, örf-adetlerimiz yıprandı. Ahlaki değerleri geri döndürmek, etik terbiyeyi düzenli yürütme, iyi kalpli yeni kuşak büyütmekten önemli bir maksat yoktur diye düşünüyoruz. Bu terbiyenin güvenilir ocağı camiler ve medreselerdir. Öyleyse babalar adına türbeler inşa etmekle yarışan kişiler, böyle faydalı işlere para harcasa çok iyi olurdu. Camilerde kuranlar okutulup, atalar ruhu anılsa bundan daha önemli sevap olur mu? Medrese inşa ederek, şakirtler okutmanın sevabı büyüktür. O şakirtler, halkımıza müslümanlık şartlarını öğreten, ahlak öğreticileri olur. Cami ve medreseler sadece namaz okunan veya dersler verilen değil de yoksullara, yetimlere, çaresiz özürlü insanlara yardım edecek bir kuruluşa dönüşürdü.

Kazakistan’da anne babasız büyüyen öksüzler sayısı arttı. Onlar devlet tarafından açılan yetimhanelerde terbiye almakta. Devlet desteği azaldığında bu yükün birazını dini merkezler ve camiler de bölüşürse çok iyi olurdu. Kazakların yetim büyüyen çocuklarını, Rus poplarının vaftiz ettikleri de gerçektir. Genç kuşağı böyle halde bırakmamız namussuzluk olur. Camiler ve medreseler bütün insanoğlu terbiyesinin güvenilir merkezine dönüştüğünde işimiz yağver gider. Şehirdeki yetimhaneleri Kazakların çok yaşadığı ilçelere taşımak dilimizi, örf adetimizi bilen kuşak yetiştirmemiz için önemlidir.

Ataları hatırlamaya başlayan boylar ve soylar temsilcileri güçlerini biriktirirse, toplum için hayırlı işlere el atsa iyi olur. Her köy, her boy ayrı değil, beraber hareket ederse başarı da büyük olur. Camilerin bir odası kütüphane olur, bu bir gelenektir. Yeniden inşa edilecek camilerde de bu geleneği devam ettirmek lazım. İşte o kütüphanelerde sadece dini değil de o köyün, bölgenin halkın şeceresi, saygın şahısların hayatını anlatan belgeler toplanırsa, orası bir tarihî – kültürel merkeze dönüşür. Camiye tüm müslüman gelir namazını kılar, duasını eder. Böyle merkezler halkın birliğini sağlar. Küçük işletmeler ve ekonomik kurumlar medreseler ve camilere maddi destek sağlayabilirler. Kazakistan’da müslüman dininin gelişmesini destekleyen islam memleketleri de vardır. Türkiye binlerce çocuğu ücretsiz okutmaya hazır bulunmakta. Gençlerin birazi din okullarında bilim alırdı. İmkanlardan yararlanmak lazımdır. Yerli devlet kurumları, yeniden kurulan başkanlıklar halkın dini eğitime olan ilgisini destekleyeceğine inanıyoruz. Cami ve medreseler bir boyun veya köyün adına yapıldı demek, kötü bir şey değildir. Bunun adı bir boya ait olsa bile insanlığa yapılan hizmettir.

1992

Biyler Kurulu Hakkında Birer Söz

Eskiden kaya gibi güçlü geleneklerimiz ve tertiplerimiz bugünlerde yıpranmış, onun yerine ise yeni kuralların hükmettiği bir dönemin eşiğindeyiz. Parti ve sovyet kurumlarının kararıyla hareket etme eziyetinden kurtulduk, ama şimdi hangi yönde hareket edeceğimizi şaşırmış bir haldeyiz. “Eskiyi köküyle kazıp atmaya” alışık eski bolşevik kafayla sovhozlar ve kolhozları dağıtıverdik, şimdi özel çıftikler onların yerini dolduramıyor. Tabi ki halkımız sağ olsun, kendi alın teriyle ailesini doyuran, devlete de hizmet eden çiftçilerimiz çoğalacaktır, ekin ve hayvancılık da gelişecektir. Toplum hayatında yer alan bu karışık durumların sebebi ve sonuçlarını araştıran sosyal bilim uzmanlarının tetkikleri ve tekliflerine ihtiyacımız vardır.

Şu anda toplumda cinayet, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi insan ahlakini çökerten felaketler yaygınlaştı, özellikle de gençler arasında ahlaki çöküntü yaşanmakta, alkol düşkünlüğü tehlike yaratmaktadır. Gazete sayfasını bir açarsan hep hırsızlık yapanlar, birisinin malına mülküne hücmedenler, sarhoş olup kavga edenler, rüşvet alıp mahkemelik olanlar, kendini öldürenler, yaşlı ebeveyinlerini bırakıp gidenler, yeni döğmuş bebeğini sokakta bırakanlar hakkında sıkıntılı haberler listesine karşılaşırsın. Kötülüğü açığa çıkarmak çok iyi ama bunu durdurmak için çözüm yolu bulunmalı. Her gün bunca hırsız tutuklndı, bunca katil yakalandı gibisi haberlere alışmaya da başladık. Bu durumda şu halimize bakıp oturmamız mı gerekiyor, yoksa ahlaki çöküntünün önünü kesecek sert tedbirler almanın yolunu mu araştıracağız. Bunu düşünmeden de edemiyoruz.

Eskiden tertip bozanlara her türlü ceza kullanılagelmiştir. Tertip işini piyoner, komsomol, sendika kurumlarından parti, sovyet organlarına kadar sıkı kontrol altında tutuyordu. Şu anda o kurumlardan hiç biri kalmadı, eyaletten ilçeye, köye kadar idare, akimler ve valilik çalışanları huzurundadır. Ülkede çiftlik ve üretimin gelişmesi veya tam tersi geri gitmesi onların kabiliyeti ve çalışma tarzına bağlıdır. Her bölgenin tarih ve kültür geleneğini, üretim imkanlarını çok iyi bilen, ona göre hareket eden, bölge ahalisi ile birlikte her iş üzerinde derin incelemeler yapabilen akimlerin idaresindeki bölgeler, çok güzel başarılar elde ettiklerine şahid oluyoruz. Maalesef çiftlik işlerinden habersiz, organize etme metotlarını kullanamayan, hala yukarıdan emir ve yardım bekleyen akimlerimiz de az değil. Böyle durumlarda halkın maddi ve manevi açıdan kalkınması yolunda yapılan en küçük adımları bile topluma tanıtarak, güzel geleneğin kalıplaşmasına yardım etmek boynumuzun borcudur.

Ben son zamanlarda kendisini duyurmaya başlayan terbiye açısından çok önem taşıyan bir sosyal kuruluşa cemaatın dikkati çekmek istiyorum. O, bazı yerlerde halkın eski demokratik geleneği temelinde kurulan Biyler Heyeti’dir. (“Biy” kelimesi yargıç, kadı, hakim anlamına gelir. Sosyal düzen içerisindeki fonksyonu toplumda adaleti sağlamaktır.) Bu şimdilik ülke çapında değil, sadece bazı il ve köylerde kurulmuştur. “Bazı ilçelerde Biyler Heyeti kurulmuş, onlar yerli ahalinin gelenek ve örf adetlerini koruma için çalışmaya başlamış.” gibisi haberleri önceden de duymuştuk. Güney Kazakistan’ın Sozak iline gittiğimizde kendimiz de buna şahid olduk. Tek başına bir devletin toprağı kadar geniş toprağa sahip, ekoloji felaket adına ne varsa bir bir yaşayan Sozak ilinde dünyaya gelen yeni kurumun durumunu ilçe Valiliği iç siyaset bölümü başkanı T. A. Şaymerdenov böyle izah etti: “Sozak ilçesi 11 köy ve 2 kasabadan oluşmaktadır. 1994 yılının şubat ayında tayin edilen ilçe valisi Kuanış Aytahanov Beyin başkanlığıyla yukarıda belirttiğimiz 13 valilik içerisinde Biyler Heyeti kuruldu. Bu heyet gençlerin terbiyesinden sorumludur ve köydeki tüm hırsızlıkları, yolsuzlukları yargılama ve gereken önlemleri almakla görevlendirilmiştir. Biyler heyeti köyde hayvancılık ve ekin işlerinde çok etkili faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu kurumun en büyük görevi, kamu düzenini sağlama alma, yolsuzluğa karşı mücadele eden askerler grubu toplama ve onlara komutan seçme, onların yerli polis merkeziyle işbirliğini kontrol etme, desteklemektir.”

Bu görüşmeden sonra Biyler Heyeti’nin sosyal düzen içerisindeki önemini anlayabiliriz. Güney Kazakistan ilinde ismi halk arasında hürmetle anılan valilerden biri olan Kuanış Aytahanov Biyler Heyeti’ni ilk önce Arıs ilçesinde organize etmiş, sonra Sozak ilçesinde de devamını getirmiş. “Biyler Heyeti” kulağa alışık olmayan bir kelimedir ama halkımızın asırlarca kamu yönetim sistemini hatırlatan, büyük bir anlam taşıyan, ciddi bir şekilde düşünülmesi gereken bir kavramdır. Bir zamanlar Ş. Valihanov, toplumdaki ihtilafları çözen, sosyal düzeni koruyan, her hükmünde insanî değerleri esas alan biyler mahkemesini tekrardan hayata geçirmeyi teklif etmişti. O, halk arasından seçilen, kıvrak zekası, adaleti ve dürüstlüğü ile halkın beğenisini toplayan, halkın güvendiği, otorite sahibi biylerin kararı, ulus ve devletin temelini pekiştireceğini bildirmişti. Halkın hafızasında yankılanan “Ulus için zengin değil, biy berekettir.” atasözünün derin mana taşıdığını anlamak zor değildir. Bu konuda yönetim gücünün halkın eskiden kalıplaşmış örf-adetine, geleneğine bağlı olduğunu, ulus birliği ve barış için ancak böyle yönetimin üstünlüğünü kabul etmektir. Suçluları oturtacak cezaevleri olmayan, tutuklatacak askeri olmayan biyler hükmünün kurşundan beter olmasının sırrı, onların halk geleneğini esas almasıdır. Biyler hükümeti o kadar kusursuz olmuş ki boylara bölünen ulusu bir arada tutabilmiş, düşmanlığın önünü almış. Biyler hükümetinin derin demokratik sıfatı işte böyleydi. Adalete ihanet eden biyleri halk kudretli sözle cezalandırmış: “Dürüst biyde kardeş yok, sahte biyde iman yok.” atasözü de bunu bildiriyor. “Biy” kelimesi feraset ve iman kelimesinin eş anlamlısıdır.

Bugünkü Biyler Heyeti (bazı yerlerde Aksakaldar Heyeti olarak geçer) eski zaman biylerinin hakkına sahip değildir ve görevini taşımamaktadır. Eskiden biylerin hüküm çıkarma hakkına sahipti, bu onların devlet yetkilisi olduğunu bildirir. Şimdiki Biyler heyeti tabii ki mahkeme hizmetini yapmıyor. Ama köylerde yolsuzlukları önleme ve tedbirler alma konusunda yardımcı olacakları kesin.

