Kitabı oku: «Şimdi ve Sonsuza Dek », sayfa 10
On Dördüncü Bölüm
Kolları torbalarla dolu Emily, arabayla zorla ulaştı ve elindekileri bagaja tıktı. Parti gecesiydi. Yirmi kişiden geleceklerine dair onay almıştı ve bu partinin sahibi olmaktan ötürü tahmin ettiğinden çok daha fazla heyecanlıydı. Eti güvece koyup uzun sürede pişirebilmek için sabah erken kalkmıştı. Tatlılar zaten hazırdı; onları dün gece geç saatte yapmıştı ve soğumaları için dolapta bekletiyordu. Bu da demek oluyordu ki eve gittiğinde tek yapması gereken evi süslemek ve vejetaryen bir opsiyon da olması için risottoyu misafirler gelmeden bir saat önce pişirmekti.
Ben’le birlikte olduğu yedi yıl boyunca böyle bir şansı olduğunu reddetmişti ama eve dönerken evde bir parti verebilecek olduğu için gülümsüyordu.
Park ederken, Daniel’ın bahçede olmadığını gördü. Bagajdan poşetleri aldı ve içeri girdi, poşetleri mutfak masasına bıraktı. Dinledi ama hiçbir yerden çekiç ya da matkap sesi gelmiyordu. Daniel’ın ortalarda olmaması normal değildi ama Emily neyse diyerek omuzlarını silkti ve evi süslemeye başladı. Partiyi vermeyi planladığı iki odadaki her yere mum koydu, sonra hem sehpa hem de yemek masasındaki boş vazolara taze çiçekler yerleştirdi, gerçi mutfağın da iyi gözüktüğünden emin olmak istiyordu çünkü biliyordu ki insanlar özellikle daha fazla alkol aramak için her yerde dolanacaklardı. Evde yaptığı flamaları oturma odasına astı, banyoya içi güzel koku veren karışık materyallerle dolu kocaman bir kavanoz koydu ve masayı atılmış şeylerin arasından bulabildiği en güzel gümüşlerle donattı. Mutfaktaki dolaptan kurtarabildiği altı kristal kadehe kırmızı şarap doldurdu.
Emily, yavru köpekleri arka odaya almıştı ki, oturma odasını parti için kullanabilmek istiyordu. Planı, biraz sosyalleşmek, muhabbet ve aperatifler için oturma odasını, yemek için de yemek odasını kullanmaktı.
Saat 5’i gösteriyordu, yani risottoyu yapmaya başlamalıydı. Mutfağa girdiğinde, tüm gün pişmiş güvecin kokusu burun deliklerine doldu ve ağzını sulandırdı. Ben ile birlikteyken yemek pişirmekle vakit harcayamıyordu – çünkü o yemek için dışarı çıkmayı tercih ediyordu – ve Emily şimdi yemek pişirmekten çok hoşlanıyordu. Ama gene de yirmi kişiye yemek yapmak biraz zor bir işti, o yüzden zamanlama ve miktarlarla ilgili biraz stres yaşadığı doğruydu. Ama geniş mutfak ve onun kullanımına hazır tüm araç gereçle, tahmin ettiği kadar da zor olmamıştı. Sadece Daniel’ı merak ediyordu. Yemek yapması için burada ona yardım ediyor olmalıydı; sonuçta kendi kendini aşçı ilan eden oydu. Ama her pencereden dışarı göz atışında ona dair hiçbir şey göremiyordu. Ne bahçe de, ne de karanlığa gömülmüş müştemilatta.
İşini bitirdiğinde odasına gitti ve üzerini değiştirdi. Aylar boyunca gözüne bir sürme bile çekmemişken şimdi makyaj yapıyor olmak bir tuhaf gelmişti ama eski ritüeli hoşuna gitmişti. Gözlerinin rengini ortaya çıkaran koyu renk kirpikler ve koyu kırmızı dudak makyajıyla çarpıcı bir görüntü yakalamaya çalışmıştı. Seçtiği elbise elektrik mavisiydi ve vücudunu sarıyordu. Aynı renk topuklu ayakkabıları vardı ve kombini bir gümüş kolyeyle tamamladı. Giyinmeyi bitirince bir adım geri çekildi ve kendi görüntüsüne hayran hayran baktı. Tamamen değişmişti ve sevinçle güldü.
Saat 6:45i gösterirken tüm kokulu mumların kokularını eve salmaları için yaktı, sonra güveci ve risottoyu kontrol etti.
Her şey hazır olduğunda, tekrar Daniel’a baktı. Gidip müştemilatı kontrol etti ama orada değildi. O zaman motosikletinin de garajda olmadığını fark etti. Başka bir gezintiye daha çıkmış olmalıydı.
Harika zamanlama, diye düşündü, saate bakarak. Burada olması gerekiyordu. Çok ilgileniyormuş gibi gözükmek istemiyordu ama ilk misafirler gelmeye başladığında, Daniel hala eve gelmeyince endişelenmeye başladı.
Emily, onu aklından çıkarmalı ve onun yerine mutlu surat ifadesini takınmalıydı.
Kapıyı açtığında karşısında balık restoranından Charles Bradshaw ve karısı Barbara basamaklarda duruyordu. Charles ona bir şişe kırmızı şarap, Barbara ise çiçek uzattı.
"Çok naziksiniz," dedi Emily.
"Gerçekten gözlerime inanamıyorum," dedi Charles, etrafına bakarak. “Burayı çok güzel restore etmişsiniz. Ve çok hızlı bir şekilde."
"Henüz bitmedi," dedi Emily. "Ama teşekkür ederim."
Ceketlerini aldı ve onları daha da hayrete düştükleri oturma odasına davet etti. Daha onlara içecek bir şeyler ikram edemeden, kapı tekrar çaldı. Görünüşe göre Sunset Limanı’ndaki insanlara oldukça dakiklerdi.
Kapıyı açtı ve karşısında yalnız duran Birk’i gördü. Biraz keyifsiz hisseden karısıyla ilgili özür diledi. Sonra da dedi ki, "Bu gerçekten doğruymuş. Benzin istasyonunda beni ziyaret eden kişi senin hayaletin falan değilmiş. Gerçekten burada bunca zaman kendi başına kalabilmişsin!” Gülmeye başladı ve sonra elini sıkmak için tuttu.
"Ben de kendime inanamıyorum," dedi Emily bir kahkaha ile. Her şeyi kendi yapmadığını, Daniel’ın başından beri ona yardım ettiğini de söyleyecekti ama şimdi burada olmadığından kelimeler ağzından çıkamamıştı. Sonra orada, yanında olmadığı için yarı yolda bırakılmış hissettiğini fark etti.
Emily, Birk’i oturma odasına davet etti. Onları tanıştırmasına gerek yoktu, zaten Charles ve Barbara’yı tanıyordu.
Kapı tekrar çaldı, Emily kapıyı açtığında gelenin Cynthia olduğunu gördü. Cynthia’nın kasabada küçük bir kitapçısı vardı. Parlak kırmızı, kıvırcık saçları vardı ve her zaman bununla uyumsuz kıyafetler giyiyordu. Bu gece parlak kırmızı ruj ve parlak yeşil oje ile onun biraz kilolu vücudunu hiç saklamayan garip limon yeşili ve mor bir döpiyes içindeydi. Emily, Cynthia’nın biraz açık sözlü ve ölçüsüz olduğu için çok sevilmediğini biliyordu ama gene de iyi niyetinden onu da davet etmişti. Eğer dedikodular doğruysa belki de diğer misafirleri eğlendirecek bir kaynak olabilirdi.
"Emily!" diye bağırdı Cynthia, sesi o kadar tizdi ki, kulakları acımıştı.
"Merhaba, Cynthia," diye cevap verdi Emily. "Geldiğiniz için çok teşekkürler."
"Sunset Limanı’nın yerlileri ne der bilirsin. Cynthia’sız parti, parti değildir.”
Emily’nin, Sunset Limanı’ndaki tek bir kişinin bile böyle düşündüğü ile ilgili şüpheleri vardı. Sonra eliyle, Cynthia’yı içeri, diğerlerinin yanına davet etti ve sonra Cynthia’nın diğerlerini de aynı coşkuyla selamladığını duydu.
Kapı tekrar çaldı, açtığında karşısında Doktor Sunita Patel ve kocası Raj’ı gördü. Biraz arkalarında, Serena, Rico’ya bahçe yolunda yardımcı oluyordu.
“Çimenlikteki ağacı gördüm,” dedi Doktor Patel, onu yanağından öperken ve eline bir şişe şarap tutuşturdu. "Fırtına bize de fena çarptı."
"Ah, biliyorum," diye cevap verdi Emily. "Çok korkunçtu."
Raj, Emily'nin elini sıktı. "Tanıştığımıza memnun oldum. Ben peyzaj ustasıyım, yani düşen ağaçla ilgilenmemi istersen sana yardımcı olmaktan mutluluk duyarım. Sadece uğra yeter. Kasabadaki fidanlık benim.”
Emily, kasabaya indiğinde, önünde muhteşem çiçekler olan, içinde çiçekler ekili sepetleri asılı bahçe dükkanının önünden yürüyerek geçmişti. Önünden geçerken, birden fazla kez, kuş banyolarını, güneş saatlerine ve budanmış ağaçlara bakmak için içeri girmek istemişti ama fırsatı olmamıştı.
“Bunu gerçekten yapar mısınız?” diye sordu Emily, adamın cömertliğine şaşırmıştı. "Bu harika olur."
“Bize evinizi açtığınız düşünülünce, bu az bile kalır.”
Raj ve Sanita oturma odasına geçerken, Emily dikkatini neredeyse kapı eşiğine ulaşmış olan Serena ve Rico’ya çevirdi. Serena, sırtı açık siyah elbisesi ve altın gerdanlığıyla harika gözüküyordu, siyah saçları iri dalga yapılmıştı ve dudakları kırmızıydı.
“Başardık!” diye sırıttı, bir kolunu Emily’nin boynuna doladı ve ona sarıldı.
"Çok sevindim," dedi Emily. “Burada tanıdığım hemen hemen tek kişi sensin.”
“Ah, gerçekten mi?” dedi Serena, gülerek. "Bay Kocaoğlan peki?"
Emily başını salladı. "Ah Tanrım, şimdi onun lafını bile etme."
Serena suratını astı. Emily güldü ve Rico’ya döndü.
"Rico, geldiğin için sağ ol,” dedi. "Seni gördüğüme sevindim."
“Benim yaşımda, sadece evden çıkmak bile iyi geliyor, Ellie."
"Emily," diye düzeltti onu Serena.
"Ben de öyle dedim," diye yanıtladı Rico.
Serena gözlerini devirdi ve her ikisi de koridora doğru adım attı. Emily kapıyı hiç kapatmadı çünkü Karen’ı sokağın başına park ederken görmüştü. Aldığı tüm davet yanıtlarından, en şüpheli Karen’ınkine yaklaşmıştı. Belki de parti için tüm alışverişini Karen’ın bakkalından yapması kadının fikrini değiştirmişti. Küçük, yerel bir dükkanda harcanabileceğinden çok daha fazla para harcamıştı.
Karen’ın hemen arkasında Belediye Başkanı’nı gördü. O geleceğini bildirmemişti! Onun mütevazı partisine gelmek istemesine hem şaşırmış, hem de bir taraftan herkesi doyuramayacağından endişelenmeye başlamıştı.
Kapıya önce Karen geldi ve Emily onu selamladı.
“Kekikli ve kuru domatesli ekmeklerimden birini getirdim,” dedi Karen, ona çok lezzetli kokan bir sepet uzatırken.
"Ah, Karen, hiç gerek yoktu," dedi Emily, sepeti alarak.
“Aslında bir iş taktiği,” dedi Karen sessizce, ağzının ucuyla. “Eğer bu grup ekmeği severse, ondan almak için bakkala gelirler!” Göz kırptı.
Emily gülümsedi ve onu içeri buyur etmek için bir adım kenara kaydı. Karen’dan emin olamamıştı ama görünüşe göre kadının genel arkadaş canlısı hali geri dönmüştü.
Emily daha sonra Belediye Başkanı’na döndü. Nezaketle başını salladı ve sonra, tokalaşmak için elini uzattı.
"Geldiğiniz için teşekkürler,” dedi.
Belediye Başkanı, Emily’nin uzattığı eline baktı sora elinden çekip ona sıkıca sarıldı. "Sonunda kalbini küçük kasabamıza açtığın için mutluyum."
Başta, Emily, Belediye Başkanı tarafından böyle kucaklanmaktan ötürü biraz rahatsız hissetmişti ama sonra bu sözcükler onu duygulandırdı ve rahatladı.
Sonunda, tüm konuklar gelmişti, çoğu oturma odasında toplanmıştı ve Emily de onlarla vakit geçirme şansı buldu.
“Şimdi Rico’ya diyordum ki,” dedi Birk, “belki de burayı tekrar bir pansiyona çevirmeyi düşünmelisin.”
“Eskiden buranın bir pansiyon olduğunu bilmiyordum,” diye yanıtladı Emily.
“Ah evet, baban burayı satın almadan önce öyleydi,” dedi Rico. “Sanırım 1950’lerden 80’lere kadar öyleydi.”
Serena güldü ve Rico’nun elini okşadı. “"Benim adımı bile hatırlamıyor ama, bunu hatırlıyor," dedi ağzının köşesiyle.
Emily güldü.
"Bahse girerim kendi masraflarını çıkarmıştır," diye ekledi Birk. “Ve tam da bu kasabanın ihtiyacı olan türden bir yer olur.”
Emily, insanlarla konuştukça ne kadar nazik olduklarını fark etti. Evini pansiyona çevirme fikri sanki orman yangını gibi yayılıyordu ve düşündükçe ona da iyi bir fikir gibi gelmeye başlamıştı. Aslında, gençken bir pansiyonda çalışmak onun hayaliydi ama daha büyüdükçe insanlarla bağ kurma konusunda kendine olan güvenini kaybetmişti. Babasının gidişi onu derinden sarsmış, onu bir döngüye sokmuştu ve o günden beri korunaklı ve saldırgan biri haline gelmişti. Ama kasaba onu yumuşatmıştı. Belki de hala içinde bir yerde nazik bir ev sahibi yatıyor olabilirdi?
Yemek vaktiydi, Emily herkesi yemek odasına topladı. Yenilenmiş odaya bakan herkesten hayranlık nidaları ve iç çekişler yükseliyordu.
“Korkarım size balo salonunu gösteremeyeceğim,” dedi Emily. “Pencere fırtınada zarar gördü, o yüzden tekrar tahtayla kapatmak zorunda kaldık.”
Kimsenin itirazı yoktu. Hepsi yemek odası tarafından büyülenmişlerdi. Emily’nin masaya koyduğu çiçeklerden, halının rengine, duvar kağıdı seçimine kadar her şey iltifat almıştı.
“Çiçek düzenlemede oldukça beceriklisiniz,” dedi Raj, etkilenmiş gözüküyordu.
"Ve bu sandalyeler çok hoş değil mi?" diye şaka yaptı Serena, onları Rico’nun bit pazarından alması için Emily’ye o yardım etmişti.
Herkesi oturtmak uzun zaman almıştı. Oturduklarında, Emily servis yapmak için mutfağa gitti. Yemek odasından yayılan şamata onun sıcak ve sevecen hissetmesine yol açtı.
Mutfağa vardı ve çabucak kalorifer dairesindeki Mogsy ve yavruları kontrol etti. Hepsi de, dünya umurlarında değilmiş gibi uyuyorlardı. Sonra servis için mutfağa geri döndü.
“İçeri taşımak için sana yardım etmemi ister misin?” Serena’nın sesi kapıdan geliyordu.
"Lütfen," dedi Emily. “Bu, garsonluk günlerimden kalan korkunç anıları hatırlatıyor.”
Serena güldü ve Emily’nin kollarına toplam beş tabağı yerleştirmesine yardımcı oldu. Serena da beş tabak aldı ve birlikte içeri, leziz “ah, mmm” seslerinin geldiği yemek odasına gittiler.
Emily biraz sinirlenmekten kendini alamadı. Daniel ona yardım etmek için burada olmalıydı. Akşam yemeği partisini ikisinin birlikteliklerini de açıklayacakları bir parti olarak düşünmüştü. Yerel biri, aralarından biriyle olmasına insanların nasıl tepki vereceğini görmek istiyordu. En azından biraz tebrik toplayacağını düşünmüştü. Ama Daniel, her işi ona bırakıp ortadan yok olmuştu.
Herkesin önünde bir tabak olduğunda – ve çok şükür ki yemek tam olarak herkese yetecek kadardı – yemek başladı.
“Emily, baban Katolik okuluna gitmişti, değil mi?” diye sordu Belediye Başkanı.
Emily, ağzına götürmekte olduğu çatalı aniden durdurdu. “Ah,” dedi garip bir şekilde. "Aslında bilmiyorum."
“Kötü rahibelere dair birkaç ortak anımız olduğuna eminim,” dedi Belediye Başkanı çabucak, Emily’nin babasından bahsedilmesinden rahatsız olduğunu hissederek.
Cynthia, öte yandan, bundan habersiz gibiydi. "Ah, senin baban, Emily. Harika bir adamdı,” diye heyecanla konuştu. Kadehini, elinde, havada tutuyordu. Her jestinde, ki bunu sık sık yapıyordu, kırmızı şarap dökülmenin eşiğine geliyordu. “O zamanları hatırlıyorum da, en az on iki yıl önce olmalı çünkü o zamanlar henüz Jeremy ve Luke doğmamıştı, fiziğim hala düzgündü.” Duraksadı ve kıkırdadı.
Emily en az yirmi yıl olduğunu söyleyerek onu düzeltmedi ama masanın etrafındaki tuhaf kıpırtı ve kaçırılan gözlere bakınca çoğu kişinin bunu anladığını fark etti ve Cynthia adına kötü hissetti.
“Dükkanıma ilk gelişiydi,” diye devam etti Cynthia, “ve o çok özel, artık basılmayan eski kitabı sordu. Adını hatırlamıyorum ama çiçek perileriyle ilgili bir şeydi. West Sokağındaki bu eve taşınan adam olduğunu biliyordum, onu daha önce birkaç kez görmüştüm. Onu ne zaman görsem, yalnızdı. O yüzden böyle yetişkin bir adamın, bir koleksiyon parçası olan perilerle ilgili bu kitabı ne yapacağını düşündükçe biraz gerildim. Onu yanlış anladığımı düşünerek kitapçıdaki benzer isimli kitaplara yönlendirip durdum, o ise şöyle dedi, ‘hayır. hayır. bu değil. Perilerle ilgili.’ Kitap bende yoktu o yüzden kitabı onun için sipariş etmem gerekti, bu da fiyatı daha da yükseltti tabii. Pek umurunda değil gibiydi, o yüzden perilerle ilgili bu koleksiyon kitabının onun olmazsa olmazı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Birkaç hafta sonra kitap geldi, ve onu arayıp söyledim. Biraz gergindim ama, geldiğinde, yanında bebek arabasında küçük tatlı bir kız da vardı. O sen olmalısın, Emily. Yaşadığım rahatlamayı anlatamam!”
Masanın etrafında, nasıl tepki vereceğini bilemeyen insanlar, sessiz, Emily’ye bakıyordu. Kıkırdamaya başladığını görünce, onlar da kahkahayı bastılar. Neredeyse herkesin gergin tuttuğu nefesini serbest bıraktığı bir andı.
Cynthia anlattığını tamamlamıştı. “Ona bu kitabı okumak için biraz küçük olduğunu söyledim ama onu büyüdüğünde okuman için aldığını, annesinde de bir kopyası olduğunu ve sende de bir tane olmasını istediğini söyledi. Bu duyduğun en sevgi dolu şey değil mi?”
"Evet," dedi Emily, sırıtarak. "Bu hikayeyi daha önce duymamıştım."
Emily, ona keyfini çıkarabileceği bir başka hatıra verdiği için minnettardı. Aynı zamanda onu üzmüştü de, babasını şimdi daha da çok özlüyordu.
Cynthia’nın hikayesinden sonra sohbet çabucak evi pansiyon yapma konusuna geri döndü.
“Bence bunu yapmalısın,” dedi Sunita. “Bu yeri pansiyona çevir. Eğer öyle yaparsan izni alman da kolaylaşacaktır çünkü bu kasabadaki herkesin işine gelir.”
"Doğru" dedi, Belediye Başkanı. “Bu seni Trevor’dan da korur.”
Emily sırıttı. Emily, Trevor Mann’ın pek de sevilen biri olmadığının bariz sinyallerini alıyordu ve bu masada oturan kimseyi temsil ediyor olamazdı.
“Şey,” dedi Emily, şarabından bir yudum alarak, “bu harika bir fikir. Ama tüm param bitmeden önce sadece üç aylık param daha kaldı.”
“Yatak odalarından bazılarını onarmaya yeter mi?” diye sordu Birk.
“Bu iyi bir nokta,” diye sohbete katıldı Barbara. “Yemek odası, oturma odası ve mutfak zaten yapılmış durumda. Bir yatak odan bile olsa başlamak için gereken her şeyin var demektir. İşte. Al sana bir pansiyon.”
Haklıydı. Hepsi vardı. Tek yapması gereken harekete geçmekti. Evin ve bahçenin büyük çoğunluğu misafirlerin hoşlanacağı kadar iyi durumdaydı. Eğer beklentiyi başta küçük tutarsa – mesela sadece bir müşterisi bile olsa – bunu tek bir odayı yeniler yenilemez yapabilirdi. Sonra gelecek küçük bir geliri tekrar işletmeye yatırıp, bir odayı daha yapıp, işi böyle böyle büyütebilirdi.
“Eh, Barbara,” dedi Karen, “kahvaltı olayını da çözmeli.”
Herkes güldü.
"Tuhaf ki," dedi Raj, "Birilerine vermeye çalıştığım birkaç tavuğum var. Onları alabilirsin, böylece kahvaltıda taze yumurtan olur!”
“Zaten kasabadaki en iyi kahveyi sen yapıyorsun,” diye ekledi Belediye Başkanı. "Yanlış anlama, Joe."
Herkes lokanta sahibine baktı.
"Üzerime alınmadım!" diyerek güldü. "Kahve benim güçlü yanım değil, biliyorum. Emily’nin işini desteklemekten mutlu olurum.”
"Ben de öyle," dedi Birk.
"Ve herhangi bir tavsiyeye ihtiyacın olursa," diye ekledi Cynthia, "Ben de geçmiş tecrübelerimle yardımcı olabilirim. Yirmili yaşlarımda bir pansiyon yönetmiştim. Bu işi nasıl benim sorumluluğuma bıraktılar ben de bilmiyorum ama, ben oradayken pek de kötü bir olay yaşanmadı, sanırım bir bildikleri varmış!”
Emily duyduklarına inanamıyordu. Bütün bu insanlar ona yardım etmeye çalışıyordu. Bu harika bir duyguydu ve onların cömertliğinin ve nazik sözlerinin altında ezilmiş hissediyordu. Hele de buraya ilk geldiğinde onları nasıl görmezden geldiği düşünülürse. İşler birkaç kısa ayda nasıl da değişmişti.
Ama mutluluğu tek bir şey yüzünden gölgelendi. Daniel. O da bahçede yaşıyordu. Eğer bir pansiyon açarsa onun da hayatı tarifsiz şekilde alt üst olacaktı. Özel bir hayatları olamayacaktı. Bunu onunla konuşmadan yapamazdı. Gerçi, bir şekilde bunun onlar için iyi olma potansiyeli de vardı. Daniel, eve, onun yanına taşınabilirdi ve böylece müştemilatı da kendi başına kiralayabilir ya da balayı evi olarak sunabilirlerdi. Ve balo salonu da düğünler için harika bir mekandı.
Emily’nin kafası yetişebildiğinden daha hızlı çalışmaya başlamıştı. Belki şarabı biraz fazla kaçırmıştı ama içinde, yıllardır hissetmediği o her şeyin iyi olacağına dair duygular kabarmıştı. Birden bire, gelecek aydınlık, heyecan verici ve güvenli gözüktü.
Sadece Daniel’ın bu anı onunla paylaşmak için neden yanında olmadığını merak ediyordu.
On Beşinci Bölüm
Emily, sonunda Daniel’ın motorunun sesini sokağın başından duyup eve girdiğini gördüğünde geç olmuş, parti çoktan bitmişti. Yataktan çıktı ve pencereden dışarı kaskını çıkarıp müştemilata yürüyen Daniel’ın görüntüsüne baktı.
Emily, üzerine sabahlığını geçirdi ve terliklerini giydi. Aşağı inip, ön kapıdan çıktı. Müştemilata doğru üzerinden yürüdüğü çimler yumuşacıktı. İçeriden çimenleri aydınlatan bir ışık sızıyordu.
Kapıyı çaldı ve geri çekildi, soğuk havayla baş edebilmek için ellerini önünde bağladı.
Daniel kapıyı açtı. Suratındaki ifadeden karşısında Emily’yi göreceğini biliyor gibiydi
"Neredeydin?" diye sordu. "Partiyi kaçırdın."
Daniel derin bir nefes aldı. "Baksana, neden içeri girmiyorsun? Soğukta dikilmek yerine bir çay içip konuşabiliriz." Kapıyı, girmesi için açık tuttu. Emily içeri girdi.
Daniel her ikisi için çay hazırladı ve Emily bu süre boyunca konuşmadan, davranışı için ilk açıklama yapmanın o olması gerektiğini düşündüğünden bekledi. Ama Daniel sanki dilini yutmuştu ve Emily’ye başka çare bırakmadı.
"Daniel," dedi zorla, "neden partiyi kaçırdın? Nerelerdeydin? Merak ettim."
"Biliyorum. Üzgünüm. Ben sadece, o insanları sevmiyorum, tamam mı?" dedi. “Ben daha çocukken beni işe yaramaz belleyenler onlar.”
Emily kaşlarını çattı. “Bu yirmi yıl önceydi.”
“"Yirmi yıl veya yirmi dakika, bu insanlar için önemli değil."
“Limandayken onları öve öve bitiremiyordun,” dedi Emily. "Şimdi aniden onlardan nefret etmeye mi başladın?"
“Bazılarını seviyorum,” diye itiraz etti Daniel. "Ama kasaba halkı çoğunlukla dar görüşlü. İnan bana, burada olsaydım daha kötü olurdu. "
Emily bir kaşını kaldırdı. Ona yanıldığını, bu insanların gayet kibar, eğlenceli insanlar çıktıklarını söylemek istiyordu. Hatta onları arkadaşı gibi görmeye başladığını. Ama daha ilk günlerinden Daniel ile tartışmak en son istediği şeydi.
Sonunda, ses tonunu sakin olmaya zorlayarak, "Neden sadece partiye gelmek istemediğini söylemedin?" dedi. “Tüm gece gelmeni beklerken aptal gibi hissettim.”
"Üzgünüm." Daniel pişmanlıkla içini çekti, sonra onun önüne bir fincan çay koydu. "Böyle kaybolmamam gerektiğini biliyorum. Ben sadece, yalnız olmaya, birine hesap vermemeye o kadar alışmışım ki. Bu benim kişiliğimin bir parçası. Bütün o insanların aniden etrafımda belirecek olması, tek seferde başa çıkabileceğimden fazlasıydı.”
Emily onun için, tek başına daha rahat hissedeceği için üzüldü. Ona göre, bu pek mutlu birinin sahip olacağı bir özellik değildi. Ama gene de bunlar davranışına mazeret değildi.
"Yani, Cynthia bile başlı başına yeterince kötü olurdu," diye utangaç bir sırıtma ile ekledi Daniel.
Emily kahkaha attı. "Sadece bana söylemeliydin," dedi.
"Biliyorum," diye yanıtladı Daniel. "Bir daha böyle gitmemeye söz verirsem, beni affeder misin?"
Emily ona kızgın kalamazdı. "Sanırım," dedi.
Daniel uzandı ve elini tuttu. "Neden bana nasıl geçtiğini anlatmıyorsun? Neler konuştunuz?”
Emily, ona bir bakış attı. “Benden sana nefret ettiğini söylediğin insanların konuşmalarını anlatmamı mı istiyorsun?
“Sen anlatırsan nefret etmem,” dedi Daniel, gülümseyerek.
Emily gözlerini devirdi. Daniel’a ders vermek için biraz daha uzun süre ters davranmak istiyordu ama başaramıyordu Ayrıca, ona şu pansiyon işiyle ilgili vermesi gereken büyük haberler vardı ve daha fazla içinde tutamayacaktı. Coşkusunu kırmaya çalıştı ama bir türlü zapt edemiyordu.
“Şey, konuşmanın ana konusu,” dedi, “bu evi bir pansiyona çevirmek üzerineydi.”
Daniel ağzındaki yudumu neredeyse püskürttü. Ona, çay fincanının üzerinden bir bakış attı. "Ne?"
Emily birden, yeni rüyasını Daniel’a anlatmak konusunda gergin hissetti. Ya ona destek vermezse? Daha yeni ona yalnız olmaktan hoşlandığını söylemişken, şimdi ona evin içerisinde yabancıların dolaşmasının olağan bir hal alacağını söylemek…
“Bir pansiyon,” dedi, sesi çok daha ürkek ve kısık çıkmıştı.
"Böyle bir şey ister misin?" diye sordu Daniel, fincanını masaya koyarken. “Bir pansiyon çalıştırmak.”
Emily, ellerini fincanının etrafına sardı ve koltuğunda aşağı kaydı. "Şey… belki. Bilmiyorum. Yani, önce biraz hesaplama yapmam gerek. Muhtemelen param buna yetmeyecek.” Şimdi neredeyse kekeleyerek konuşuyor, Daniel’ın tepkisini kestiremediğinden fikri bastırmaya çalışıyordu.
“Ama eğer paran yetseydi, yapmak istediğin şey bu mu olurdu?” diye sordu.
Emily başını kaldırdı ve onun gözlerine baktı. "Gençken yapmak istediğim buydu. Aslında bu benim hayalimdi. Sadece bu konuda iyi olamayacağımı düşündüğüm için vazgeçtim.”
Daniel uzandı ve elini onun elinin üzerine koydu. “Emily, bu işte inanılmaz olabilirsin.”
"Öyle mi düşünüyorsun?"
"Biliyorum."
“Yani sence bu kötü bir fikir değil mi?”
Daniel başını salladı ve yüzü sevinçle parladı. "Bu harika bir fikir."
Emily birden aydınlandı. "Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?"
"Kesinlikle," diye ekledi Daniel. “Senden harika bir ev sahibi olur. Ve eğer daha fazla paraya ihtiyacın olursa ben yardım etmekten mutluluk duyarım. Çok param yok ama ne varsa veririm.”
Emily bu teklif karşısında duygulanmasına rağmen başını salladı. “Senin paranı alamam, Daniel. Başlamak için gerekli olan tek şey düzgün bir yatak odası ve bir kahve makinası. İlk müşteriler gelince, kazandığımızı yatırım olarak kullanabiliriz.”
"Yine de," dedi Daniel. “Eğer herhangi bir yenileme çalışması gerekirse, ya da bahçede yapılacak herhangi bir şey, katkıda bulunmaktan mutluluk duyacağımı biliyorsun.”
“Gerçekten mi?” diye tekrar sordu Emily, hala inanmakta güçlük çekiyordu. “Bunu benim için yapar mısın?” Daniel’ın ne kadar cömert olduğunu ve ona nasıl ihtiyacı olduğu bir anda çıkageldiğini tekrar hatırladı. "Gerçekten iyi bir fikir olduğunu düşünüyor musun?"
“Evet,” dedi Daniel, onu ikna etmek istercesine. “Bu fikri sevdim. Önce hangi yatak odasını hazırlamak istiyorsun?”
Evi yenileyerek geçirdikleri son üç ayda, üst katla pek ilgilenmemişlerdi. Sadece eskiden Emily’nin anne ve babasının yatak odası olan (şimdi onun kullandığı) oda ve banyo tamamlanmıştı. Odaklanmak için odalardan birini seçmeliydi.
"Henüz bilmiyorum," dedi Emily. “Sanırım arkadaki büyük odalardan biri.”
“Okyanus manzaralı olanlardan mı?” diye bir öneride bulundu Daniel.
Emily hafifçe omzunu silkti. “Önce biraz daha düşünmem lazım. Ama tamir etmek çok uzun sürmez, değil mi? Turist sezonuna yetişmiş olurum. Tabii izin alabilirsem.”
Daniel olur der gibi bakıyordu. Çaylarını içerlerken, turistlerin sezonu olan yaza kadar bir oda ve menü hazırlamak için ihtiyaçları olan zaman ve para gibi tüm detayları konuştular.
“Riskli,” dedi Daniel, arkasına yaslanıp üzerine bir şeyler karalayıp rakamlar yazdığı kağıda bakarak.
“Öyle,” diyerek ona katıldı Emily. “Ama gene de, işimden ayrılmak ve yedi yıllık erkek arkadaşımı terk etmek de riskliydi ama bak şimdi her şey ne kadar iyi.” Uzandı ve Daniel’ın kolunu sıktı. Bunu yaparken, onda bir tereddüt sezdi. "Her şey yolunda mı?" diye sordu, kaşlarını çatarak.
“Evet,” dedi Daniel, ayağa kalktı ve boş fincanları aldı. "Sadece yorgunum. Sanırım yatacağım.”
Emily, ondan gitmesini istediği kafasına dank eder etmez ayağa kalktı. Önceki akşamların tutkusu tamamen sönmüş gibiydi. Gül bahçesinde geçirdikleri sabahın romantizmi dağılmıştı. Uçurum kenarında yaptıkları motosiklet yolculuğunun korkusu gitmişti.
Geceliğini vücuduna sıkıca dolayan Emily gidip Daniel’ı yanağından öptü. "Sonra görüşür müyüz?" diye sordu.
"Evet," dedi Daniel, gözlerine bakmadan.
Emily, incinmiş ve şaşkın bir şekilde müştemilattan çıktı ve geceyi yalnız geçirmek üzere soğuk yoldan tek başına eve geri döndü.
*
"Günaydın Rico!" diye seslendi Emily, ertesi gün gittiği karanlık ve fazla karışık bit pazarının kapısından içeri.
Rico değil ama, Serena masalardan birinin arkasından rahatsız edici bir şekilde fırladı. "Emily! Bay Seksi ile nasıl gidiyor? Partide bu konu hakkında konuşma fırsatımız hiç olmadı.”
Emily’nin şu anda en son istediği şey Daniel hakkında konuşmaktı. “Bunu iki gün önce sorsaydın, harika gidiyor derdim. Ama şimdi pek emin değilim.”
"Ha?" dedi Serena. “O da onlardan biri, değil mi?”
“Kimlerden biri?”
“Çok derine inip, sonra korktukları için soğuk davrananlardan. Onlardan milyon tane gördüm."
Emily, yirmi yaşındaki birinin herhangi bir şeyden milyon tane görmüş olabileceğinden emin değildi ama bir şey demedi. Şu anda gerçekten Daniel hakkında konuşmak istemiyordu.
“Şey, birkaç özel parça bakıyorum,” dedi Emily, sonra Daniel onu evinden neredeyse kovmadan önce hazırladıkları listeyi bulmak için çantasını kurcalamaya başladı. Listeyi Serena’ya verdi. “Şimdi bir şey satın almayacağım ama kabaca fiyatları öğrenmek istiyorum.”
“Tabii ki,” dedi genç kadın memnuniyetle. “Etrafa bir bakacağım.” Dükkanın derinliklerine doğru ilerlerken birden durdu. “Hey, bunların hepsi yatak odası malzemeleri. Yoksa…”
“Pansiyon için mi?” Emily gülümsedi ve kaşlarını oynattı. "Evet."
“Bu harika!” diye bağırdı Serena. “Bunu gerçekten yapacak mısın?”
“Şey,” dedi Emily, “Öncelikle izin almam gerekiyor bu da kasaba toplantısına gitmek demek.”
“Oh, bu kolay olacak,” dedi Serena, elini önemsiz bir şeyden bahseder gibi sallayarak. “Yani New York’a geri dönemeyeceksin demek mi bu?”
Emily biraz daha sert bir sesle, “Önce izin almam gerek.” dedi.
“Anladım,” dedi Serena, parmaklarını şıklatarak. “Önce izin.” Sırıttı ve ilerledi.
Emily kendi kendine gülümsedi; Sunset Limanı’nda hiçbir kar amacı gütmeksizin, sadece onu sevdiği için orada kalmasını isteyen en azından bir kişi olduğunu bilmek mutluluk vericiydi.
Kapı kollarının olduğu çekmeceye gitti ve incelemeye başladı. Rico’nun babasınınkine rakip bir koleksiyonu vardı ve Rico’nunkiler çok daha iyi gözüküyorlardı. Oda için toz mavisi rengini düşünüyordu ve şık cam kollar çekmecelere çok yakışırdı.
Çekmeceye bakarken, arkasından iki sesin dükkana girdiğini duydu.
Seslerden biri “Stella onu dün gece gene saatlerce uçurum kenarında motosikletini sürerken görmüş,” dedi.
Emily durdu ve onları daha iyi duyabilmek için kulak kesildi. Daniel hakkında konuşuyor olabilirler miydi? Uçurumda motosiklet kullanmak onun için tutkuydu ve dün gece uzun saatler yok olmuştu.
İkinci ses, “Geçen gün de limandaki festivale katılmış,” dedi.
Emily kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Daniel festivale katılmıştı. Diğer herkes gibi, ama diğer herkes uçurum kenarında motosiklet kullanmıyordu. Daniel’ın dedikodusunu yaptıklarına neredeyse emindi.
“Kasabaya geri taşındığını düşünmüyorsun, değil mi?” dedi ikinci ses.
“Stella’nın teorisine göre, hiç gitmedi.” dedi birinci ses.
“Aman tanrım. Gerçekten mi? Düşüncesi bile ürpertici. Yani bunca zamandır eski evde miymiş diyorsun?”
Evet, aynen. Stella’ya söylediklerine göre geçen gün de yeni kızın yaptığı garaj satışında görmüşler onu.”
Onlar dedikodu yaptıkça, Emily vücudunun buz kestiğini hissetti.
"Gerçekten mi? Aman tanrım. Birisi kızı uyarsa iyi olur!”
Kadınların hakkında konuştukları kişinin Daniel olduğundan emin olduktan sonra, Emily durduğu yerden çıktı. “Ne hakkında uyaracakmışsınız?” dedi sakince.
İki kadın durdu ve ona hayalet görmüş gibi baktılar.
“Ne hakkında uyaracakmışsınız dedim,” diye tekrar etti Emily.
“Şey,” dedi ilk kadın, sesi titriyordu. “Onu gördüğünü söyleyen Stella’ydı.”
“Kimi gördüğünü?”
“Morey’nin oğlu, adını unuttum.” Dustin. Declan."
“Douglas,” dedi ikinci kadın, kendinden emin.
"Hayır, bundan daha egzotik bir şeydi. Daha sıra dışı,” diye itiraz etti ilki.
Emily kollarını bağladı ve bir kaşını kaldırdı. “Adı Daniel. Ne olmuş ona?”
“Şey,” dedi ilk kadın, “o bir üne sahip.”
“Ün mü?” dedi Emily.
“Kadınlarla ilgili,” diye ekledi. “O Declan, birçok kadını kalbi kırık bırakmış.”
“Douglas,” dedi ikinci kadın.
“Daniel,” Emily her ikisini de düzeltti.
İlk kadın başını salladı. “Daniel değil, canım. Adını hatırlayamıyorum ama kesinlikle Daniel değil.”