Kitabı oku: «Büyük gökbilimciler», sayfa 2
Filozofların toplumsal iddialara karşı verdiği mücadele çok ender rastladığımız bir şey değil, ancak bu mücadele tıpkı Batlamyus’un araştırmalarındaki gibi gerçekleştiğinde, yani toplumsal iddialar felsefi araştırmayla desteklendiğinde, bu iddialar böylece en yüksek yetkinin mührünü taşır hale geliyor, böylesi savların yanlışlanması da çok daha zor bir hal alıyor. Batlamyus’un çalışmalarının insan zekâsına daha önce bahsettiğimiz uzun dönem boyunca hâkim olduğu gerçeğini belki bu şekilde açıklayabiliriz.
Şu âna dek yalnızca gökcisimlerinin başlıca hareketlerinden bahsettik, bunu da tüm kürenin yirmi dört saatte bir dönüyormuş gibi göründüğünü söyleyerek yaptık. Şimdi ise Batlamyus’un Ay’ın aylık hareketini, Güneş’in yıllık hareketini ve “gezgin yıldızlar” unvanını kazanan gezegenlerin döngüsel hareketlerini açıklamaya çalıştığı çarpıcı teorilerine bir bakalım.
Tıpkı diğer gökbilimciler gibi, dolaylı ya da doğrudan, bu hareketlerin dairesel olması gerektiğine ya da dairesel hareketlerle açıklanabileceği fikrine kapılan Batlamyus’a göre Ay’ın yıldızlar arasında izlediği yol Dünya’nın merkezde bulunduğu bir çemberdi. Yıllık dönemde benzeri bir hareketi Güneş’e atfetmişti, çünkü mevsimler değiştikçe takımyıldızlarının pozisyonları değişiyordu; yani her ne kadar parlak ışığı gündüz vakti etrafındaki yıldızları görmemizi engellese de Güneş’in göksel kürede bir tur attığına kuşku yoktu. Böylece Güneş’in ve Ay’ın hareketleri, göksel kürenin günlük dönüşü de hesaba katıldığında, tüm gökcisimlerinin hareketlerinin “kusursuz” olduğu düşüncesini destekliyor gibi görünüyordu ki bu gökcisimleri de çemberlerin içinde düzgün sınırlarıyla, yani kusursuz eğimleriyle betimleniyorlardı.
Gelgelelim en basit gözlemler bile gezegenlerin hareketlerinin bu yalın anlayışla açıklanamadığını gösterdi. Tam burada Batlamyus’un geometri dehası devreye girdi ve gezegenlerin görünen hareketlerini açıklayabileceği bir şema buldu.
Batlamyus’un akıl yürütmesini anlayabilmek için gelin önce bu gözlemlerle elde edilen, açıklama gerektiren olguları açıkça belirtelim. Bilhassa iki gezegeni, Venüs ve Mars’ı ele alacağım; çünkü bu gezegenler iç ve dış gezegenlerin tuhaflıklarını sırasıyla en çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. En basit gözlem bile Venüs’ün gökte Güneş ve Ay gibi dönmediğini gösterir. Batıda günbatımından sonra ortaya çıktığı sırada, en parlak olduğu o anda akşam yıldızına bir bakın. Venüs’ün, yıldızların arasından Güneş veya Ay gibi doğuya gitmek yerine her geçen hafta Güneş’e doğru çekildiğini görürüz, ta ki Güneş ışınları içinde kaybolana kadar. Aslında Venüs’ün, yıllık hareketi sırasında Güneş’e eşlik ettiği gayet açıktı. Belli bir uzaklığa kadar Güneş’e doğru ilerliyor, aynı mesafeyi katederek Güneş’in gerisine doğru geliyordu.

Batlamyus’un gezegenler şeması
Bu hareketler, kusursuz sayılan tek bir hareket rotasını takip eden Venüs’ün hareketleriyle tamamen uyumsuzdu. Bu hareketin, Güneş’in dönüşüyle tuhaf bir biçimde bağlantılı olduğu çok açıktı, Batlamyus’un bu hareketi açıklamak için ileri sürdüğü dâhiyane yöntem ise şu oldu: Dünya’dan Güneş’e uzanan sabit bir kol düşünün, tıpkı şekilde gösterildiği gibi; böylece bu kol, Güneş’in hareketinin bir sonucu olarak daima aynı şekilde hareket edecek. Bu kol üzerindeki P noktasında küçük bir çemberin olduğunu varsayalım. Çemberin kendisi Güneş’in hareketi tarafından sürekli taşınırken Venüs’ün bu küçük çemberde döndüğü farz ediliyordu. Bu şekilde Venüs’ün esas gariplikleri için bir açıklama yapmak mümkün oluyordu. Bu yolla gerçekleşen şey: P etrafındaki dönüşün bir sonucu olarak, Dünya üzerindeki gözlemci Venüs’ü bazen Güneş’in bir tarafında, bazen de diğer tarafında görecek, böylece gezegen sürekli Güneş’in etrafında kalacak. Bu küçük buluş, hareketleri düzgün bir şekilde oranlayarak gündüz yıldızından akşam yıldızına olan bağlantıyı kurdu. Böylece Venüs’ün değişiklikleri, Dünya etrafında düzgün biçimde dönen P’nin “kusursuz” hareketi ve hareket eden merkezin etrafında düzgün biçimde dönen Venüs’ün “kusursuz” hareketini birleştirerek açıklandı.
Tam olarak benzer bir tutumla Batlamyus, Merkür için de düzensiz görünen bir açıklama öne sürdü. Güneş’in bir o yanında, bir diğer yanında olan ve nadir görünen bu gezegen tıpkı Venüs gibi bir çember üzerinde hareket ediyordu ki bu çemberin de merkezi Güneş’i ve Dünya’yı bağlayan bir çizgi tarafından taşınıyordu. Ancak Merkür’ün üzerinde döndüğü çember, Venüs’ün çemberine kıyasla daha küçük olmalıydı; çünkü Merkür, Venüs’e kıyasla Güneş’e hep daha yakında duruyor.

Batlamyus’un teorisine göre Mars’ın hareketi
Mars gibi bir dış gezegenin hareketleri de iki kusursuz etkinin bağlantısı kullanılarak açıklanacaktı. Yine de Mars’ın geçirdiği değişimler, Venüs’ün hareketlerinden çok farklı; bu yüzden çemberlerin oldukça farklı konumlandırılması gerekiyordu. Mars gibi bir dış gezegenin hareketlerini niteleyen gerçekleri bir düşünelim. Öncelikle Mars, gökyüzünde bir tam tur atıyor. Bu açıdan kuşkusuz Güneş veya Ay’a benzediği söylenebilir. Ancak azıcık dikkat, gezegenin hareketinde olağanüstü düzensizlikler olduğunu ortaya çıkarıyor. Genel olarak bahsedecek olursak Mars, yıldızlar arasındaki yolculuğunda batıdan doğuya doğru hızlanır; ancak bazen gözlemci bu hızın azaldığını sonraysa gezegenin sabit bir pozisyonda kaldığını görür. Birkaç gün sonra gezegenin izlediği yön tersine döner ve bu kez gezegen, doğudan batıya doğru hareket eder. En başta yavaşça hareket eder fakat sonra hızlanır, belli bır hıza ulaşmasının ardından ikinci kez sabit bir pozisyona geçer. Kısa süren bir duraksamadan sonra batıdan doğuya olan esashareketi devam eder, benzer değişim döngüsü tekrar ortaya çıkana kadar gezegen bu şekilde yol alır. Bu tür hareketler, Dünya etrafındaki tek bir çemberde meydana gelen herhangi bir kusursuz harekete göre büyük değişiklikler gösteriyordu. Burada ise yine Batlamyus’un geometri zekâsı ona, Mars’ın görünen hareketini açıklayacak, aynı zamanda da bu hareketi çok gerekli gördüğü kusursuz hareketlerle sınırlayacak bir çıkış yolu sağladı. Şekil 2’de Batlamyus’un Mars’ın hareketine ilişkin geliştirdiği teoriyi ortaya koyduk. Tıpkı önceden olduğu gibi merkezde Dünya var, Güneş ise o merkezin etrafında dairesel yörüngesi üzerinde. Şimdi, M noktasıyla işaretlenmiş yerde, Dünya etrafında yer alan ve adına yörünge denen bir çemberin üzerinde düzgün bir biçimde dönen hayali bir gezegen olduğunu varsayalım. Kusursuz harekete sahip M noktası, M’le birlikte taşınan bir çemberin merkezini oluşturuyor, etrafında da Mars’ın düzgün biçimde döndüğü çember yer alıyor. Bu iki kusursuz hareketin, Mars’ın gökyüzünde gerçekleştirdiği yer değiştirmenin aynısını gerçekleştireceğini ortaya koymak ise kolay. Şekilde belirtilen pozisyonda Mars hiç şüphe yok ki gözlemciye batıdan doğuya doğru görünen bir hareket yolu izleyecek. Gezegen R pozisyonu gibi bir pozisyona döndüğünde, tıpkı okun gösterdiği gibi, bu kez hareket eden çemberdeki dönüşü dolayısıyla doğudan batıya doğru hareket ediyormuş gibi görünecek. Öte yandan tüm çember, tam tersi yönde ileri taşınacak. Eğer sonraki hareket öncekinden daha yavaş olursa o zaman Mars’ın gökyüzünde izlediği hareket açıklanabilir. Bu kolların uzunlukları düzgün bir biçimde ayarlandığında gezegenlerin hareketleri tıpkı gözlemlendiği şekliyle açıklanabilir.
Batlamyus’un aşina olduğu diğer dış gezegenler, Jüpiter ve Satürn de Mars’ın karakteristik hareketiyle aynı hareketleri sergiliyorlar. Batlamyus, her gezegenin kendi çemberinde kusursuz bir dönüşe, her çemberin de merkezde bulunan Dünya etrafında kusursuz bir harekete sahip olduğunu öne sürerek tüm bu hareketleri açıklamada başarılı oldu.
Batlamyus’un bir adım daha ileri gitmemesi bir açıdan tuhaf, bunu yaparak sistemine muhteşem bir basitlik kazandırabilirdi. Örneğin Venüs’ün hareketlerini, hareket eden çembere Güneş’in kendisini koyarak da açıklayabilirdi, böylece Venüs’ün döndüğü çemberi de genişletmiş olurdu. Aynı zamanda dış gezegenlerin katettiği çemberlerin merkezine de Güneş’i alabilirdi. Gezegen sistemi böylece; merkezde sabit bir Dünya, onun etrafında munzatam bir şekilde dönen Güneş, Güneş’in merkezde bulunduğu kendilerine ait çemberler üzerinde dönen gezegenlere sahip olurdu. Belki de Batlamyus bunu düşünemedi ya da buna karşı olan iddialarla karşılaştı. Ancak bu önemli adım Tycho tarafından atıldı. O, tüm gezegenlerin Güneş etrafındaki çemberlerde döndüğünü, tüm bu yörüngeleri sırtlayan Güneş’in de Dünya’nın etrafındaki kocaman bir çemberde döndüğünü ileri sürdü. Bu noktaya gelindikten sonra Güneş Sistemi’nin yapısı hakkındaki muhteşem gerçeklere ulaşmak yalnızca bir adım alacaktı. O son adım, Kopernik tarafından atıldı.
Kopernik

Kopernik
Vistül Nehri üzerinde yer alan ilginç kasaba Toruń, Kopernik orada 19 Şubat 1473’te doğduğunda iki yüzüncü yaşını doldurmuştu. Bu kasaba, Prusya ve Polonya arasında bir sınır oluşturuyordu ve nehrin sağladığı geniş su yolları kasabayı önemli bir ticaret merkezi haline getirmişti. Kopernik’in doğduğu zamanlardan kasabanın bir görüntüsüne bu kitapta yer verdik. Gözlem kuleleriyle donatılmış duvarlara dikkat edilmesi gerekir. Konumunun Toruń’a on beşinci asırda sağladığı stratejik önem de kayda değerdir, o kadar ki Alman idaresi son zamanlarda bu kasabayı birinci sınıf bir kale olarak seçmişti.
Buluşlarıyla Kepler ve Newton’ın öncüsü olan gökbilimci Kopernik, belli başlı erken dönem gökbilimcilerin aksine asil bir aileden gelmiyordu, çünkü babası bir tüccardı. Yine de tarihçiler, dikkat göstererek Kopernik’in amcalarından birinin bir piskopos olduğunu söylüyor. Büyük bir üne kavuşan diğer isimler için de çoğunlukla geçerli olduğu üzere onun da çocukluğu veya gençliği hakkında ilgi çekici detaylara sahip değiliz. Öyle görünüyor ki genç Nikola, ki bu vaftiz adıydı, Kraków Üniversitesi’ne gönderilecek yeterliğe sahip olduğuna kanaat getirilene kadar eğitimini evinde almış. O günlerde orada gördüğü eğitim muhtemelen oldukça basit bir eğitimdi, ancak Kopernik bu eğitimden fazlaca yararlanmış görünüyor. Kendini bilhassa tıp çalışmalarına adamıştı, çünkü hayatı boyunca bir meslek olarak bunu yapma niyetindeydi. Fakat geleceğin gökbilimcisinin eğilimleri, matematikteki yoğun çalışmasında kendini gösterdi; ayrıca kendisinden sonra gelen ünlü takipçisi Galileo gibi o da resim sanatına karşı büyük bir ilgi duyuyordu, hatta bu konuda belli bir başarı da elde etmişti.

Torun Kasabası (eski bir baskıdan)
Yirmi yedi yaşına geldiğinde Kopernik, bir hekim olma fikrinden vazgeçti, böylece kendini bilime adadı. Matematik öğretmekle meşgul oldu, hatta bu alanda belli bir üne de kavuştu. Gitgide büyüyen şöhreti piskopos amcasının dikkatini çekti ve onun önerisiyle Kopernik takdis merasimine katılarak Vistül Nehri ağzı yakınlarındaki Frauenburg Katedrali’n-de rahipliğe başladı.
Böylece Frauenburg’a giden çok yetenekli bu adam emekli oldu. Bir tür münzevi ruh haline büründü ve hayatını en önemli tasvirlerin çalışmalarına adamaya karar verdi. Tüm alelade topluluklardan kendini soyutladı ve samimiyetini yalnızca tanıdığı önemli dostlarıyla sınırladı, işe yaramayan türden herhangi bir muhabbete katılmayı reddetti. Öyle görünüyor ki resim sanatına olan yeteneği uçarı olarak görülmüştü, her ne olursa olsun üretmeye devam edip etmediğini ise bilmiyoruz. Dini görevlerini yerine getirmeye ek olarak hayatının bir kısmını yoksulların medikal ihtiyaçlarıyla ilgilenerek, bir kısmını da gökbilim ve matematik üzerinde araştırma yaparak geçiriyordu. Gökyüzünü gözlemlemek için kullandığı araçlar ekipman açısından çok yetersizdi. Allenstein’daki evinin duvarlarına delikler açmıştı, böylece bir yıldızın meridyen üzerindeki geçişini gözlemleyebiliyordu. Pratik mekanizmalarla ilgili yeteneği, Frauenburg’un sakinleri tarafından kullanılmak üzere nehirden çekilen suyu yükseltmek için inşa ettiği araçla kanıtlanmış oldu. Bu makinenin kalıntıları hâlâ görülebilir.
Ortaçağ süresince uyuyan zihinler, Kopernik’in devrimsel savları ile uyanacaktı. Dikkate değer bir durum da Kopernik’in Güneş Sistemi şeması keşfinin, dünya tarihinde önemli bir döneme tesadüf etmesiydi. Bu büyük gökbilimci, Kolomb’un Yeni Dünya’yı keşfettiği sıralarda henüz reşit olmuştu.
Kopernik’in araştırmalarının yayımlanmasından önce ortodoks bilim anlayışı, Dünya’nın sabit olduğunu ve gökcisimlerinin görünen hareketinin aslında gerçek hareketler olduğunu deklare etmişti. Batlamyus, bu görüşü on dört asır önce öne sürmüştü. Bu teoride çok büyük bir hata, çok önemli gerçeklerle ilişkilendirilmişti; ayrıca gökcisimlerinin hareketlerini açıklama konusunda o kadar tutarlı bir şemayla sunulmuştu ki Batlamyus’un bu teorisi, Kopernik’in muhteşem çalışması ortaya çıkana kadar ciddi manada sorgulanmamıştı bile. Şüphesiz Kopernik’ten önce diğerleri, zaman zaman bir nebze akla yatkın olarak dönen sistemin merkezinde Dünya’nın değil de Güneş’in bulunduğunu gizliden gizliye düşünmüşlerdi. Fakat bilimsel bir gerçeği öne sürmek bir şey, mantıksal düşünce dizgesine sahip deney veya gözlem üzerine kurulmuş bir gerçeği tesis etmek başka bir şey. Görünüşe göre Pisagor da öğrencilerine hareketin merkezindekinin Dünya değil, Güneş olduğunu söylemişti; ancak Pisagor’un bu görüşünü dayandırdığı bilimsel bir temel olmadığı için bu savın ona atfedilmesi olanaksız. Şu âna kadar bildiklerimize göre Pisagor, gökcisimlerinin şemasını doğa felsefesindeki birçok abes kavramla ilişkilendiriyordu. Tabii ki Güneş Sistemi’nin en önemli cismi hakkında doğru bir sav ileri sürmüş olabilir, ancak bu doğru savı dayandıracak rasyonel bir kanıt öne sürmediği de kesin. Kopernik ise sıkı bir mantıksal düşünce akışı sayesinde, onu dinleyenleri sistemin merkezindekinin Güneş olduğuna ikna edebildi. Bizler için öne sürdüğü argümanları ele almak yararlı olabilir, çünkü bu argümanlar sayesinde zihin devrimi konusunun ismiyle hep bağlantılı olmasını sağladı.
Kopernik’in yaptığı muhteşem keşiflerden ilki, Dünya’nın kendi ekseni üzerinde dönmesiyle ilgiliydi. Genel günlük hareket, yani yıldızların ve diğer gökcisimlerinin her yirmi dört saatte bir gökyüzünde tamamen taşınıyormuş gibi görünmesi Batlamyus’a göre gerçek hareketlerdi. Daha önce de gördüğümüz gibi Batlamyus’un kendisi bile göksel küre gibi devasa bir sistemin bu şekilde dönmesini içeren varsayımda büyük bir problem olduğunu hissetmişti. Bu tür bir hareketin gerçekleşmesi için yıldızların çoğunun neredeyse algılanamaz hızlarda seyahat etmesi gerekiyordu. Kopernik de gökcisimlerinin günlük yükselişinin ve batışının, sabit bir Dünya etrafında dönen gökkubbe varsayımıyla ya da sabit bir gökkubbe içinde tersine dönen bir Dünya varsayımıyla açıklanabileceğini gördü. Batlamyus’un yaptığı gibi her iki varsayıma göre savlar üretti; çalışmalarının sonucu olarak ise Kopernik, Batlamyus’un bulduğu sonucun tersi bir sonuca ulaştı. Batlamyus, Dünya’nın döndüğü varsayımında çok fazla problem olduğunu düşünüp Dünya’nın döndüğünü reddetmek zorunda kalmıştı; Kopernik ise gökkubbenin döndüğü varsayımındaki problemlerin geniş ölçekte çok daha fazla olduğunu gördü.
Kopernik, gözlemlenen olguyu gökkubbenin dönüşüyle nasıl açıklayabiliyorsak Dünya’nın dönüşüyle de açıklayabileceğimizi gösterdi. Sakin suların üzerinde hareket eden gemideki insanlara atıfta bulundu, geminin kendisinin sabitmiş gibi göründüğüne dikkat çekip bu sırada kıyıdaki cisimlerin yanımızdan geçiyormuş gibi göründüğünü ima etti. Bu sebeple eğer Dünya muntazam bir şekilde dönüyorsa üzerinde yaşayanlar, kendi hareketlerinden habersiz bir şekilde, aslında Dünya’nın dönüşünün bir sonucu olan yıldızların yer değiştirmesini de başka bir şeye bağlayabilirlerdi.
Kopernik, Batlamyus’un Dünya’nın dönüşünü imkânsız olarak nitelendirmesine neden olan argümanların anlamsızlığını gördü. Ortada Dünya’nın dönüşüne karşı çıkacak herhangi bir haklı bir nedenin bulunmadığı Kopernik için gayet açıktı. Bu konudaki açık görüşlülüğü için bir doğa filozofu gibi düşünen Kopernik’in bilgeliğine minnettar olmalıyız. Dünya’nın döndüğü durumda bu harekete havanın katılmayacağı, bu sebeple de Dünya’nın korkunç rüzgârlar yüzünden yaşanılamaz bir yer olacağı, böylece hepimizin havaya uçacağı ileri sürülmüştü. Kopernik ise bu savın mantıkdışı olduğuna kendini inandırmıştı. Havanın, tıpkı sokakta yürüyen birinin bu hareketi sırasında onu sarmaya devam eden paltosu gibi, Dünya’ya eşlik etmesi gerektiğini kanıtladı. Böylece Dünya’nın hareketine karşı önceden öne sürülen iddiaların hepsinin saçmalık olduğunu gösterdi; bu sayede de günlük hareketi açıklamaya çalışan iki zıt görüşün akla yatkınlığını düzgün bir biçimde karşılaştırabildi.

Frauenburg (eski bir baskıdan)
Bu mesele bu şekilde ele alınınca sonuç çok geçmeden açığa çıkacaktı. Soru şu: Hangisi daha olası? Kocaman bir gökkubbenin merkezindeki bir kum kadar olan Dünya’nın her yirmi dört saatte bir dönmesi mi, yoksa tüm o geniş gökkubbenin tamamının yine yirmi dört saat içinde tersine doğru dönmesi mi? Tabii ki ilki çok daha basit bir varsayımdı. Ancak sorun aslında daha büyüktü. Batlamyus, tüm yıldızların bir kürenin yüzeyine iliştirilmiş olduğunu öne sürmüştü. Bu varsayımı için herhangi bir dayanak noktası yoktu; ancak eğer böyle düşünmeseydi sabit bir Dünya etrafında dönen göklerin bir şemasını çıkarması onun için imkânsız olurdu. Ne var ki bir filozofun içgüdülerine sahip Kopernik, gökkubbenin görünen olguyu temsil etmesinin geometrik bakış açısından dolayı uygun olduğunu, ancak bu kubbenin maddesel bir varlığının olamayacağını düşündü. En başta, böyle bir göksel kürenin maddi olarak var olması, tüm o yıldızların tam olarak Dünya’dan aynı uzaklıkta olması demek. Tabii ki kimse yıldızların bu düzene ya da başka gelişigüzel bir düzene sahip olabileceğinin imkânsız olduğunu söyleyemez, ancak ortada yıldızların neden aynı uzaklıkta olması gerektiğini söyleyen makul bir neden yoktu, dolayısıyla yıldızların bu şekilde konumlanmış olması da son derece olanaksız gözüküyordu.
Ayrıca hiç şüphe yok ki Kopernik, Batlamyus’un muhteşem küresinin nasıl bir madde kullanılarak inşa edilmiş olduğu konusunda da sorunlar görüyordu. Onun algısına sahip hiçbir filozof bunu gözden kaçırmazdı, küre sonsuz bir şekilde uzanmıyorsa dışında da bir alan olmalıydı, böyle bir düşünce de başka zor sorulara kapı açıyordu. Sonsuz olsun veya olmasın, gökkubbenin çapının Dünya’nınkinden on binlerce kat büyük olduğu açıktı. Kopernik bu düşünceler sonucu, yıldızların ve diğer gökcisimlerinin hepsinin de büyük cisimler olduğu gerçeğini öne sürdü. Böylece soruyu öyle bir şekle soktu ki bu soruya artık doğru cevaptan başka bir cevap verilemezdi. Hangisi daha mantıklı bir varsayımdı? Dünya’nın kendi ekseni etrafında yirmi dört saatte dönmesi mi yoksa aynı sürede Dünya’nın çapından on binlerce kat büyük çemberlerin üzerindeki on binlerce büyük yıldızın Dünya’nın etrafında dönmesi mi? Bariz cevap Kopernik’i öyle büyük bir baskının altına soktu ki Kopernik, Batlamyus’un sabit Dünya teorisini reddetmek zorunda hissetti; böylece gökyüzünün günlük hareketini, Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüşüne bağladı.
Bu büyük adım atıldığında anormal gökkubbe kavramının büyük sorunları da yok oldu, çünkü artık yıldızların Dünya’dan eşit uzaklıkta bulunduğu varsayılmayacaktı. Kopernik, bu yıldızların çok farklı uzaklıklarda bulunabileceğini fark etti, bazıları diğerlerinden yüzlerce hatta binlerce kat uzaklıkta olabilirdi. Gökkubbenin karmaşık yapısı ve maddesi sorunu da bütünüyle ortadan kalkarak yalnızca geometrik bir kavram olarak kaldı, gökkubbe şu anda yıldızların yerini belirlemek için kullandığımız işe yarar bir kavram. Kopernik sistemi tamamen öne sürdüğünce, anlamak için kabiliyeti ve yatkınlığı olan herhangi biri için karşı koymak imkânsızdı. Sabit Dünya görüşü, sonsuza dek yok olmuştu.
Dünya’nın durağanlığı fikrini bir kenara kaldıran gökcisimlerinin hareketlerine dair teorisini oluşturduktan sonra Kopernik, hareket eden bir Dünya’nın diğer gök olaylarının sebep olduğu problemleri ortadan kaldırıp kaldırmayacağını doğal olarak sorgulamaya başladı. Dünya’nın uzayda bir dayanak noktası olmadan durduğu evrensel olarak kabul edilmişti. Dahası Kopernik, Dünya’nın bir dönme hareketi yaptığını göstermişti. Kuramın ihtiyaç duyduğu tutarlılık böylece sağlanmıştı ve artık başka tür hareketleri de gerçekleştirebileceğini düşünmek de makul hale gelmişti. Bu konuda Kopernik, şimdiye kadar karşısına çıkan en zor problemden daha zor bir problemi çözmeye çalışacaktı. Günlük doğma ve batma hareketini Dünya’nın dönüşüne bağlayarak açıklamak görece kolay bir işti. Ancak, Batlamyus’un büyük bir başarıyla tasvir ettiği gezegensel hareketleri açıklamak çok zor bir meseleydi. Bu hareketler, Güneş’in etrafında dönen gezegenlerle açıklanabilirdi, ayrıca Dünya da bir gezegendi ve her yıl Güneş’in etrafında bir tam tur atıyordu.

Gezegensel hareketlerin açıklanması
Bu sayfada bulunan çizimle Kopernik’in muhteşem keşfi için sunduğu geometrik önermeleri detaylı bir şekilde aktarabilmemiz mümkün değil. Yalnızca birkaç temel prensipten bahsedebiliriz. Genel olarak şu kıstasları verebiliriz: Hareket halindeki bir gözlemci (eğer gerçeğin farkında değilse) etrafındaki sabit cisimlerin, hareket ettiği yönün tam tersine doğru, kendi hareketine eşit bir hızla hareket ettiğini düşünebilir. İleri doğru giden bir deniz yolcusu, kıyıdaki cisimlerin kendi hareketiyle eşit bir hızda tam tersine doğru hareket ediyormuş gibi göründüğünü gözlemler. Bu prensibi uyarlayarak, Batlamyus’un çemberleri kullanarak zekice tasvir ettiği gezegen hareketlerini açıklayabiliriz. Gelin, dış gezegen düzensizliklerinin en karakteristik niteliğini örnek olarak alalım. Daha önce zaten yıldızlar arasında normalde batıdan doğuya doğru ilerleyen Mars’ın zaman zaman duraksayıp bir süreliğine geriye doğru gittiği, sonra tekrar duraksayıp orijinal ilerleyişine devam ettiğinden bahsetmiştik. Kopernik, bu etkinin Dünya’nın gerçek hareketi ile Mars’ın gerçek hareketinin birleşimiyle ortaya çıktığını açıkça gösterdi. Yukarıdaki şekilde, Dünya ve Mars’ın Kopernik sistemine göre izlediği dairesel yolların bir kısmı gösteriliyor. Özellikle Dünya’nın doğrudan Mars ve Güneş’in arasına girdiği durumu seçtim, çünkü bu tür durumlarda retro hareketi (ki bu Mars’ın geri hareketinin bilimsel adı) en yüksek seviyede gerçekleşiyor. Mars, okla gösterilen yönde ilerliyor, Dünya da aynı yönde ilerliyor. Ancak biz Dünya üzerindeyken bu hareketin farkında değiliz ve biraz önce açıkladığım prensibe göre Mars’a eşit ve ters yönde bir hareket atfediyoruz. Mars’ın iki hareketi var, gezegenin üzerinde görünen izlenimler şunlar: Bir yönde ileri doğru gerçek bir hareket, bir de tam tersi yönde gerçekleşen görünür bir hareket. Eğer Dünya ve Mars aynı hızda ilerleseydi gerçek hareket ve görünen hareket birbirlerini nötrlerdi, böylece Mars, etrafındaki yıldızlara nispeten duruyormuş gibi gözükürdü. Bununla birlikte gösterilen gerçek durumda Dünya, Mars’tan daha hızlı hareket ediyor; bunun sonucu olarak da geriye doğru gerçekleşen görünen hareketin hızı, ileri yönde vuku bulan gerçek hareketi geçiyor ve sonuç olarak ortaya görünüşte retro hareket çıkıyor.
Dört dörtlük bir yeteneğe sahip olan Kopernik, gezegenlerin karakteristik hareketlerini açıklamak için aynı prensiplerin nasıl kullanılabileceğini gösterdi. Mantığı, gelen tüm karşıt savları yendi. Dünya’nın sistem içindeki yüce önemi yok oldu. Artık yalnızca gezegenlerden biriydi.
Aynı büyük gökbilimci şimdi, ilk kez, mevsim geçişlerine mantıklı bir açıklama da getirecekti. Daha muğlak gökbilimsel olaylar bile dikkatinden kaçmıyordu.
Muhteşem keşiflerini dünya ile paylaşmayı yaşlı bir adam haline gelene kadar erteledi. Çünkü çalışmalarının, bir muhalefet fırtınasına neden olacağına dair derin kaygıları vardı. Ama arkadaşlarının yalvarışlarına daha fazla karşı koyamadı ve kitabı baskıya gitti. Ancak kitap dünyaya açılmadan hemen önce Kopernik, ölümcül bir hastalığın pençesine düştü. Kitabın bir kopyası, 23 Mayıs 1543’te onun yanına getirildi. Kitabı görüp ona dokunabildiği söyleniyor; ancak fazlası yok. Sonrasındaki birkaç saat içinde de hayatını kaybetti. Hayatı boyunca yakın bir ilişki içinde olduğu Frauenburg Katedrali’ne gömüldü.