Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Elçine Armağan», sayfa 4

Anonim
Yazı tipi:

Sisianov’un hatırlamaları devam eder. Bu arada savaş alanlarının çok etkili ve canlı tasvirleri yapılıyor. Sisianov görünen mekânda ne çok vatan var ve bunları savunmak ve bunlara sahip olmak uğruna ne çok savaş yapılıyor ve ne çok kan dökülüyor, diye düşünür.26 Fakat bütün bunlar kendisi için artık anlamsızdır, bunlara müdahale etmek imkânı da bulunmamaktadır. Ayrıca içinde böyle bir istek de duymamaktadır. Şimdi tek istediği, buralardan kaçmaktır. Onun bu arzusu şöyle anlatılıyor:

“Varlığını tamamen sarmış olan duygu, uçup gitmekti, ne var ki görünen mekândaki geçmişe, şimdiye ve geleceğe ait olaylardan kopamıyor, uçup gidemiyordu. Görünen mekân O’nu bırakmıyordu sanki…

Şeffaf ve yerçekimsiz varlığı, görünen mekândan uzak bir sahaya, tertemiz bir kubbeye uçmayı istiyordu ve o kubbenin tertemiz olduğu konusunda şeffaf ve yerçekimsiz varlığında kuşku yoktu. Yalnız duygulardan müteşekkil varlığı, böyle bir sahanın, böyle bir kubbenin varlığını, uçarak bu kubbeye yükselmesi gerektiğini söylüyordu. Yükselecekti elbette, ama bir türlü yükselemiyordu…”27

Romanın sonunda çok canlı ve tesirli bir tabiat tasviri yapılıyor. Artık ilkbahar gelmiş, tüm varlıklar uyanmıştır. Kelebeğin kozasından çıkışı ve uçmaya başlamadan evvel bülbülün onu yutuşu lirik bir şekilde anlatılıyor. Tabiatın acımasız kanunu böylece hükmünü icra etmektedir. Sisianov’un havada uçan ruhu, yani “şeffaf ve yerçekimsiz varlığı”, bütün bunları seyreder. Ama artık bu mekânda kalması mümkün değildir, uçar gider. Bu uçup gitme, tam da bülbülün kelebeği yuttuğu anda gerçekleşmiştir. Böylece yazar tabiatın kanunu ve devamlılığı konusunda bir uyum ve düzen, bir bütünlük olduğunu hatırlatmak istemiştir:

“Yine aynı anda, görünen mekân hızla uzaklaşmaya başladı, uzaklaşarak kayboldu ve O, aslında görünen mekânın uzaklaşmadığını, şeffaf ve yerçekimsiz varlığının, kendisini baştan beri çeken güce doğru yükselmekte olduğunu sonradan anladı. Görünen mekân artık kendisini tutamadı, artık uçuşuna engel olamadı ve O, uçtu gitti…”28

Romanın özelliklerinden biri, ölüm ve hayat olgularına bakışa, felsefi boyut kazandırılmasıdır. Bu felsefî bakış ve düşünüş, Sisianov’un “şeffaf ve yerçekimsiz varlık” diye tasvir edilen ruhu vasıtasıyla yapılmaktadır. Hayatta da, görünen mekânda da tek gerçek ölümdür ve insan bütün hayatı boyunca sadece ölüme ulaşmak için didinmekte, ölüme doğru koşmaktadır. Onun dışında her şey boş ve anlamsızdır.

“Şeffaf ve yerçekimsiz varlığında, insanoğlunun, görünen mekânda doğduğu andan başlayarak anlamadan ve bilmeden, bilinçaltında yalnızca ölüme ulaşmaya çalıştığına, çünkü insanoğlunu görünen mekândaki boşluktan, birbirini takip eden anılardaki ve sahnelerdeki anlamsız çekişmelerden, anlamsız tutku ve isteklerden, anlamsız mutluluklardan ve yine mutsuzluklardan, anlamsız neşelerden ve acılardan bir tek ölümün kurtarabileceğine dair bir duygu vardı.

Fakat görünen mekân böylesine bir anlamsızlıktan ibaretse, kendisinin orada ne işi vardı ve şimdi de bu yerde (bu yer nereyse artık) böylesine şeffaflık ve yerçekimsizlik dinginliği içinde bulunmasının nedeni neydi?

O, neden hem yok, hem de vardı?

Şeffaf ve yerçekimsiz varlığı, birbirini takip eden anılardaki, manzaralardaki insanları da günün birinde böylesi bir şeffaflık ve yerçekimsizliğin beklediğine emindi.

Fakat bunun anlamı nedir?

Neden önce oradaydı ve neden şimdi burada (burası neresiyse artık)?”29

Yukarıdaki metinde yokluk ve varlık meselesinin de tartışıldığı görülüyor. Bir şeyin aynı zamanda hem yok hem de var olması mümkün değildir. Ama bu imkânsız görünen şey, Sisianov’un ruhu vasıtasıyla gerçekleşmiş bulunuyor. İşte bu anda o “hem yok hem de vardır.” Fakat artık bu durumun anlamını kavrayacak durumda değildir.

Sisianov artık hiçbir şey hissetmez. Tamamen bilinmezlik içindedir. Hiçbir şeyin anlamı kalmamıştır. Ama bu anlamsızlık arasında yine de “niçin” diye düşündüğü bazı şeylerin varlığını hissetmiştir.

“Hiçbir şey hissetmiyordu. Ne ağrı, ne açlık, ne susuzluk, ne acı, ne huzursuzluk.

Bu durum şeffaflığını ve yerçekimsizliğini daha dingin, daha özgür kılıyordu sanki.

Bir tek, gitgide şaşkınlığa dönüşen bir ilgi ve aynı şaşkınlıkla beraber giderek artan hüzün aynı dinginlik ve özgürlüğe asla uymuyordu. Şimdi büsbütün uyanmış olan hafızasından geçen her şeyde, görünen mekândaki tüm anılarında bu şaşkınlık ve hüzün bir anlamsızlığa dönüşüyor, O’nu niçin’in bilinmezliğine çekiyordu”30

Romanda anlatılan diğer siyasi ve tarihi olaylar şunlardır: Nadir Şah 1747’de öldürüldükten sonra ülke hanlıklara bölünmüştür. Karışıklık ve çatışma uzun süre devam eder. 1789’da Ağa Muhammet Şah Kaçar devletin başına geçer ve Kaçar hanedanını kurar. Ama bölgedeki karışıklık ve çatışmalar devam eder. Bakû, Gence, Karabağ, Guba, Şirvan, Lenkeran, Şeki hanlıkları ortaya çıkmıştır. Ayrıca Gürcistan’da da karışıklıklar vardır ve Gürcü prensleri taht kavgalarına devam etmektedirler. Sisianov Gürcistan’ın tamamını zapt etmiş, ayrıca Gence, Karabağ gibi Azerbaycan hanlıklarını da ele geçirmiştir. Kuzey Azerbaycan’da kurulan bu hanlıklar, Ağa Muhammet Şah Kaçar’dan korkuları yüzünden Rusya’dan medet umar hâle gelmişlerdir. “Kuzey Azerbaycan’ı sarmış olan Ağa Muhammet Şah Kaçar korkusu yüzünden o yıllarda en beceriksiz ve acemi Rus generaller bile çoğu zaman hiç kan akıtmadan küçük yerel zaferler” kazanmakta, “bu küçük zaferler büyütülerek Majestelerine birer kahramanlık örneği olarak” sunulmakta “ve bunlar sayesinde büyük mevkiler elde” edilmektedir.31

Bu olaylar Sisianov’dan başka Hacı Muhtar Bey, Hüseyin Kulu Han, Mahmut Bey vasıtasıyla da anlatılıyor. Romanda Hüseyin Kulu Hanın düşünceleri vasıtasıyla siyasi durum ve içinde bulundukları çıkmaz verilmektedir. Han yıllardır Rusya ile Kaçarlar arasında bir seçim yapmaya zorlanmış ve bu baskılar arasında bunalmıştır. Hafızası birkaç yıl öncesine gider: Ağa Muhammet Şah Kaçar, hanedanını kurunca bütün Kuzeydeki Azerbaycan hanlıklarının da güneydekiler gibi kendi emrine girmesini istemiştir. Hüseyin Kulu Han onu oyalayarak zaman kazanmak ister. Fakat gaddar ve çok akıllı olan Muhammet Şah Şamahı’yı zapt ederek yağmalar. “Bakü’den de o kadar yüklü bir tazminat, para, altın ve mücevher aldı ki hanlığın top atsan yıkılmayacak olan hazinesi tamtakır kaldı.32

Romanda devrin havasını verebilmek için bazı küçük ve önemsiz olaylardan da bahsedildiği görülüyor. Bunlar o devrin halkını, o yıllarda hâkim olan ortamı hissettirmek için anlatılmış olaylar gibi görünüyor. Bunlardan birinde Cafer adlı birinden bahsediliyor. At hırsızlığı yapan Cafer, çaldığı atları satarak geçimini temin etmektedir. Rus ordusu geldikten sonra da işine devam eder. Yakalanmamak için hep uzak yerlere gitmeyi tercih eden Cafer bir gün Ruslara yakalanır. İyice bağlanarak uyuz bir eşeğe bindirilir. Köyüne yaklaştığı bir sırada Cafer debelenir ve eşekle beraber uçuruma yuvarlanarak hayatını kaybeder. Bir diğeri Harami Ovasında yaşayan Sarı Çoban’dır. Sarı Çoban’ın kızını Abbas Mirza almıştır. Sarı Çoban’ın daha sonra sık sık ovada melekle karşılaşması anlatılır (Burada Tepegöz hikâyesini hatırlatan bir başlangıç bulunuyor ama yazar bu hikâyeyi burada bırakmış, devam ettirmemiştir).

Kafa İmajı: Burada kafa kelimesinin yarattığı anlamlar üzerinde düşünmek lazımdır. Yazar romanına da bu adı koymuştur. Kafa kelimesinin burada birden fazla anlam taşıdığını düşünebiliriz. Kafa ölümün sembolü olarak, ölümü çağrıştıracak biçimde kullanılmıştır, çünkü aynı zamanda idamı hatırlatmaktadır (Bu yıllarda idamların giyotinle yapıldığını hatırlamak lazımdır). Aslında burada kafa, kelle manasına gelmektedir. Ama bir roman adı olarak kelle kelimesi çok itici olurdu. Burada kafa kelimesi yerinde görünüyor. Ayrıca kafa kelimesinin hem fiziki hem de mecazi bir manası bulunuyor. Romanda “kafa”, gerçek manasıyla kullanılmakla beraber, ona bir imaj anlamı da yüklenmiş olmaktadır.

Romanda ölüm olgusu ile kafanın gövdeden ayrılması konusunun birbirinden farklı olduğu söylenmek istenmiştir. Ölüm bir bakıma normal karşılanabilecek bir olgudur. Özellikle böyle bir tarihî romanda, savaşların ve çatışmaların hâkim olduğu bir olaylar zincirinde ölüm, alışılmış ve sıradan karşılanabilen olağan bir durumdur. Ama öldükten sonra veya ölüm anında kafanın kesilmesi insana bambaşka duygular verebilir ve insanın düşünmesine ve irkilmesine yol açabilir. Kesilen bir kafa daima insanı ürküten ve insana dehşet duyguları veren bir olgu, bir görüntüdür. Romanda idamların olması ve bunların giyotinle yapılması da bu dehşeti artıran bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Romanda Sisianov’un kesik başı, insana dehşet ve korku veren görüntüsünden çok daha derin ve felsefî anlamlar yüklenmiştir. Onu gören her insanın bütün korkuları, düşünceleri, duyguları ve hırsları ortaya dökülüyor. Dünyanın faniliğini, her şeyin geçiciliğini, bütün isteklerin önemsiz ve anlamsız olduğunu düşündürmektedir. Kafayı gören insanın bütün iç dünyası ortaya dökülmekte, hiçbir şeyi gizli kalmamaktadır. Bu bakımdan kafa, insanın beynine tutulmuş bir röntgen makinası görevini taşımaktadır. İnsanlar bu kafanın karşısında kontrollerini kaybetmiş ve çözülmüş bir durumda kalmışlardır. Kafa, onların iç dünyalarındaki kötülükleri ve fırtınaları gösteren, sınırsız ihtiraslarını itiraf ettiren bir obje hâline gelmiştir. Bütün bunlara rağmen bu insanların bu tavırlarından hızla kurtulmuş ve kendi ihtiraslarına kaldıkları yerden devam etmiş olduklarını da görmekteyiz. Kesik kafanın görüntüsünden etkilenmeyen tek kişi Ağabegüm Ağa’dır. O, dehşete kapılmamış, şaşkınlığa uğramamış, ne düşünüyorsa onu söylemiştir.

Sisianov’un kafası karşısında etkilenenlerden biri Abbas Mirza’dır. Herkesi dışarı çıkardıktan sonra çadırda yalnız kalmış, Sisianov’un kesik kafası karşısında düşünmeye başlamıştır. Onun düşünceleri ve yorumları şöyle anlatılıyor.

“Büyük Rusya ülkesinin büyük komutanının kesik kafası aylarca, yıllarca devam eden bu savaşların, bu uykusuz gecelerin, bu iktidar hırslarının, bu toprak kavgalarının, kırda, bayırda, dağda kurulan kamplarda günlerce, hatta aylarca kalmak zorunluluğunun miskinliğini anlatıyordu sanki. Bazı geceler uykuya dalmadan önce kendini babasının tahtında hayal edişi ve bu hayalin sıcaklığı içinde uykuya dalışı şimdi şu kesik kafayla çadırda yalnız kalan Veliaht’in gözünde yeryüzünün en saçma rüyasına dönüştü. Sonrası nedir? Er ya da geç ölüp gideceksin. Senden hiçbir şey kalmayacak geriye. Ne kalacak? Saltanat mı? Dünya yaratıldığı günden beri nice saltanatlar kuruldu, sonra da yok oldu gitti… Az önce çadırdan çıkan şu Bakülü genç, tüm Türklerin bir araya gelerek büyük bir Türk devleti kurmasından bahsediyordu. Türk birliğinden bahseden aptal Bakü beyi! Azerbaycan’ın şu cüce hanlıklarının birbirine neler yaptığını görmüyor musun? Ağa Muhammet Şah gibi bir fatih tüm Azerbaycan hanlıklarını birleştirmek için çalıştı da ne oldu, Şuşa’da kendisini öldürenler kimlerdi? Şimdi senin gibi hastalıklı bir cahil muhayyilesinde Türk devleti kuruyor! Senin Türkçülüğün kadın düşkünlüğü, şarap düşkünlüğü, kuşbazlık gibi bir bağımlılık a sersem!

Abbas Mirza’nın kesik kafayla yalnız kaldığı o anlarda çadırın içinde ağır bir hava vardı sanki, yanan mumların kokusu bu havayı daha da ağırlaştırıyordu.”33

Abbas Mirza bir taraftan da Mahmut Bey’in Türk dünyası ve Türklerin birlik olması gerektiği konusunda biraz önce kendisine söylediklerini düşünür. Aynı aileden olanların birbirlerine düşman olduğu, taht kavgaları yüzünden kardeşin kardeşi boğazladığı bir dünyada Mahmut’un birlik sözlerinin anlamsızlığını düşünmektedir.

“Aptal Bakülü Bey! Aynı babadan olan kardeşler iktidar için birbiriyle ölüm kalım savaşına girerken, birbirinin gözünü oyup, birbirini astırırken, o yeryüzündeki tüm Türkleri bir araya getirmeyi düşünüyor. Bakalım dünyanın işleri buna izin verir mi? Türkler hiçbir zaman bir araya gelemez, çünkü dünya yaratılırken, iktidar hırsı da dünyayla beraber yaratılmıştır.

Gözünün teki belererek yuvasından fırlayacakmış gibi duran, diğeri büzülerek küçülen kesik kafa gümüş tepsinin üzerinde dimdik Abbas Mirza’ya bakmaya devam ediyordu. Çadırın mum kokulu ağır havası içinde Abbas Mirza, bu kesik kafayı bir süre sonra Tahran’a göndereceğini, arkasından sabah olacağını ve zihnini işgal eden düşüncelerin silinip gideceğini, mücadelesine devam edeceğini, Güney Kafkasya uğruna Rusya’yla girilen savaşın süreceğini de çok iyi biliyordu.”34

Sisianov’un kesik kafasından etkilenenlerden bir diğeri Hacı Muhtar Beydir. Sisianov’un kafasını görmek ve karşısında bulunduğunu bilmek, onun da asabını bozmuş, sinirlerini oynatmış, farklı ve kötü şeyler düşünmesine, zalim duygulara kapılmasına sebep olmuştur. Hacı Muhtar geleceğin pek de iyi şeyler getirmeyeceğinin farkındadır. Türk Hanlıkları Nadir’den sonra bölünmüşler, birbirleriyle kıyasıya mücadele etmektedirler. Ruslar çok güçlenmişlerdir. Bu bölünen hanlıkları sırasıyla ele geçirirler. “Bu topraklarda o kadar çok kan akıtılmıştır ki artık insanların öldürülmesi sıradanlaşmıştır.” Her şeye rağmen Muhtar Bey torbaya bakınca tüyleri diken diken olur. “Kesik kafanın o torbanın içinden kendisini gözetlemekte olduğunu35 vehmeder. O kesik kafa onu çok etkilemiş, bu düşünceleri aklına getirmiştir. Dehşete kapılmasına sebep olmuştur. Aklına kötü düşünceler getirmiş, gelenleri öldürmeyi bile düşünmüştür.36

Abbas Mirza’nın ordugâh reisi Kurt Kerim, kafa karşısında tepki gösterenlerden biridir. Ama onun tepkisi fizikseldir. Kurt Kerim kafaya tükürmüş, bunun için de Abbas Mirza ona bir tokat atmış ve kafayı temizlemesini emretmiştir.

Romana baştan sona kadar Sisianov’un hissettikleri hâkimdir. Sisianov kendi kafasına tükürülmesini, görülmesini, seyredilmesini hiç istemez. Ama bütün bunlara mâni olacak bir güçte değildir, olanları çaresizce uzaktan seyretmektedir. Sisianov sadece Abdurrahman Ağa’nın gözlerindeki derin bir kederi fark etmiştir.

“Lala hemen koşturarak yeşil ipek örtüyü kaldırdı. Kafanın gözleri yine O’na dikildi.

Yeşil ipek örtünün altındakinin kafa olduğuna tamamen emindi ve örtüyü kaldırmalarını, kafanın açılmasını hiç mi hiç istemiyordu.

Ne var görünen mekânda hiçbir şey O’nun isteyip istememesine bağlı değildi. Kendisinin görünmeyen varlığının görünen mekânda hiç hükmü yoktu, görünen mekânda O da yoktu zaten.

Şeffaflığı ve yerçekimsizliği, varlığındaki huzur hâli görünen mekâna sığmamaktaydı ve kendisi tamamen farkındaydı elbette. Yine de çadırın içindekilerden biri kafanın suratına tükürünce, yüzünü yana çevirmek istedi, ama böyle bir şey elbette mümkün değildi, çünkü şeffaf ve yerçekimsiz varlığı yalnızca duygulardan ibaretti, bu varlıkta hiçbir hareket yoktu…

Çadırdakilerden biri kafanın suratına tükürünce, yeşil ipek örtüyü kaldıran Lala irkildi ve O, Lala’nın gözlerinin derin katlarına, en dibine sinmiş olan nihayetsiz bir keder gördü, daha sonra aynı gözlerdeki şeytani bir parlama kederi kovdu, ne var ki şeytani parlama şimşek gibi çakarak hemen de kaybolmuş ve Lala’nın gözlerinin dibine sinen keder geri gelmişti yine.”37

Sisianov’un kafası karşısında kendisini kaybetmeyen bir tek kişi vardır, o da Ağabegüm Ağa’dır. Ağabegüm Ağa, babası İbrahim Halil Hanın ve bütün ailesinin Ruslar tarafından katledilmesi üzerine büyük bir yasa bürünmüş ve şu mısraları yazmıştır:

 
Azizim can Karabağ,
Şeki, Şirvan, Karabağ,
Tahran cennete dönse,
Gitmez baştan Karabağ. 38
 

Sisianov’un kesik kafası Tahran sarayında bir odada muhafaza edilir. Odaya kimsenin girmesine izin verilmez. Oraya sadece Abdurrahman Ağa girebilmektedir. Ağabegüm Ağa bir gün oraya girer ve yalnız kalmak istediğini söyler. Kafaya bakarak şu yakarışta bulunur:

“-Allahım, dedi, parmağını kesik kafaya doğrulttu: Bu emir kulu. Şuşa felaketinin cezasını bunların hükümdarına ver! Duyuyor musun? Rusya hükümdarı da evlatları ve eşiyle beraber, birbirlerinin gözü önünde kurşunlansın diye hayatımın sonuna kadar dua ederek sana yakaracağım. Ağabeyim Ağa sesini yükseltti, şimdi sesinde yakarıştan ziyade bir buyruk edası vardı: Ve sen bunu yapacaksın! Duyuyor musun? Sen bunu yapacaksın!”39

Romanda Ağabegüm Ağaya söyletilen bu ifadeler, 110 yıl sonra Romanovların Bolşevikler tarafından katledilişini hatırlatmaktadır.40

Sonuç

Roman 26 bölümden oluşuyor. Her bölümün sonunda italik harflerle parantez içinde gösterilmiş olan bir kısım bulunuyor. Bu italik satırlar, Sisianov’a aittir. Olaylar Sisianov’un gözleriyle ve onun bakışıyla veriliyor. Böylece romanın çerçevesi Sisianov’un ruhunun gözlemleriyle çizilmiş olmaktadır. Roman başladığı zaman Sisianov ölmüştür. Roman boyunca, Sisianov’un bakışıyla olaylar anlatılmaya devam eder, bu arada önemli olaylar da geriye dönülerek verilmiştir.

Romanın çekirdek konusu, 19. yüzyılın başında Güney Kafkasya’da cereyan eden olaylar ve yapılan savaşlardır. Nadir Şahın ölümünden sonra 18. yüzyılın ortalarından itibaren bölgede çıkan karışıklıklar ve Azerbaycan hanlıklarının ortaya çıkması ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Romanda felsefî bir bakışın, düşünüşün ve yorumun hâkim olduğu görülüyor. Yazar pek çok meseleyi ele almış, onları sorgulayıcı ve eleştirel bir bakışla ortaya koymuştur. Bunlar hem ferdî hem de sosyal meselelerdir. Bunların başında hayat ve ölüm, Türk devletlerinin bölünmesi meseleleri geliyor. Sisianov’un ölüm ötesinden bakan ruhu vasıtasıyla ölümün gerçekliği, hayatın anlamsızlığı, dünyadaki çekişmelerin boşluğu sorgulanmaktadır. Diğer taraftan Türk devletlerinin birbirleriyle yaptığı amansız çekişmeler, hanlıklara bölünmeleri ve Rusya tarafından yutulmaları meselesi eleştirel bir bakışla ele alınmış ve Türk birliğinin önemi hatırlatılmıştır.

Yazar ölümü ve ölüm ötesini çok canlı ve etkileyici bir şekilde anlatmaktadır. Burada bazı anahtar kelimeleri kullandığı görülüyor. Bunlar arasında “şeffaf ve yerçekimsiz varlık” ve “görünen mekân” ifadeleri dikkati çekmektedir. “Şeffaf ve yerçekimsiz varlık” ifadesiyle ruhun kastedildiğini anlıyoruz. “Görünen mekân” tabiri ise dünyayı, yani yeryüzünü ifade etmektedir. Ayrıca “zaman”, “mekân”, “yer” gibi kelimelerin yalnızca dünya için geçerli kavramlar olduğu, ölüm ötesinde bir anlam ifade etmedikleri de sık sık hatırlatılıyor.

Romanda hayat, ölüm ve sonsuzluk duyguları, zaman ve mekân kavramları felsefî boyutta ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Dünyada, uğrunda kavga edilen pek çok şeyin geçiciliği ve anlamsızlığı üzerinde durulmuştur. Ama yine de insanlar bu dünyadaki hırslarından vazgeçmemekte, mücadelelerine kaldıkları yerden devam etmekte, hırsları ve ihtirasları uğrunda kötülük ve zulüm yapmaktan çekinmemektedirler. Romanda bu duygular, çoğunlukla Sisianov’un kesik kafası karşısında ortaya çıkmış ve tasvir edilmiştir. Romanda ele alınan konulardan birinin de kesik kafanın insanlar üzerinde yarattığı etki ve korku ve iç muhasebe olduğunu söyleyebiliriz.

Eserde tarihî kişiliklerin ele alınmasında ve işlenmesinde de farklı bir bakış ile karşılaşmaktayız. Romanın ilk sayfasında yazar tarihî karakterleri işlerken onları değiştirdiğini söylemiştir. Bunda yazarın bir maksadı vardır. Bu maksat, romanı okuyunca anlaşılıyor. Yazar tarihî kişilikleri değiştirmek ve onları kurgu şahsiyetler hâline getirmek suretiyle okuyucuya bazı şeyler anlatmak istemiştir. Karakterler vasıtasıyla yaptığı eleştirilerle ve sorgulamalarla, ortaya koyduğu tezatlı bakış tarzlarıyla yazar, gerçek düşüncelerin ne olması gerektiği konusunda okuyucuyu uyarmakta ve ipucu vermektedir. Bu ipucu, milliyet konusunda insanların hassasiyet göstermek zorunda olduklarıdır.

Yazar millî kimlik hakkındaki görüşlerini özellikle Mahmut üzerinden vermektedir. Mahmut’un modern bir milliyet anlayışına sahip olduğu görülüyor. O devirde henüz böyle bir düşüncenin mevcut bulunmadığını söyleyebiliriz. Mahmut ile Suharyov’un millî kimlik hakkındaki düşüncelerinin benzerlikleri, romanda dikkati çeken noktalardandır. Bu suretle yazar, millî kimliğin önemine işaret etmiş bulunmaktadır. Yazar her iki kişiliğin milliyetçi bakışından hareket ederek, okuyucunun ilgisini bu noktaya çekmek istemiş ve gerçek bakışın ve düşünüşün bu olması gerektiği hakkında bir eleştiri de getirmiş olmaktadır. Bu suretle tarihi sorgulamış, yanlış yapılan olaylara dikkat çekmek istemiş, okuyucunun bu olaylar üzerinde geriye dönerek yeniden düşünmesini sağlamaya çalışmıştır.

Mahmut’un Türk birliği hakkındaki düşünceleri romanda Abbas Mirza tarafından sorgulanır ve manasız olduğu, hayata ve gerçeğe uymadığı belirtilir. Yazarın Abbas Mirza’ya söylettiği eleştiriler, aslında bugünkü dünyaya ve insanlara, gerçekler hakkında yapılan uyarılar olarak kabul edilebilir. Burada iki zıt düşüncenin ortaya konulmasıyla gerçekler hatırlatılmakta ve bu konuda yapılan yanlışlar sorgulanmış olmaktadır.

Üzerinde durulması gereken bir başka nokta, mitlerin kullanılmasıdır. Yazar, Feth Ali Şahın Sisianov’a büyü yaptırdığına dair bir söylentiye de romanında yer vermiştir. Azerbaycan hanlıklarının Rusya tarafından birer birer işgal edilmesini duyan Feth Ali Şah, inanmadığı hâlde büyüye başvurur. Mirza Muhammet Ekbari Azerbaycanî’yi huzura çağırır ve Sisianov’u büyüyle öldürtebilir misin diye sorar. Kafasını kestiririm, cevabını alır. Mirza kendisinden 40 gün mühlet istemiş ve odaya kapanmıştır. Aradan 30 küsur gün geçtikten sonra Sisianov’un kesik kafası kendisine getirilir. Feth Ali Şahın, Mirza Muhammet’in büyüsünün tesirinden korktuğu ve onu ülke dışına sürdüğü belirtiliyor.

Elçin usta bir yazardır ve Azerbaycan edebiyatının tanınmış romancılarından biridir. Eserlerinden, onun zengin ve derin bir felsefî birikimi olduğu anlaşılıyor. Yazar burada da o felsefî derinliğini gösterecek nitelikte bir yaklaşım tarzı kullanmıştır. Romanında felsefi bakışın ve düşünüşün hâkim olduğu görülüyor. Bu durum yalnız Azerbaycan edebiyatından ve sanatından değil, Rus kültüründen de gelen bir birikimin neticesidir. Romanda derin ruh tahlilleri yapılmış, karakterlerin psikolojileri, iç dünyaları ustaca yansıtılmıştır. Kafa, alışılan ve bilinen tarihî romanlardan çok farklı, orijinal ve yer yer fantastik boyutlarda bir eserdir. Tarihî olayları sorgulayan ve eleştiren, tarihe yeni bir bakış getiren orijinal bir eserdir.

Roman, günümüzde sadece edebiyatın bir ürünü değil, içinde bulunduğumuz dünyanın her türlü değerini kapsayan, psikolojik, sosyolojik problemleri de içine alan bir eser olma vasfını kazanmış, edebiyatın dışına taşarak araştırma ve inceleme boyutlarına varan bir tür olmuştur. Romanların, bu özellikleriyle yazarlar ve toplum tarafından gittikçe artan bir ilgi görmeye devam edecekleri, açık bir hakikat olarak görünmektedir.

Kaynakça

Elçin. Kafa, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2018.

26.Elçin, Kafa, s. 163.
27.Elçin, Kafa, s. 163-164.
28.Elçin, Kafa, s. 269.
29.Elçin, Kafa, s. 109-110.
30.Elçin, Kafa, s. 142.
31.Elçin, Kafa, s. 24.
32.Elçin, Kafa, s. 8.
33.Elçin, Kafa, s. 200-201.
34.Elçin, Kafa, s. 202.
35.Elçin, Kafa, s. 115.
36.Elçin, Kafa, s. 118-119.
37.Elçin, Kafa, s. 222-223.
38.Elçin, Kafa, s. 260.
39.Elçin, Kafa, s. 267.
40.Romanda “Ağabegüm” kelimesinin yanlış bir imla ile “Ağabeğim” veya “Ağabeyim” şeklinde yazıldığı görülmektedir. Aynı yanlış ifade, Vikipedi’de de mevcuttur. Doğrusu “Ağabegüm”dür (“Begüm” kelimesi kız çocuklarına konulan eski Türk adlarından biridir).
₺45,15

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
16 s. 28 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6981-30-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre