Kitabı oku: «Binbir Gece Masalları», sayfa 6
Berberin Hikâyesi
Sonraki gece Şehrazat şöyle demiş:
“Berberin, kendi hikâyesini ve kardeşlerinin hikâyesini anlattığı bir masal var ki…”
El-Mustazi Billah’ın oğlu, Halife El-Mustanzir Billah’ın zamanında Bağdat’ta yaşardım. Halife, fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini korur kollar, âlim ve ariflerle arkadaşlık ederdi. Bir gün halifenin ülkesinde on eşkıya yolcuları soydu. Bunu duyup öfkelenen halife, Bağdat valisine, Büyük Festival’in yıl dönümünde onları yakalayıp huzuruna getirmesini emretti. Böylece vali harekete geçti. Adamları tevkif ederek bir gemiye bindirtti. Onların gemiye binmesine ben bizzat şahit oldum. Kendi kendime şöyle dedim:
Bu adamlar herhâlde düğün merasimi için bir araya geldiler. Bana kalırsa günlerini o gemide yiyip içerek geçiriyorlar. Onlara benden daha iyi içki arkadaşı olamaz.
Böylece ayağa kalkıp güzel bir yolculuk geçirecekler gibi görünen bu gruba yaklaştım vakarla ve nezaketle. Onlarla gemi yolculuğu yaptım, kendileriyle sohbet ettim. Karşılıklı kürek çekiyorduk. Olur da gemi bir yere demir atarsa gardiyanlar, boyunlarına zincir takarak onları gözlerinin önünden ayırmıyorlardı. Beni de onlarla birlikte zincirlediler. Ey insanlar, inanın böyle davranmamın sebebi nezaket ya da ukalalık değil. Bunun sebebi başka… Pranga taktıklarının ertesi günü bizi El-Mustanzir Billah’ın huzuruna çıkardılar. O da on eşkıyanın da boyunlarının vurulmasını emretti. Sonra bir cellat geldi, herkesi yere oturttu ve kılıcını çekti. Birbiri ardına onunun da boynunu vurdu. Sadece ben kaldım.
Halife bana baktı ve cellada sordu:
“Neden sadece dokuz kişinin kafasını vurdun?”
Cellat: “Tövbe tövbe… Dokuz kişinin kafasını vurmadım çünkü siz bana on kişiyi öldürmemi emrettiniz.” diye cevap verdi.
“Görünen o ki sadece dokuz adamın kafasını kestin. Önündeki bu adam da onuncusu.”
“Yüce halife!” dedi cellat. “On kişinin kafasını kestim.”
“Sayın!” diye bağırdı halife; onlar da saydılar ve on kişi olduğunu gördüler. Sonra halife bana baktı ve şöyle dedi:
“Böyle bir durumda sessiz kalmanın sebebi nedir? Ayrıca kana susamış bu adamlarla ne işin var? Bana bütün bunların sebebini söyle. Yoksa yaşına başına rağmen aklı kıt biri olduğunu düşüneceğim.”
Bu sözleri duyunca ayağa kalktım ve halifeye cevap verdim:
“Bilmenizi isterim ki yüce halifem, ben Sessiz Şeyh’im. Bana böyle hitap etmelerinin sebebi, beni diğer altı kardeşimden ayırt etmektir. Ben bir ilim adamıyım; idrakim kuvvetli, zekâm kıvrak ve ağzım sıkıdır. Bana ‘Berber’ derler. Dün sabah dışarı çıktığımda bu adamları gemide gördüm ve onların bir düğün merasimi için bir arada olduğunu düşündüm. Onlara katıldım ve aralarına karıştım. Bir süre sonra gardiyanlar onlarla birlikte benim de boynuma zincir vurdular. Ama nezaketimden sessizliğimi korudum ve bir tek söz bile söylemedim. Bizi sizin huzurunuza getirdiler. Siz de onunun da boynunun vurulmasını emrettiniz. Buna rağmen kendimi size tanıtmadım ve celladın karşısında sessiz kaldım. Cömertliğim ve nezaketim beni onlarla birlikte ölüme götürecekti. Hayatım boyunca insanlarla mertçe mücadele ettim fakat onlar bana, en kötü, en iğrenç yollarla karşılık verdiler.”
Halife bu sözlerimi duyduğunda ve küstahlıktan uzak, iyi yürekli bir adam olduğumu anladığında öyle bir güldü ki sırtüstü yere düştü. Sonra bana şöyle dedi:
“Ah Sessiz Şeyh, diğer altı kardeşin de bilgelikte, akılda ve konuşmada sana benzer mi?”
Ben: “Asla! Onlar benim gibi değiller. Bana iftira atıyorsun yüce kumandan. Onların benle uzaktan yakından alakası yok. Onlar çok konuşurlar, nezaket fukarasıdırlar. Ayrıca hepsinin de bir sakatlığı var. Biri tek gözlü, diğeri felçli, üçüncüsü kör, dördüncüsü kulağı kesik, beşincisinin iki dudağı da kesik, altıncıysa kambur ve kötürümdür. Görmüyor musunuz yüce kumandanım! Ben az konuşan bir adamım ama onların başından geçenleri mutlaka size anlatmalıyım ki hepsinden daha değerli bir adam olduğumu anlayasınız. Her birinin sakatlıklarının başlarına nasıl geldiğine dair bir hikâye var ve bunları size anlatabilirim.” diye cevap verdim.
Böylece halife onu dinlemeye başlamış…
BERBERİN BİRİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ
“Anlatayım yüce kumandanım. İlk kardeşim El-Bukbuk, yani geveze olanı, kambur bir adamdı. Bağdat’ta çok zengin bir adamdan kiraladığı bir dükkânda terzilik yapardı. Dükkânın sahibi üst katta yaşar, alt katında ise bir un değirmeni bulunurdu. Bir gün kambur kardeşim, dikiş dikerken kafasını kaldırdığında dükkân sahibinin evinin balkonunda dışarıyı seyreden ay yüzlü bir güzel görmüş. Kardeşim ona baktığında kalbi aşkla dolmuş ve bütün gün boyunca işlerini ihmal etmiş.
Ertesi gün dükkânını açmış, işini yapmak üzere oturmuş. Her zamanki gibi dikiş işiyle meşgul olurken pencereden dışarı bakıp o kadını görmüş ve ona olan tutkusu bir kat daha artmış. Üçüncü gün her zamanki yerinde oturup yine ona bakıyormuş fakat bu kez kadın, onun bakışını yakalamış ve kendisine âşık olduğunu anlamış. Kardeşimin yüzüne gülmüş, o da ona gülümseyerek karşılık vermiş. Sonra kadın oradan ayrılıp bir köle kızla kırmızı ipekten bir miktar kumaş yollamış. Genç kız ona yaklaşmış ve şöyle demiş:
‘Hanımım size selam söyledi ve ona bu kumaşlardan güzel bir elbise dikmenizi rica etti.’
Kardeşim de: “Başüstüne!” diyerek cevap vermiş ve aynı gün içinde ona bir elbise dikmiş.
Ertesi gün kız tekrar gelmiş ve ona: ‘Hanımım size selam söyledi ve dün geceyi nasıl geçirdiğinizi sormamı istedi çünkü kendisi sizin aşkınızdan bir saniye bile uyumamış.’ demiş.
Sonra kardeşime sarı satenden bir miktar kumaş verip şöyle devam etmiş:
‘Hanımefendi bugün yetişmek üzere kendisine iki parça iç etekliği dikmenizi söyledi.’
‘Başım üstüne!’ diye cevaplamış kardeşim. ‘Ona benden bol bol selam söyleyin ve deyin ki: Köleniz emrinize amade, ona istediğinizi buyurabilirsiniz.’
Sonra kendini işine vermiş ve çok çalışarak iç etekliğini dikmiş. Bir saat kadar sonra kadın pencerede görünmüş ve onu başıyla selamlamış. Gözleri kendisine baktığından ve yüzüne gülümsediğinden kardeşim, yakında kadının gönlünü fethedeceğinden eminmiş. İki parça iç etekliği dikmeyi bitirene kadar kardeşim başka bir yere gitmemiş. Kadın köle kızı yollayarak eteklikleri aldırtmış ve kendi işine geri dönmüş.
Gece olduğunda kardeşim kendini yer yatağına atmış ve sabah oluncaya dek bir sağa bir sola dönüp durmuş. Sabah olup dükkânına gittiğinde genç kız yanına gelip şöyle demiş:
‘Hanımım sizi çağırıyor.’
Bu sözleri duyması üzerine kardeşimin büyük bir korkuya kapıldığını gören hizmetçi kız şöyle demiş: ‘Kimsenin niyeti size zarar vermek değil. Olsa olsa iyilik bekler sizi. Hanımım sizi beyefendiyle tanıştırmak istiyor.’
Böylece kardeşim, yani terzi, büyük bir mutlulukla onların evine gitmiş. Ev sahibinin -kadının kocasının- huzuruna geldiğinde önünde yeri öpmüş. Evin beyi de onun selamına karşılık vermiş. Ona büyük miktarda keten kumaş vererek şöyle demiş:
‘Bana bu kumaşlardan güzel gömlekler dik.’
‘Emriniz başım üstüne!’
Sonra tekrar işe koyulmuş. Kesip biçmeye ve dikmeye başlamış.
Yirmi tane gömleği akşama kadar dikmiş, bir lokma bile yemek yemeden…
Evin efendisi ona sormuş: ‘Bunun için ne kadar istiyorsun?’
‘Yirmi dirhem.’
Bunun üzerine beyefendi, köle kızı çağırmış ve: ‘Bana yirmi dirhem getir!’ demiş.
Bu arada kardeşim hiç konuşmuyormuş. Kadın ona işaret etmiş: Ondan hiçbir şey alma.
Bunun üzerine kardeşim de adama: ‘Sizden para almam.’ demiş.
Ev sahibi ona yeni gömlek siparişleri vermiş ve kardeşim dükkânına beş parasız bir hâlde geri dönmüş. Yeniden işiyle meşgul olmaya başlamış. Büyük bir iştahla bir parça ekmeği ve az miktarda suyu midesine indirmiş; üç gündür boğazından geçen tek şey bunlarmış.
Sonra hizmetçi kız gelmiş ve ‘Ne yaptın?’diye sormuş.
O da ‘İşi bitirdim.’ diye cevap vermiş. Sonra gömlekleri para alırım umuduyla kadının kocasına götürmüş fakat korkusundan yine ‘Hiçbir şey almam.’ demiş. Dükkânına dönmüş, bütün gece açlıktan uyuyamamış.
Meğer kadın, kocasına durumu anlatmış ve ikisi birlik olup kardeşimi para vermeden çalıştırmaya ve onunla alay edip gülmeye karar vermişler. Ertesi gün kardeşim dükkânına gitmiş. Orada otururken hizmetçi kız gelmiş ve ‘Efendim sizinle konuşmak istiyor.’ demiş.
Kardeşim kadının kocasına gitmiş; adam ona, ‘Bana beş tane uzun kollu sabahlık diker misin?’ demiş.
O da kumaşları almış ve dükkânına dönmüş. Sonra diktiği sabahlıkları beyefendiye götürmüş. Adam işçiliğini takdir etmiş ve ona bir kese gümüş para vermek istemiş. Kardeşim keseyi almak üzere elini uzatmış fakat kadın yine, ona bunu yapmamasını işaret etmiş. Kardeşim de ‘Ah efendim, acelesi yok. Nasılsa daha zamanımız var.’ demiş.
Böylece o evden, bir eşekten bile daha onursuz ve sefil bir hâlde ayrılmış. Artık yakasını bırakmayan beş felaket varmış: Açlık, aşk, dilencilik, çıplaklık ve öküz gibi çalışmak. Bununla beraber kalbi, kadının gönlünü kazanma umuduyla doluymuş.
Karı koca bütün işlerini yaptırdıklarında ona bir oyun daha oynamışlar ve onu kendi köleleriyle evlendirmişler fakat kardeşim, kızın yanına gideceği gece ona şöyle demişler:
‘Bu gece değirmende yat, ertesi gün çok güzel olacak!’
Kardeşim bunun iyi bir amacı olduğunu düşünmüş ve geceyi değirmende geçirmiş. Adamın niyetiyse kardeşimi değirmende çalıştırmakmış; bunun için değirmenciyi görevlendirmiş. Gece yarısı olduğunda değirmenci şöyle demiş:
‘Bizim bu öküz işe yaramaz oldu; çalışmak yerine boş boş duruyor. Bu gece de değirmeni döndürmez. Ama elimizde çok fazla mısır var ve halk da un için sabırsızlanıyor.’ Böylece değirmeni mısır taneleriyle doldurmuş ve elinde bir urganla kardeşimin yanına gitmiş. Urganı boynuna bağlayıp şöyle demiş:
‘Haydi! Değirmeni döndür. Sen de öküz gibi hiçbir şey yapmadan anca yemeyi biliyorsun!’
Sonra bir kırbaç almış ve kardeşimin omzuna, baldırlarına vurmaya başlamış. O da yüksek sesle inliyor ve haykırıyormuş. Fakat kimse ona yardıma gelmemiş. Sabah oluncaya kadar ona zorla değirmeni döndürtmüşler. Evin efendisi gelmiş ve kardeşimin boynu bağlı bir hâlde dayak yediğini görüp geri dönmüş.
Öğle vakti değirmenci ara vermiş; fakat kardeşim yarı ölü bir hâlde hâlâ bağlıymış. Bir zaman sonra köle kız gelmiş ve onu çözdükten sonra ‘Ben ve hanımım başınıza gelenler yüzünden çok üzgünüz ve acınızı paylaşıyoruz.’ demiş. Fakat çok fazla dayak yediği ve yorgun düştüğü için kardeşimin ona cevap verecek gücü yokmuş. Sonra odasına dönmüş ve birden nikâhını kıyan kâtibi karşısında görmüş. Adam onu selamlamış ve ‘Allah sana uzun ömürler versin, evliliğini mübarek kılsın. Şu yüzünden anlıyorum ki sabahtan akşama kadar öpüşüyor, oynaşıyorsun.’ demiş.
‘Allah yalancıya huzur vermez. Başıma neler geldi bir bilsen…’ diye cevap vermiş kardeşim. ‘Allah biliyor ya bütün gece değirmeni döndürmekten başka bir şey yapmadım.’
‘Bana hikâyeni anlat.’ demiş kâtip.
Kardeşim de başından geçenleri anlatmış. O da ‘Yıldızınız barışmamış belli ki. Ama sen kaderini değiştirebilirsin.’ demiş ve devam etmiş: ‘Kaderini değiştirmelisin ki artık başına başka bir iş gelmesin.’
Kardeşim, ‘Umarım başka bir oyun peşinde değillerdir.’ demiş.
Sonra kâtip, kardeşimin yanından ayrılmış, o da dükkânında oturup rızkını çıkarmak için birinin kendisine iş getirmesini beklemiş. Birden hizmetçi kız yanına gelmiş ve ‘Hanımımla konuşmanız gerekiyor.’ demiş.
‘Defol!’ diye bağırmış kardeşim. ‘Senin hanımınla benim aramda hiçbir şey olamaz!’
Sonra hizmetçi kız hanımının yanına gitmiş ve kardeşimin söylediklerini anlatmış. Kadın da başını pencereden uzatıp ona bakarak şöyle demiş:
‘Neden seninle benim aramda herhangi bir şey olamaz sevgilim? Neden?’ Fakat kardeşim ona cevap vermemiş. O da ağlayıp kardeşime yalvarmaya başlamış. Değirmende olanları kendisinin onaylamadığını ve hiçbir suçu olmadığını söylemiş.
Kardeşim onun güzelliğine ve zarafetine bakıp konuşmasının tatlılığını duyduğundan içindeki keder birden geçmiş. Özrünü kabul etmiş ve güzelliği karşısında bir kez daha sarhoş olmuş. Onu selamlayıp kendisiyle konuştuktan sonra işine devam etmiş. Biraz sonra hizmetçi kız yanına gelip:
‘Hanımım size selam söyledi ve kocasının bu gece yakın arkadaşlarından birinin evinde kalacağını söyledi. O gittiğinde bize gelin ki geceyi onunla birlikte geçirebilesiniz.’ demiş.
Bu arada kocası, kadına ‘Onu senden uzaklaştırmayı nasıl başaracağız?’ diye sormuş.
‘Şimdi ben ona öyle bir oyun oynayacağım ki bütün mahalleye malzeme olacak.’
Zavallı kardeşim bu kadından gelecek fenalıktan bihabermiş. Akşam olduğunda hizmetçi kız, onu eve götürmüş. Kadın onu gördüğünde: ‘Allah biliyor ki uzun zamandır sizi görmek istiyordum.’ demiş.
‘Allah için!’ diye haykırmış kardeşim. ‘Önce beni öpün.’
Bunları der demez kadının kocası yan odadan çıkagelmiş ve bağırmış:
‘Allah biliyor ya ben de seni şehrin kumandanına teslim edeceğim!’
Kardeşim ona yalvarmış fakat adam onu dinlememiş ve onu valiye götürmüş. Vali de ona yüz kırbaç vurulmasını emretmiş. Sonra onu bir deveye bindirmişler ve zavallı, şehirde öylece dolanmış. Bu arada muhafızlar da bağırıyormuş:
‘Bu, namuslu adamların haremine girenlerin hak ettiği cezadır.’
Dahası, kardeşim deveden düşmüş, ayağını kırmış ve topal kalmış. Sonra vali onu şehirden kovmuş. Kardeşim de nereye gittiğini bilmeden dolanıp durmuş.
Sonra ben onun başına gelenleri duydum ve korkuyla onu aramaya koyuldum. Gizlice onu şehre getirdim. O da sağlığını geri kazandı. Kendisi hâlâ benim evimde yaşıyor.”
Halife hikâyeme güldü ve şöyle dedi: “İyi yapmışsın ağzı sıkı berber…” Ve bana bir hediye alıp gitmemi emretti fakat ben, “Diğer kardeşlerimin başına gelenleri anlatmadan hiçbir şey kabul etmem. Lütfen benim geveze bir adam olduğumu düşünmeyin.” dedim ve anlatmaya koyuldum… Halife de dinlemeye devam etti.
BERBERİN İKİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ
“Yüce kumandanım, benim diğer kardeşimin adı El-Haddar. Kendisi oldukça geveze bir adamdır ve aynı zamanda felçlidir. Bir gün işine giderken bir kadın yanına gelip şöyle demiş:
‘Dur biraz güzel kardeşim, şimdi sana bir şey anlatacağım. Eğer beğenirsen sen de bana iyilik yaparsın, ben de senin için Allah’a dua ederim.’
Kardeşim durmuş ve kadın devam etmiş:
‘Sana faydalı olacak bir şey yapacağım, fakat çok fazla konuşup soru sorma.’
‘Buyur söyle.’ demiş kardeşim.
Kadın: ‘Güzel odaları, bahçesinde havuzları, birbirinden güzel çiçekleri, çeşit çeşit meyve ağaçları, şarap mahzenleri olan, içinde seni bütün gece kucaklayacak bir sevgili barındıran bir eve ne dersin? Eğer dediğimi yaparsan senin menfaatine olur.’
‘Peki bu teklifi neden yapıyorsun?’ diye sormuş kardeşim.
‘Evet, hepsi de senin olacak. Şimdi mantıklı ol, bu anlamsız merakı bırak ve dediğimi yap.’
‘Yapacağım hanımefendi.’ demiş kardeşim. ‘Ancak neden diğer erkekleri değil de beni tercih ediyorsunuz? Sizi bu kadar cezbeden ne var bende?’
‘Sana boş boş konuşma demedim mi ben? Şimdi sessiz ol ve beni takip et. Bil ki seni götüreceğim genç kadın dediğim dediktir. Kendisine karşı çıkılmasından ve reddedilmekten hiç hoşlanmaz. Eğer onu eğlendirirsen senden memnun kalır.’
Kardeşim: ‘Ona hiçbir konuda karşı gelmeyeceğim.’ demiş.
Sonra kadın yürümeye devam etmiş, kardeşimse onu takip ediyormuş. Kadının kendisine tarif ettiği şeyi büyük bir merakla arzuluyormuş. Zevkle döşenmiş, içinde hizmetkârları ve harem ağaları bulunan, baştan aşağı zenginlik dolu büyük, güzel bir eve girmişler. Kadın, kardeşimi üst kata götürürken evdekiler ona şöyle demiş:
‘Ne yapıyorsun sen burada?’
Yaşlı kadın, ‘Biraz sabırlı olun ve adamı rahatsız etmeyin. Bizim onun yardımına ihtiyacımız var.’ demiş.
Sonra kadın, kardeşimi, gözlerin daha önce hiç görmediği güzellikteki bir bahçeye götürmüş ve onu çardaktaki güzel bir koltuğa oturtmuş. Oturur oturmaz da kardeşim, ay gibi güzel bir hanımı çevreleyen bir avuç köle kızın gürültüsünü duymuş. Onu gördüğünde ayağa kalkmış ve karşısında saygıyla eğilmiş. Kadın da ona:
‘Hoş geldin!’ demiş ve oturmasını söylemiş. Kardeşim oturduktan sonra ona, ‘Allah size huzur versin. Nasılsınız?’ diye sormuş.
‘Ah hanımefendi!’ diye cevap vermiş kardeşim. ‘Ben iyiyim.’
Sonra kadın, yemek getirmelerini emretmiş. Lezzetli yiyecekleri kadının önüne koymuşlar. O da yemek üzere oturmuş. Kardeşime saygı gösteriyor ve onunla muhabbet ediyormuş. Fakat bu arada ona gülmekten kendini alamıyormuş. Ne zaman kardeşim kendine baksa hizmetçilerini gösteriyor ve onlara güldüğünü söylüyormuş. Kardeşim hiçbir şey anlamamış. Aşırı şehveti nedeniyle kadının kendisine âşık olduğunu sanıyor ve yakında kendini ona teslim edeceğini düşünüyormuş. Yemeklerini yediklerinde şarap içmeye başlamışlar ve ud çalan on tane çok güzel hizmetçi onlara şarkılar söylemeye başlamış. Eğlenceyle coşan kardeşim, kadının elindeki şarabı almış ve bir dikişte bitirmiş.
Sonra kadın da bir kadeh şarap içmiş ve kardeşime: ‘Sağlığına!’ deyip başıyla işaret etmiş.
Kadın ona bir kadeh daha şarap içirmiş ve ensesine esaslı bir tokat atmış. Bunun üzerine kardeşim öfkeyle evden ayrılmış. Fakat yaşlı kadın onu takip etmiş ve geri dönmesini söylemiş. Kardeşim de geri dönmüş. Genç kadın ona oturmasını söyleyince de tek kelime etmeden oturmuş. Kadın kardeşime bir tokat daha indirmiş. İkinci tokat da yetmeyince tokat üstüne tokat indirmiş. Bu arada kardeşim de yaşlı kadına:
‘Bundan daha güzel bir kadın görmedim hayatım boyunca.’ demiş.
Yaşlı kadınsa bağırıyormuş: ‘Yeter! Yeter hanımım, sana yalvarıyorum…’ fakat kadın, kardeşim bayılıncaya dek vurmaya devam etmiş. Sonra kardeşim tuvalete gitmek üzere ayağa kalkmış fakat yaşlı kadın ona:
‘Biraz daha sabret, muradına ereceksin.’ demiş.
‘Daha ne kadar bekleyeceğim?’ diye sormuş kardeşim. ‘Tokatlanmaktan neredeyse bayılacağım.’
Yaşlı kadın: ‘Hele bir şarap onu ısıtsın, istediğine kavuşursun.’ demiş.
Böylece kardeşim, kadınların olduğu yere dönmüş ve oturmuş. Kadın, hizmetçilerine kardeşime merhem sürmelerini ve yüzüne gül suyu dökmelerini emretmiş. Sonra ona şöyle demiş:
‘Allah senin onurunu yüceltsin. Evime geldin ve bütün bunlara katlandın. Ben bana muhalefet edeni geri çeviririm ama sabırlı olan istediğine kavuşur.’
“Ah hanımım!’ demiş kardeşim. ‘Ben sizin avcunuzun içindeki bir köleyim!’
‘O zaman bil ki…’ demiş kadın. ‘Allah beni eğlenceye düşkün biri yaptı. Benim eğlencelerime katlanan istediğine kavuşur.’
Sonra hizmetçilerine yüksek sesle şarkı söylemelerini emretmiş ki herkes keyiflensin. Bu arada içlerinden birine şöyle demiş:
‘Beyefendiyi götür, ihtiyacı olanı ver ve kendisini derhâl bana getir.’
Bunun üzerine genç kız, kardeşimi götürmüş fakat kardeşim, kadının kendisine ne yapacağını bilmiyormuş. Yaşlı kadın onun yanına gelerek:
‘Sabırlı ol, çok az kaldı.’ demiş.
Kardeşim yüzü parlayarak genç kızın önünde dururken yaşlı kadın şöyle demeye devam ediyormuş: ‘Sabırlı ol, şimdi istediğine kavuşacaksın.’
Kardeşimse sormuş: ‘Bu hizmetçi kız bana ne yapacak?’
‘Sana kötü bir şey yapar mı hiç? Kurban olayım sana, senin kaşlarını boyamak ve bıyıklarını yolmak istiyor.’
‘Kaşlarımdaki boya yıkamayla çıkar. Bıyıklarımı yolması ise çok acı verir.’
‘Dikkatli ol, ona nasıl karşı gelirsin?’ diye bağırmış yaşlı kadın. ‘O kalbini sana verdi.’
Böylece kardeşim kaşlarını boyamalarına izin vermiş ve bıyıklarını yolmalarının acısına sabırla katlanmış. Sonra hizmetçiler, hanımlarının yanına gidip olanları anlatmışlar.
Kadın: ‘Şimdi yapılacak bir tek şey kaldı, o da sakalını tıraş etmek. Böylece pürüzsüz, tertemiz bir yüzü olur.’ demiş.
Bunun üzerine hizmetçi kız, kardeşimin yanına gelip hanımının kendisine emrettiği şeyi söylemiş ve benim kalın kafalı kardeşim ona, ‘Beni insanların önünde utandıracak bir şeyi nasıl yapabilirim?’ demiş. Hemen yaşlı kadın araya girmiş ve ‘Bunu yapmasının sebebi, seni sakalsız genç bir adama dönüştürmek. Bunun için yüzünde kıl olmaması gerekiyor. Böylece yüzün onun hassas cildini çizip tahriş etmez. Gerçekten de sana büyük bir tutkuyla âşık. Sabırlı ol ki amacına ulaşabilesin.’ demiş.
Kardeşim sabretmiş ve onun emrinin yerine getirilmesine izin vermiş. Sakallarını tıraş etmişler. Kadının karşısına kaşları kırmızıya boyanmış, bıyıkları yolunmuş, sakalları tıraş edilmiş, yanaklarına boya sürülmüş bir hâlde çıkmış. İlk başta kadın ondan korkmuş. Fakat sonra onunla alay edip sırtüstü yere düşünceye kadar gülmeye başlamış ve şöyle demiş:
‘Ah efendim, iyiliğinizle gerçekten de yüreğimi kazandınız!’
Sonra ona ayağa kalkıp dans etmesi için yalvarmış. Kardeşim de ayağa kalkmış ve hoplayıp zıplamaya başlamış. Kadınlar ona portakal ve limon atıyorlarmış. Zavallı kardeşim üzerine bir şeyler atıldığı için ve ensesine yediği tokatların acısından yere düşmüş.
‘Şimdi istediğine kavuştun.’ demiş yaşlı kadın kardeşim kendine geldiğinde. ‘Artık başına başka sıkıntı gelmeyecek fakat yapacak bir küçük şey daha kaldı. Bu kız, alışkanlığı üzere elbisesini ve bütün kıyafetlerini çıkarıp çırılçıplak kalıncaya dek kimsenin kendisine sahip olmasına izin vermez. Sana elbiselerini çıkarıp koşmanı söyleyecek. Kendisi de senin önünde senden kaçar gibi koşmaya başlayacak. Sen de onun peşinden gideceksin; ta ki gerçekten onunla sevişmeye hazır oluncaya kadar. Sonra o da kendini sana teslim edecek.’ Ardından devam etmiş:
‘Önce kıyafetlerini çıkar.’
Kardeşim ayağa kalkmış, kendinden geçmiş bir hâlde kıyafetlerini çıkarmış ve anadan üryan kalmış. Bunun üzerine kadın da soyunmuş ve üzerine tülden bir elbise giyinmiş. Kardeşime, ‘Eğer beni istiyorsan yakalayıncaya dek peşimden koş.’ demiş.
Sonra kadın koşmaya başlamış. Kardeşim de peşinden gitmiş. Kadın bir odadan diğerine koştururken kardeşim, şiddetli bir arzunun verdiği çılgınlıkla kadını kovalıyormuş. Bir süre sonra kadın, karanlık bir yere kaçmış. Kardeşim de peşinden gitmiş fakat birden sağlam olmayan bir yere basmış ve bir anda hiçbir şey anlamadan kendini kalabalık bir pazarın ortasında buluvermiş. Pazarın bu bölümünde deri satıcıları varmış ve onu o hâlde; çıplak, sakalsız, kaşları kırmızıya boyanmış, yanakları kızıl bir hâlde görünce bağırarak alkış tutmaya başlamışlar. Sonra çıplak bedenini bayılıncaya kadar kırbaçlamışlar ve onu bir eşeğin sırtına atıp polis şefine götürmüşler.
Şef sormuş:
‘Bu ne?’
Onlar da ‘Bu adam bu hâlde vezirin evinden düştü.’ diye cevap vermişler.
Sonra şef, ona yüz kırbaç vurulmasını emretmiş ve onu Bağdat’tan kovmuş. Fakat ben onun arkasından gittim ve onu gizlice şehre getirip günlük ihtiyaçlarını karşıladım. Eğer iyi yürekli biri olmasaydım onun gibi bir adama asla katlanmazdım.”
Halife, berberin hikâyesini dinlemeye devam etmiş…