Söz konusu Sozak ilçesindeki yerel yönetim tarafından kurulmuş olan Biyler Heyeti’nin görevi böyle sıralanmaktadır:

1. Kazakistan Cumhuriyeti Yerel Yönetim Yasası ve Kazakistan Cumhurbaşkanı ve Hükümetinin kararı ve il, ilçe valisinin ekonomi, sosyal meseleleri ile birlikte hukuki görgü, milli kültürü geliştirme kararlarını ve emirlerinden yola çıkarak, bu meselelerin çözülmesi ve düzenlenmesine katkılarda bulunmaları için kurulmuştur.

2. Biyler Heyeti köyde bulunan başka sosyal kurumlar ve sokak, ev komiteleri, kadınlar ve emektar kolları gibi sosyal kuruluşlarla beraber çalışır, onlara öncülük eder, faaliyetlerini organize eder.

Biyler Heyeti Tüzüğünün Cumhuriyet Yasasına uygun bir şekilde düzenlendiği belli oluyor. Bir kaç sayfadan ibaret Tüzüğün sonraki bölümleri “Köylerde Biyler Heyeti’ni kurmanın temel prensepleri ve düzeni”, “Köydeki Biyler Heyeti’nin görevi ve hakları”, “Köy genelinde hukuki düzeni koruma önlemleri”, “Köydeki Biyler Heyeti faaliyetlerini düzenleme” olarak adlandırılımıştır. Bunların herbiri bir çok maddelerden oluşmaktadır. Bu maddelerden bazılarını sunmak istiyoruz. “Köy ahalisine ortak meselelere çözüm bulmada yardımcı olan “Biyler Heyeti seçimle kurulan sosyal düzeydir. Yerli sokak komiteleri üyeleri arasından, gazi ve emektar kişiler ve il ahalisi üzerinde itibar sahibi, saygın vatandaşlar iki yıl süresine seçilir. Biy ve Biyler Heyeti köyde genel toplantı sırasında açık oylama yoluyla seçilir. Biyler Heyeti 5-11 kişiden oluşur.”

Bu sosyal kuruma yüklenen vazifelerin herbiri yaşam şartları doğuran ihtiyçlardır. Onlardan birini güçlü, birini zayıf diye bölemeyiz, çünkü bunların hepsi halk için hizmettir. Tüzüğün bi başka maddesinde “Biyler Heyeti köydeki sağlık kurumları, kamu hizmetleri ve de halka hizmet eden başka organiasyon ve kuruluşların faaliyetlerini denetliyor ve gereken kararları veriyor, sosyal yardıma muhtaç az gelirli, çok çocuklu aileleri, engelliler ve gazi emektarlarını belirler, indirim ve yardım etme konusunda il idaresine teklifte bulunur ve yerine getirilmesini kontrol eder.” denilmekte. Bu kadar büyük görevler üstlenen bir sosyal kuruma çok ihtiyacımızın olduğu ortadadır. Bunun gibi kurumlar şehirlerde ve kasabalarda da kurulursa çok münasip olurdu.

Bugün köy ahalisi bam başka yeni düzenle karşı kaşıyadır. Bu yenilikler dolayısıyla bir sürü problemleri de beraberinde getirmiştir. Ama bu problemleri çözmeye yönelik kesin faaliyetler ve köy yaşam tarzına uygun programlar hala yapılmadı. Öyleyse köydeki iç meseleleri düzene sokan, sosyal adaleti sağlayan Biyler Heyeti gibi kurumlara çok ihtiyaç duyulduğu ortadadır ve toplum bu kurumu desteklemeli. Cumhurbaşkanı ve Yüksek Heyet, Biyler Heyeti’nin imkanlarını gözden geçirerek, onun resmi statüsünü belirlemeli.

1997

Milli Bayram Lazım

Halkı yeni umutlara yönlendirmede, kutsal geleneklerimizi sağlamlaştırmada milli bayram çok önemli bir rol oynar. Çeşitli mesleki bayramların kutlanması da güzeldir. Bunun gibi dinî bayramların da manevi yönünü görmezlikten gelmek doğru değildir. Uygar ülkelerde böyle kutsal bayramların hiçbiri ayak altı edilmiyor, belli bir toplum için manevi önem taşıyan değerin bir başka toplum tarafından küçük düşürülmesine izin verilmiyor.

“Halık” gazetesinin ilk sayısında yayımlanan bir teklif benim ilgimi çekmişti. Bu, örf adetimizi, birlik ve barışı yeniden canlandırıp, geliştirmeye yönelik, Üç Jüz’ü (Kazak boylarının hem siyasi hem coğrafi etkenlerin yönlendirmesiyle Ulu Jüz, Orta Jüz, Küçük Jüz olarak üç gruba ayrılır.) bir araya getirip Kut bayramını kutlama teklifi idi. Bu halkın kalbinin bir köşesine özlemle sakladığı meseledir.

“Kut bayramını kutlasak” adlı makalede Kazak halkının yaşamında en önemli mesele olan ruşıldık ve jüzşildik problemlerini çözecek sosyal etkinlik hakkında çok önemli fikirleri dile getiriyor. Bizim halkın birliğini sağlamlaştıran bayramlara çok ihtiyacımızın olduğu ortadadır.

Manevi temelini ve geleneklerini unutan ulusta bereket olmaz. Damarı kurumuş bir ağaç yaprak açar mı, meyve verir mi? Bunun gibi asırlarca kalıplaşan örf adetten vazgeçen halkın geleceği de yoktur. İşte böyle durumda özel anlam taşıyan, bütün halka ortak bayramları tekrar canlandırmak veya yenilerini düşünmek faydalı olur.

Nevruz bayramının 60 yıl sonra tekrar aramıza gelmesini halk coşkuyla karşıladı. Son zamanlarda tekrar hayat bulan bu gelenek milli şuurumuza aydınlık getirmişti. Bu bir taraftan milli bayramların ne kadar önemli olduğunu kavramamızı sağlayacak, bu güzel, ihtişamlı bayram, Kazakların dünyagörüşünü, gelenek, örf adetlerini tüm güzelliğiyle gözler önüne sererek başkalarının bizim geleneğimize saygı duymasını sağlayacak. Nevruz bayramı sayesinde unut kalan başka da örf adetlerimiz ortaya çıkıyor.

Kazakistan’da geleneksel bayramları tekrar canlandırmanın yanısıra yenilerinin de temelini atmaya ihtiyaç da, imkan da vardır. Bu arada eski bir meseleyi dile getirmek istiyorum. Stalin döneminde, sonra sovyet döneminde ülkemizde konuşulan diller dışlandı, sadece Rusçayı yayma siyaseti açıkça yürütüldü. Bunun sonucu olarak Kazakçaya kendi öz yurdunda öksüz muamelesi yapıldı. Şehirde ana dilini bilmeyen iki kuşak yetişti. Kazakça bilenler bile sadece konuşma dilinden ileri gidemeyen, edebi dilden habersiz insanlardı. Bu duruma karşı baş kaldıranları, yönetim makamlarında oturan kendi aramızdan çıkan nihilistler “bölücü milliyetçi” olarak suçladı. Son otuz sene içerisinde sekiz yüz Kazak okulu, Kazak bakanlar tarafından kapatıldı. Öz anasını tanımayan, gözünü kırpmadan vuran efsanedeki mankurtların ikizleri aramızda rahat rahat yaşamakta.

Dilimizin tahrip, milli namusumuzun ayak altı olduğu zamanda egemenliğin şifalı rüzgarı estiği için çok mutluyuz. Hemen korkunç hareketler belli oldu, millet siyasetini yanlış yürütme sebepleri açıkça söylendi. Haksızlıklar sırasında meydana gelen zararları yok etmeye yönelik dev adımlar atıldı. Kazak SSC Yüksek Heyeti’nin Dil Yasasını onayladığı gün, 22 eylülü halkımız hiçbir zaman unutmayacak. İşte bu günü Dil bayramı olarak kutlamak için teklifte bulunmuştuk. Bu teklifimiz toplum tarafından çok olumlu karşılandı. Ama idari makamlar bu hakkında resmi bir açıklama yapmadı. Başka ülkelerde böyle bir bayram olmayabilir, ama bizim, Kazaklar’ın böyle bayrama ihtiyacı var. Her sene 22 eylülde Kazak dilini geliştirmeye yönelik neler yapıldığı yönünde bir nevi hesap verme günü olurdu.

Şimdi de “Halık Keñesi” gazetesinde yer alan teklife dönelim. Makale yazarı, Kazak halkının eski başkenti Türkistan şehrine, dünyaca meşhur Hazreti Sultan Türbesinde bulunan Taykazan başına Üç Jüz’ün aksakallarını toplayıp, parti ve sovyet kurumlarının da katılımıyla KUT bayramını kutlamayı teklif ediyor. Biz bu görüşü destekliyoruz, bu fikri biraz açarak, anlamını genişletmek istiyoruz. İlk önce bu bayram, toplumda dert olan, kalkınmamıza engel olan boy ve jüzlere bölünme meselesini, üç Jüzü bir araya getirerek olumlu etkilerdi. Boylara bölünme meselesi, halkımızın medeniyeti geliştikçe, ulus geleceğini düşünme ihtiyacı arttıkça zayıflar ve şuurumuzdan tamamen silinecektir.

Halkın değer verdiği, hakikaten milli sıfat taşıyan bayramlar lazım. Ama ulusal bayramı belirlemeyi sadece iyi niyete değil de, tarihi temellere dayamak doğru olur.

Kazak tarihinde unutulmaz ağır iz bırakan olay, XVIII asrın 20’li yıllarında Jongar Kalmakları tarafından yapılan saldırı idi. O zaman Kazakları idare eden Sultan, Töreler kendi aralarında taht için savaşıyordu ve halkı düşmana kendi elleriyle vermişti. Jongarlarla savaşın geçtığı yer, izdırap çeken halkın çaresiz bırakıp gittiği toprak, işte bu Türkistan, Karatauv bölgeleri olmuştu. Buna tarihimiz ve şecerelerimiz şahittir. “Karatau’ın başından göç geliyor” diye başlayan hüzün dolu türküde bu gerçeği görüyoruz. Kazak Hanlığı’nın başkentinin düşman ellerine geçmesi acı kaybımız oldu, düşmana karşı savaşın zaferle sonuçlandığı topraklar da bu bölgedir. Üç Jüz bir olup, ortadan serdar seçilip, bütün halk gücünü birleştirerek düşmanı alt eden kutsal yer, Ordabasıdır. Bunun hakkında çok kitap yazıldı, bu yüzden de burada anlatmak fazla olur kanaatindeyiz. İşte Kazak halkının büyükleri birlik olmanın zamanı geldiğini anlar ve bir olup, halkın ortak menfaatını her şeyden üstün koydu ve birliğin sayesinde tarihi zafere kavuştu. Bu mühteşem zafer Millet Birliği bayramına tarihî temel oluşturabilir.

Jonğarlara karşı Kazakların üstün çıktığı Añırakay, Oyrantöbe savaşlarını da unutmadık. Añırakay savaşının tarihte çok önemli yeri vardır, o günlerin anısına bir anıt yapılmalı. Kazakistan’ın her tarafında Jongarlara karşı savaşan kahramanların anısına anıtlar yaptırmak boynumuzun borcudur. Ordabası bölgesine layık olduğu gibi ihtişamlı anıt yaptırmak, onu halkın bir araya geldiği ve tarihı hatırladığı bir yadigare dönüştürme fikri önceden de ortaya atılmıştı. Bu fikirleri, KUT bayramı teklifi hatırlattı. Eğer böyle bir bayram onaylanırsa onun ismi KUT, Milli Dayanışma, Birlik te olabilir. Ordabası ve Türkistan arası uzak değildir, insanların gidip gelmesi için çok uygundur. Bu bölgede dünyaya bilim nuru saçan Abu Nasr Al-Farabî’nin doğduğu yer Otırar da bulunmaktadır. Eski Ak Orda’nın astanası Sauran, Sığanak da bu bölgededir.

Hoca Ahmet Yesevi mozolesinde eskiden Kazak hanlarının anıtkabirleri olmuştur. Bir zamanlar sorumsuz para düşkünü zavallılar, mozoleni restorasyon yapacağız diye mezar taşları paramparça ettiler. Kazakistan’ın dört tarafında yaşayan ulusun aziz temsilcilerinin kutsal anıtkabirlerini yeniden onarmak, kaybolan mezar taşlarının yerine yenilerini yapmak görevimizdir. Jonğarlara karşı savaşan kahramanlarımızın resimleri ve heykelleri de müzelerde gururla sergilenmeli.

Efsanelere bakılırsa bir yanı Kazığurt ve ikinci ucu Karatau’ın kuzeyindeki Baba Tukti Şaştı Aziz bölgesine kadar uzanan bozkırda Alpamıs Batır, Şora Batır, Kobılandı Batır, Edige Batır hakkında bir çok hikayeye rastlamak mümkündür. Onların herbirinin tarihimizle ilgisini ispatlayan çalışmalar yapılmalı. Bu bir film olabilir, resim, bir anıt yapı olabilir. Halkın zor günlerinde destek olan ulu Biyler, Ayteke Biy, Töle Biy ve Kazbek Biy heykelleri de adaletin ebedi sembolü olurdu.

Uygar devletlerde milli park, milli müze, milli kütüphane kavramları mevcuttur. Eğer bunları Kazak toprağının bir bölgesine toplama imkanı verilirse bu ilk önce Türkistan, Otırar, Arıs, Temirlan, Sauran, Sığanak, Karatau bölgelerinde olmalı, bu tarihe uygun gelirdi. Bu bölgede şehirler harabelerinin çok olduğu, eskiden kalan yadigarların da çok olduğu için milli tabii-tarihi park organize etme fikri çoktan ortaya atılmıştı. Ama sözün harekete dönüşmesi de çok zormuş.

Kazak Hanlığının kurulduğu dönemden itibaren XVIII asra kadar tarihimizdeki belli başlı, en ciddi olayların geçtiği, ulus bağımsızlığının da kayıplarının da şahidi olan, meşhur destanlar ve efsane kahramanlarından tut, şu herbiri ayrı araştırma konusuna layik şairler ve kahramanların, ulu biylerin bir araya geldiği kutsal bölgeni toplumun hatırlaması ve mühteşem tekliflerde bulunması tesadüf değildir. Halk gelişme sırasında çeşitli dönemler yaşadıysa da kaderinin çözüldüğü anları ve milli dayanışmaya sebep olan olayları unutmaz. Tarihi günleri kutlama, bu günleri geleneksel bayram ilan etmek ilk önce sosyal kültür kurumları tarafından yapılması gereken işlerdir. Kazak SSC Kültür Komitesi bunun gibi etkinlikleri kendi sorumlulukları altına alma imkanlarına sahiptir. Her bölgede yaşayan jırşılar ve şairler bu komitenin çalışanlarıdır. Türkistan, Otırar veya Ordabası’ya giderek şiir bayramını organize etmek için bir kuruş harcanmaz. Bu faaliyetlere Tarihî ve Kültür Abideleri Kurumu ve Kazakistan Kültür Vakfı destek çıkarsa bu iş çabuk canlanırdı. “Damlaya damlaya göl olur” misali bunun gibi iyi niyetli faaliyetler sayesinde halka ortak bayramların kalıplaşmasına katkıda bulunurdu.

1990

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺71,19

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
12 s. 21 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6494-64-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre