Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Elçine Armağan», sayfa 5

Anonim
Yazı tipi:

ELÇİN’İN AK DEVE ROMANI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Prof. Dr. Alev Sınar Uğurlu41

Stalin tarafından uygulanan baskıcı rejim, onun ölümünden sonra git gide hafiflemiş, bu yumuşama edebiyata da yansımış ve 1960 itibarıyla Sovyetler Birliği’nde bazı yazarlar güdümlü edebiyat çizgisinden uzaklaşmaya başlamışlardır. Bu yazarlardan biri de Elçin Efendiyev’dir. Çağdaş Azerbaycan edebiyatının “en önemli ve en üretken yazarlarından biri”42 olan, hikâye-roman-tiyatro-eleştiri türlerinde verdiği eserlerle Azerbaycan’da “edebî sürecin de önemli bir parçası”43 olarak değerlendirilen Elçin Efendiyev, II. Dünya Savaşı’nın tüm şiddetiyle dünyayı kasıp kavurduğu bir tarihte, 1943’te Bakü’de dünyaya gelmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni dünya düzeni içinde iki büyük kutuptan biri hâline gelen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde bir yandan edebî eser kaleme alırken bir yandan da aktif olarak siyasetin içinde yer almış, milletvekilliği, başbakan yardımcılığı yapmış ve Bakü Devlet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak ders vermiştir. Gerek siyasî konumu gerek Sovyetler Birliği içinde yer alan tüm ülkelerin edebiyatlarında geçerli olan sosyalizm realizmi dolayısıyla dikkati sosyal meseleler üzerinde olan Elçin Efendiyev, Azerbaycan’da gelenek ile moderni birleştiren bir kalemdir. N. L. Bayramova, onun hikâye ve romanlarında ahlâkî değerlerin ve psikolojik tahlillerin ön planda olduğunu belirtir.44 Elçin Efendiyev, sosyalist rejimin içinde siyasî aktör olarak yer almakla birlikte edebî eserlerinde “Sovyet ideolojisine hizmet etmektense Azerbaycan edebiyatına hizmet etmeyi amaçlamış”45 usta kalemi sayesinde bu amacını başarıyla gerçekleştirmiştir. “Eserlerinde Azerbaycan Türklerine özgür olma bilinci ve millet olma duygusu aşılamaya çalışmıştır. Romanlarında ve hikâyelerinde Azerbaycan Türklerinin yaşamları, hayat hikâyeleri, çektiği sıkıntılar, Sovyetler Birliği döneminde yaşanılan zulümler bütün objektifliği ile okuyucuya sunulmuştur. Eserlerinde Azeri Türklerine mesajlarını simgeler yoluyla ve halk kültürüne ait unsurları kullanarak ulaştırmayı amaçlamıştır. Azerbaycan Türklerine ait kültürel unsurları çok iyi bilen Elçin, kültürel unsurlarını edebi eserlerine yerleştirirken büyük bir ustalık göstermiş; insanların bu kültürün bir parçası olduğunu hissettirmiştir.”46 Bu romanlarından biri de Ak Deve’dir. Romanda Bakü’de geleneksel çizgide bir mahalle II. Dünya Savaşı öncesi, savaş sırası ve savaş sonrasındaki hayatıyla anlatılmıştır. Bu yazıda, Elçin’in 1985 yılında yayınladığı ikinci romanı olan ve sosyolojik açıdan zengin veri içeren Ak Deve47, romanın merkezinde yer alan mahallenin ve mahallelinin II. Dünya Savaşı öncesinde yerleşmeye başlayan sosyalist rejimden ve ardından savaştan etkilenmesiyle yaşadığı değişmeye odaklanılarak değerlendirilecek ve bireyin hayatına etkisiyle cephe gerisindeki yıkım yansıtılacaktır.

Cemil Meriç’in ifadesiyle “[h]er edebi eser sosyal bir olaydır.”48 Bu bağlamda Ak Deve romanı da yazıldığı toplumun, Bakü odaklı Azerbaycan’ın, II. Dünya Savaşı sırasındaki adıyla Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, savaş öncesi, savaş sırası ve savaş sonrası sosyal yapısını yansıtmak bağlamında sosyolojik veri içermektedir. Roman savaş edebiyatı açısından da dikkat çekicidir. 1917 Bolşevik devriminin ardından Sovyetler tarafından bölgede asırlardır yaşayan Türk halkı üzerinde uygulanan Ruslaştırma politikasının şiddetini arttırdığı bir sırada patlak veren II. Dünya Savaşı sırasında özellikle “Bakü şehrinin yer altı kaynakları bakımından zenginliği, stratejik ve jeopolitik konumundan dolayı”49 Azerbaycan toprakları Alman hükümetinin önemli hedeflerinden biridir. “Führer hükümetinin Barbarossa Harekatı’nda özel bir yeri”50 olan Azerbaycan, “Almanya’nın bu planına karşı” “Her şey cephe için, her şey zafer için!” sloganı ile savaş aç”an51 Sovyetler Birliği’nin ordusunda, Rus üniforması içinde Almanlarla savaşmışlardır. “Azerbaycan halkı da bu savaşta bir kısmı gönüllü olarak, bir kısmı da gerçekleştirilen sert müdahalelerle “Halk Ordusu” gruplarına ve “Savaşçı Taburlara”

iştirak etmiştir.”52 “II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Azerbaycan’da genel seferberlik kararının ilanı ile 18-47 yaşları arasındaki eli silah tutan erkekler askere alınmıştır. Genel olarak 1941- 1945 yıllarında Azerbaycan’dan 700.000 bin kişi ortak düşman Almanya’ya karşı savaşa katılmıştır.”53 Bir kısmı ölen, bir kısmı esir düşen, bir kısmının akıbeti meçhul olan bu 700.000 kişi arasında Ak Deve romanında başkahraman Aliekber’in çocukluğunun geçtiği mahallenin 18-47 yaş arası erkekleri de yer almaktadır. Roman bu bağlamda da Sovyet ordusu içinde Almanlara karşı çarpışan bu insanların geride bıraktıkları yakınlarının durumlarını, dolayısıyla cephe gerisinde yaşanan krizi, cephe gerisindeki bireysel ve sosyal gerçekliği yansıtmasıyla dikkat çekicidir.

Ak Deve romanında kronolojik olarak ilerleyen ya da geriye dönüşler içinde takip edilebilecek bir olay örgüsü yoktur. Romanda Bakü’deki bir mahalle merkez konumundadır. Bu mahalle sakinlerinin hayatlarından kesitler sunulur. Mahalle sakinlerinin savaştan önce, savaş sırasında ve savaştan sonra yaşadıkları romanda anlatıcı konumunda bulunan Aliekber’in gözünden verilir. “Anlatıcı, bir kurgu metnin en temel figürü”54 olarak kabul edilmektedir. Romanın başında yetişkin Aliekber, mezarlıkta bir kabrin başında gördüğü tanıdık simaların ve bir mezar taşının üzerinde yazılı olan “Sen benim hayatımdın” cümlesinin zihninde yaptığı çağrışımlarla geçmişi hatırlar. “Olayları hatırlama süreci geçmişte çekilen fotoğrafları albümlerden çıkarıp bakma şeklinde gerçekleşmez. Olayları oldukları gibi hatırlamayız, çünkü beyinde tek bir “hafıza merkezi” yoktur. Olayların farklı duygusal ve fenomenolojik özellikleri beynin farklı bölgelerinde “depolanır” ve anıyı her çağırdığımızda bu özellikler o anda yeniden birleştirilir.”55 Bu açıklama doğrultusunda bakıldığında çocukluğuna, çocukluğunun geçtiği mahalleyi hatırlayan anlatıcı kahraman Aliekber hatırlama sırasında anılarını yeniden inşa eder; karakterini şekillendiren, hayata bakışını belirleyen aslî unsurun bu mahalle ve mahalleye ruh veren mahalleli olduğunun idrakiyle, geçmiş ve şimdi arasında gel gitler yaşayarak ailesinin ve komşularının hikâyelerini anlatır. Romanın ana konusu bu insanların yaşamlarıdır. Bir mahallede yolları kesişen bu farklı yaşantılar bir araya geldiğinde, özellikle 1920-1950 arası Bakü’den insan manzaraları ve bu insan manzaralarının oluşturduğu geleneksel sosyal yapı ve bu geleneksel yapıda görülmeye başlayan kırılmalar ortaya çıkmaktadır.

Romanın başkahramanı anlatımı da üstlenen Aliekber’dir. “Başkişiler, iç dünyaları ve hayatları en ayrıntılı bir şekilde belirtilen karakterlerdir. Bunlar, (…) daha karmaşık bir şekilde, hikâyenin akışı içinde çatışmalar ve değişme süreçleri yaşayan, tepkilerimizi sürekli ve tam olarak yönlendiren karakterlerdir. Başkişiler (…) bizde inanç, sempati ve ani duygusal değişiklikler yaratır, bütün romanda ifade edilen ahlâk felsefesinin somutlaştırılmasına hizmet ederler. Bu anlamda roman başkişileri, romancının esas ürünleridir, romanın varoluş sebebidirler; roman onlara hayat vermek için yazılır.”56 Aliekber de çocuk kimliğine dönerek tek tek mahalleli hakkında bilgi verip onların hikâyelerini aktarırken onlarla birlikte kendi kişiliğinin de nasıl şekillendiğini anlatır. Geçmişe zihnen ve kalben yolculuk yapıp, kırk yıl öncesine giden 1934 doğumlu Aliekber santimantal kişilik özelliğiyle savaş öncesi ve savaş sırasındaki mahalle halkını hafızasından yansıyanlarla tanıtırken aslında onların kendisi üzerinde bıraktığı izlenimlerle kendi iç dünyasını tahlil eder. Aliekber’in yaşam boyu çocukluğundan ayrılamadığı, çocukluğunu şekillendiren ve anlamlı kılan mahalleliyi daima yüreğinde ve zihninde taşıdığı görülür. Kırk yıl önce ayrıldığı mahallede gezerken gözüne ilişen her nesnede çocukluğunu arar:

“O sıra bu tanıdık ve aynı zamanda yabancı binalar, sokak pencereleri, çeşit çeşit renklerde boyanmış, yeşil, mavi, kahverengi, pembe, sarı sokak kapıları, yavaş yavaş filizlenmeye başlamış asmalar bürümüş sokak kapıları bana bakıyor ve beni azarlıyordu. Tabiî ki bu histe de bir çocuksuluk vardı, ama ne olur ki? Ben… Ben kendi çocukluğuma dönmek istiyordum…”57

Yetişkin Aliekber’in çocukluğunun geçtiği mahallede bütün hayatına bu mahallenin şekil verdiğini idrakle çocukluğuna dönmesiyle belleğinde kalanlar anlatıya dönüşür.

MAHALLELİ

Roman, her biri müstakil bir anlatının malzemesini oluşturacak farklı hayatları yansıtan hikâyelerle kurgulanmıştır. Bu hikâyelerin ortak noktası kahramanlarının komşuluk bağıyla birbirlerine bağlı olmaları, aynı mahallede ikamet etmeleridir: Anlatıcı Aliekber’in Tebriz’den çocukken Bakü’deki petrol madenlerinde çalışmak üzere babasıyla birlikte Bakü’ye gelen, babasının bir petrol kuyusunda boğulması üzerine çocuk yaşta kendi sorumluluğu üstlenen kondüktör olarak şehirlerarası trende çalışıp ailesini geçindiren babası Ağakerim’in hikâyesi; Aliekber’in fedakâr, becerikli, duygusal, kocasına saygıda kusur etmeyen annesi Suna Bacı’nın hikâyesi; kocası Gülağa’nın savaşta öldüğüne inanmayan, taziye kabul etmeyen, evdeki tüm saatleri susturarak zamanı dondurmaya çalışan, kocasının büyük boy resmi ile konuşan, sonunda aklını kaybeden ve günün birinde mahalleden kaybolan gelin Suna’nın hikâyesi; biricik oğlu Mehmetbakır’ın ihanetine uğrayan Aksakal Aliabbas Kişi’nin hikâyesi; altı yetim oğlunu tek başına büyüten baskın karakterli otoriter Hanım Teyze’nin hikâyesi; Koca’ya gönlünü kaptıran ancak Hanım Teyze tarafından evlenmeleri engellenince Muhtar’a varan ve kısa bir süre sonra intihar eden Adile’nin hikâyesi; doğsun diye eşiyle birlikte dut ağacını adak olarak diktikleri tek oğlu İbadullah hayırsız çıkan gözleri görmez Emine Teyze’nin hikâyesi; içip içip kör annesi Emine Teyze’yi para için tartaklayan, daima çevresine korku saçan ancak Rus ordusu Voronej’de direnirken sevinç çığlıkları atan İbadullah’ın hikâyesi; kavalıyla ve anlattıklarıyla mahalleye huzur saçan Balakerim’in hikâyesi; hasta karısı Kübra’ya özenle bakan, onun ölümünden sonra Kübra’nın çok değer verdiği çiçekleri devamlı sulayan ancak bu insanî tarafını silerek kafası kızdığında görevini ego tatmini için kullanan sosyalist rejimin maşası Muhtar’ın hikâyesi; çocuğu olmadığı için mahallenin çocuklarına hamur pişirerek ve saksıdaki çiçeklerine tüm ilgisini yönelterek kendisini teselli etmeye çalışan hasta Kübra’nın hikâyesi; aşık olduğu Adile’yi annesi istemeyince sesini çıkaramayan Tıp fakültesi öğrencisi Koca’nın hikâyesi; savaş başlayınca Amerika’da yaşayan oğlu Gavril’in yanına giderken gözyaşları içinde mahalleden ayrılan çekirdekçi Ziba Teyze’nin hikâyesi; bir türlü gerçek mutluluğu yakalayamayan, sonunda Balakerim ile evlenen Şevket’in hikâyesi; Hanım Teyze’nin kardeşi Abuzer ile evlenmek yerine gönül verdiği Ebulfeth’e varan ve kızı Adile’yi kaybetmenin acısını yaşayan Fatma’nın hikâyesi; karısı Fatma’yı, kızlarını ve torunlarını geçindirmek için gece gündüz kalpak diken papakçı Ebulfeyz’in hikâyesi; Adile’nin sırdaşı Tamara’nın hikâyesi; horoz şekeri, sakız, oyuncak gibi şeyler satarak ailesinin geçimini sağlayan ve tek oğlu İbrahim’e adeta kutsiyet atfeden ve oğlunun savaşta ölmesiyle yıkılan Meyrankulu Emmi’nin hikâyesi; ölmüş büyük şairlerin şiirlerinin kendisine ait olduğunu iddia eden Meyrankulu’nun oğlu İbrahim’in hikâyesi ve bu kimi trajik, kimi dramatik olan bu hüzünlü hikâyelerin kahramanlarıyla birlikte büyüyen, pek çoğuyla övünen, kişiliği ve hayata bakışı bu hikâyelerle şekillenen Aliekber’in hikâyesi.

Mahalleli hem mahalleye şekil verir hem de mahallenin ürünüdür. Bütün bu kalabalık şahıs kadrosu içinde anlatımı üstlenen Aliekber başkahramandır. Ancak romanın bir başkahramanı daha vardır. O da mahallenin kendisidir. Mahalle romanda sadece geçmişin yaşandığı bir mekân olarak yer almaz; cansız gibi görünen bu mekânın bir ruhu vardır; geçmişle birlikte bütün hayatı topladığı gibi hayata bakışı şekillendiren etkisiyle canlı bir hüviyet taşır. Aliekber de vak’a zamanı olan 2. Dünya Savaşı yıllarının üstünden 40 yıl geçtikten sonra, 1980’li yıllarda hafızasının tanıklığıyla geçmişi anlattığı anlatma zamanı içinde çocukluğunun geçtiği mahalleyi canlı bir varlık olarak gördüğünü ifade eder:

“ (…) çünkü sokaklar yalnız binalardan, yalnız asfalttan, taştan ibaret değildi. Bence sokakların da hafızası vardı, insanlar gelir gider, ama sokaklar kalır, sokakların ömrü insanların ömründen çok uzun oluyor, sokaklar yüz yıl, iki yüz, üç yüz yıl yaşıyor. Bu hususta düşününce bazen bana, karınca adında, fil adında, insan adında mahlûk olduğu gibi sokak adında da bir mahlûk varmış gibi geliyor”58

Sokağın yaşanmışlıklara tanıklık eden canlı bir varlık olarak kabulü beraberinde canlıların unutma özelliğine sahip olduğu realitesini de getirir. Romanın anlatma zamanı içinde Aliekber’in sarf ettiği şu sözler bu duruma dikkat çeker: “Eğer sokağın hafızası varsa, sokak canlıysa, bir şeyleri de unutuyor, hatırlamıyor demektir.59

Aliekber 11 yaşında ayrılıp kırk yıl boyunca görmediği mahallesi ile ellili yaşların başında karşılaştığında bir yabancılık hissettiği gibi duyguların karşılıklı olduğunu, mahallenin de kendisini yadırgadığını düşünür; içini bir hüzün kaplar. Önündeki yılları aşıp geçmişe baktığında, gelecek mazi hâline geldiğinde aynı yabancılaşmayı hissedeceğini düşünmek hüznü derinleştirir: “Bu sadece kırk yılın ayrılık hüznü değildir. Bu sadece kırk yılın ebedî bir geçmişte kalışının, dönülmezliğinin hüznü değildir. Bu hüzün aynı zamanda geleceğin, daha doğrusu gelecekte kalmış beş yılın, on yılın, hatta kırk elli yılın ebedî bir geçmişte kalacağının şimdiden hissolunan hüznüdür.60

ALİEKBER’İN HAFIZASINDA OLUMLU İZ BIRAKANLAR

MAHALLEYİ DAİMA YADIRGAYAN TEBRİZLİ AĞAKERİM: Aliekber’in babasıdır. Oğluna, büyüyünce yazar olacağını hissetmişçesine kalem ehli Mirza Aliekber’in adını vermiştir. Aliekber babası Ağakerim’i daima sıkıntılı, hüzünlü çehresiyle, sevincine bile hüznün karıştığını yansıtan çehresiyle, endişeli bakışlarıyla hatırlar. Ağakerim, daha çocukken babası ile Tebriz taraflarından gelip Bakü’deki petrol madenlerinde çalışmış, baba bir petrol kuyusunda boğulunca Ağakerim çocuk yaşta kendi sorumluluğunu üstlenmiş, Bakü’ye yerleşmiş, ömrü boyunca da bu şehre ve bu halka yabancı olduğunu hissederek yaşamıştır. Son derece uysal bir adamdır. Evlenince iç güveysi olarak karısının evine yerleşen Ağakerim mahallenin diğer erkeklerinin yaptığı gibi tavuk kesemese de, telaffuzu farklı olsa da, konuşmalarına Farsça sözcükler karıştırsa da mahalleli onu yadırgamaz. O da hiçbir sosyal görevini aksatmaz; cenaze ve düğünlere daima katılır. Bakü-Rusya hattında işleyen trende kondüktör olarak çalıştığı için ondan Rusya’ya dair haber sorarlar. Ağakerim sefere çıkınca haftalarca evinden uzak kalır. Tek amacı ailesini geçindirmektir; hasır sepeti ağzına kadar doldurarak eve geldiği zaman çok mutlu olur. Bu hasır sepet aile saadetini, huzurunu temsil etmektedir. Sepetin dolu olması bu bakımdan anlamlıdır. Bakü’den sık sık işi gereği uzaklaşması ve kendisini mahalleliye yabancı hissetmesi nedeniyle yaşadığı mahalleden “sizin mahalle” ifadesiyle bahseder. Babasının mahalleyi ötekileştirmesi Aliekber’i çok üzer: “Bu benim canımı sıkardı, çünkü ben bizim mahallenin aynı zamanda babamın da mahallesi olmasını isterdim.61 Ağakerim’in en büyük derdi çocukluk arkadaşı Fetullah Hatem’in sık sık gazetelerde fotoğrafı basılan meşhur ve sosyalist rejim içinde nüfuzlu biri olması ve bir zamanlar aynı ekmeği bölüştüğü bu çocukluk arkadaşının kendisiyle görüşmeyi dahi reddetmesidir.

Askerî demiryolcu olarak 1943 yılının sonuna doğru savaşa katılır ve 1944’ün aralık ayında ölüm haberi gelir.

AĞAKERİM’İN DUYGUSAL EŞİ SUNA: Aliekber’in annesi Suna kocasına karşı saygıda kusur etmez. Onunla aynı sofrada yemek dahi yemez. Önce kocasının yemeğini verir, Ağakerim yemek yerken yanına oturarak zevkle onu seyreder. Evin işlerini aksatmaz. Evde işi bitince vaktini komşularla geçirir.

MAHALLELİNİN EVLADI GÜLAĞA: Saat tamircisi Gülağa mahallenin sevilen gençlerinden biridir. Küçük yaşta önce babasını, ardından annesini kaybeden Gülağa’yı mahalleli büyütmüştür. Gülağa’nın babası da, anası da, kardeşleri de mahalledir. Gülağa mahallenin kızlarını beğenmemiş ve mahalle dışından bir kızla, Suna ile evlenmiş, Suna’yı hayatının odak noktası yapmış, gece gündüz tüm vaktini Suna ile geçirmeyi tercih etmiştir. Onun bu tavrı başta mahalleliyi gücendirse de zamanla bu çifte alışırlar. Gülağa, savaşta ölür.

MAHALLEYE GELİN GELEN SUNA: Aliekber’in annesinin adaşı Suna saatçi Gülağa ile evlidir. Aliekber onu gamlı güzelliği ile hatırlar. Suna mahalleye dışardan gelin gelmiştir. Mahalle halkı onu tanıyınca sever ve kabullenir. Mahallelinin alışık olmadığı şekilde Suna ve Gülağa her yere birlikte giderler, gündüz vakti kol kola-el ele dolaşırlar. Evde birlikte zaman geçirirler. Geleneksel çizgiden uzak olan ve eşlerin eşit oldukları ilkesine dayanan bu birliktelik mahalleliyi rahatsız etmez. Hiç alışkın olmadıkları bu modern ilişkiyi yadırgamayışları mahalle sakinlerinin değişime ve yeniye açık olduklarını göstermektedir.

Gülağa savaşa gidince onun fotoğrafçı Ali tarafından büyütülen fotoğrafı ile avunur. Gülağa’nın gittiği günden itibaren evdeki bütün saatleri kaldırarak zamanı dondurmaya çalışır. Onun saat tamiri yaptığı dükkâna adımını atmaz. Cepheden Gülağa’nın ölüm haberi gelince inanmaz, mahallelinin onun için yas tutmasına izin vermez, akıl dengesini kaybeder ve gözlerden kaybolur.

EVLAT HASRETİ ÇEKEN KÜBRA: Muhtar’ın eşi Kübra nefes almakta dahi zorlanan, hasta bir kadındır. Çocuğu olmamıştır. Evlat hasreti ile yanar kavrulur. Muhtar evden çıktıktan sonra mahallenin çocuklarını eve çağırıp onlara kendi eliyle yaptığı peraşkileri ikram eder. Balkonundaki çiçekleri sevgiyle sular. Ölümünün yakın olduğunu bilir ve çiçeklerinin ölümünden sonra kendisini özleyeceğini söyler.

MAHALLEYE SONRADAN GELEN ŞEVKET: Evli bir adama kaçmış, ondan ayrılınca bu mahalleye yerleşmiştir. Tatlı fabrikasında çalışan Şevket, Ziftçi Mirzagil’den satın aldığı iki odalı evde tek başına yaşar. Çevresindekilerle teklifsiz konuşur, şakalaşır. Çok rahat davranır. Sadece Hanım Teyze’den çekinir. Muhtar ile ilişkisi vardır ama bir türlü mutluluğu yakalayamaz. Sonunda mahalleliyi şaşkınlık içinde bırakarak Balakerim ile evlenir. Balakerim’e kendi evinde baakr.

OĞLUNDAN EZİYET GÖREN EMİNE TEYZE: Faytoncu Hamidullah ile evlidir. Çok istemelerine rağmen çocukları olmayınca adak adarlar. Oğulları İbadullah doğunca da kara dut ağacını adak olarak ekerler. Hamidullah öldükten sonra oğlu İbadullah, babasından para kaldığını iddia ederek Emine Teyze’ye kötü davranır. Artık gözleri görmez olan, mahallelinin, özellikle de Aliekber’in annesi Suna ve Hanım Teyze’nin pişirdikleri ile karnını doyuran annesini tartaklar. Hanım Teyze, İbadullah’ın karşısına dikildiğinde “Biz ana oğuluz, biz biliriz, neyinize kalmış, sizinle ne alâkası var, neden karışırsınız herkesin işine…?62 diyerek oğluna arka çıkar.

ZİBA TEYZE: Yahudi’dir. Bir Yahudi köyünden göç ederek mahalleye gelmiştir. Kocasını kaybettikten sonra mahallede yalnız yaşar. Amerika’da bir oğlu olduğu söylenir. Güler yüzlü, tatlı dillidir. Mahallede herkes Ziba Teyze’nin hatırını sayar. Savaş başlayana kadar kendi kavurduğu çekirdekleri satarak geçinir. Çocuklarda para olmadığını anlayınca ceplerine yarım bardak bedava çekirdek döker. Savaş başlayınca cepheden ölüm haberi gelen gençlerin yas meclislerinde bulaşık yıkar, yarı aç yarı tok hayatını sürdürmeye çalışır; bir süre sonra da Amerika’da yaşayan oğlu Gavril Bakü’ye gelerek Ziba Teyze’yi Amerika’ya götürür.

ADİLE’NİN ANNESİ FATMA TEYZE: Gençliğinde Hanım Teyze’nin kardeşi Abuzer’in evlenme teklifini reddederek Papakçı Ebulfeth’e varmıştır. Kardeşini reddettiği için öfke duyan Hanım Teyze ne Fatma ile ne Ebulfeth ile ne de onların kızları ile konuşur. Bu nedenle Fatma Teyze de Hanım’ın bulunduğu yerlerde olmaktan çekinir.

TALİHSİZ ADİLE: Mahallenin en güzel ama en talihsiz kızıdır. Mahallenin enstitüde okuyan ilk genci olan ve bütün annelerin çocuklarına örnek gösterdikleri Koca’ya sevdalıdır. Koca’nın Aliekber, Adile’nin de sırdaşı Tamara ile birlikte 1941 baharında geldikleri sirkte Adile ve Koca mektuplaşırlar. Bu mektuplaşmaya çocuk Aliekber aracılık eder. Adile’nin güzelliğine ve zarafetine hayran olan Aliekber, kızın kendisine verdiği şekerleri kutsal bir emanet olarak saklama kararı alır. Ancak sirk çıkışında Adile ve arkadaşı Tamara’nın karşısına çıkan Hanım Teyze “Ne hayasız kızsın sen, a kız!63 haykırışıyla mahallelinin önünde Adile’ye oğlundan uzak durmasını emreder. Adile’nin yapabildiği tek şey koşarak oradan uzaklaşmaktır. Koca’nın bu ilişkiye sahip çıkmaması üzerine, yaşça kendisinden çok büyük Muhtar’ın evlenme teklifini kabul eder. Ancak ne sevdasını unutabilir ne bu evliliği benimseyebilir. İntihar ederek çileli hayatına son veren Adile’nin ölümü anne ve babası kadar Hanım Teyze’yi de üzer ve Hanım Teyze, Adile’nin ölümü üzerine vicdan azabı çeker.

AĞAHÜSEYİN EMMİ VE SAFURE TEYZE: Aliabbas Kişi’nin komşusudurlar. Oğulları Aynullah’ın savaştan yaralı dönmesi üzerine Safure Teyze’nin bütün altınlarını satarak Ağahüseyin koyun alır ve yarımşar kilo olarak pay ettikleri eti uzun süredir et yiyemeyen mahalleye dağıtır. İyileşince tekrar savaşa giden Aynullah bir daha geri dönmez.

OTORİTER VE BİLGE KADIN FİGÜRÜ HANIM TEYZE: Romanın en güçlü karakteridir. Kocası ölmüştür. Altı oğlunu tek başına yetiştirmiştir.1915 doğumlu Cafer, 1917 doğumlu Adil, 1919 doğumlu Abdülali, 1923 doğumlu Cebrail, 1925 doğumlu Ağarahim ve doğum tarihi belirtilmeyen Koca adını taşıyan oğullarıyla birlikte yaşar. Oğullarını o idare eder. Sadece oğullarını değil mahalleyi de idare eder. Mahallede sadece babasının arkadaşı Aliabbas Kişi’ye özel saygı gösterir; ona yemek gönderir, sağlığı ile yakından ilgilenir. Evi, anlatıcı Aliekber’in yaşadığı ev ile aynı avluya bakar. Otoriterdir, adildir, soğukkanlıdır, sözünü esirgemez, asidir, aklına koyduğu şeyi mutlaka yapar. Dedikodu sevmez, yanında dedikodu yapılmasına izin vermez. Çaresizin, yoksulun yardımcısıdır. Haksızlığa tahammül edemez. Tek başına bir ordu gibidir. Komşusu Emine Teyze’nin hayırsız oğlu İbadullah para vermediği gerekçesiyle annesini tartaklayınca mahalleli gibi seyirci kalmaz, bir amir edasıyla İbadullah’a haddini bildirir. Oğullarından Abdülali kamyonu ile Muhtar’ın arabasını geçtiği için hapse düşünce mahallenin erkeklerinin işe karışıp başlarını derde sokmalarına engel olduğu gibi meseleyi kendi halleder. Muhtar’ın arabasını takip eder, onun çalıştığı yeri öğrenir, günlerce karda-tipide-ayazda bekler, kapıdaki Ermeni bekçiyi kendinden emin tavrıyla haklılığına inandırır, onun yardımıyla Muhtar’ın amirini bulur, sosyalist rejimin üst düzey resmi görevlilerinden olan bu şahsa “Sendendir şikâyetim!.. Bir de senin memurlarından.64 diyerek oğlunun haksız yere hapiste tutulduğunu anlatır. Muhtar’ın cezalandırılmasını sağlar.

Kendi doğrularının dışına çıkmayan Hanım Teyze çoğu zaman akl-ı selim davransa da kindarlığı zaman zaman aklın hükümlerine göre hareket etmesini engeller. Örnek olarak Tıp fakültesinde okuyan oğlu Koca, yıllar önce erkek kardeşini reddedip başka biriyle evlenen Fatma’nın kızı Adile’ye gönlünü kaptırınca duruma müdahale eder. Koca ve Adile’nin sadece birbirlerini görebilmek ve mektup alışverişinde bulunabilmek için gittikleri sirkin çıkışında Koca’nın ve mahallelinin yanında Adile’yi azarlar ve oğlundan uzak durmasını emreder. Duygularını dışa vurmaz. Adile’nin sevmediği biri ile evlendirilmek üzereyken intihar etmesi Hanım Teyze’yi üzer ve vicdan azabı verir; ancak bu üzüntüyü dile getirmez.

Oğullarını savaşa gönderdikten sonra asla gözyaşı dökmez. Derdini, kederini içine atar. Hep metin görünür. Oğullarının sağ salim dönüp geleceklerine inanır. Gerçekten de Hanım Teyze’nin oğulları dönebilenler arasındadır. Ancak Cafer, Adil, Abdülali, Cebrail, Ağarahim ve Koca savaştan döndüklerinde annelerinin mezarı ile karşılaşırlar.

AKSAKAL ALİABBAS KİŞİ: Mahallede saygınlığı çok fazladır. Evinin kapısı gece gündüz sürgüsüzdür. Sosyalist rejim hakim olana kadar mahalledeki hamamın sahibidir. Özel mülkiyet kaldırılınca kendi hamamının müdürü olur; yaşlanınca emekliye ayrılır. Kızı Nisa’yı evlendirmiştir. Karısı Halime ve 18 yaşındaki oğlu Mehmetbakır ile yaşar. Çok değer verdiği biricik oğlunun evde para gizlendiğini söyleyerek kendisini ihbar etmesi Aliabbas Kişi’yi yıkar. Bu ihbar üzerine gece yarısı hükümet adamlarının yaptığı baskın sırasında Aliabbas Kişi’nin en çok üzüldüğü karısı Halime’nin yabancı erkeklerin karşısına başı açık, gece kıyafetiyle çıkmak zorunda kalması ve bu duruma oğullarının sebep olmasıdır. Oğlunun ihaneti karşısında taş kesilen Aliabbas Kişi onun cezasını Allah’a havale eder. Yıllarca oğlunun yüzünü görmez. Mehmetbakır kumarbaz arkadaşları tarafından öldürülünce Aliabbas Kişi şükreder, yas tutmaz, cenazeye katılmaz, taziye kabul etmez. Karısının ölümünden sonra tek başına yaşar. Mahallelinin gönderdiği yiyecekleri kabul etmez; mahalleli de ona asla kırılmaz. Aksakal Aliabbas sadece Hanım’ın gönderdiklerini yer, hatta canının çektiği bir şey olursa Hanım’dan ister.

KASAP DADAŞBALA: Savaş başlayınca et satamayan Dadaşbala kasap dükkanını kapatmak zorunda kalır. Ama kafası ticarete çalıştığı için Gürcistan’dan aldığı çayı semaverde demleyerek yas çadırlarının etrafında çay satarak para kazanır.

MAHALLENİN MECZUBU BALAKERİM: Belki 40, belki 50 yaşındadır. Gündüzleri kırda, bayırda olur. Geceleri Sarı Hamamın avlusunda kümes gibi küçük bir yerde yatar. Mahalleli Balakerim’e saygı duyar, karnını doyurur, onu sever ve korur. O da mahalleliye odun yarar, dam aktarır. Çevresindekilere insanın kâinatta ne kadar küçük ve aciz olduğunu, insanın bir başka insanı gözünde büyütmesinin ve kibirin abesliğini anlatır: “Her adamın arada bir gökyüzüyle baş başa kalması gerek, göğe bakması gerek…İşte şu yıldızlara bakmalı, şu aya bakmalı… O zaman kendinin ne kadar küçük olduğunu anlar. O zaman başkalarının da ne kadar küçük olduğunu bilir.65

Balakerim karadut altında kaval çalar. Onun kavalı mahalleye huzur, saflık, temizlik getirir. Çocuklara Ak Deve hakkında hikâyeler anlatır. Çocuklar onun Ak Deve ile ilgili anlattıklarını tam olarak anlamasalar da dünyada “bembeyaz bir Ak Deve” olduğuna inanırlar. Balakerim’in anlattıklarından o kadar etkilenirler ki özellikle Balakerim’in “Ölenleri Ak Deve götürür ve kimi öbür dünyaya götürmek isterse gece gelip o adamın kapısının önünde yatar66 cümlesinin etkisiyle 7 yaşındaki Aliekber’in rüyalarına boynunda çıngırağı ile Ak Deve girer.

Kimsesiz ve meczup Balakerim, kendisini Sarı Hamamın avlusundaki kümes gibi yerden çıkarıp üstünü başını temizleyen, karnını doyuran Şevket’e minnet, saygı ve sadakatle bağlanır.

41.Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. alevsinar@uludag.edu.tr
42.Sedat Adıgüzel. “Azerbaycan Edebiyatının Postmodernist-Yeni Tarihselci Yaklaşımın Romanı: Kafa” Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S. 48., s. 10.
43.Sedat Adıgüzel. “Azerbaycan Edebiyatının Postmodernist-Yeni Tarihselci Yaklaşımın Romanı: Kafa”, s. 10.
44.Laden Nergiz Bayramova. Elçin Nesrinin Poetikası, Ozan Neşriyat, Bakü 2003, s. 39.
45.Mehmet Öztürk. Elçin Efendiyev’in Romanlarında Sosyal ve Kültürel Meseleler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa 2016, s. 14.
46.Mehmet Öztürk. Elçin Efendiyev’in Romanlarında Sosyal ve Kültürel Meseleler, s. 14.
47.Elçin Efendiyev. Ak Deve, Akt. Ali Duymaz, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999.
48.Cemil Meriç. Kırk Ambar, C.1, İletişim Yayınları, İstanbul 1998, s. 448.
49.Erhan Yoksa ve Aydın Mağara. “Kızılordu’dan Azerbaycan Lejyonu’na Fatalibeyli Düdengski ve Almanya’daki Basın Faaliyetleri”, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, S. 51, s. 62.
50.Erhan Yoksa ve Aydın Mağara. “Kızılordu’dan Azerbaycan Lejyonu’na Fatalibeyli Düdengski ve Almanya’daki Basın Faaliyetleri”, s. 62.
51.Erhan Yoksa ve Aydın Mağara. “Kızılordu’dan Azerbaycan Lejyonu’na Fatalibeyli Düdengski ve Almanya’daki Basın Faaliyetleri”, s. 62.
52.Erhan Yoksa ve Aydın Mağara. “Kızılordu’dan Azerbaycan Lejyonu’na Fatalibeyli Düdengski ve Almanya’daki Basın Faaliyetleri”, s. 62.
53.Erhan Yoksa ve Aydın Mağara. “Kızılordu’dan Azerbaycan Lejyonu’na Fatalibeyli Düdengski ve Almanya’daki Basın Faaliyetleri”, s. 62.
54.Yavuz Demir. Anlatıcılar Tipolojisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2002, s. 18.
55.Merve Mutfaoğlu, “Otobiyografik Bellek ve Kültür İlişkisi”, https://www.ontodergisi.com/sayilar/ otobiyografik-bellek-ve-kultur-iliskisi
56.Philip Stevick. Roman Teorisi, Çev.: Sevim Kantarcıoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 173.
57.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 223.
58.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 221-222.
59.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 222.
60.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 222.
61.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 53.
62.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 34.
63.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 79.
64.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 117.
65.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 37.
66.Elçin Efendiyev. Ak Deve, s. 40.
₺45,15

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
16 s. 28 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6981-30-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre