Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Elçine Armağan», sayfa 7

Anonim
Yazı tipi:

Abdul Gaffarzade, Komünist Parti yöneticileri tarafından takdir edilir, ancak onların arkasından iş çevirmekten de geri durmaz. Aylık geliri 135 ruble olmasına rağmen Karun kadar zengindir. Zenginliğini sistemin bozukluğuna borçludur ve yozlaşmış değerlere en ufak bir bağlılık duymaz. Sistemin kutsadığı ilkeleri kendi lehine kullanır:

“Abdul Gaffarzade o mücerret gelecek uğruna çalışmayı (ve ölmeyi) en anlamsız ve en aptalca bir iş olarak görüyordu; bazı geceler, uykuya dalmadan önce dünya işleri ve o aydınlık gelecek hakkında düşündükçe, ‘İnsanoğlu masallar ve efsaneler uydurduğu gibi, işbu rejim de mücerret bir gelecek mefhumu uyduruvermiş ve bu mefhum sayesindedir ki yüz milyonlarca insanı yönetebilmektedir’ diye bir karara varıyordu adam. Toplumun bu kadar bozulmasının nedeni de buydu işte. Abdul Gaffarzade’nin herkesten daha iyi bildiği bir şey vardı: işte bu kürsüde partiyle de, hükümetle de, rejimle de böyle alay edebiliyorsa üstelik salondakilerden -ki çoğu parti ve komsomol örgütü mensubu insanlardır- alkış da alıyorsa, bundan daha büyük bir toplumsal ahlâk bozukluğu düşünülemez. Böyle bir şey kölelik düzeninde bile mevcut olmamış, Roma İmparatorluğu’nda bile görülmemiştir. Kürsülerden atılan nutukların, gazetelerde yazılan yazıların gerçek düşüncelere ve davranışlara böylesine zıt olduğuna hiçbir toplumda rastlanmış değildir.”94

Sovyetler Birliği’nde devletten maaş alan insanların en az yüzde altmışının kapitalist bir ülkede açlıktan öleceğini düşünen Abdul Gaffarzade, köy muhtarlığından parti üyeliğine bütün makamların rüşvetle alındığını, bütün toplantı ve kurultayların tiyatro olarak sahnelendiğini düşündükçe ülkeye acıyacak gibi olur, fakat Gaffarzade’nin kişiliği aslında sistemin tam da kendisidir.

Romanın dördüncü bölümü Murat Yıldırım ve ev arkadaşı Hüsrev Hoca’nın Hatice Kadın’a mezar yeri ayarlayabilmek amacıyla Tilki Geldi Mezarlığı’na gidişiyle başlar. Hüsrev Hoca; zayıf, uzun boylu eski bir Rusça öğretmenidir. Bu ikili mezar yeri için mezarlık çalışanlarıyla konuştuklarında kendilerinden rüşvet istenir. Bunun üzerine mezarlık müdürü Abdul Gaffarzade’nin odasına girerler. Gaffarzade içeride polis binbaşısı Memmedov ile oturmaktadır. Murat Yıldırım polis binbaşısının da orada olmasını fırsat bilerek mezarlıktaki yolsuzluğu müdürün yüzüne çarpmak ister. Ancak Gaffarzade tarafından alaylı bir tavırla kovulur. Talebe, kendilerine haksızlık yapıldığını ve bu durumun Sovyetler Birliği yasalarına aykırı olduğunu haykırır. Mezarlık müdürü, polis binbaşısına: “Kalk da Sovyetler Birliği’nin yasalarını anlat şuna95 diye emreder. Hak arayan talebe, kanunları uygulamakla yükümlü olan polis tarafından sertçe dışarı atılır ve bir kez daha hayal kırıklığına uğrar. Romanın atmosferinde kanunlar kâğıt üstünde yazılı olan maddeler değil, gücü elinde bulunduran kimselerin ağzından çıkan sözlerdir.

Romanın beşinci bölümünde geriye dönüş tekniğiyle 1929 yılına gidilir. Bu bölümde yine romanın aslî kişilerinden olan Hüsrev Hoca’nın geçmişi hakkında bilgiler verilir. Üç çocuk babası Hüsrev Hoca’nın mutlu bir evliliği vardır. Rusça öğretmenliği yapmaktadır, yardımseverliğiyle Hadrut halkının saygısını kazanmıştır.

Yazar, Hüsrev Hoca’nın öğretmen olması vasıtasıyla eğitim sistemi hakkındaki görüşlerini dile getirir. Hüsrev Hoca her sene onlarca hatta yüzlerce okulun açılmasına bir yandan sevinse de niceliğin niteliği etkilediğini ve eğitimin kalitesinin düştüğünü görerek üzülür. Bu yüzden işini hakkıyla yapan öğretmenlerin sayısı da azalmakta ve gerçek öğretmenler git gide köşeye sıkıştırılmaktadır. Hüsrev Hoca, hükümetin eğitim politikalarının yanlış olduğunu düşünmektedir: “Lenin, ‘Eğitim, eğitim, yine de eğitim!’ demişti gerçi, ama ‘Nasıl bir eğitim?’ konusu bugün cahil ellerde şekilleniyordu.96

Hüsrev Hoca bir konferans için Hadrut’tan ayrılır. Bir gün sonra kasabada bir taun salgını baş gösterir. Bölgeye hemen idarî temsilciler ve sağlık profesörleri sevk edilir. Rejimin siyasî temsilcisi distopyaları aratmayacak şekilde taunu kasabada yayan halk düşmanlarının, geceleri mezarları açarak cesetlerden parçalar aldığını ve taunu daha da yaydıklarını söyler. Bölgedeki en yetkili sağlık görevlisi olan Prof. Zilber’in böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceğine dair yaptığı bilimsel açıklamaları kat’i surette reddeder: “Siz çok iyi bir profesörsünüz ama halk düşmanlarının neler yapabileceğinden haberdar değilsiniz.” der. “Olup bitenler hep düşmanlarımızın başının altından çıkıyor. Bu işlerin arkasında İngilizler bulunuyor! Hadrut’taki taun salgını doğal bir afet değil, sınıflar arasındaki çatışmadan kaynaklanan bir sabotajdır.97

Fanatizm ve körü körüne bağlılık yükseldiğinde insanların gerçekle olan bağları kopmaya başlar. İnsanlarıyla, hayvanlarıyla neredeyse bütün bir kasaba taun salgınından telef olmuşken Baş Siyasi İdare Yetkilisinin aklından şu düşünceler geçer: “Hiçbir taun salgını komünizmin zaferini önleyemezdi! Gelecek, komünizm rejiminin ellerinde olacaktı! Vladimir İliç Lenin beş sene önce ölmüştü ama bunun da hiçbir önemi yoktu ve gelecek Vladimir İliç Lenin’in ellerinde olacaktı!98

Taun salgınının daha fazla yayılmaması için ölenler bir meydanda yakılır. Alınan bütün önlemlere rağmen halk ateşin başına kadar gelir. Ailelerinin, akrabalarının cesetlerinin yakıldığını gören insanlar çılgına döner. Ancak askerlerin mukavemetiyle ve Baş Siyasi İdare Yetkilisinin olağanüstü çabasıyla halk ateşe yaklaştırılmaz ve felaket önlenir. Bu kalabalık içinde eşinin ve üç çocuğunun cesetlerinin yanışını dizlerinin üstüne çökmüş vaziyette inleyerek izleyen Hüsrev Hoca da vardır.

Romanın altıncı bölümünde yine güncel zamana, 1983 yılına dönülür. Tilki Geldi Mezarlığı’ndan ayrılarak Bakü sokaklarına atılan Salakça’nın bir macerası anlatılır. Salakça önce bir sarhoştan ilgi ve şefkat görür gibi olur, ancak sonrasında bu sarhoş yüzünden bir mahalle kavgasının ortasında kalır. Burada da dayak yiyen ve hor görülen hayvanın meçhul, büyülü bir diyar olarak gördüğü Bakü sokaklarındaki macerası da hayal kırıklığıyla başlamış olur.

“Ziyafet” başlığını taşıyan yedinci bölüm, önceki bölümlerde bahsi geçen karakterlerin geçmişlerinin aydınlatılmasını ve hayatlarının şekillenmesini açıklayıcı bir mahiyet taşır. Bu bölüm 1939’un kış günlerinin birinde yapılan ziyafet hazırlıklarıyla başlar. Okul müdürü olan Ali Asker Hoca ve eşi Firuze Hanım, kızları Arzu’nun yaş günü için hazırlık yapmaktadır. Bu aile için Arzu’nun yaş günlerinde ziyafet verilmesi artık bir gelenek halini almıştır. Ali Asker Hoca ve Arzu Hanım’ın akrabaları uzakta yaşadığından ziyafete Ali Asker Hoca’nın müdürlüğünü yaptığı okuldaki hocalar gelmektedir. Bunlar aynı zamanda Arzu’nun öğretmenleridir. Sofradaki ziyaretçiler zaman zaman değişir. Çünkü bu rejimde kimsenin yarın ne olacağı belli değildir. Örneğin, aydın ve tuhaf bir adam olduğunu öğrendiğimiz, ziyafetin gediklilerinden Fazıl Ziya, on dokuzuncu yüzyılda Türkiye’de eğitim almış olduğu için Pantürkist ilan edilir ve faşizmi yaymakla suçlanarak halk düşmanı damgası yer. Romanda, bu kişilerin cezası elbette kurşuna dizilmektir.

1937-1938 yılları arası Stalin iktidarındaki Sovyetler Birliği’nde “büyük temizlik” adı verilen siyasî baskı kampanyasının yürütüldüğü dönemdir. Bu dönemde Stalin’in iktidarına gölge düşürebilecek güç sahibi kişiler halk düşmanı veya terörist sıfatıyla yaftalanarak sürgüne gönderilir veya idam edilir. Bu kıyım hareketinden Bolşevik İhtilali’nde önemli rol oynamış büyük devrimcilerden öğretmenlere, bürokratlardan askerlere, yazarlardan sokak bekçilerine kadar herkes payını alır.99 Romanda bahsi geçmese de bu dönemde ordu içinde yapılan geniş çaptaki tasfiye hareketlerinin ve idamların II. Dünya Harbi’nde Sovyet ordusunun, Nazi Almanyası’nın silahlı kuvvetleri Wehrmacht karşısında çok ağır kayıplar vermesine sebep olduğu açıktır.100 Ali Asker Hoca vasıtasıyla bu dönemde eğitim camiasında yapılan geniş çaplı tasfiye hareketlerine de tanık olunur.

Eserde şahit olduğumuz baskı akıl almaz boyutlardadır. Sovyet gençlik örgütlerinde Azerbaycanlı şair Hüseyin Cavid’in hain olduğuna dair makaleler kaleme alınır, evlerinde Arap alfabesiyle yazılmış kitap bulunanlar -bunlar şiir kitabı bile olsa – yobaz ve gerici olarak damgalanarak halk düşmanı ilan edilir. Camiler, türbeler, kiliseler yerle bir edilir. Ali Asker Hoca, kendini Sibirya’da sürgünde veya kurşuna dizilirken bulmamak için çevresine karşı hayatından memnun görünse de içinden büyük bir isyan dalgası yükselir. Ali Asker Hoca’nın isyanı adeta o yılların panoramasını verir:

“Ali Asker Hoca bu konulara kafa yordukça, her zamanki sakin hâline rağmen öfkeleniyor ve adamın içinden kapkara kanlar akıyordu. Mesele İslam ya da Hristiyanlıkla ilgili değil demek ki; yakıp yıkmak, harap bir hâle getirmek, yerle bir etmek bu insanların hamurunda varmış. Şeytana tapıyor bunlar besbelli. Evlat babasını ispiyonluyor, kardeş kardeşe ihanet ediyor, kız annesini reddediyor, kadın kocasıyla ilgili şikâyet dilekçesi yazıyor, konsomol örgütü toplantılarında kız kardeşler arasında kavga gürültü kopuyor; camiler yıkılıyor, kiliseler yıkılıyor, insan, gece karısıyla konuşurken bile politik bir hata yapmaktan korkar hâle geliyor. Bütün bu işlerin sonu nereye varacak Allah’ım? Bu ne biçim bir devir, ne biçim bir memleket, ne biçim bir rejimdir? İnsan kafası kesmekle tavuk kafası kesmek arasında zerre kadar fark kalmamış. Başka hangi ülkede, hangi dönemde bunca masum kanı akıtılmıştır? Marks böyle mi öngörmüştü sanki? Engels böyle mi olsun istemişti? Lenin’in yapmaya çalıştığı bu muydu? Neyse… Bunları düşünmek doğru değildi aslında (insan kendinden bile şüphe duyar olmuştu!).”101

Birinci bölümde Tilki Geldi Mezarlığı’nın bekçisi olarak tanıtılan Eflatun’un, gençlik yıllarında Ali Asker Hoca’nın okulunda parti kolu başkanı olduğu anlaşılır. Eflatun, tam bir halk düşmanı avcısıdır. Sürekli okulda yeteri kadar halk düşmanı yakalayamadıklarına eseflenir. Başka okullarda çok sayıda halk düşmanı yakalanmış olduğunu, kendi okullarında sadece iki kişinin yakalanmasının -daha doğrusu yaftalanmasının- zayıflık olarak görüleceğini Ali Asker Hoca’ya anlatır. Bu uğurda insanlara iftira atmaktan çekinmez. Okul müdürü olan Ali Asker Hoca’yı masum insanlara karşı kışkırtır. Ancak Ali Asker Hoca tarafından sürekli geçiştirilir. Bunun üzerine Ali Asker Hoca’yı dahi halk düşmanı diye jurnallemek aklından geçer. Bunu yapmamasının tek nedeni, Ali Asker Hoca’nın, o sırada bütün Azerbaycan’ı Moskova adına demir yumruk altında tutan Mir Cafer Bağırov’un çocukluk arkadaşı olduğunu düşünmesidir. Eflatun’dan oldukça bunalan Ali Asker Hoca, onu başından savmak için başka bir okula müdür olarak atanmasına yardımcı olur.

Romanda gözlemlendiği üzere bu yıllarda eğitimdeki sorunlar sadece niteliğin, öğretmen kalitesinin düşmesi ve eğitimciler üzerindeki baskılar, kovuşturmalar değildir. Okullar adeta rejimin, genç yaştaki çocukların beynini yıkamak için kullandıkları bir kamp hâline gelir. Çocuklar “izhar-ı nefret” toplantılarıyla muhakeme yeteneğini kaybetmiş birer sürü hâline getirilir. Okulların spor salonlarında yapılan bu toplantılarda Azerbaycan’ın milliyetçi aydınları ve halk düşmanı olarak damgalanan kimselere lanet okunur.102

Hadrut’ta taun salgınında eşini ve üç çocuğunu kaybederek cehennemi yaşayan Hüsrev Hoca da Ali Asker Hoca’nın okulunda Rusça öğretmenliği yapmaktadır. Hüsrev Hoca okula geldiği dönemde hayattan ümidini kesmiş vaziyettedir. Onun bu derin mutsuzluğu ve içine kapanıklığı çevresindekilerin dikkatini çeker. Eflatun bu durumundan dolayı onu jurnallemeyi bile düşünür. Eflatun’a göre, toplum böyle mesut bir hayata kavuşmuşken, Yoldaş Stalin’le aynı dönemde yaşayıp aynı havayı soluyorken kimsenin mutsuz olması düşünülemez. Ancak Eflatun, Ali Asker Hoca’nın yatıştırmaları üzerine Hüsrev Hoca’yı şikâyet etmekten vazgeçer. Hüsrev Hoca ise o sıralarda Gülzar adında bir kadınla tanışır ve evlenir. Bu kadın Hüsrev Hoca’nın biricik yaşam kaynağı hâline gelir.

Ali Asker Hoca’nın kızı Arzu, kitaplara ve öğrenmeye hevesli genç bir kızdır. Ancak içine düştüğü ideoloji fanatizmi Arzu’nun hayatı sağlıklı bir şekilde yorumlayabilmesine engel olmakta ve onu komik durumlara düşürmektedir. Arzu, babasına, çok sevdiği ve daha önce defalarca gittiği Köroğlu operasını tenkit edeceğini söyler. Babası bu operayı artık neden sevmediğini sorar. Arzu’nun cevabı dikkate değerdir:

“Ne var yani sevmişsem? Besteci kandırmış işte bizi. Gözümüzü boyamış. Ama artık biliyorum! Üzeyir Hacıbeyof, güncel konulardan kaçabilmek için yazmış Köroğlu’nu! Güncel konulardan uzak durmaya çalışmış hep! Kolhoz yaşamı üzerine bir opera yazması gerekirdi oysa! Şimdi sultan mı var, paşa mı var? Köroğlu’nun zorbalarla mücadele etmesi gerekirdi asıl.”103

Arzu’nun bu yorumları, içeriğin biçim ve estetikten üstün tutulduğu ve eserin başarılı sayılabilmesinin ilk kuralının toplumsal gerçekleri, sınıf çatışmalarını yansıtması olduğunu ileri süren Marksist eleştiri kuramının104 bir özeti gibidir.

Ölüm Hükmü’nde totaliter rejimlerin bariz özelliklerinden bir tanesinin de olağanüstü özellikler taşıyan bir lider kültü yaratmak olduğunu ve bunun Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde doruk noktasına ulaştığını açıkça görürüz. Halkın gözünde Stalin, yetmiş iki dil bilen, her şeyi gören, geleceği okuyan ve her zaman doğru kararlar alan bir insandır. Ne yaparsa yapsın ona mutlak sevgi ve sadakat esastır. Bu sevgi ve sadakat unsuru eserde trajikomik bir olay üzerinden dile getirilir. Okullarda pioner kolu başkanlarının dağıttığı ankette öğrencilere en çok sevdikleri ve kendilerine en yakın hissettikleri insan sorulur. Henüz altıncı sınıfa giden bir öğrencinin en sevdiği insan olarak Stalin’i, kendisine en yakın hissettiği kişiler olarak da annesini ve babasını yazması üzerine pioner kolu başkanının da katılımıyla olağanüstü bir toplantı yapılarak çocuğa annesi ve babasını kendisine Stalin’den daha yakın hissettiği için suçlayıcı ifadelerde bulunulur.105

Ziyafet Stalin şerefine kadeh kaldırmayla başlar. Eflatun’un bir prototipi olan Hıdır Hoca, sürekli araya girerek konuşma yapacak olan Kalenter Hoca’nın sözünü keser ve Mir Cafer Bağırov şerefine kadeh kaldırılmasını ister. Bu sırada masadaki herkesin hayatını sonsuza kadar değiştirecek olan bir olay gerçekleşir. Bu şaklabanlıktan bunalan Hüsrev Hoca ayağa fırlayarak: “Mir Cafer Bağırov bizim önderimizdir elbette, ama izin verseniz de karşımızdaki şu güzel kızın şerefine içsek artık106 diye haykırır. Ali Asker Hoca’nın ortalığı yatıştırmak istemesi ve tekrar tekrar Stalin ve Mir Cafer Bağırov adına kadeh kaldırılması sonuç vermez. Artık olan olmuştur. İlerleyen bölümlerde Abdul Gaffarzade’nin ağabeyi olduğu anlaşılan Hıdır Hoca, Hüsrev Hoca’yı ispiyonlamayı kafaya koyar. Olayın Ali Asker Hoca’nın evinde gerçekleşmesi onun da bu işten sorumlu olduğu anlamına gelecektir. Beden eğitimi hocası olan Hıdır, bu vakanın kendisine umut ettiği parlak geleceğin kapısını açacağını ve hatta bir gün Spor Bakanı olacağını düşünür.

Hüsrev Hoca’yı kurtarmanın hiçbir yolu olmadığını düşünen Ali Asker Hoca, sofrada gerçekleşen vakayı partiye kendisi bildirmezse halk düşmanı olarak itham edileceğini bilir. En iyi ihtimalle sürgün edileceğini düşünür. Kendisiyle beraber ailesinin de sürgün edilme ihtimali vardır. Eşi ve çocuğunun yaşayacağı güvensiz ve sefil hayat gözünün önüne gelir. Gönülsüz de olsa Hüsrev Hoca’yı parti merkezine şikâyet eder.

Sekizinci bölümde Azerbaycan Komünist Partisi Başkanı Mir Cafer Bağırov, bir Bakan’la yaptığı konuşma aracılığıyla iç ve dış dünyasıyla okuyucuya tanıtılır. Mir Cafer Bağırov, sıradan bir vatandaştan hükümet bakanına kadar herkesin korkudan titrediği bir liderdir. İnsanoğlunun doğası gereği rahatına düşkün olduğunu düşünen Bağırov, korku olmadan ideolojilerin, sloganların, nutukların faydasız kalacağından ve üretimde yıllık kotaların doldurulamayacağından emindir. Ayrıca korku, düşman unsurların parti saflarından ve toplumdan temizlenmesi için de şarttır.107

İdeal bir düzende devlet yöneticisinden insanların huzurunu sağlaması, sosyoekonomik düzeylerini yükseltmesi, özgürlük ve güvenlik ihtiyaçlarını temin etmesi beklenir. Oysa eserde Mir Cafer Bağırov için bunlar önemli konular değildir. Romanın atmosferinde devlet insan için değil, insan devlet içindir. Önemli olan tek şey halk düşmanlarının tespit edilmesi ve yıllık planların yerine getirilmesidir. Bireyler, rejim denen değirmeni besleyen buğday taneleri gibidir.

Sovyetler Birliği’nin tamamına Moskova’da bulunan Komünist Parti hâkimdir. Parti denince akla Stalin gelir. Azerbaycan’da da parti Mir Cafer Bağırov’un şahsında vücut bulmuştur. O, Azerbaycan’da yarınından emin olabilen tek kişidir.

Yazarın üstünde ısrarla durduğu bir mesele de 1917’de başlayan Bolşevik İhtilali’nde ön saflarda yer alan devrimcilerin nasıl tasfiye edildiğidir. Stalin, yola beraber çıktığı birçok arkadaşını halk düşmanlığı veya terör suçlarından kurşuna dizdirmiştir. Böylece devrim, yine kendi çocuklarını yemiştir. Bu insanlar komünizme ve onun getirdiği değerlere bağlıdır. Aslında tek suçları biraz nüfuz ve isim sahibi olmaları dolayısıyla “lider” tarafından tehdit olarak görülmeleridir. Halk düşmanlığı bunun üstünü kapatmak için uydurulan bir kılıftır. Lenin’in silah arkadaşlarından ve büyük bir nazariyeci olarak bilinen Adalet Bakanı Krilenko’nun sadece yirmi dakika süren bir mahkemeden sonra kurşuna dizilmesi eserde dikkati çeken bir noktadır.

Romanda sık sık vurgulanan bir diğer husus da azılı halk düşmanı avcılarının -Hıdır Hoca örneğinde olduğu gibi- kendilerinin de aynı suçlamaya maruz kalarak cezalandırılmasıdır. Özellikle Mir Cafer Bağırov halk düşmanlarını cezalandırma hususunda tavizsiz ve acımasızdır. Eski Transkafkasya Bakanlar Kurulu Başkanı olan Gazanfer Musabeyov suçsuz olduğu halde, Mir Cafer Bağırov’un emriyle idam edilir. Olayı daha da dramatikleştiren şey Gazanfer Musabeyov’un annesinin, Mir Cafer Bağırov’un sütannesi olmasıdır. Üstelik kadın da hapishaneye atılır: “Bakan, dövülerek yüzü gözü kanlar içinde kalmış o kadının Bayıl hapishanesinde bağırarak: ‘Allah’ım, Mir Cafer’e göğsümden verdiğim sütü haram kıl, onu dünya ışığından mahrum bırak!” diye beddua ettiğinden de haberdardı.108

Bölümün sonunda Bakan ve Mir Cafer Bağırov’un görüşmesinde Ali Asker Hoca’nın evinde gerçekleşen hadise gündeme gelir. Bağırov, Ali Asker Hoca’yı çocukluğundan tanır ve ufak bir kitap meselesi sebebiyle ona husumet besler. Okul müdürünün de masadaki diğer hocalarla beraber terörist diye damgalanarak kurşuna dizilmesine karar verir. Hepsi evlerinden alınır ve sonrasında ortadan kaybolur. Kurtulan tek kişi aslında bu hadiseye sebep olan Hüsrev Hoca’dır. O, uzun sorgular ve hakaretler sonrasında sürgüne gönderilir. Bölümün sonunda yer alan aşağıdaki pasaj da hukuk sisteminin nasıl yozlaştırıldığını ve rejimin elinde oyuncak yapıldığını göstermesi bakımından dikkat çekmektedir:

“1 Aralık 1934 tarihinde çıkmış olan bir yasayla, terörizmle itham edilen şahıslar, kendilerini savunma ve af başvurusunda bulunma haklarından mahrum bırakılarak hemen kurşuna diziliyorlardı. Mir Cafer Bağırov’un, İçişleri’ndeki güvenilir adamlarından biri olan Atakişiyev’in, emrindekilerden istediği bir şey vardı hep: ‘İtiraflarda bir parça terör bulunsun.’ Mir Cafer Bağırov’un ve Beriya’nın Azerbaycan’daki kişisel hasımlarının tamamı terörist sıfatıyla kurşuna dizilmişlerdi.”109

Romanın dokuzuncu bölümü Bakü’deki Keşle Hapishanesi’nin ve burada bir koğuşta yatan insanların tanıtılmasıyla başlar. Koğuşta bulunan kişiler: Şair, Drama Yazarı, dört profesör -Edebiyat Eleştirmeni, Halkbilimci, Filozof ve Dilbilimci, Yayınevi Müdürü, Okul Müdürü, Kütüphaneci, Genel Yayın Yönetmeni, Hüsrev Hoca ve Bir Adam’dır.110 Yazarın, koğuşta bulunan kişilerin isimlerini anmayarak onlardan meslekleriyle bahsetmesiyle bir mesaj vermek istediği açıktır. “Yazarın burada dikkatimizi çekmeye çalıştığı nokta hücrede olanların isimleri değil hüviyetleridir, yani bir milletin aydınlarıdır.”111 Entelektüeller, akademisyenler, kısacası eleştirel düşünme yeteneğine sahip olan insanlar rejim tarafından tehdit olarak görülür ve hapis, sürgün veya idamla cezalandırılır. Hapishanelerde sorgular, işkence yoluyla yapılmaktadır:

“Yeni mahpus, daha önce sorgulanmamıştı anlaşılan; o kadar fazla dövülmüş, öylesine işkence görmüştü ki (İngiliz ajanı mıydı acaba? Bukharinci miydi? Troçkist miydi? Maskeli bir Müsavatçı mıydı, yoksa gaddar bir pantürkist mi? Belki de aynı anda hem İngiliz ajanı, hem Bukharinci ve Troçkist, hem maskeli bir Müsavatçı, hem de gaddar bir pantürkist, fakat bunları itiraf etmeye yanaşmayan biriydi?) inleyip sızlayacak kadar olsun takati kalmamış gibiydi.”112

Hüsrev Hoca da sorgu memuru Memetağa Aliekberov tarafından hayli hırpalanır. Suçlu bulunarak Sibirya’ya sürgün edilir. Bir süre sonra eserin genel havasına uygun olarak sorgu memuru da siyasî tutuklu olarak Sibirya’ya sürülür. Hüsrev Hoca on yedi yıl sonra Bakü’ye döner, bir daha öğretmenlik mesleğini yapmaz. Gazete bayiinde çalışmaya başlar. Ali Asker Hoca’nın ziyafetinde beraber bulunduğu Gülzar’ın evlenerek Derbent’e taşınmış olduğunu öğrenir. Hüsrev Hoca’nın geçmişine dair hikâye burada son bulur.

Eserin onuncu bölümü, Salakça’nın Bakü sokaklarındaki başka bir macerasına ayrılmıştır. Tilki Geldi Mezarlığı’ndan ayrıldığından beri tehlikeler içinde ve aç bir şekilde dolaşan Salakça, sokak hayvanlarını toplayan görevliler tarafından vurulur. Görevlilerin vazifeleri kritiktir, çünkü onlar da “yıllık planı” yerine getirmek zorundadır. Her köpek ölüsü onları hedeflenen sayıya bir adım daha yaklaştırır. Salakça yaralanır ve görevlilerin o sırada başka bir köpekle uğraşmasından istifade ederek canını zor kurtarır.

On birinci bölümde Abdul Gaffarzade ve Tilki Geldi Mezarlığı hakkında verilen bilgiler genişletilir. Mezarlıkta uyuşturucu ve votka ticareti yapılmakta, binalardan birinde geceleri kumar oynanmaktadır. Bütün bu işleri bekçi Eflatun’la beraber Abdul Gaffarzade’ye büyük bir korku ve sadakatle bağlı olan Mirzaibi, Ağakerim ve Vasili adında üç kişi yürütmektedir. Abdul Gaffarzade, bekçi Eflatun’dan pek hoşlanmamasına rağmen ağabeyi Hıdır’ın bir zamanlar dostu olması sebebiyle onu işe almıştır.

Eserin on ikinci bölümü Ali Asker Hoca’nın kızı Arzu ve Hüsrev Hoca’nın yıllar sonra karşılaşmasına ayrılmıştır. Hüsrev Hoca ve Arzu ilk olarak bir trende karşı karşıya gelir. Hüsrev Hoca yolculuk yapmaktadır, Arzu ise trende kondüktördür. Ali Asker Hoca’nın idamından sonra Arzu’nun zor şartlarda yaşadığı bellidir. Bakü’ye döndüğünde Hüsrev Hoca, Arzu’yu evinde ziyaret eder ve onun sefil yaşayışına yakından şahit olur. Arzu defalarca evlenip boşanmış, çocuklarından da bir hayır görmemiştir. Hüsrev Hoca’nın kulaklarında, Arzu’nun yaş günü gecesinde söylediği ve herkesin mahvına sebep olan sözler sürekli uğuldar. Hayat tarafından defalarca tekmelenen Hüsrev Hoca, Arzu’nun evinden çıktığında artık ölmesi gerektiğini düşünür.

On üçüncü bölüm, günlerdir aç olarak Bakü sokaklarında dolaşan Salakça’nın bir parça kuzu budu bulmasıyla başlar. Bacağından vurulmuş olan Salakça, sürekli kan kaybetmekte ve acı çekmektedir. O dakikada onu hayata bağlayan tek şey dişlerinin arasında tuttuğu kuzu bududur. Bu sırada ödüllü şair Erestun Bozdağlı ve dönemin yazarlarından Selim Bedbin arabayla caddeden geçmektedir. Selim Bedbin; Abdul Gaffarzade ve Mürşit Gülcihani gibi insanların milletin kanını emdiğini düşünmekte ve onlara büyük bir kin beslemektedir. Halkın uyanacağı ve Abdul Gaffarzade gibilerin suratına tüküreceği günü sabırsızlıkla bekler. Yolda birden karşılarında Salakça’yı bulurlar. Bu noktada, sistemin işleyişindeki zulmün, haksızlığın ve ideoloji fanatizminin insanları düşürdüğü hezeyan dikkate değerdir:

“Erestun Bozdağlı kocaman kolunu ileri uzatıp: ‘Bu köpek de Mürşit Gülcihani gibi açgözlüdür.’ dedi.

Selim Bedbin, deminki öfkesinin arkasından doğan bir ikrah duygusuyla: ‘Elalem yiyecek et bulamazken, şunun ağzındakine bakın.’ dedi.

‘Emekçi etidir o…’

‘Et karneyle satılıyor halka…’

‘İşçinin, köylünün etidir o…”113

Salakça yaralı halde arabadakiler tarafından kovalanmaya başlar. Uzunca bir süre kaçtıktan sonra yolun kenarındaki tellerde bir boşluk bulur. Vücudu yara bere içinde kalarak o boşluktan geçer ama bu sırada kuzu budunu düşürür. Açlık ve yaraların etkisiyle artık tamamen bitkin durumdadır. Salakça, sahile gidip kumlara öylece yatar.

Eserin on dördüncü bölümü yine Abdul Gaffarzade’nin hikâyesiyle devam eder. Gaffarzade, ölümü ve her şeyin gelip geçici olduğunu düşünür. Bu sırada aklı mezarlığa dadanmış olan mollalara takılır. Bu dönemde din adamlığı da bir sahtekârlık odağı hâline gelmiştir.

“Molla Esedullah iyiydi yine: en azından Kuran’ı biliyordu adam, ‘riba’ kelimesinin anlamını zerre kadar sıkılmadan açıklıyordu gerçi, ama Kuran’dan örnekler vermesini de biliyordu. Tilki Geldi Mezarlığı’na takılan mollalar arasında Kuran’dan asla haberdar olmayanlar da vardı: sabıkalı dalavereciler, ateizm konusunda ders vermiş olan eski üniversite hocaları, hatta sirk oyuncusu…”114

Abdul Gaffarzade mezarlıkta bunları düşünerek dolaşır ve yıllar önce kaybettiği oğlu Orduhan’ın mezarının başına gelir. Burada geriye dönüş tekniği kullanılarak Orduhan’ın cenaze işlemleri hakkında bilgi verilir. Gaffarzade, yirmi yılı aşkın bir süredir parti üyesi olmasına rağmen oğlunun cenazesini İslâmî usullere göre yapmıştır. “Sovyetleştirme politikaları İslam’ın entelektüel ve ideolojik boyutunu ortadan kaldırma konusunda büyük ölçüde başarılı olduysa da İslam’ın kültürel normları ve yaşam tarzı hâline gelen öğeleri kendi varlığını güçlü bir şekilde sürdürmekteydi.”115 Bu geleneklerden en önemlisi şüphesiz cenaze törenleridir. Cenaze törenleri, Azerbaycan toplumunun kimliğini muhafaza ettiği kültürel bir öğedir.

Orduhan’ın cenazesi defnedilmeden önce Abdul Gaffarzade’nin aklına evde kara günler için saklı tuttuğu servet gelir. Bu kara gün paketinde beş yüz bin ruble, yüz bin dolar, elli adet onluk altın, elli adet beşlik altın ve elli adet çeşitli mücevher bulunur. Gaffarzade, birden bunların evde olmasının güvenli olmayacağını düşünerek kimseye haber vermeden cenaze evinden çıkar. Çamura bata çıka Tilki Geldi Mezarlığı’na gelir ve bu serveti oğlunun mezarına gömer. Abdul Gaffar-zade, oğlunun mezarının başına her geldiğinde içindeki ses aslında buraya oğlu için gelmediğini söyleyerek onu zehirler. Oğlunun mezar taşına baktığında orada kendi isminin yazdığını vehmeder ve eli ayağı boşalır.

Romanın on beşinci bölümünde talebe Murat Yıldırım’ın iç dünyasına dönülür. Mezarlıkta polis binbaşısı tarafından aşağılanmasının ardından Murat Yıldırım, Abdul Gaffarzade’yi öldürmeyi kafasına koyar. Bu bölümde Murat Yıldırım’ın hikâye yazarlığı hakkında da bilgi verilir. Birçok hikâye yazmış olmasına rağmen hiçbiri yayımlanmaz, hikâyeler Muhtar Hudavende gibi edebiyat şubesi yöneticilerinin masalarında heba olur: “Muhtar Hudavende hiçbir hikâyeyi bedava yayınlayacak bir insan değildi çünkü; makam sahibi birinin rica etmiş olması, bir yerlerden para bularak kendisini birkaç defa restorana davet edip iyi ziyafet çekmek, ya da köyden et, piliç, tulum peyniri, bal vesaire getirmek gerekiyordu hediye olarak…116

Murat Yıldırım ve Hüsrev Hoca, Hatice Kadın’a mezar yeri ayırtmak maksadıyla tekrar Abdul Gaffarzade’nin karşısına çıkar. Müdür, Murat Yıldırım’la Sovyetler Birliği’nin yasalarını gördün mü diye alay eder. Talebenin cevap vermeyişi müdürü daha da memnun eder: Hah işte! Sovyetler Birliği’nin yasalarından bahsetmenin sonu dünkü gibi olur! Yasa demek insan demektir! Yasa, işte benim!”117

Hüsrev Hoca kimsenin beklemediği bir şekilde Abdul Gaffarzade’nin üzerine atılır. Çektiği bütün eziyetleri adeta Gaffarzade’nin vücudunda somutlaşmış olarak görür. Abdul Gaffarzade’yi Hüsrev Hoca’nın elinden zor alırlar ve Gaffarzade, öksürdükçe kan kusmaya başlar.

On altıncı bölüm Mürşit Gülcihani’nin, dünürü Abdul Gaffarzade hakkındaki olumsuz düşünceleriyle başlar. Gülcihani, eserlerinin dünürü sayesinde yayımlandığını kabul etmez, kendisini yetenekli ve kıymeti yeteri kadar bilinmeyen bir yazar olarak görür. Devir, onun gibi büyük bir yazarı Abdul Gaffarzade gibilerine muhtaç etmektedir.

Bu bölümde Mürşit Hoca’nın ağzından bir zamanlar Azerbaycan’ın mutlak hâkimi olan Mir Cafer Bağırov’un akıbeti aktarılır. Stalin kadar radikal olmasa da Kruşçev de işe önceki devrin adamlarını ortadan kaldırmakla başlar. Bunlardan biri de Mir Cafer Bağırov’dur: “Stalin ölünce Mir Cafer Bağırof’u Politbüro üyesi adayı yaptılar önce, üç dört ay kadar sonra da görevden aldılar, mahkemeye çekip kurşuna dizdiler. Koskoca adamı! Bizim ödül de gidiverdi tabii…”118

Eserin on yedinci bölümünde Hatice Kadın sonunda defnedilir. Mahalleli, Hatice Kadın’ı Yeni Mahalle Mezarlığı’na gömmek zorunda kalır. Hatice Kadın’ın oğlu Balaniyaz, Murat Yıldırım ve Hüsrev Hoca’dan evi hemen ertesi gün boşaltmalarını ister.

Birinci bölümde Salakça’yla başlayan roman on sekizinci bölümde yine onunla biter. Köpeğin hikâyesi romanın genel atmosferini yansıtan bir sembol gibidir. Salakça’nın artık dayaklara, horlanmalara, hayal kırıklıklarına tahammül edecek takati kalmamıştır. Kendisini tren raylarının üzerine bırakır ve meçhul, büyülü diyardaki macerası sona erer.

94.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 107.
95.Elçin, Ölüm Hükmü, s.136.
96.Elçin, Ölüm Hükmü, s.144.
97.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 153.
98.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 170.
99.Marc Jansen ve Nikita Petrov, Stalin’in Baş Celladı Halk Komiseri Nikolay Yezhov, Kalkedon Yayınları, İstanbul 2014.
100.R. A. C. Parker, II. Dünya Savaşı, Dost Kitabevi, Ankara 2009, s. 74.
101.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 203.
102.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 209.
103.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 219.
104.Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2008, s. 88.
105.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 223.
106.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 232.
107.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 258.
108.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 294.
109.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 298.
110.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 299.
111.Sedat Adıgüzel, “Ölüm Hükmü ve Tarihî Gerçekler”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 12, (Erzurum 1999), s. 227.
112.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 305.
113.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 394.
114.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 413.
115.Behram Hasanov, “Milli Bilincin İdame Ettiricisi Olarak Din: Sovyet Azerbaycan’ında İslam”, Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, c. 22, S. 3, s. 1563-1578.
116.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 451.
117.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 500.
118.Elçin, Ölüm Hükmü, s. 514.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺53,65

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
476 s. 28 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6981-30-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Средний рейтинг 4 на основе 1 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 5 на основе 1 оценок
Ses
Средний рейтинг 5 на основе 1 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin PDF
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок