Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Karakalpak Halk Masalları», sayfa 5

Anonim
Yazı tipi:

– Tamam, evladım, şimdi peşimden gel demiş. Daha önce geldikleri dağa gitmişler. Oraya varınca yaşlı adam öküzü kesmeye başlamış. Jansap çok acele ettiğinden:

– Ben de kasabım, demiş ve yaşlı adama öküzü yüzmek için yardım etmiş.

Öküzü yüzüp yaşlı adam derisinden tulum yaptıktan sonra Jansap sessizce:

– Ben tulumun içine bakayım demiş ve içine girmiş. Yaşlı adam hemen tulumun ağzını bağlayıp oradan uzaklaşmış. Dağın başından büyük bir kuş gelmiş ve tulumu alıp uçmuş. Kuş tulumu dağın başına götürüp parçalamış. Jansap tulumdan çıkıp ayağa kalkmış. Kuş insanı görünce kaçmış. Jansap etrafına baktığında yaşlı adamın nehrin kıyısında beklediğini görmüş Yaşlı adam, Jansap’a:

– Korkma evladım, incileri, mercanları, mücevherleri bana doğru at, demiş. Jansap dedeye dönerek:

– Öküzün karnını alıp git. Beni tanımadın mı? Bir ara dağın başında beni tek başıma bırakarak mücevherleri alıp kaçmıştın. Jansap’ım ben, demiş. Jansap sonra kıble tarafa doğru yürümeye başlamış. Biraz gittikten sonra Suymurık Padişah’ın ülkesine varmış. Olan biteni padişaha anlatmış. Padişah da:

– Ey, evladım. Ben sana elbisesini elinden bırakma dedim. Giderken bir şey söyledi mi? diye sormuş.

– Beni Gavharnigin adlı şehirden bulursun diyerek gitti, demiş Jansap.

– Hiç duyulmamış bir şehir. Yarın kuş, peri ve yılanların toplanma günü, onlara soralım. Biri bilmezse biri bilir yavrum. Onu dert etme, demiş.

Ertesi gün çocuğunu yanına alıp kuş, peri ve yılanların toplandığı yere gitmişler. Suymurık Padişah gelip konan peri, kuş ve yılanlara Gavharnigin adlı şehri biliyor musunuz diye tek tek sormuş. Hepsi:

– Bilmiyoruz, diye cevap vermiş. Onların arasında 200-300 arası yaşta olan kuşlar da varmış. Onlar da bilmiyoruz, demişler. Suymurık Padişah çocuğuna:

– Benden de büyük peri, kuş ve yılanların padişahı Nurıkşa adında biri var. Eline bir mektup verip seni ona göndereyim oğlum, demiş. Hemen bir devi çağırmış. Mektup yazıp eline vermiş. Jansap’ı devle beraber Nurıkşa adlı padişahın yanına göndermiş.

Jansap Nurıkşa ile selamlaşıp mektubu vermiş. Nurıkşa mektubu okumuş:

– Sen bizim evladımızsın, dert etme yavrum. 500-700 yaşlarında Süleyman peygamberi görmüş kuşlar var. Onların biri bilmese biri bilir diyerek Jansap’ın sırtını sıvazlamış. Sonra da kuş, peri ve yılanların mekânına götürmüş. Kuşlara:

– Gavharnigin adlı şehri bileniniz var mı, diye sormuş.

– Bilmek şöyle dursun, duymuşluğumuz bile yok, demiş kuşlar. 500-700 yaşlarındaki kuşlar da Gavharnigin adlı şehri duymadık. Onu kandırmışlardır, demişler.

Nurıkşa üzülmüş. Jansap’a bakarak hepimizin büyüğü Nurğı-Parman adında bir ağabeyimiz var. O bütün perilerin, devlerin, kuşların ve yılanların padişahıdır. O sana bulur, demiş. Bir mektup yazarak Jansap’ın eline vermiş. Bir kuşu çağırıp Jansap’ı sırtına bindirmiş:

– Doğru Nurğı-Parman’a ulaştır, demiş.

Kuş Jansap’ı sırtına bindirip göz açıp yumuncaya kadar Nurğı-Parman’a ulaştırmış.

Jansap, Nurğı-Parman ile selamlaşıp Nurıkşa padişahın mektubunu vermiş. Nurğı-Parman mektubu okumuş ve:

– Sen bizim evladımızmışsın, demiş.

– Bizde 100-1500 yaşlarında kuşlar var. Dev, peri ve yılanlar var, biri bilmese biri bilir, demiş ve Jansap’la hav-yanların yanınıa gitmişler. Yılan, peri, dev ve kuşlara tek tek sormuşlar. Bilen çıkmamış. Kuşların en sonunda 1700 yaşında iki kuş oturuyormuş. Bilse bunlar bilir, bunlar da bilemezse yalan söylemiş demektir, demiş ve bu iki ihtiyar kuşa:

– Gavharnigin şehrini biliyor musunuz, diye sormuş. İkinci kuş:

– Tam bilmiyorum, ben yavruyken duymuştum. Bir gün annemiz üç gün ortadan kaybolmuştu. Üç gün aç kalmıştık. Üç gün sonra öğlen vaktinde, annem gelmişti. O zaman, “Anne, üç günden beri neredesin?”, diye sorduğumda, “Avcıya yakalandım yavrum, o beni Gavharnigin adlı şehre götürdü. Sizlerin eceli gelmemiş ki, üç gün sonra kaçıp kurtuldum. Yavrularım buradan kaçalım.” dedi. Sonra kaçıp buraya geldik. Biz göçeli uzun yıllar oldu, demiş.

– Orası nerede, diye sormuş, Nurğı-Parman.

– Göhiykap dağının ardında, yedi günlük yol, demiş, ikinci kuş.

– O zaman Jansap’ı yuvanıza kadar götürün. Kalan yolu kendisi gider, demiş Nurğı-Parman.

Nurğı-Parman’ın dediği gibi yuvalarının olduğu yere kadar götürmüşler, Jansap’ı.

– Arkadaş, buradan sonrasını biz bilmiyoruz, kendiniz gidersiniz, demiş kuş.

– Tamam, öyleyse, anneniz Gavharnigin’den döndüğünde hangi taraftan gelmişti, bana onu söyleyin, demiş Jansap.

– Doğu taraftan geldiydi, demiş kuş.

– Jansap da doğu tarafa doğru yola koyulmuş.

Peri uçup ülkesine gelince peri padişahı olan babasına başından geçenlerin hepsini anlatmış ve Jansap’ın geleceğini bilerek her köşe başına adam koydurmuş. Jansap biraz yol gittikten sonra bir delikanlıyla karşılaşmış. Delikanlı Jansap’a nereden geldiğini sormuş. Jansap da delikanlıya başından geçen olayların hepsini anlatmış. Delikanlı:

– Peri padişahı benim gibi kaç adamı köşe başlarına koydu Ben talihliymişim, sen padişaha götürürsem çok hediye alırım, demiş ve Jansap delikanlıyla yürümeye başlamış. Biraz sonra Gavharnigin adlı şehre gelmişler. Peri padişahın sarayına varmışlar. Jansap, dışarıda kalmış, delikanlı padişahın huzuruna çıkmış:

– Aradığınız adamı bulup getirdim, demiş.

– Nerede, diye sormuş peri padişahı.

– Dışarıda bekliyor, diye cevap vermiş, delikanlı.

– Çok güzel, deyip padişah delikanlıya hediyeler vermiş. Yanındaki vezirlerine de:

– Damadı kendisi için özel hazırlanmış otağa alın, demiş. Padişah düğün hazırlıklarına başlamış. Peri padişahının kızları yengeleri ile Jansap’ın yanına gelmişler. Jansap ile sohbet etmişler. Padişah birkaç gün düğün yapıp kızını Jansap’a vermiş. Düğünden sonra padişah Jansap’ı yanına çağırıp:

– Sen de birilerinin tek evladısın. Anne baban arkanda gözyaşları döküyordur. Bir kadın için çok çektin. Şimdi anne babanın yanına gidip onlara haber ver. Sonra geri gelirsin, evladım demiş.

– Çok iyi olur. Size minnettarım baba, demiş Jansap. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Jansap padişaha:

– Babamın ülkesine gitmek için hazırım eğer izin verirseniz, demiş. Padişah bir iki dev çağırıp:

– Sizler Jansap’ın emrindesiniz. Önce Jansap’ı babasının ülkesine götürün. Sonra nereye götür derse oraya götürürsünüz, demiş. Hediyeler hazırlayıp kızını da Jansap ile kocasının ülkesine göndermiş. Devler çok kısa sürede Jansap ile eşini ülkesine götürmüş. Babasının hizmetkârlarından birisi Jansap’ın geldiğini görmüş ve padişaha giderek:

– Jansap, gelininizi getirdi, demiş.

Padişah şaşıp kalmış. Uzun süre kendine gelememiş. Bir süre sonra toparlanıp yerinden kalkmış. Oğulunu ve gelinini kucaklayıp sağ salim iki evlatlarına kavuştuğu için Allah’a dua etmiş. İnsanoğlu bir sevindiğinde, bir de korktuğunda ağlarmış.

Padişah halkını toplayıp üç ay düğün yapmış, üç ay sonra düğün bitmiş.

Jansap ile karısı bazen peri padişahının ülkesine, bazen de Jansap’ın babasının ülkesine gidip gelerek mutlu bir hayat sürmüşler.

KUDABAY NİŞANCI

Çok eskiden Kudabay adında bir nişancı varmış. Kudabay bir gün hayvan avlarken ağlayan bir ihtiyara rastlamış. Kudabay ihtiyara:

– Dede niye ağlıyorsun, diye sormuş.

– Ey evladım, nesini sorarsın, ben bu ülkenin padişahının hizmetçisiydim. Her gün padişaha tavşan götürürdüm. Bugün şansıma bir şey bulamadım, padişah ölüm cezası vereceği için ağlıyorum, demiş ihtiyar.

– Sana tavşan lazımsa ben vereyim, deyip Kudabay avlamış olduğu tavşanlardan bir tanesini vermiş. İhtiyar da çok dua etmiş ve sevinerek yoluna devam etmiş.

Kudabay ertesi gün yine ava çıkmış. Ormanda dolaşırken önüne kaçmakta olan bir ejderha çıkmış. Ejderha Kudabay’a dönerek:

– Ey, insanoğlu ben bir yangından kaçıyorum. Beni bu yangından sağ salim kurtarırsan dört çeşit besi hayvanımın yarısısı sana veririm diye yalvarmış. Kudabay ejderhaya çok acımış. Sırtına bindirip ejderhayı evinebırakmış. Eve varınca ejderha:

– Sen şimdi evde dinlen, sana vereceğim hayvanları getireyim, demiş. Kudabay:

– Benim şimdi hayvan sürüp götürecek halim yok. Yarın gelip götürürüm, demiş ve evine dönmüş. Kudabay evine gelince başından geçenleri yaşlı annesine ve babasına anlatmış. Anne babası çok sayıda hayvanları olacağı için sevinmişler. Sevinçle gece boyu gözlerine uyku girmemiş.

Kudabay ertesi gün erken kalkıp ejderhanın vereceği hayvanları getirmek için yola çıkmış. Yolda giderken koyun otlatan bir çobana rastlamış. Bu çoban ejderhanın koyunlarının çobanıdır diye düşünerek:

– Ey, çoban arkadaş, senin otlattığın koyunlar kimin koyunları? Burada oturan ejderha bana dört çeşit besi hayvanının yarısını vereceğim diye söz vermişti, demiş.

– Sen deli misin, onun dört çeşit besi hayvanı bir yana, bir hayvanı bile yok. Mal adına sadece bir sandığı var. Başka da bir şeyi yok, demiş çoban. Kudabay yine de gidip ejderhayı göreyim demiş ve yoluna devam etmiş. Önüne yine bir koyun otlatan çoban çıkmış. Kudabay ona da sormuş. O da:

– Ejderhanın malı olarak bir şeyi yok. Sadece bir sandığı var, demiş.

Kudabay artık ejderhanın malının olmadığını anlamış ve kendi kendine “Pekiyi şimdi varınca bana ne diyecek bu?” demiş ve ejderhanın evine gelmiş. Kudabay ejderhaya dün vermiş olduğu sözü hatırlatmış. Ejderha Kudabay’a:

– Benim önüne katacak hayvanlarım yok. Mal olarak sadece bir sandığım var. Benim dört çeşit besi hayvanım bu, demiş ve sandığı vermiş. Kudabay da razı olup sandığı almış. Evine doğru yola çıkmış. Eve geldikten sonra sandığı açıp baktığında içinde ay gibi ağzı, güneş gibi gözü olan güzel bir kızın olduğunu görmüş. Kız Kudabay’ı, Kudabay da kızı sevmiş. Kudabay o kızla evlenip muradına ermiş.

TARTIŞMA

Bir gün bir ağaç ustası, sarraf ve molla birlikte uzun bir sefere çıkmışlar. Issız yerlerde, günlerce yol gitmişler. Her akşam birisi ateş yakarak nöbet tutuyor, diğer ikisi uyuyormuş. Ağaç ustası nöbet tutarken canı sıkılmış ve vakit geçirmek için ağaçları yontarak bir kukla yapmış. Sabah uyandıklarında molla ile sarraf kuklaya hayran kalmışlar. Kuklayı da yanlarına alarak yollarına devam etmişler. O gün akşam sarrafın nöbet sırasıymış. O da ateşin başında otururken kuklayı yontup üstüne değerli elbiseler giydirip kukladan güzel bir kız yapmış. Sabah uyandıklarında molla ile ağaç ustası bunu görüp hayran kalmışlar. Kuklayı yanlarına alıp tekrar yola koyulmuşlar. Akşam nöbet sırası mollanınmış. Molla gece boyu tan atana kadar Tanrı te-alaya kuklaya can vermesi için yalvarmış. Sabah uyandıklarında üç yolcuya bir “güzel” hizmet ediyormuş. Bu eşsiz güzele üçü de âşık olmuş. Önce ağaç ustası söze başlamış:

– Ben bu kızı ağaçtan ben yaptım. Yapmasaydım hiç birinizin aklında yoktu. Sizler yapmak şöyle dursun aklınıza bile getiremezdiniz. Onun için bu kızı benim almam lazım, demiş. Sarraf buna itiraz ederek:

– Bu nasıl olur? Eğer ben giyindirip güzelce yontup süslemeseydim, buna can verilsin diye dua etmezdiniz. Can verilse bile böyle güzel olamazdı. Eski halinde kalsaydı sizler onun için tartışmazdınız. Marifet benim, ben alacağım, demiş. Bunun üzerine molla düşünerek:

– Hey, yavrum hey, sizlerin yaptığı ne ki? Haydi, sen kukla yap, sarraf arkadaş da süslesin görelim. Eğer ben ağaç kuklaya can vermeseydim, ne yapacaktınız? Elinizde taşıyıp taşıyıp sonra bir çocuğa hediye ederdiniz. Ben daha merifetliyim. Onun için benim almam lazım, demiş molla.

İşte böyle. Ateşin başında ağaç ustası, sarraf ve molla hâlâ birbiriyle tartışıyormuş.

Sizce hangisini haklı?

ÜÇ DELİKANLI KARDEŞ

Çok eskiden bir ihtiyar varmış. Bu ihtiyarın üç oğlu varmış. Aylar ayları, yıllar yılları kovalamış. İhtiyarın çocukları yetişip büluğa ermişler. Bir gün ihtiyar adam çocuklarını etrafına toplamış:

– Çocuklarım, bu zamana kadar ben sizlere baktım. Besleyip büyüttüm. Artık ben yaşlandım. Ölüm günüm yaklaştı. Bundan sonra sizler kazanıp bana bakın. Ben bir gün öleceğim. Babadan kalan mal çocuğuna mülk olmaz. Çalışıp kendi alın terlerinizle kazanın, demiş. Çocuklar da babalarının dediğini yapmak için bir gece vakti başka bir yere gidip iş bulup çalışmayı düşünmüşler. Sabah tan atarken atlarına binip silahlarını kuşanıp yola revan olmuşlar. Çocuklar gün boyu yol gitmişler. Akşam olup güneş batarken yolları büyük bir ormana çıkmış. Ormana geldiklerinde güneş de batmış. Çocuklardan en büyüğü:

– Kardeşlerim, artık akşam oldu. Hava kararmaya başladı. Gece burada yatıp sabah yolumuza devam ederiz, demiş. Kardeşleri de uygun görmüş. Atlarından inip yerleşmeye başlamışlar. Bir yandan da: “Bu orman tehlikeli bir yere benziyor. Yırtıcı hayvanların sesleri geliyor. Bu nedenle güvenliğimiz için üçümüz sırayla nöbet tutalım.” demişler. İlk nöbeti en büyük ağabeyleri tutmaya başlamış. İki kardeşi yatar yatmaz uykuya dalmışlar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ormanın batı tarafından büyük bir kaplan kükreyerek dosdoğru onların yanına doğru gelmeye başlamış. Nöbet tutan ağabeyleri kaplanı görünce “Kardeşlerim uyanıp kaplanı görürlerse korkarlar. En iyisi kaplanı peşime takıp uzaklaşayım. Kaplan bana yetiştiğinde kılıçla başını kesip öldürürüm.” diye düşünerek kaçmaya başlamış. Kaplan da hışımla arkasından kovalamış. Kaplan tam yaklaşırken kılıçla kaplanı ikiye ayırmış. Kaplan yere yığılmış. Kaplanın öldüğünü görünce işaret olsun diye kaplanın arka tarafından bir parça deri kesip karnına bağlamış. Kardeşlerinin yanına gelmiş ve nöbet sırası gelen ortanca kardeşini uyandırmış. Kendisi de uyumuş. Aradan çok vakit geçmeden ormanın doğu tarafından büyük bir ejderha tıslayarak gelmeye başlamış. Nöbetteki ortanca kardeşleri, “Eğer ben burada beklersem ejderha üçümüzü de yutar. En iyisi ona doğru koşayım.” diye düşünmüş ve koşmaya başlamış. Bunu gören ejderha bütün gücüyle havayı içine çekmiş ve çocuğu yutacakken o sırada ortanca kardeş bütün gücüyle nefesini içine çeken ejderhayı kılıç darbesiyle ortadan ikiye ayırmış. Delikanlı da işaret olsun diye ejderhanın derisinden bir parça kesmiş. Belli olmayacak şekilde karnına bağlamış ve kardeşlerinin yanına geri gelmiş. Nöbet tutması için küçük kardeşini uyandırıp kendisi derin bir uykuya dalmış. O da bir süre nöbet tutup tan atmak üzereyken esen nisan rüzgârıyla kımıldayan otlara bakarak düşünüyormuş. O sırada gece boyu yanıp duran ateş sönmüş. Ateşi tekrar yakmak istese de ateş bir türlü yanmamış. “En iyisi etrafa bir göz atayım. Yakınlarda yanan bir ateş bulursam tezek yakıp getireyim.” diye düşünmüş. Ata binip etrafı kolaçan etmiş. Derken uzaklarda parıldayan ateşe benzer bir şey görmüş. O ateşe doğru atını koşturtup yanına vardığında büyük bir mağarada sohbet eden kırk yiğit görmüş. Hemen attan inip atını bağlamış. Kılıcını yanına alarak onların yanına gidip selam vermiş. Yiğitlerin bir anda korkudan yürekleri ağızlarına gelmiş. Sonra ona yer göstermişler. İçlerinde yaşça büyük olanı niçin geldiğini sormuş:

– Sizleri duyalı bir hayli zaman oldu. Eğer bulabilirsem atlarına bakıp hizmet ederim diye sizleri aramaya koyuldum Beş altı günden beri de arıyorum Şimdi burada buldum, demiş. Aralarında yaşça büyük olanı:

– En iyisi bu delikanlıya zarar vermeyelim, yanımıza alalım, diyerek diğerlerine bakmış. Hepsi uygun görmüş ve ateş almaya gelen delikanlıyı aralarına katmışlar. Kırk yiğit daha sonra sohbete kaldıkları yerden devam etmişler. Aralarından birisi:

– Ah delikanlı, bir çaresini bulup bu bölgedeki Tıs-mat adlı zengin adamın mallarını alamaz mıyız? Hiçbirimiz bunun bir yolunu bulamadık, demiş. Delikanlı, bunun üzerine:

– Ben onun yolunu biliyorum. Sizler şimdi atlarınıza binip beni takip edin. Ben sizi doğru onun sarayına götürüp hepinizi tek tek içeri sokacağım, demiş. Hepsini peşine takıp zengin adamın sarayına gelmişler. Delikanlı o saraya girecek bir delik biliyormuş. O delikten içeri girdikten az sonra:

– Ben sarayın her yerini dolaştım, herkes derin uykuda. Haydi, tek tek içeri girin, demiş delikanlı. Kılıcını da eline alıp beklemeye başlamış. Çocuğun gözünü hırs bürümüş. Her şeyden habersiz olan devler teker teker içeri girdikçe delikanlı, kellelerini kılıçla koparmış gövdelerini kimseye göstermeden bir kenara toplamış. Kırk haydutun kırkını da öldürmüş ve kendisi sarayın içinde dolaşmaya başlamış. Delikanlı dolaşırken yüzleri ay gibi parlayan bakmaya doyulmayan tüyden tapaılmış yatakların üstünde yatan zengin adamın üç kızını görmüş. Delikanlı, ilk önce en büyüğünün küpesini alıp sen büyük ağabeyimin olacaksın, ortancasının kolyesini alıp sen ortanca ağabeyimin olacaksın, en küçüğünün yanına gidip parmağındaki altın yüzüğünü alıp sen benim olacaksın, demiş ve sonra ağabeylerinin yanına gitmiş. Sabah onları uykularından uyandırmış ve bu üç kızın ülkesine doğru yola çıkmışlar.

Sonrasını kızların babasından dinleyelim. Zengin adam sabah erken kalkıp sarayına geldiğinde yerde kelleleri ve üst üste yığılmış gövdeleri görünce korkudan ödü kopmuş. Soruşturduğunda bunların ülkeyi soyup soğana çeviren kırk haydut olduğunu öğrenmiş. Bunları hangi kahraman öldürdü acaba diyerek sevinçle evine koşarak gelmiş. Durumu halka haber etmek için “Haydutları öldüren ortaya çıkarsa onun her dileğini yerine getireceğim.” diye ilan verdirmiş. O sırada üç kardeş zengin adamın evinin yanındaki bir evde oturup geçen gece başlarından geçen olayları birbirlerine anlatmışlar. İşaret olsun diye yanlarına aldıklarını da birbirlerine göstermişler. Sohbet eden kardeşlerin konuştuklarını zenginin adamın hizmetçileri duymuşlar. Hemen zengin adamın yanına gidip durumu anlatarak müjde istemişler. Zengin adam hemen üç kardeşin yanına varmış. Onlara:

– Sizler gerçek kahramanlarsınız. Ne dilerseniz her dileğinizi yerine getireceğim, demiş ve onları evine götürmüş. Yiğitlerin dileği üzerine üç kızını bu üç delikanlıya vermiş. Onlara mal mülk ve değerli hediyeler vererek ülkelerine göndermiş. Üç kardeş ülkelerine gidip düğün yapmışlar ve muratlarına ermişler.

ASAN GENJE

Çok eskiden bir padişah varmış. Bu padişahın üç oğlu varmış. Büyüğünün adı Esen, ortancasının adı Üsen, en küçüğünün adı da Asan Genje’ymiş. Padişahın çocukları büyümüşler büluğa ermişler. Padişah, çocuklarının yanına adm vererek büyüğünü kuş avlamaya, ortancasını halktan vergi toplamaya, küçüğünü de hayvanları gütmeye gönderiyormuş. Padişah kendi kendine “Çocuklarım büyüdü, artık bunları evlendirsem. Üç kızı olan bir padişahla dünür olsam.” diyormuş. Padişah bir gün yanına vezirini alarak başka ülkelerdeki padişahların kızlarına bakmaya gitmiş. Padişahın arzuladığı gibi olmamış. Bazı padişahların iki kızı varmış, bazılarının üç kızı varmış ama biri ölmüş. Her gittiği yerde durum aynıymış. İstediğini bulamayan padişah üzüntüyle dönerken önüne yaşlı bir kadın çıkmış:

– Evladım, bizim eve buyurup bir şeyler yiyin, demiş. Padişah çok şaşırmış. Yoldan geçen tanımadığı inasanları niçin evine davet ediyor acaba diye düşünmüş.

– Haydi, gidelim, demiş padişah. Yaşlı kadının evine gelmişler. Yaşlı kadının evi padişahların sarayından da ihtişamlıymış. Yaşlı kadın vezirle padişahın önlerine yemek getirmiş. Onlar otururlarken yaşlı kadın yine yoldan geçen başka bir padişahı vezirleri ve askerleriyle birlikte evine davet etmiş. Padişahları çok güzel ağırlamış. Tan atıp sabah olunca padişahlar gitmek için yaşlı kadından izin istemişler.

Son gelen padişah yaşlı kadına:

– Benden ne dilersin, demiş. Yaşlı kadın:

– Hiçbir dileğim yok. Sizlerin hayır dualarınızı almak istedim, demiş.

Padişah dua etmiş ve yaşlı kadına bir tepsi altın vermiş.

İlk gelen padişah Harezm padişahıymış. Yaşlı kadına:

– Ne dilersen dile vereceğim, demiş. Yaşlı kadın ona:

– Sizin üç çocuğunuz var. Benim ise hiç çocuğum yok. Bana iki büyük çocuğunu veya küçük çocuğunu ver. Benim sizden dileğim budur, demiş.

Padişah düşünmüş taşınmış, kendi kendine, “Çocuklarımı vermeyeyim desem, ne dilersen dile vereceğim diye söz verdim. Verdiğim sözü tutmamazlık etmeyeyim. En iyisi iki çocuğu vermek yerine küçük Asan’ı vereyim.” diye düşünmüş.

– Tamam, küçük oğlumu sana verdim, senin olsun. Size onu göndereceğim, diye söz vermiş.

İki padişah yolun bir kısmını beraber gitmişler. Yolda giderlerken birbirlerine ülkelerinden niçin çıktıklarını sormuşlar. Üç kızı olan padişah da üç oğlu olan bir padişah bulup onunla dünür olmak için yola çıkmış. Onlar yolda ekmek bölüp dünür olmuşlar ve ülkelerine dönmüşler.

Harezm padişahı ülkesine geldikten sonra çocuklarını çağırtmış. Büyük çocuğu Esen ve ortancası Üsen çağrıya uyup gelmişler. Küçük oğlu Asan Genje ise babasının gönderdiği adama:

– Gelmeyeceğim, demiş ve adamı geri göndermiş.

Padişah sinirlenmiş ve bu sefer en yakın gördüğü vezirini göndermiş. Asan Genje bu vezirin söylediklerine de kulak asmamış. Padişah daha da çok sinirlenmiş. Sonunda kendisi Asan Genje’nin yanına gitmiş. Padişah vardığında Asan Genje yanındaki yiğitleri ile yaşlı kadının evine gitmeye hazırlanıyormuş. Padişah gelir gelmez:

– Çağırdığım halde gelmediğin için sana ölüm cezası verdim, demiş ve kılıcını alarak oğlunun üzerine doğru koşmuş. Bunun üzerine Asan Genje:

– Durun, benim birkaç sözüm var. Ondan sonra öldürseniz de razıyım, demiş. Padişah kılıcıyla hazır bekliyormuş:

– Ne söyleyeceksen çabuk söyle, demiş.

– Artık hem senin çocuğun hem de bu padişahlığa tabi değilim. Çünkü sen beni başka ülkedeki yaşlı bir kadına çocuk olarak verdin. Onun için çağırdığında gelmedim, demiş.

Padişah “vah!” deyip küçük oğlunun haklı olduğunu anlamış ve pişman olmuş. Çocuğuna olan biten her şeyi anlatıp:

– Hayırlı yolculuklar, evladım diyerek Asan Genje’yi yaşlı kadının evine göndermiş.

Asan Genje yanına kimseyi almadan tek başına yaşlı kadının evine doğru yola çıkmış. Beş altı gün yol gittikten sonra yaşlı kadının evine varmış. Yaşlı kadın da Asan Genje ne zaman gelecek diye yolunu gözlüyormuş. Asan Genje atından inmeden yaşlı kadına:

– Haydi, ne iş buyuruyorsunuz söyleyin. Ben bir emek vermeden sizin çocuğunuz olamam, demiş Yaşlı kadın yalvarsa da Asan Genje atından inmemiş. Yaşlı kadının başka çaresi kalmayınca Asan Genje’ye:

– Rum padişahının Miskal Peri adında kızı var. Onu bana getireceksin, demiş. Asan Genje yaşlı kadın ile vedalaşmış ve Rum padişahının ülkesine doğru yola çıkmış. Zorlukları aşa aşa yoluna devam etmiş. Yolda başına çeşitli olaylar gelmiş.

Bir gün yolun sağ tarafında bir farenin yuvasına giremediğini görmüş. Yuvasına girmeye kalksa kedi fareyi takip ediyormuş. Eğer fare hata yaparsa kedi fareyi yakalayacak eğer kedi hata yaparsa fare kaçıp yuvasına girecekmiş. Bunu gören Asan Genje fareye acıyıp kediyi kovalamış. Fareye iyilik yapmış. O sırada farenin yuvasından bir ses:

– Ey, Asan Genje, sen bana iyilik yaptın. Ben farelerin padişahıyım. Dile benden ne dilersen. Sen ne dilersen ben yerine getireceğim, demiş.

– İstediğiniz bir şeyi verin, demiş Asan Genje. Fare bıyıklarından bir kıl koparıp vermiş. Bunu kaybetme, ne zaman başın sıkışırsa bu kılı yak ben hemen yetişirim. Senin için ne gerekiyorsa yaparım, demiş ve fare ile Asan Genje vedalaşmışlar.

Asan Genje yoluna devam ederken çok sesli bir şekilde bağıran bir kaplan çıkmış. O kaplanın yanında başka bir kaplan da sesli bir şekilde ağlıyormuş. Asan Genje bunlara ne oldu acaba demiş ve kaplanların yanına gitmiş. Kaplanın ayağına diken batmış ve kaplan da onun acısına dayanamayarak bağırıyormuş. Yanındaki kaplan ise o dikeni çıkarmakta zorlanıyormuş. Asan Genje atından inmiş ve kaplanın ayağındaki dikeni çıkararak ona iyilik yapmış. Kaplan da Asan Genje’ye:

– Ne zaman başın sıkışırsa biz sana yardım etmeye hazırız, diyerek bir kılını koparıp vermiş.

Oradan ayrılmış ve Asan Genje bir bozkırda giderken yolun kenarında, karıncaların yuvalarına giremediklerini görmüş. Asan Genje karıncaların yuvasının ağzını kapatan taşı alarak karıncalara bir iyilik yapmış. İçerideki karıncalar dışarıya, dışarıdaki karıncalar da içeriye girerek sevinmişler. Sonra karıncalar da Asan Genje’ye bir işaret vererek vedalaşmışlar.

Aradan üç ay geçmiş. Asan Genje’nin yol için aldığı azık bitmiş ve atını kesip yemiş. Atın eyerini sırtına almış ve yaya olarak bir ay daha yol gitmiş. Sonra yolun sağ tarafında büyük bir şehir görmüş. Asan Genje, bu şehre nasıl girerim, üstüm başım berbat, insana benzer yanım kalmadı diye düşünmüş. Sonra en iyisi dışarıda öleceğime bu şehirde öleyim demiş. Asan Genje, bu arada padişahın kızını getirmek için yola çıktığını unutmuş. Şehir büyük ve kalabalıkmış. Asan Genje’nin durumuyla aynı olan çok insan varmış.

Asan Genje şehre girip oğlu olmayana oğul, kızı olmayana kız olurum diye düşünmüş. Biraz şehri dolaşmış. Akşam olmak üzereyken Asan Genje ekmek satan yaşlı bir kadına yaklaşarak:

– Oğlu olmayana oğul olurum, demiş. Yaşlı kadın Asan Genje’nin yakışıklılığına bakarak:

– Benim oğlum da kızım da yok. Benim oğlum olur musun, diye sormuş.

– Olurum, demiş Asan Genje. Bunun üzerine yaşlı kadın Asan Genje’yi yanına alarak evine götürmüş. Asan Genje yaşlı kadının öz çocuğu gibi ona hizmet etmiş.

Günlerden bir gün yaşlı kadın sabah kalktığında Asan Genje’nin yastığının yanında birkaç altın görmüş. Yaşlı kadın uyuyan Asan Genje’ye farkettirmeden altınları almış. Asan Genje’nin perçeminden her zaman altın damlarmış. Bunu kendisi de bilmezmiş. Yaşlı kadın bu şekilde yavaş yavaş zengin olmuş. Asan Genje’ye de ayrı bir otağ kurmuş.

Asan Genje bir gün erkenden uyanıp dışarı baktığında doğudan bir güneş, batıdan da bir güneş çıktığını görmüş. Hayretler içinde koşarak yaşlı kadının yanına gelmiş ve:

– Doğudan doğan bildiğimiz güneş, pekiyi batıdan doğan güneş, neyin nesidir, diye sormuş. Yaşlı kadın uzun bir süre cevap vermemiş. Asan Genje tekrar tekrar sorunca:

– Batıdan doğan güneş, padişahımızın Miskal Peri adında bir kızı var. Padişah onu saraya kapatmış ve kapısına nöbetçiler koymuş. Miskal Peri her sabah bir kere dışarıya çıkarılıyor. Onun güzelliği güneşe yansıyıp batı taraftan da güneş doğuyormuş diye cevap vermiş, yaşlı kadın. Asan Genje bunu duyunca ülkesinden niçin çıktığını hatırlamış. Miskal Peri’ye ulaşıp konuşmanın yollarını düşünmüş. O gün akşam olmuş ve şehirdeki tüm insanlar uyumuş. Sokaklarda ara sıra havlayan köpeklerden başka hiçbir şey yokmuş. Asan Genje oturup düşünürken yolda farelerin padişahının verdiği kıl aklına gelmiş. Hemen kılı yakmış. O an farelerin padişahı Asan Genje’nin yanında hazır olmuş:

– Dostum, başın niye sıkıştı, diye sormuş, farelerin padişahı. Asan Genje olan biteni anlatmış ve:

– Siz, benim evimden başlayarak Miskal Peri’nin yattığı yere kadar yerin altından tünel kazın. Kimse farketmesin. Çıkan toprağı da şehrin dışına dökün. Kazdığınız tünelin tepesine insanın başı değmesin. Eğer dostumsan bu işi iki saatte bitirirsin demiş Asan Genje. Farelerin padişahı bütün farelere yarın bu vakitte burayda olmalarını emretmiş.

Ertesi gün iki saat içinde Asan Genje’nin isteğini fareler yerine getirmiş. Asan Genje yeraltındaki tünelle Miskal Peri’nin kaldığı yere doğru gitmiş. Fareler tünelin ucuna Miskal Peri’nin yattığı odanın köşesinden bir delik açmışlar. Asan Genje bu delikten odaya girmiş. Odanın içi gündüz gibi aydınlıkmış. Hiçbir yerde yanan bir ateş olmamasına rağmen kızın güzelliği odayı gündüz gibi aydınlatıyormuş. Miskal Peri yüzüne tülbent kapatmış uyuyormuş. Asan Genje tülbenti açmış ve kızın yüzüne bakınca Miskal Peri’nin güzelliğinden kendinden geçip bayılmış. Bir süre sonra Miskal Peri uyanmış. Uyandığında bir delikanlının yerde yatmakta olduğunu görmüş. Delikanlının yüzüne bakıp ona âşık olmuş ve kız da bayılmış.

Bir süre sonra, Asan Genje kendine gelmiş. Yerde baygın halde yatan kıza hiçbir şey söylemeden geldiği yolla evine geri dönmüş.

Padişah her sabah Miskal Peri’yi kontrol ediyormuş. Bu kız doğduğundan beri ağırlığı bir miskal olsun artmazmış. Eğer kızın yüzünü bir erkek görürse ağırlığı bir miskal kadar artarmış.

Her sabah olduğu gibi padişah Miskal Peri’nin kilosunu kontrol etmiş. Kızın eskisinden daha ağır olduğunu gören padişah bu duruma sinirlenmiş. Kızın korumalığını yapan kırk nöbetçiyi darağacında astırmış. Ertesi gün kızın kapısına güvendiği kişilerden yüz adamını nöbetçi olarak koymuş. O gece Asan Genje kızın kaldığı yere tekrar gelmiş. O gün Miskal Peri uyumamış ve eline bir hançer almış bekliyormuş. Odaya giren Asan Genje’yi görünce Miskal Peri yine bayılmış. Asan Genje de bayılmış. Çok geçmeden ikisi de kendine gelmiş. Miskal Peri delikanlıyı hançerle öldürmeye çalışmış. O an Asan Genje:

– Size bir şey söyleyeceğim. Ondan sonra beni öldürseniz de razıyım, demiş.

– Söyle öyleyse, demiş kız biraz sakinleşerek. Asan Genje niçin buralara geldiğini, yolda nasıl zorluklar çektiğini, buraya nasıl geldiğini eksiksiz bir şekilde anlatmış. Miskal Peri hançerini geri çekerek:

– Sen bana âşıksan, ben de sana aşığım ama babamın, üç kötü şartı var. O şartları yerine getiremeyen nice kahramanlar, nice şehzadeler, ölüyor. Sen de boş yere ölme. O şartları yerine getirmen imkânsız. Bundan sonra buraya gelme, seni bir kere ölümden kurtardım, demiş. Ancak Asan Genje:

– Babanın her türlü şartını yerine getiririm. Benim başım senin yolunda kurban olsun, deyince Miskal Peri elindeki altın yüzüğü Asan Genje’ye vermiş:

– Sen yarın adam gönderip beni istet. Babam onlara üç şartını söyleyecektir. O üç şarttan birincisi: Meydanda iki çukur var. O çukurları sana gösterip çukurun birinde altın, birinde ise gümüş kaynatmanı ister babam. Çukurlarda altın ve gümüşü kaynatabilmen için sana yüzük vereceğim. Orada küçük bir delik var. O yüzüğü kimseye farkettirmeden deliğin içine at. O zaman altın ile gümüş kaynayamaya başlar. Kaynadıktan sonra kıble tarafa dönüp delikten yüzüğü al ve çık. Bçylelikle birinci şartı yerine getitmiş olacaksın. Dediklerimi unutma. İkinci ve üçüncü şartı da babam sana söyler. Onları yerine getirmek senin elinde. Şartları yerine getirmeni diliyorum, demiş ve Miskal Peri Asan Genje ile vedalaşmış.

Sabah Asan Genje yaşlı kadına padişaha gidip kızını istemesini söylemiş. Ancak yaşlı kadın:

– Evladım padişahın üç şartı var. O şartları yerine getiremedikleri için çok adam öldü. Sen o kızı istetmekten vazgeç, demiş. Asan Genje rica etmiş, yalvarmış. Sonunda oğlunun bu işten vazgeçmeyeceğini anlayan yaşlı kadın padişahın huzuruna çıkmış:

– Padişahım, söylecek sözüm var, demiş.

– Söyle, demiş padişah.

– Benim bir oğlum var. Artık delikanlı oldu. Kızınızı almak için şartlarınızı yerine getireceğim diye ısrar ediyor. Onun için geldim, demiş.

– Öyleyse oğlunu gönder, demiş padişah. Yaşlı kadın evine dönmüş. Padişahın söylediklerini Asan Genje’ye anlatmış. Ertesi gün Asan Genje padişahın huzuruna çıkmış ve niçin geldiğini söylemiş.

₺57,84

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
02 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6981-38-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre