Kitabı oku: «Kosova'da Çağdaş Türk Edebiyatı», sayfa 2
I. BÖLÜM
TARİHSEL ÇERÇEVE
Kosova’da Çağdaş Türk Edebiyatı adını verdiğimiz bu çalışmada, 1945 yılında Sosyalist Yugoslavya devletinin kurulmasından sonra, 1951 yılında, Kosova’nın özerk bölge olması ve bu tarihte buradaki Türklerin, Türkçeyi resmi dil olarak kullanım hakkı kazanmasından sonraki süreç esas alınmış, bu süreç 17 Şubat 2008 tarihinde Kosova Cumhuriyeti’nin ilânına kadar getirilerek bir sınırlama yapılmıştır. Ancak Kosova’daki yazılı Türk edebiyatının başlangıcı, ne sözünü ettiğimiz 1951 tarihine denk gelmektedir ne de son 2008 tarihine denk gelecektir.
Cem Topsakal ve Bedrettin Koro, Kosova’da Yaşayan Türkçe Eğitim adlı kitaplarında, Kosova eğitim tarihini anlatırlarken Türkçe eğitim sürecini dört evrede incelemektedirler (Topsakal ve Koro 2007: 19-20).
1.1. Osmanlı Dönemi (1455-1912)
1.2. Yugoslavya Krallığı Dönemi (1912-1945 veya 1951)
1.3. Sosyalist Yugoslavya Dönemi (1951-1999)
1.4. BM Geçici Yönetim Organlarının ve Yerel Yönetim Organlarının Yönetim Dönemi (1999- 17 Şubat 2008)
Benzer bir sınıflamanın, Kosova’daki Türk edebiyatının gelişiminin açıklanması açısından doğru olacağı düşüncesini taşıdığımızdan biz de kitabımıza bu tarihsel planı almayı uygun gördük. Ancak yukarıdaki dönemler verilirken, her bir kırılma noktasında uzun süren büyük savaşların1 olduğu bilinmelidir.
Kosova’da Osmanlı dönemi Türk edebiyatı konusu, uzmanlık alanımız dışı olduğundan kitaba sınırlama getirerek ancak genel bir çerçeve çizilebilmiştir. Ancak bu dönem derinlemesine incelendiğinde görülecektir ki, Osmanlı dönemi Kosova Türk edebiyatı, divan edebiyatı ürünleriyle, halk edebiyatı ürünleriyle ve tekke edebiyatı ürünleriyle incelenmeye değer, birçok edebî şahsiyeti barındırmakta, dikkate değer metin örneklerini içermektedir.
Yugoslavya Krallığı dönemi, Kosova’da Türk edebiyatı açısından, sözlü ve halk edebiyatı ürünleri dışında hemen hiçbir verimin bulunmadığı ya da var olan sınırlı sayıdaki yazılı metinlerin korunamadığı özel bir zaman dilimini oluşturmaktadır. Bu dönem Türk edebiyatı, tarihi araştırmacıları açısından da tam bir karanlık dönemdir. Dolayısıyla özellikle halk edebiyat araştırmacılarının, edebiyat sosyologlarının ve kültür araştırmacılarının değerlendirme yapabilecekleri bakir bir dönem olarak özelliğini korumaktadır. Yugoslavya Krallığı dönemi Türk edebiyatı bilimsel bir bakış açısıyla araştırıldığında, Kosova kültür hayatında bilinemeyen bir çok konu gün ışığına çıkacaktır.
Sosyalist Yugoslavya Dönemi, Çağdaş Türk edebiyatının yeni açılımlarının yaşandığı özel bir dönem olarak durmaktadır. Ancak bu dönem de oldukça çalkantılı, değişken, farklı yönetim biçimlerinin ve aynı zamanda bir savaşın yaşandığı bir zaman dilimini içerir. Yaklaşık elli yıllık bir zaman diliminde Kosova, siyasal yapısı ile, ekonomik düzeni ile, kültürler arası iletişimi ve değerleri ile incelemeye değer bir nitelik taşımaktadır. Bu kitabın genel konusunu da bu dönem oluşturmaktadır.
17 Şubat 2008 tarihi ile çalışmaya nokta koymamızın amacı, -bu tarihten sonra umuyoruz ki- Kosova Cumhuriyet döneminde yeni bir Türk edebiyatı oluşturulacak, yeni şahsiyetler ve edebiyatçılar ortaya çıkacak, bu yeni dönem onların temsilciliğinde araştırılacak, incelenecek ve değerlendirilecektir.
1.1. OSMANLI DÖNEMİ (1455-1912)
Osmanlıların I. Murat döneminden itibaren (1362-1389) Balkan topraklarına girmesiyle birlikte bölgede uzun sürecek bir istikrar dönemi başlamıştır. 1389 yılında I. Kosova Meydan Muharebesi sonucunda, Kosova topraklarına adımını atan Osmanlı İmparatorluğu, Priştine’yi kendisine tabii kılarak, yönetimini, Sırp Krallığına bırakmıştır. Ancak, Priştine’nin, kesin bir şekilde Rumeli Beylerbeyi’ni oluşturan bir sancak haline gelmesi, II. Murat zamanında gerçekleşmiştir.
Balkanlarda uzun soluklu Türk yönetimi devresinde (1354-1912), özellikle de istikrar döneminde (1389-1699), eğitim, bilim ve kültür alanlarında büyük gelişmeler olmuştur. Osmanlı aydınları bölgeye, görev yerlerine gelmeye başladıkça, bu şehirlerde kurulan, medrese, tekke ve zaviyelerde entellektüel ortam kurulmaya, bilim ve kültür alanında ürünler verilmeye başlamıştır. Tüm bu unsurlara ilave olarak, Türklerin bölgeye gelmesi ile İslâmiyeti kabul eden, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomak ve Torbeşler de eserlerini Türkçe yayınlamaya başlamışlardır. (İsen 2006: 641)
Görüldüğü üzere, Osmanlı dönemi, Türk kültürü, sanatı ve edebiyatı açısından sanatçıların yetişmesi ve eserlerin verilmesi için bir uygun zemin hazırlamıştır. Kosova topraklarının, Osmanlı İmparatorluğu yönetimine girmesiyle birlikte Kosova Türk edebiyatı, Osmanlı dönemi Türk edebiyatı paralelinde bir gelişim süreci göstermiştir. Halk edebiyatı, tekke edebiyatı ve divan edebiyatı olarak üç kolda ilerleyen bu edebiyat, Rumeli topraklarında önemli temsilciler yetiştirmiştir.
Kosova Türk edebiyatı, sözlü edebiyat ürünleri2 açısından zengin bir birikime sahiptir. Osmanlı Devleti, Rumeli’deki yeni toprakları fethettikçe insanlar, önce evlerde ve kışlalarda, daha sonraları tekke ve medreselerde Türkçe konuşmuşlardır. Halk, bayramlar, merasimler, kutlamalar nedeniyle bir araya geldikçe sözlü halk edebiyatının her çeşidini kullanmıştır. Bu yolla halk edebiyatı ürünleri kuşaktan kuşağa geçerek bir gelenek oluşturmuş ve zaman içerisinde korunmuştur. Zaman ve mekan içerisindeki değişiklikler bölgenin özellikleri ve nitelikleri ile doldurulmuştur.
Balkanlar içerisinde yer alan Türk azınlıkların yarattıkları edebiyatlardaki Türkçe, Türkiye Türkçesine yakınlık göstermektedir. Bununla birlikte konuşma ve yazı dili arasında kimi farklılıkların olduğunu burada vurgulamak gerekmektedir. Yazı dili olarak İstanbul Türkçesi benimsenip kullanılırken, özellikle Kosova ve Makedonya’da halk arasında mahalli bir konuşma diline rastlanılmaktadır. Kimi sesler farklı biçimde telaffuz edilirken, vurgu, ve cümle kuruluşunda kimi değişiklikler bulunmaktadır.
Kosova halk edebiyatı içerisinde, sözlü edebiyat geleneği dikkate alındığı zaman Nasrettin Hoca fıkralarının ağırlıklı bir yeri bulunmaktadır. Bunun dışında söyleşi, fıkra, atasözü, deyimler, muamma ve bilmeceler, tekerleme, maniler, ninniler, masallar, destanlar ve türküler de edebiyat geleneği içerisinde bulunmaktadır. Aşıklar, sözlü edebiyat temsilcisi olduğundan onların nereli olduklarını tam olarak belirleyebilmek mümkün olamamaktadır. Bununla birlikte bu bölgede şiir söyleyen, sözlü kültür ürünlerini aktaran aşıklar arasında şu isimler sayılabilir: “ Fakiri, Şemsi, Ferki, Pürderi, Savft, Murati, Fikri, Fetah, Yaşar Hafız, Şefki Sudanlı, Şeyhi vb.” (Hafız 1995: 18)
XX. yüzyılda teknolojik gelişmelerin yaşam biçimini değiştirmesini kadar geçen zaman içerisinde, Kosova’da halk edebiyatı ürünleri canlılığını yitirmemiştir. Öyle ki, son dönemlerde bile destan ve türkü geleneğinin canlı olduğu, yapılan araştırmalar3 ile kanıtlanmıştır. Öyle ki bu gelenek, bölgedeki diğer halk ve ulusların özellikle türkü formundaki ürünlerini etkilemiş, kalıcı izler bırakmıştır.
Kosova’da yaşayan sözlü edebiyatın son temsilcilerinden birisi, -XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başı-, Âşık Ferki (1870-1908) adıyla tanınmış olan İbrahim Sipahi’dir. Babası Sadullah Sipahi’dir. Âşık Ferki, ilkokulu tamamladıktan sonra Belediye’ye katip olarak çalışmaya girmiştir. Babası, oğlunun alafranga elbiseler giymesinden ve değişmesinden korkarak kendisini işten çıkarır. Bu yıllarda yaşı, zanaat öğrenmeye de müsait olmadığı için işsiz kalan Âşık Ferki, kahvehanelerde ve düğünlerde türküler söyleyerek geçimini sağlar. Böylece âşık olarak tanınmaya başlamıştır. İl il gezen Âşık Ferki, şiir söyleme kabiliyetini geliştirmiştir. Gazeller, ilahiler, nazireler, tahmisler, sema, koşma ve maniler yazmıştır. Daha ziyade söylediği destanlar ile tanınmıştır (Nimetullah Hafız 1986).
MS. V. Yüzyıldan itibaren Balkan coğrafyasına Türk boylarının gelmeye başladıkları tarihî bir gerçektir. XI. Yüzyıldan itibaren de, İslâmiyeti kabul etmeye başlamış kimi Türk boyları, Orta Asya’dan bu bölgelere gelmişlerdir. “Bunlardan Haydar Baba’nın (1020-1114) Şar Dağı’ndaki Kalkandelen’e bağlı Veşala köyünde ve Sarı Saltık’ın Prizren’in Paştrik Dağı tepesinde, Yakova’nın Pirlep köyünde ve İpek’te bugün de ziyaret edilen makamları” (Suroy 2001: 150) nın olması, bu yıllardan itibaren bölgede, İslâmiyeti kabul etmiş Türklerin varlığını kanıtlamaktadır. Osmanlı dönemi söz konusu olduğunda, İslâmî edebiyatın gelişimi bu temeller üzerinde sağlıklı bir şekilde devam etmiştir. Osmanlı döneminde, Üsküp, Prizren4, Kalkandelen ve Manastır’da serbest çalışan tekkelerin bulunmakta olduğu ve günümüze kadar bu geleneğin kimi değişikliklere uğramış olsa da devam ettiği görülmektedir. Dolayısıyla genel olarak Balkan coğrafyasında, özel olarak da Kosova bölgesinde, gelişmiş bir Tekke edebiyatından söz etmek mümkündür.
“Divan edebiyatının yanı sıra, bu topraklarda tasavvuf edebiyatı da gelişmiştir. İslamiyetin bugünkü Yugoslav topraklarının büyük bir kısmında yayılması ve daha sonraları tarikatların kök salmasıyla daha büyük kültür merkezlerinde tekkeler kuruluyor ve bu tekkelerde çoğunlukla Anadolu’dan gelen şeyhler tekke edebiyatının temellerini atmıştır. Bu alanda inceleme yapanların belirttiklerine göre buralarda, tekke edebiyatının daha önemli kişileri arasında Feyzullah, Mehmet Efendi, Süleyman Efendi, Abdürrahim Fedai, Ali Hoca Müderis, Kâzım Baba, Haki ve Fethi Hafız’ın adları yer almaktadır. XX. Yüzyılın başlangıcında ve ilk yarısında tekke ve bunların dışında Prizrenli Hacı Ömer Lütfi, Yahya Kemal Beyatlı’nın öğretmeni olan Üsküplü Rufai tekkesinin şeyhi Şeyh Saadettin, Manastırlı Hyget Bosni (1865-1936), İştipli Hasan Fehmi (1885-1951) gene Üsküb’ün ünlü ulemalarından Fettah Rauf vd. dini konularda şiir yazmış ve tasavvuf edebiyatının başarılı ustaları olarak tanınmışlardır.” (Kaya 1991: 6-7)
Balkanlarda tekkeler, sadece dinî eğitim veren yerler olarak algılanmamalıdır. Dinî bilgi yanında, buralarda insanlar arasındaki iletişimi ve kültürün devamını sağlayarak, bir geleneğin oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. İnsanlara, dinî edebiyat ve tasavvuf müziği kültürünü öğretmişler ve bu kültürün devamını sağlamışlardır.
Divan edebiyatı geleneği, Kosova’da oldukça zengindir. Çünkü, Osmanlı bu topraklara gelmeye başlamasıyla birlikte, hızla askerî ve idarî teşkilatlanma süreci içerisine girmiştir. Bu topraklara kısa bir zamanda yönetici elit kadrolar gelip yerleşerek, Kosova’yı her açıdan imar etmeye başlamışlardır.
“Osmanlı devlet sistemi içinde bütün Ortaçağ devletlerinde olduğu gibi sanat özel bir teşvik sistemi ile destekleniyordu. Osmanlı sarayından başlanarak taşrada şehzade sancakları ve beyler, kendi konumlarına uygun bir sanatçı kadrosunu maiyetlerinde bulunduruyorlardı. Böyle bir kadro, adeta yöneticiliğin şartlarından sayılıyordu. Osmanlı Rumelisi özel konumu nedeniyle çok sayıda akıncı ailesinin de barınma yeriydi. Bu yüzdendir ki akıncı beyleri çevrelerine maiyetlerindeki serdengeçtileri sürekli istim üzerinde tutacak derviş, meşrep şairlere ihtiyaç duyarlar ve onları himaye ederlerdi.” (İsen, İsen ve Kireççi 2001: 15-16)
Hal böyle olunca, tüm Balkan ülkelerinde olduğu gibi, Kosova topraklarında da divan edebiyatı ilk dönemlerden itibaren gelişmeye ve yaratıcı örneklerini vermeye başlamıştır.
1520 yılında, Prizren’de doğmuş olan Âşık Çelebi, Meşairü’ş-Şuara adlı tezkiresinde, Kosova doğumlu olan şairleri şöyle sıralamaktadır: Mestî, Azmî, Levhî, Nuhî, Hatifî, Priştineli Mesihî, Baharî, Mü’min, Neharî, Suzî, Sa’yi, Sücudi ve Şemi. (Suroy 2006: 193). Ayrıca Kosova doğumlu divan şairleri içerisinde yer alan, Acize Baba, Hacı Ömer Lütfi, Mevlana Müderis Ali Efendi, Mehmet Tahir, Mustafa Çelebi, Niyazi, Süleyman Efendi, Tecelli yukarıdaki şair listesine5 eklenebilir. Bu liste divan edebiyatı alanında akademik çalışmalar arttıkça çoğalacak ve kimi şüpheli bilgiler ortadan kalkacaktır. Çünkü tezkirelere girmeyen ya da tezkirelerde yer alan ama eseri henüz bulunamayan, Batılı kaynaklar taranmadığı için (özellikle Sırp ve Arnavut kaynakları) o kaynaklarda adı geçen ya da kütüphanelerinde bulunan şairler, hâlâ tarihin ardında gizemlerini sürdürmektedirler. Görüldüğü gibi Kosova, zengin divan edebiyatı geleneği ile bir kültür merkezi olabilmiştir.
Prizren doğumlu bir şair olan Ömer Lütfi (1870-1928), Osmanlı İmparatorluğu’nun Kosova ve Balkan Yarımadası’ndan çekildiği yıllarda, bölgede yetişen son divan şiiri temsilcileri arasında yer almaktadır. Bir geçiş dönemi sanatçısıdır. Kosova’da Osmanlı İmparatorluğu döneminden Yugoslav Krallığı dönemine geçiş sürecini yaşamış bir şairimizdir. Kendisi, Osmanlı eğitimi ve terbiyesi almıştır. Bu nedenle çağdaş edebiyatın başlangıcında eski ile yeni edebiyat köprüsü kuran bir şahsiyet olarak değerlendirilmelidir.
Ömer Lütfi, ilk mektep ve rüştiyeyi Prizren’de tamamladıktan sonra, babası, kendisini zanaat öğrenmesi için bir terzinin yanına verir. Ancak okumaya meraklı olan Ömer Lütfi, bu mesleği benimsemez, kısa bir zaman sonra da abisi gibi öğrenim görmesi için 1887 yılında İstanbul’a gönderilir. İstanbul’da Fatih Medresesi’ne kaydını yaptırarak burada din bilimleri alanında öğrenim görmeye başlar. İlk şiirlerini, medresede, öğrenci iken yazmaya başlar. 1892 yılında, öğrenimini başarı ile tamamlayarak, tekrar Prizren’e döner. Bu devrede Yakova’ya giderek, Melâmi Tarikatına girerse de uzun zaman burada kalmaz tekrar İstanbul’a döner. İstanbul ve Payitaht, bu yıllarda zor bir dönem yaşamaktadır. Ömer Lütfi Jön Türk Hareketini destekleyen şiirler kaleme almaya başlayınca İstanbul’da artık kalamaz ve Mısır’a gider. Kahire’de bulunan Al-Azhar Üniversitesi’nde dört yıl boyunca dersleri takip eder. Bu dönemde, 1902 yılında Mekke’ye giderek hacı olur ve Lütfi mahlasını alır. 1905 yılında tekrar doğup büyüdüğü topraklara geri döner ve ömrünün sonuna kadar Prizren’de kalır.
Hacı Ömer Lütfi, Prizren’de, İttihat ve Terakki Kulübü’nü kurar. Yedi yıl boyunca bu kulübün başkanlığını yaparsa da zaman içerisinde büyük bir hayal kırıklığına uğrar. 1911 yılında Yemen’de çıkan ayaklanmada Osmanlı İmparatorluğu tarafından görevlendirilerek ayaklanmanın son bulmasına neden olur. 1912 yılında Kosova, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopar. Yugoslavya Krallığı döneminde, sosyalist düşünce ve eşitlik çerçevesinde işçi sınıfının haklarını savunmuştur. Yönetime karşı gelen şiirler kaleme almıştır. Yaşamının son yıllarında Tekkedeki görevine devam etmekle birlikte hiçbir zaman edebiyat ve şiirden6 kopmamıştır. 25 Ekim 1928 tarihinde, Pirzren’de ölmüştür. (Hafız 1992: 7-19) Altmış kadar kitabı bulunan Hacı Ömer Lütfi’nin divan edebiyatı tarzında kaleme aldığı çeşitli şiirleri dışında, Yemen Seyahatnamesi, Hac izlenimleri, dini ve tasavvufi eserleri, çocuk şiirleri, tarihler ve tercümeleri bulunmaktadır.
1.2. YUGOSLAVYA KRALLIĞI DÖNEMİ
8 Ekim 1912 tarihinde, Karadağ Prensliği’nin Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açması, buna karşılık olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun 18 Ekim tarihinde Bulgaristan ve Sırbistan, ardından da Yunanistan’a savaş açmasıyla başlayan I. Balkan Savaşı sonunda, bölgede, Osmanlı hakimiyeti sona erer. Türkler için sıkıntılı bir dönem başlar. Bulgar, Sırp ve Yunan mezalimi ile birlikte bölgede dinmeyen ve sonu gelmeyen savaşlar, kıyımlar ve katliamlar yaşanır. Savaş sonunda7, Osmanlı İmparatorluğu, Makedonya, Batı Trakya, Bulgaristan’ın bazı bölgelerini elden çıkartmak zorunda kalmıştır.
1 Aralık 1918 tarihinde I. Kral Petar’ın başkanlığında SırpHırvat-Sloven Krallığı kurulur. 1929 yılında bu krallık, Yugoslav Krallığı adıyla anılmaya başlar. Kosova, gerek Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı döneminde, gerekse Yugoslavya Krallığı döneminde, Sırbistan sınırları içerisinde bir bölge olarak yer alır. Bu krallıklar zamanında da, Türkler, tam anlamı ile huzur ortamı bulamazlar. 9 Şubat 1934 tarihinde, Balkan Ülkeleri ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Balkan Paktı, bölgedeki Türklerin haklarında önemli gelişmeler sağlayamaz. Dolayısıyla Yugoslavya Krallığı döneminde Türklerin durumu açık ve net değildir. Durgunluk, belirsizlik ve bekleyiş devam etmektedir.
6 Nisan 1941 sabahı, Nazi Almanya’sı ve müttefiklerinin Belgrad’ı bombalaması, Bulgar askerlerinin de Makedonya’ya girmeleri, yeni, sıkıntılı ve acı bir dönemin daha başlamasına neden olur. Nazi Almanya’sının Kosova’ya silahlı müdahalesi, aynı zamanda, Büyük Bulgar İmparatorluğu hayalleri kuran Bulgarlar ve İtalyanların farklı bölgeleri işgal etmeleri, bölgedeki barış ve istikrarın kurulmasını geciktirmektedir. II. Dünya Savaşı boyunca Kosova, Alman ve İtalyan güçlerinin işgali ve kontrolü altında bir bölgedir.
Bu yıllarda ortaya çıkan ve bölgedeki barışın sağlanması adına herkese eşit haklar vaat eden Yosip Broz Tito’nun yönettiği Halk Kurtuluş Savaşı’na –yukarıda örneklediğimiz baskı ve nedenlerden dolayı- Türkler destek verir. (Engüllü 1997: 59-63) II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi, Tito’nun zafer kazanması, bölgenin yeniden, yapılanması sürecini başlatmıştır.
Osmanlıların Kosova topraklarından çekilmeleri ile başlayan ve iki Dünya Savaşı arasında kalan dönemde, burada yaşayan Türklerin büyük bir kısmı evlerini, bağ ve bahçelerini, tarla ve topraklarını bırakarak kitleler halinde ana ülkeye göç etmişlerdir. Göçün en yoğun yaşandığı yıllar, bu yıllardır. Dolayısıyla bir zamanlar iktidar sahibi ve çoğunluk olan Türk halkı, birdenbire koşulların değişmesi ile azınlık konumuna düşmüştür.
Yukarıda ana başlıklarıyla özetlediğimiz bu zaman dilimi, saydığımız ve konu dışı olması nedeniyle sayamadığımız nedenlerden ötürü, yazılı Türk edebiyatı açısından Kosova’daki yeni Türk edebiyatının en verimsiz dönemi olarak dikkatleri çekmektedir. Çünkü bu dönem içerisinde, Türkçe, ev içi ya da belli gruplar içerisinde kullanılmış, resmî olarak geçerlilik kazanamamış, eğitim, basın yayın hakkı elde edilememiştir.
“Türk egemenliğinin 1912 yılında bu topraklardan kalkmasından sonra da Türkçe eserler verenler vardır. Ama yine sözlü halk edebiyatı ağırlık taşımaktadır. Çünkü Türkçe ders görülen okullar çalışmamaktadır. Türkçe gazete veya başka bir basın yoktur. Türkçe basımı gerçekleştirecek basımevi bile yoktur. Türkiye ile ilişkiler kopmuş durumdadır. Yazılı eserler elyazısı şeklinde kalmaktadır. Bunun en iyi örneği Hacı Ömer Lütfi’nin elyazmalı eserleri belgelemektedir.” (Recepoğlu 1996: 11)
Bu dönem içerisinde, yazılı edebiyat verimleri hemen hiç görülmezken, Türk edebiyatı, sözlü kültür ürünleri ve halk edebiyatı çerçevesi ile tekke edebiyatı dahilinde kültür taşıyıcılığı görevini üstlenmiştir. Özellikle halk tiyatroları ve Karagöz oyunları, Nasrettin Hoca fıkraları başka olmak üzere fıkra türü, masallar, maniler, türküler, halk şiiri, tekke edebiyatı içerisinde sayılabilecek ilahiler bu dönem içerisinde anonim niteliklerini koruyarak devam etmiştir. Çünkü Türk kültürü doğum, ölüm, evlenme törenleri, bayram merasimleri gibi yaşam içerisindeki mevcudiyetini ve devamını sağlarken sözlü edebiyat ve kültür ürünlerini taşıyıcılık görevini sürdürmüşlerdir.
Diğer taraftan tekke edebiyatı, bu dönem içerisinde divan edebiyatının devamını sağlayan, hiç olmazsa onun değerlerini koruyan bir yapıda gelişimine devam etmiştir.
“İki Dünya Savaşı arasında Kosova bölgesinde Türk divan edebiyatı gücünü oldukça kaybetmiştir. Fakat yine de bu dönemde de yetişen sanatçıların çoğu tekke çerçevesinde yetişen dini şairlerdir. Bu şairlerin başlıcaları şunlardır: Feyzullah, Mehmet Efendi, Süleyman Efendi, Abdurrahim Fedai, Ali Hoca Müderriz, Kazım Baba, Ömer Lütfü, Hakkı, Kâmil Toska, Fethi Hafız ve diğerleri. Bugün bunların özgün eserleriyle ancak tekke veya kişisel kütüphanelerde karşılanabilir. Aralarında dini konulardan başka içerinde Marksizm ve Leninizm’e derin yönelen sosyal konulu eserler de bulunmaktadır.” (Hafız 1984: 6)
Bununla birlikte şu bir gerçektir ki, her ne kadar edebiyatta gelenek, sözlü kültür ve tekke edebiyatı ürünleri ile devam ettirilmeye çalışılsa da artık Kosova’da Türk edebiyatı, ana ülke ile bağlarını kopartmak zorunda kalmıştır. Kendisine yeni bir mecra yaratmak durumundadır. Yugoslavya Krallığı döneminde, halk edebiyatı ve tekke edebiyatı ürünleri geleneğin devamını sağlamıştır. Divan edebiyatı son bulmuştur. Bu dönem içerisinde, Türk edebiyatı da artık divan edebiyatı dönemini kapatmış, yeni gelişmeler ışığında bir Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı yaratmaya başlamıştır bile.