Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Binbir Gece Masalları», sayfa 7

Anonim
Yazı tipi:

BERBERİN ÜÇÜNCÜ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ

“Üçüncü kardeşim El-Fakik, geveze, kör bir adamdır. Bir gün kader, onu güzel, geniş bir eve sürüklemiş. O da kapıyı çalmış ve sahibiyle görüşmek istemiş ki bir şeyler dilenebilsin.

Evin efendisi ‘Kim o?’ demiş fakat kardeşim ona cevap vermemiş ve yüksek bir sesle adamın aynı sözleri tekrarladığını duymuş:

‘Kim var orada?’

Kardeşim yine cevap vermemiş ve evin sahibinin kapıya doğru yürüdüğünü duymuş. Adam kapıyı açmış ve sormuş: ‘Ne istiyorsun?’

Kardeşim ‘Allah rızası için bir sadaka.’ demiş.

‘Kör müsün?’ diye sormuş adam.

‘Evet.’ diye cevap vermiş kardeşim.

Adam: ‘Bana elini uzat.’ demiş.

Kardeşim de kendisine bir şey vereceğini düşünerek elini uzatmış fakat adam onu evin içinde sürüklemiş. Bu arada kardeşim de adamın kendisine yemek ya da para vereceğini düşünüyormuş. Sonra kardeşime sormuş:

‘Ne istiyorsun be adam?’

Kardeşim, ‘Allah rızası için bir sadaka.’ demiş.

Adam da ‘Allah versin.’ deyince kardeşim, ‘Peki bunu ben aşağıdayken niye söylemedin?’ diye sormuş.

‘Sana ilk seslendiğimde sen neden bana cevap vermedin?’

‘Peki, şimdi bana ne yapacaksın?’

‘Evin içinde sana verebileceğim bir şey yok.’

‘O zaman beni aşağı götür.’

‘Yol işte önünde duruyor.’

Kardeşim ayağa kalkmış ve merdivenlere yönelmiş. Merdivenin yirminci basamağından sonra ayağı takılmış, aşağı kadar yuvarlanmış. Düşüşünün etkisiyle kafası yarılmış. Evden çıkmış. Hangi yöne gideceğini bilemeden dolanıp dururken kendisi gibi kör olan iki arkadaşına denk gelmiş. Ona, ‘Bugün ne kazandın?’ diye sormuşlar. O da onlara başına gelenleri anlatmış ve eklemiş: ‘Ah benim kardeşlerim, keşke karnımı doyurabilecek kadar param olsaydı!’

Bu arada evin efendisi onları takip etmiş ve ne konuştuklarını dinlemeye başlamış, kardeşim ve arkadaşlarının haberi olmadan tabii. Sonra kardeşim, arkadaşlarıyla her zaman buluştuğu yere gitmiş ve onları beklemeye başlamış. Ev sahibi de kimseye görünmeden onun kaldığı yere gelmiş. Diğer kör adamlar geldiğinde kardeşim onlara:

‘Kapıyı kilitleyin ve evi arayın ki kimsenin bizi takip etmediğinden emin olalım.’ demiş.

Ev sahibi bunu duyunca adamlar kendisini bulamasın diye tavandan sarkan bir ipe tutunmuş. Nihayetinde kimse bir şey bulamamış. Bunun üzerine geri dönüp kardeşimin yanına oturmuşlar. Kardeşim ve arkadaşları kazandıkları paraları saymaya başlamışlar. On iki bin dirhem paraları varmış. Herkes ihtiyacı olan parayı almış ve kalanını odanın bir köşesine saklamışlar. Sonra oturup yemek yemeye koyulmuşlar.

Birden kardeşim, tanımadığı birinin yemek yerken çıkardığı sesleri duymuş ve arkadaşlarına ‘Aramızda bir yabancı var.’ demiş. Hemen elini uzatmış ve ev sahibini yakalamış. Bir anda herkes adamın üstüne çullanmış ve onu dövmeye başlamışlar. Dövmekten yorulduklarında ise şöyle bağırmışlar:


‘Müslüman kardeşlerim! Aramızda bir hırsız var ve paramızı çalmak istiyor.’

Etraflarında bir kalabalık toplanmış fakat davetsiz misafir, onlara benzemeye çalışıyormuş. Onlar gibi şikâyet ediyor ve gözlerini kapıyormuş ki kimse onun kör olmadığından şüphe etmesin. Şöyle bağırmış:

‘Ey mümin kardeşlerim, valiyle görüşmek istiyorum. Ona anlatmak istediğim bir mesele var.’

Etraflarındaki kalabalık, kardeşim de dâhil olmak üzere herkesi valiye götürmüş. Vali ‘Hayırdır inşallah!’ demiş.

Davetsiz misafir: ‘Ne olduğunu anlamak istiyorsan uğraşman gerekecek. İşkence dışında hiçbir yolla ağzımızdan laf alamazsın. Şimdi beni dövmeye başla. Benden sonra da liderimizi.’ diyerek kardeşimi işaret etmiş.

Böylece adamı sırtüstü yatırıp dört yüz sopa vurmuşlar. Dayak adamın canını çok feci yakmış. Sonra birden sağ gözünü açmış. Adamlar ona vurmaya devam edince sol gözünü de açmış.

Vali bunu görünce adama ‘Ne oluyor burada lanet olasıca?’ demiş.

‘Beni affedin. Biz dört tane sefil adamız. İnsanları kandırarak evlerine girer, kadınların peçesiz yüzlerine bakarız. Dahası, hırsızlık da yaparız. Böyle böyle hile yaparak bir sürü para kazandık. Tam on iki bin dirhem… Bir gün arkadaşıma şöyle dedim: Benim payım olan üç bin dirhemi ver. O ise beni dövüp paramı gasbetti. Ben de Allah’a ve size sığındım. Benim payımı onlar alacağına siz alın. Eğer sözümün doğru olup olmadığını anlamak istiyorsanız diğerlerini beni dövdüğünüzden bile daha fazla dövün. Onlar da gözlerini açacaktır.’

Vali, adamları sorgulamaları için emir vermiş. Onlar da kardeşimle başlamış. Ona önce bağırmışlar, sonra da zavallıyı kırbaçlamışlar.

Vali şöyle demiş:

‘Seni baş belası herif! Allah’ın nimetlerine nankörlük ediyorsun.

Bir de üstüne kör taklidi yapıyorsun.’

‘Ah, ah!’ diye bağırmış kardeşim. ‘Allah’a yemin ederim ki içimizde kimse seni göremiyor.’

Bunun üzerine bayılıncaya kadar onu dövmüşler. Vali bağırmış:

‘Şimdilik bırakın. Kendine gelince yeniden döversiniz.’ Kardeşim, diğer arkadaşlarının kendisinden bile daha çok dayak yemelerine sebep olmuş. Bu arada hileci İbrahim şunları söylüyormuş: ‘Gözlerinizi açın. Yoksa daha çok dayak yiyeceksiniz.’

Sonunda İbrahim, valiye şöyle demiş:

‘Parayı size getirmem için birini benimle yollayın. Bu adamlar milletin önünde rezil edilmedikçe gözlerini açmayacaktır.’

Böylece vali parayı getirtmiş ve adama hakkı olduğunu iddia ettiği üç bin dirhemi vermiş. Kalanı da kendi almış. Sonra üç adamı da şehirden kovmuş. Yüce kumandanım, ben de gittim, kardeşimi buldum ve hâlini sordum. O da bana size anlattıklarımı anlattı. Ben de onu gizlice şehre geri getirdim ve kendisine ben bakıyorum.”

Halife hikâyeme güldü ve şöyle dedi:

“Ona bir hediye verin de yoluna gitsin.”

Ama ben: “Allah hakkı için yüce kumandanım, diğer kardeşlerimin hikâyesini anlatmadan sizden bir şey almayacağım. Gerçekten de ben sözü doğru bir adamım.”

Bunun üzerine halife adamı dinlemeye devam etmiş…

BERBERİN DÖRDÜNCÜ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ

“Dördünce kardeşime gelince, onun adı El-Kuz El-Asvani’dir. Kelimeler ağzından âdeta taşar gibi çıktığından uzun boyunlu guguk kuşu diye de bilinir yüce kumandanım. Kendisi Bağdat’ta kasaplık yapar, önemli ve zengin adamlara et satardı. Bu sayede çok zengin oldu. Kendine evler aldı, hayvan sürüleri oldu. Anlattığına göre bir gün dükkânına uzun sakallı bir adam gelmiş ve ondan bir miktar gümüş karşılığında et istemiş. O da parasının karşılığı olan eti ihtiyara vermiş.

Daha sonra yaşlı adamın verdiği gümüşü incelediğinde paranın, beyaz ve parlak olduğunu görmüş ve bu parayı ayrı bir yerde saklamış. Uzun sakallı adam beş ay boyunca kardeşimden et almaya devam etmiş. Kardeşimse adamın verdiği paraları ayrı bir kutuda topluyormuş. Bir gün koyun almaya niyetlenmiş ve parayı çıkarmak istemiş. Kutuyu açmış fakat içinde para şeklinde kesilmiş teneke parçalarından başka bir şey olmadığını görmüş. Bunun üzerine dövünmeye ve yüksek sesle ağlamaya başlamış. Öyle ki insanlar etrafında toplanmış. Kardeşim kalabalığa başından geçenleri anlatmış, onlar da çok şaşırmış. Bir süre sonra acısını içine atıp işine devam etmiş ve bir koç kesip dükkânına asmış. Etin bir kısmını kendine ayırdıktan sonra şöyle demiş:

Ah Allah’ım, şu lanet olası ihtiyar bir gelse…

Bir saat geçmemiş ki yaşlı adam elinde gümüşlerle görünmüş. Kardeşim ayağa kalkıp ona yaklaşarak şöyle bağırmış:

‘Ey Müslüman kardeşlerim! Gelin de bana yardım edin. Hikâyemi, bir de bu kötü adamdan dinleyin!’

Yaşlı adam bunu duyunca sessizce şöyle demiş:

‘Hangisini tercih edersin? Beni bırakmayı mı yoksa insanların karşısında rezil olmayı mı?’

‘Beni nasıl rezil edecekmişsin bakalım?’

‘Şöyle ki sen koyun eti diye insan eti satıyorsun.’

‘Yalan söylüyorsun adi herif!’

‘Asıl adi olan, dükkânında insan eti satan sensin. Eğer senin dediğin gibiyse param da hayatım da senindir.’

Sonra yaşlı adam yüksek sesle bağırmaya başlamış:

‘Ey insanlar! Sözlerimin doğruluğunu kanıtlamak için bu adamın dükkânına girin!’

Bir anda herkes kardeşimin dükkânına hücum etmiş ve koç, birden ölü bir adama dönüşmüş. Bunun üzerine kardeşime bağırmaya başlamışlar: ‘Seni kâfir! Seni hain!’

En yakın arkadaşları bile onu dövmeye başlamış. Şöyle bağırıyorlarmış:

‘Sen bize âdemoğullarının etini mi yediriyorsun?’

Dahası, yaşlı adam, kardeşimin suratına öyle bir vurmuş ki bir gözünü yerinden çıkarmış.

Sonra boğazı kesilmiş cesedi valiye götürmüşler. Yaşlı adam, ‘Efendim, bu adam insanları katlediyor ve etlerini koyun eti diye satıyor. Onu sana getirdik. Şimdi ayağa kalk ve Allah’ın emrini yerine getir.’ demiş.

Kardeşim kendini savunmak istemiş fakat vali onu dinlemeyi reddetmiş. Onu beş yüz sopa yemeye mahkûm etmiş. Dahası, bütün servetine el koymuş. Eğer rüşvet vererek tükettiği o servet olmasaymış onu öldürürlermiş. Sonra vali onu Bağdat’tan kovmuş. Kardeşim de riske girerek büyük bir şehre yerleşmiş ve orada ayakkabı tamirciliği yapmaya başlamış. Dükkânını açmış ve hayatını kazanmak için çalışmaya başlamış.

Bir gün kardeşim işine giderken bir at sürüsünün sesini duymuş ve bunun ne olduğunu sormuş. Ona, kralın avlanmaya çıktığını söylemişler. O da kralı görmek için beklemeye karar vermiş. Talih bu ya kral, kardeşimle göz göze gelmiş, hemen kafasını eğmiş ve şunları söylemiş:

‘Böyle bir günün fenalığından Rabb’ime sığınırım.’

Sonra atına binip maiyetiyle birlikte sarayına dönmüş, muhafızlarına kardeşimi yakalayıp dövmelerini emretmiş. Onlar da kardeşimi öldüresiye dövmüşler. Bu kötü muamelenin sebebini bilmeyen kardeşimse acınacak bir hâlde evine dönmüş.

Bir süre sonra kardeşim, kralın adamlarından birine gitmiş ve başından geçenleri anlatmış. Adam da sırtüstü yere düşünceye kadar kahkahalarla gülmüş ve şöyle demiş:

‘Ah benim kardeşim… Bilmiyor musun kral, tek gözlü adamlara bakmaya tahammül edemiyor? Hele ki sağ gözü körse onu öldürmeden içi rahat etmez.’

Bunu duyan kardeşim, çareyi o şehirden kaçmakta bulmuş. Kendisini hiç kimsenin tanımadığı bir şehre gitmiş ve bir süre orada kalmış. Başına gelen talihsizliklerden dolayı acı çekerken bir gün, bir parça gezip kendini teselli etmek istemiş. Tek başına yürürken arkadan bir at sürüsünün geldiğini duymuş ve kendi kendine şöyle demiş: Allah beni cezalandırıyor.

Her ne kadar saklanacak bir yer aradıysa da bulamamış. Nihayet kapalı bir kapı görmüş ve kapıyı kuvvetle itmiş. İçeri girip saklanacak bir yer aramaya koyulmuş. Kapı uzun bir koridora açılıyormuş, tam orada saklanacakmış ki iki adam onu yakalayarak şöyle demiş:

‘Üç gecedir uykumuzu da rahatımızı da bozuyorsun. Bizleri büyük sıkıntıya soktun!’

Kardeşim, ‘Sizi rahatsız eden ne?’ diye sormuş.

Onlar da ‘Karanlıkta bekleyip bizi korkutan ve paramızı çalan sensin ve bizi rezil edip hilelerinle evin efendisinin boğazını kesmeyi planlıyorsun. Sen ve arkadaşlarının onu dilenmeye mecbur etmesi yetmedi mi? Hadi bakalım, şimdi her gece bizi korkuttuğun bıçağını ver.’

Sonra üzerini aramışlar ve ayakkabı derilerini kesmek için kullandığı bıçağı bulmuşlar. Bunun üzerine kardeşim, ‘Ey insanlar, Allah’tan korkun ve bana kötülük etmeyin. Bilin ki benim de oldukça ilginç bir hikâyem var.’ demiş.

‘Peki senin hikâyen nedir?’ diye sormuşlar.

Kardeşim de gitmesine izin verirler umuduyla başından geçenleri bir bir anlatmış fakat onlar, anlattıklarına kulak asmamış ve ona saygı göstermek yerine zavallıya feci bir dayak atıp kıyafetlerini yırtmışlar. Vücudundaki yara izlerini görünce de şöyle demişler:

‘Seni Allah’ın belası! İşte bu yara izleri suçunun delili.’ deyip onu valiye götürmüşler.

Kardeşim kendi kendine şöyle demiş:

Şimdi günahlarımın bedelini ödüyorum ve beni yüce Allah’tan başka hiç kimse kurtaramaz.

Vali kardeşime sormuş:

‘Seni hain! Cinayet işleme niyetiyle bu insanların evine giriyorsun. Ne istiyorsun onlardan?’

Kardeşim: ‘Allah aşkına efendim, söyleyeceklerimi dinleyin ve beni suçlamakta acele etmeyin.’ demiş. Fakat vali şöyle bağırmış:

‘İnsanları dilendiren bir hırsızın, kırbaç izleri taşıyan bir suçlunun sözlerine mi kulak vereceğim?’ ve devam etmiş: ‘Eğer büyük bir suç işlemeseydin seni böylesine dövmezlerdi.’

Böylece vali, ona yüz kırbaç vurulmasına karar vermiş. Sonra kardeşimi bir devenin sırtına bindirip şehrin içinde dolandırarak şöyle demişler:

‘İnsanların evlerine zorla giren birine az bile…’

Bununla da kalmamış, onu şehirden atmışlar. Kardeşim de rastgele dolanıp durmuş; ta ki ben başına gelenleri duyup onu aramaya çıkıncaya kadar. Kendisini bulduğumda bana başına gelenleri anlattı. Ben de onu gizlice şehre getirdim, yiyecek, içecek parası verdim.”

Halife dinlemeye devam etmiş…

BERBERİN BEŞİNCİ KARDEŞİNİN HİKÂYESİ

“Beşinci kardeşim El-Nashar’ın iki kulağı da kesiktir yüce kumandanım. Geceleri dilenerek eline geçen parayla yaşardı. Yaşlı babamız hastalanıp öldüğünde bize yedi yüz dirhem para bıraktı. Her birimiz payımıza düşen yüzer dirhemi aldık. Fakat bu kardeşim, parasını aldığında kafası karıştı ve parayla ne yapacağını bilemedi. Bu kafa karışıklığı devam ederken kardeşim bir tepsiye çeşitli cam eşyalar koyup satmaya karar verdi. Böylece helal para kazanabilecekti. Yüz dirhem paraya çeşitli cam eşyalar aldı, onları bir tepsiye yerleştirdi ve mallarını satmak üzere bir duvara yaslanıp tepsiyi tezgâhına yerleştirdi. Sonra da -bana anlattığı üzere- hayaller kurmaya başlamış:

Şimdi… Bu cam eşyalara yatırdığım para yüz dirhem. Bunları satarsam elime kesin iki yüz dirhem para geçer. Sonra o parayla yeni cam eşya alırım. Onları da dört yüz dirheme satarım. Böyle alıp satmaya devam ederim; ta ki dört bin dirhem param oluncaya dek. Bu parayla da zengin bir adam olur, kendime mal ve mücevher satın alırım. Bunlarla da büyük bir kazanç elde ederim Allah’ın izniyle. Böyle böyle yüz bin dirhemlik bir servet elde edinceye kadar uğraşırım. Sonra kendime güzel bir ev, beyaz köleler, muhafızlar ve atlar satın alırım. Yer, içer, eğlenirim. Şehirde bana şarkı söylemeyen bir tane bile erkek ya da kadın şarkıcı bırakmam.

Önündeki üzerinde “dört yüz dirhem değerinde” cam eşya olan tepsiye şöyle bir bakıp hayallerine devam etmiş:

Elimdeki para yüz bin dirhem olduğundaysa inşallah kralların ve vezirlerin kızlarına talip olurum. Vezirin en büyük kızını kendime eş olarak isterim çünkü duyduğuma göre mükemmel bir güzelliği olan yetenekli ve iyi kalpli bir kadınmış. Bin dirhem başlık parası veririm. Babası razı olursa ne âlâ… Olmazsa da kızı kaçırırım. Kızı evime yerleştirdiğimde on tane harem ağası alır, kendime de kralların ve sultanların giyeceği türden bir kaftan diktiririm. Dahası, mücevherlerle kaplı olan bir eyer satın alırım. Sonra beni korumaları için memluklerle anlaşırım. Halk beni selamlayıp hayır duaları okurken de şehri gezerim. Sonra vezire yani kızın babasına beyaz kölelerden oluşan bir ordu eşliğinde giderim. Beni görünce vezir ayağa kalkar, beni kendi yerine oturttuktan sonra kendisi benden daha alçakta bir yere oturur.

İçinde biner dinar para olan keseler taşıyan kölelere parayı vezire vermelerini söylerim. Bin dinar kızı için başlık parası, bin dinar da benden kendisine hediye olarak ki cömertliğimi, zenginliğimi, ruhumun yüceliğini ve dünya malının benim nazarımda ne kadar önemsiz olduğunu görsün. Onun bana söyleyeceği on söze karşılık iki kelime cevap veririm. Sonra evime dönerim. Gelin tarafından biri yanıma geldiğinde ona hediyeler ve para veririm. Olur da bana hediye getirirlerse reddeder ve iade ederim ki böyle bir şeye tenezzül etmeyecek kadar gururlu olduğumu anlasınlar. Böylece statümü ve konumumu belli etmiş olurum. Bunu yaptıktan sonra da düğün gecesini belirler, evimi gösterişli bir şekilde süslerim. Gelin geldiğinde ise en güzel kıyafetlerimi giyer, altınla süslenmiş yatağıma otururum. Dirseğimi bir yastıkla destekler, sağa ya da sola dönmeden direkt önüme bakarım. Ay yüzlü güzel karım, en güzel kıyafetleriyle karşımda durur. Bense azametimden ve soyluluğumdan dolayı o bana şunları söylemeden dönüp bakmam: ‘Ah efendim, ben sizin karınız, hizmetçinizim. Bana bir bakış lütfedin. Karşınızda durmaktan yoruldum.’ Sonra önümde yeri defalarca öper, ben de bunun üzerine gözlerimi kaldırır, şöyle bir bakar, sonra tekrar önüme dönerim. Daha sonra onu gelin odasına getirirler, ben bu kez daha da güzel bir kıyafet giyerim. Gelini ikinci kez getirdiklerindeyse bana defalarca yalvarmadan dönüp bakmaya tenezzül etmem. Bu kez de gözümün ucuyla şöyle bir bakar, kafamı yere eğerim. Düğün bitinceye dek böyle devam ederim.

Böyle böyle bir zaman sonra harem ağasına bana beş yüz dinar getirmesini emrederim, sonra parayı gelin alayına bahşiş olarak verir, beni gelin odasına götürmelerini emrederim. Beni onunla baş başa bıraktıklarında ne bir söz eder ne de dönüp yüzüne bakarım. Kendisini hor gördüğümü anlasın diye yanı başında duvara bakar dururum. Ne kadar büyük olduğumu anlamasını sağlarım. Sonra annesi yanıma gelip başımı, ellerimi öperek bana şöyle der: ‘Kızım sizin cariyenizdir, zavallı sizden iyilik bekler durur, kırık kalbini onarın!’

Bense ona cevap vermem, o da bunu görünce ayağa kalkar, ayaklarımı öpmeye başlar ve şöyle der: ‘Ah efendim, benim kızım gerçekten de çok güzeldir. Hiçbir erkeğin eli eline değmemiştir. Eğer siz onu umursamamaya devam eder, ondan yüz çevirirseniz kalbi çok kırılır. Onunla biraz ilgilenin ve onu rahatlatın.’ Sonra ayağa kalkar ve bir kadeh şarap getirip kızına şöyle der: ‘Al bunu ve efendine götür.’ Fakat ben onu öylece ayakta bekletirim. Dirseğimi altınla süslü bir yastığa dayar, öylece durur, geriye yaslanırım. Böylelikle o da benim ruhumun ne kadar asil olduğunu anlar ve benim bir sultan olduğumu düşünür.

Sonra bana şöyle der: ‘Ah efendim, Allah aşkına, kölenizin elinden bir kadeh şarap için! Gerçekten de ben sizin cariyenizim.’ Fakat ben onunla konuşmam. O da ısrar eder: ‘Bunu içmelisiniz.’ Ben de onu yumruklar ve tekmelerim.

Böyle böyle hayal kurarken bir anda kardeşim sahiden tekmesini savurmuş ve tepsiyi yere düşürmüş. İçindeki bütün eşyalar paramparça olunca kendi kendine:

İğrenç, zavallı ben… Bütün bunlar kibrimden dolayı başıma geldi! diyerek ağlayıp sızlanmış.

Sonra, yüce kumandanım, kendini hırpalamaya, üstündekileri parçalamaya ve dövünmeye başlamış.

Cuma namazı için toplanmış halk, zavallıyı görmüş. Bir kısmı ona acımış, bir kısmıysa hiç dikkate almamış. Elinde avucunda ne varsa kaybettiğinden hüngür hüngür ağlıyormuş. Sonra, misk kokuları sürünmüş güzel bir hanım yanına gelmiş. Kadın altından eyeri olan bir katır sürüyor ve birkaç muhafız eşliğinde yol alıyormuş. Kırık cam parçalarını ve kardeşimin ağladığını görünce yufka yürekli kadın ona acımış. Başına ne geldiğini sormuş. Kadına, kardeşimin hayatını kazanmak için cam eşya sattığını fakat eşyalarının kırıldığını söylemişler:

‘İşte başına gelenleri görüyorsunuz.’

Kadın muhafızlarından birini çağırmış ve ‘Elinizde ne varsa bu zavallı adama verin!’ demiş.

Adam da kardeşime içinde beş yüz dinar bulunan bir kese vermiş. Keseyi alan kardeşim, sevinçten bayılacak gibi olmuş ve kadına dualar etmiş. Sonra evine zengin bir adam olarak dönmüş. Kendi kendine sevinip dururken biri kapısını çalmış. Kapıyı açtığındaysa daha önce hiç görmediği yaşlı bir kadını görmüş.

‘Ah oğlum…’ demiş kadın. ‘Biliyorsun namaz vakti yaklaştı ve ben daha abdestimi almadım. Acaba rica etsem burada abdest alabilir miyim?’

Kardeşim, ‘Tabii, buyurun!..’ demiş.

Kadına kendisini takip etmesini söylemiş ve ona abdest alabilmesi için bir ibrik getirmiş. Sonra beline bağladığı kesede duran dinarları düşünerek sevinçle oturmuş.

İhtiyar abdestini alıp namazını kılmış ve kardeşime hayır duaları okumaya başlamış. O da kesesinden iki dinar çıkarmış ve kadına vererek şöyle demiş:

‘Bunlar benim gönlümden koptu.’

Kadın altını gördüğünde bağırmış:

‘Aman Allah’ım! Seni böylesine seven bir kadına sen ne yaptın? Paranı geri al, benim ihtiyacım yok. İstersen onu camların kırıldığında sana veren kişiye geri götür. Eğer onunla birlikte olmak istersen seni onunla tanıştırabilirim. Kendisi benim hanımım olur.’

‘Ah anneciğim!’ demiş kardeşim. ‘Onunla nasıl birlikte olabilirim ki?’

Kadın, ‘Ah oğlum, onun sana meyli var. Fakat kendisi zengin bir adamın karısı. Şimdi parayı al ve beni takip et. Ben de seni istediğine kavuşturayım. Yanına gittiğinde onu ikna etmeye ya da tatlı sözler söylemeye çalışma. Gözüne girebilmek için tüm parayı ona ver.’ demiş.

Kardeşim kadını takip etmiş, başına gelen harika şeylere inanmakta güçlük çekiyormuş. Kadın ara vermeden yürümeye devam etmiş; tabii kardeşim de kadını takip etmeye… Sonunda kocaman kapısı olan bir eve gelmişler. Kadın kapıyı çaldığında kendilerini Rum bir köle karşılamış. Yaşlı kadın kardeşimi kaliteli halılarla ve perdelerle döşenmiş büyük bir salona götürmüş. Kardeşim rahat bir koltuğa henüz oturmuş ki daha önce hiçbir gözün görmediği güzellikte genç bir kadın yanına gelmiş. Kadının üzerinde şaşaalı kıyafetler varmış. Kardeşim ayağa kalkınca kadın ona gülümsemiş ve:

‘Hoş geldin!’ deyip oturmasını işaret etmiş. Sonra kapıyı kapatmalarını emretmiş ve kardeşimin elinden tutup onu çeşitli mobilyalar ve altınlarla süslü bir odaya götürmüş. İkisi bir süre oturmuşlar ve kadın bir süre kardeşimle oynaşmışlar. Sonra kadın ayağa kalkıp:

‘Ben gelinceye kadar yerinden kalkma.’ demiş ve ortadan kaybolmuş.

Bu arada elinde kılıç tutan iri cüsseli zenci bir köle, kardeşimin yanına gelmiş ve ‘Allah seni kahretsin! Buraya nasıl geldin ve ne istiyorsun?’ demiş.

Kardeşim korkudan ona cevap verememiş. Bunun üzerine zenci, kardeşimin kıyafetlerini çıkarmış ve onu kılıcının keskin olmayan tarafıyla dövmüş; ta ki zavallı yere düşüp bayılıncaya kadar. Lanet olası zenci, kardeşimin ölmek üzere olduğunu düşünmüş ve şöyle bağırmış: ‘Tuz nerede kız!’ Bunun üzerine hizmetçi, koca bir tepsi tuz getirmiş. Köle de tuzu kardeşimin yaralarına sürmeye başlamış. Fakat kardeşim ölü olmadığını anlayıp kendisini öldürünceye kadar döver korkusuyla sesini çıkarmamış.

Sonra tuzu getiren kız gitmiş ve köle tekrar bağırmış: ‘Bodrum bekçisi nerede?’

Bunun üzerine yaşlı kadın gelmiş ve kardeşimi bir bodruma sürükleyip onu birkaç ölü adamın yanına fırlatmış. Kardeşim bu yerde tam iki gün kalmış. Allah da kardeşime yardım etmiş. Şöyle ki üzerine döktükleri tuz, zavallının akan kanını durdurmuş.

Kardeşim hareket edebilecek kadar güç kazandığında ayağa kalkıp korkudan titreyerek kapıyı açmış ve sürünerek dışarı çıkmış. Allah’a şükürler olsun ki gün ağarıncaya kadar orada karanlıkta saklanmayı başarmış. Kocakarıyı yeni bir av ararken görmüş. Kadına fark ettirmeden onu takip etmiş. Sonra evine dönmüş ve yaralarını sarıp kendini iyileştirmeye çalışmış.

Bu arada yaşlı kadını izlemeye devam etmiş. Her defasında bir adama yaklaşıp onu eve götürdüğünü görmüş; fakat kardeşim hiçbir şey söylemiyormuş. Sağlığını ve gücünü yeniden kazanır kazanmaz paçavralardan bir çanta yapıp içine cam parçaları doldurmuş. Kendisi de Acem kılığına girmiş ki kimse onu tanıyamasın, kıyafetlerinin altına da bir kılıç gizlemiş. Sonra yaşlı kadının karşısına çıkmış, İran aksanıyla Arapça konuşarak ona şöyle demiş:

‘Hanımefendi, ben buralarda yabancıyım ve kimseyi tanımıyorum. Bin yüz dinarımı tartabileceğim bir yer biliyor musunuz? Zahmetinizin bedelini size öderim.’

‘Benim bir oğlum var, para işleriyle uğraşır. Onda her türlü tartı vardır. Şimdi sen benimle gel, işini halledersin.’

Kardeşim, ‘Siz yolu gösterin.’ demiş.

Kadın, kardeşimi eve götürmüş. Kapıyı daha önce gördüğü genç kadın açmış. Bunun üzerine yaşlı kadın gülümseyip sessizce ona, ‘Bugünkü enayiyi getirdim.’ demiş.

Sonra genç kadın, kardeşimin elini tutmuş ve onu daha önce gördüğü odaya götürmüş. Bir süre onunla birlikte oturduktan sonra ayağa kalkıp ‘Ben gelinceye kadar yerinden kıpırdama.’ demiş.

Sonra zenci köle elinde kılıçla kardeşimin yanına gelmiş ve ‘Ayağa kalk seni lanet olası!’ demiş.

Kardeşim de ayağa kalkmış, kıyafetinin altına gizlediği kılıcı çekmiş ve zencinin kafasını uçurmuş. Sonra cesedini bodruma götürmüş ve bağırmış: ‘Tuz nerede kız!’

Sonra hizmetçi kız bir tepsi tuz ile gelmiş. Kardeşimi elinde kılıçla görüp kaçmaya çalışmış fakat kardeşim onun da kellesini kesmiş. Kardeşim tekrar bağırmış: ‘Bodrum bekçisi nerede?’ Sonra yaşlı kadın gelmiş.

Kardeşim, ‘Benim kim olduğumu biliyor musun lanet olası cadı?’ demiş.

‘Hayır efendim.’ diye cevaplamış kadın.

‘Ben beş yüz dinarın sahibi olan adamım. Hani şu abdest almak için evine girdiğin ve tuzak kurup buraya getirerek ihanet ettiğin…’

Kadın, ‘Allah aşkına beni bağışla!’ diyerek ağlamış fakat kardeşim bunu umursamayarak onu kılıcıyla dörde bölmüş. Sonra, genç kadını aramaya koyulmuş. Kadın, kardeşimi gördüğünde kaçmaya yeltenmiş ve ‘Aman, bana merhamet et!’ demiş.

Kardeşim onun canını bağışlamış ve ‘Bu zenciyle neden evlendin?’ diye sormuş.

Kadın, ‘Ben bir tüccarın kölesiydim. Yaşlı kadın da beni ziyaret eder, bana hoş görünmeye çalışırdı. Bir gün bana gelip şöyle dedi: Evimizde çok güzel bir düğün var keşke sen de gelip eğlensen.

Başüstüne! dedim ben de. Sonra en güzel kıyafetlerimi giyip süslendim. İçinde yüz altın olan bir keseyi de yanıma aldım. Kadın beni buraya getirir getirmez de zenci beni yakaladı. Ben de şimdi böyle kocakarıyla birlikte fesatlık eder dururum.’

Sonra kardeşim ona, ‘Bu evde değerli eşya var mı?’ diye sormuş.

‘Çok fazla var hem de. Eğer taşıyabilirsen hepsi senindir.’

Kardeşim kadınla birlikte gitmiş. O da içinde para keseleri olan sandıkları açmış. Kardeşimin şaşırdığını görünce: ‘Şimdi git ve parayı götürebilecek birilerini getir. Ben burada kalırım.’ demiş.

Kardeşim de gitmiş ve on tane adam kiralamış fakat geri döndüğünde kapıyı açık bulmuş. Kadının, ufak tefek eşya ve az miktarda para dışında her şeyi götürdüğünü görmüş. Bunun üzerine kadının kendisini kandırdığını anlamış, sonra dolapların kapılarını açmış ve içlerinde ne var ne yok almış. Paranın kalanını da alarak evde hiçbir şey bırakmamış. Geceyi keyifle geçirmiş fakat sabah olduğunda yirmi kadar askerin kapısında olduğunu görmüş. Kardeşime, ‘Vali seni görmek istiyor!’ demişler.

Kardeşim evine dönmesine izin vermeleri yalvarmış. Adamlara para bile teklif etmiş fakat onlar teklifini reddedip onu bağlayarak götürmüşler. Yolda giderken kardeşimin bir arkadaşına rast gelmişler. Adam, kumandanın eteğine yapışmış ve affedilmesi için yalvararak onu kurtarmaya çalışmış. Ona ‘Vali bu adamı kendisine götürmemizi emretti. Biz de onun dediğini yapıyoruz.’ demişler.

Kardeşimin arkadaşı, onu bırakmaları için ısrar ederek onlara beş yüz dinar teklif etmiş ve ‘Valiye gittiğinizde onu bulamadığınızı söylersiniz.’ demiş fakat onlar, adamın sözlerini dinlememiş, kardeşimi sürükleyerek götürmüşler.

Vali, kardeşime sormuş: ‘Bu parayı ve eşyaları nereden buldun?’

‘Yalvarırım bana acıyın!’

Kardeşim, yaşlı kadınla yaşadıklarını, genç kadının kaçışını başından sonuna kadar anlatmış ve sözlerini şöyle bitirmiş:

‘Elimdeki paradan istediğiniz kadar alın. Ben kalanıyla geçinmenin bir yolunu bulurum.’

Fakat vali elindeki tüm parayı ve eşyayı almış. Sultanın kulağına gider korkusuyla da kardeşime, ‘Bu şehirden git. Yoksa seni asacağım.’ demiş.

‘Başüstüne!’ demiş kardeşim ve başka bir şehre gitmiş. Yolda eşkıyalar onu yakalamış ve üstünü başını parçalayıp bir güzel dövdükten sonra zavallının kulağını kesmişler. Ben onun başına gelenleri duydum ve onu bulup üstüne başına bir şeyler giydirdikten sonra gizlice şehre getirip yiyecek içecek parası verdim.”

Halife dinlemeye devam etmiş…

₺99,99
₺153,83
−35%

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
18 s. 30 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6865-10-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu